Ağzına takılan hortumdan oksijen gidiyordu canıyla kıran kırana mücadeleye girmiş Mısra'ya. Beyin tomografisi çekilmiş, ve araç dönerken başına aldığı darbeden dolayı içeride kanama olduğu saptanmıştı. Diğer hiçbir yerinde bişey yoktu. Tek bir yer hariç.

İçeriye son giren doktorla beraber beyin cerrahi bir arada çalışmak zorunda kaldılar. Bir yandan kan kaybeden Mısra, bir yandan nabız sayısıyla uğraşıyordu.

'Seni çok özleyeceğim biliyorsun dimi?'

Sayı yükseliyordu.

'Beş gün sonra yanındayım.'

Sayı düşüyordu. Çünkü yanında değildi, buz gibi bir odada yaşam savaşına girmişti. Lisede girdiği erkek kavgaları daha kolaydı bu kavgadan. Çantasını patlatırdı üstlerine. Bir zamanlar nefret ettiği Aykut reisin canını kurtarırdı. Ama şu anda kılı dahi kıpırdamıyordu.

"Seni çok seviyorum." dedi koridorda yere oturmuş Aykut. "Sakın benden gitme Mısra. Seni çok seviyorum karım, nefesin içime dolmazsa nefessiz kalırım."

Koridora dolan adım sesleri dikkatini çekse bile başını dizlerinden kaldırıp gelenlere bakamadı.

"Oğlum durumu neymiş?" diye sordu Ayhan baba. Tepki veremedi. Çünkü o da bilmiyordu. Asil sordu, cevap yoktu. Gelen geçen tüm hemşirelere sordular ama kimse bilgi vermiyordu. Hepsi bir köşede oturup beklerken koridora amca, yenge, Petek, Belkıs ve Berrak girdiler.

Gözlerinden akanlar hastanenin ortasına göl kurardı. Yanıp yakılıyordu hepsi. Ama Aykut kadar değildiler. Aykut'un canı yatıyordu içeride. Nefesi yatıyordu.

"Daha çok genç." dedi başındaki doktor. "Henüz 21 yaşında, ama neden durduramıyorum kanamayı?"

"Doktor bey sakin olun." dedi hemşire ama doktor işinin ehli bir insan olmuş olsa dahi kanamayı durduramıyordu.

"Yine ne oluyor?" diye yükseldi beyin cerrahı. "Nabız alamıyorum. Solunum durmak üzere." Bütün ekip canını dişine takmış bir durumda Mısra'nın hayata geri dönmesi için uğraşıyorlardı.

"Girdiğim en zor ameliyatlardan bir tanesi." Uykusunda gördüğü dolunay yine nabzının yüksek atmasını sağladı. Rahat bir nefes alan doktor işlemine devam etti.

Uzunca bir süre geçmişti üzerinden. Kimse ne olduğunu bir türlü öğrenememişti. Koridora gelen jandarma "Aykut Dinçsoy." dediği an Aykut kafasını kaldırıp baktı. Elinde karısının özel eşyaları olan poşet vardı.

"Benim." Zorla ayağa kalkıp jandarmanın önünde durdu. "Eşinizin aracına çarpan kişi teslim oldu." Aykut'un gözü döndü bir anda. Mısra'nın arabasına birisi mi çarpmıştı? Kimdi o şerefsizin evladı? Aslında kamyon şöförü anlatmıştı ama Aykut o an karısını düşünmekten idrak edememişti olayı.

Herkes şoka girerken Aykut delirmeye başladı. "Kim çarpmış?" diye bağırdı jandarmaya. Ayhan baba kolundan tutup sakin kalması için uyarı verdi.

"Olay yerindeki kamyon şöförü olayı anlattığı an aramaya başlamıştık, olayı sadece şöförden dinleyebildik. Çünkü o bölge mobese kameralarının kör noktasında kalan bir bölge. Ancak dediğim gibi çarpan kişi adliyede şu anda, sorgusu alındı."

"Kim diyorum size kim?" Dişlerini birbirine kenetleyen Aykut'un beynine kan gitmiyordu. Nabız sayısı arttıkça içeride canıyla uğraşan karısınında nabız sayısı artmaya başlamıştı.

"Hasta geri geliyor." dedi doktor. "Çabuk olun, kalp atışları yükseliyor." İşini yapmaya devam ediyordu. "Hadi Mısra, hadi kızım. Daha yaşayacak bir ömrün var önünde. Bizim kal, bizimle kal." Doktor ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Sürekli değişen sayılar yüzünden ameliyat istediği gibi gitmiyordu.

MESLEK LİSELİ (Kitap oldu)Where stories live. Discover now