|36.Bölüm|

560 66 18
                                    

Gece boyu uykusundan defalarca kez uyanmıştı Jimin. Yorgunluğuna yenik düşüp uyuduğu zamanlarda bile sevgilisinin ismini haykırarak uyanmıştı rüyalarından.

Her seferinde de hemşirelere yakalanmamaya gayret ederek başını odasının kapısından uzatıp koridordaki koltuklarda birbirlerinin omzuna yaslanarak uyuyan Yoongi ve Hoseok ile karşılaşmış, kendini rahatlatmak için çabalamıştı genç adam. "Bir sıkıntı olsa burada uyuyor olmazlardı." diye düşünüp yatağına dönmüştü Jimin her kabustan sonra.

Sevgilisini o kadar çok özlemişti ki, hastanenin soğuk yatağına her yattığında burada değil de Jungkook'un kollarında uyuyor olmayı dilemişti zavallı karamel saçlı. Tüm dünyayı susturup sevgilisinin huzur dolu göğsüne yatmak, Tanrı'nın yarattığı o eşsiz ritmi dinlemek istiyordu sonsuza dek. Yalnızca sevgilisinin  kollarındayken huzurla kapatabilirdi gözlerini çünkü karamel saçlı, ya huzurlu bir gece uykusunda  ya da sonsuzluğa giden o yolda. 

Tüm bunları düşünürken ciğerlerini yakan derin bir nefes almış, gözlerini kapatıp sevgilisinin güzel yüzünü düşünmüştü Jimin. Jungkook'u her düşündüğünde tavşan dişlerini göstererek ona ilk gülümsemesini, ilk öpüşmelerini, ilk sevişmelerini, kalbi annesinin hasretiyle kavrulurken sevgilisinin kollarında ilk ağlayışını, yine aynı kollarda huzuru bulduğu ilk uykusunu hatırlayıp hüzünle karışık bir gülümseme yerleştirmişti yüzüne karamel saçlı.

Jungkook'un hayatına girmesi çok hızlı ve beklenmedik bir şekilde olsa da, hayatını kökünden değiştirmişti Jimin'in. Öyle ki Jungkook'tan öncesi yokmuş gibi hissediyordu Jimin.

Jungkook'un olmadığı bir dünyayı ise hayal bile etmek istemiyordu karamel saçlı.

Sevgilisinin huzur dolu kokusunun, içinde ölüm sessizliğine yatmış çiçekleri yeşerten gülümsemesinin, yıldızlara ev sahipliği yapan ışıl ışıl gözlerinin, bir meleğinkini andıran sesinin ve ipek gibi yumuşak teninin olmadığı bir dünyanın cehennemden farksız olacağından adı gibi emindi Jimin.

Gözlerini yumduğu anda canlanan hatıralar ve sevgilisinin tüm vücudunu saran hasretiyle sonunda uykuya yenik düşmüştü Jimin gün aydınlanırken.

Uyandığında ise sabahı zor ettiğinden zaten güçsüz olan vücudu daha da yorgun düştüğü için hemşirelerden ufak bir azar yemiş, yine de tüm tatlılığını kullanarak sevgilisini bir kez daha görmek için izin koparmıştı melek yüzlü.

Düne göre daha iyi olsa da yine hemşirelerin eşliğinde gitmişti biricik sevgilisini ziyaret etmeye.

Koridoru ağır adımlarla yürüdükleri sırada Hemşire Oh gülümseyerek "Hastanedeki arkadaşlarımdan ricada bulundum, arkadaşın Jin de her şeyi istediğin gibi düzenleyecek." diyip gülümsemiş, sonunda Jungkook'un kaldığı odaya geldiklerinde nazikçe aralamıştı kapıyı. "Şanslısın, on dakika sonra geleceğim."

Değil on dakika, on saat bile yetmeyecekti Jimin'e ama yine de sevinmişti duyduklarına. Odaya girdiği andan itibaren vakit kaybetmeden hızlanan adımlarıyla yatağın başına gelmiş, sevgilisinin saçlarına minik bir öpücük kondurmuştu.

"Daha iyisin değil mi Jungkook?" derken başındaki bandaja zarar vermeden saçlarını okşamaya başlamış, bu sırada yatağın kenarına oturmuştu usulca.

Öyle olmaması için ne kadar çabalasa da sitemkar çıkan bir ses tonuyla "Ne zaman uyanacaksın? Sesini özledim, kokunu özledim, sana sarılmayı özledim." diyip derin bir nefes almıştı göğsüne oturan sancıyı başından savmak istercesine. Ama nafile, canından bir parça orada öylece yatarken nasıl dinebilirdi ki göğsündeki sızı.

Odadaki cihazlara göz gezdirirken ellerinin arasında duran elin tutuşu güçlendiğinde heyecandan ne yapacağını şaşırmış, kendisini duyduğuna emin olduğu sevgilisinin adını haykırmıştı sevinçle.

"Jungkook! Buradayım! Yanındayım." derken boşta kalan elini sevgilisinin yüzüne götürmüştü karamel saçlı, teni hala yumuşacıktı.

Sonunda kaderin yüzlerine güldüğüne o kadar çok inanmıştı ki Jimin, mutluluk gözyaşlarının yanağında süzülüp henüz iyileşmemiş yaralarını sızlatmasına bile aldırış etmemişti genç adam.

Fakat hayat şakalarını Jimin'in üzerinde deniyordu sanki bu günlerde. Odadaki sevimsiz cihazlar birden bire olağan dışı sesler çıkartmaya başladığında ne yapacağını şaşırmıştı Jimin.

Bir şeylerin ters gittiğine adı gibi emindi fakat olduğu yerde çakılı kalmıştı zavallı. Bağırmak, sevgilisine yardım etmek istiyordu ama kendi sesinde boğuluyordu. Zaman ve mekandan kopmuş, boşlukta savruluyordu sanki, kimsesiz bir uçurtma gibi.

Apar topar odaya giren hemşirelerin ve doktorların sesi kulağına anlamsız uğultular gibi gelirken sarsılmış, iyice güçsüzleşen bacakları daha fazla taşıyamamıştı narin bedenini.

Hemşireler ve doktorlar hararetli hararetli bir oraya bir buraya koşuştururken zavallı Jimin bir duvar kenarında yığılıvermişti öylece. Bu kabustan uyanacağı zamanı bekliyordu sadece.

Yanından gelip geçen hemşirelere, doktorlara aldırış etmeden ifadesiz gözlerinden süzülen yaşlarla sevgilisinin sımsıkı tuttuğu ellerinin ellerinde kayıp gidişini izliyordu çaresizce.

Bir ara dudaklarından bir iki hıçkırık ve sevgilisinin güzel ismi kaçtığında odadaki hemşirelerden biri sonunda yerde perişan halde oturan Jimin'i fark etmiş, aceleyle yanına koşmuştu.

"Bay Park, burada olmamanız gerek." diyip tutması için ellerini uzatmış, Jimin'in yaşadığı travma yüzünden tepkisiz kaldığını görünce yavaşça koluna girmiş ve kalkması için yardım etmişti.

Fakat nafile, değil odadan çıkmak, Jungkook'un yattığı o yatakta yatıyor olmak için yalvarıyordu Jimin. "Sen değil ben ölmeliyim." diye bağırıyordu hıçkırıklarının arasında. "Her şey benim hatam!" 

Bedeni kendisini zaptetmeye çalışan hemşirelerin kolları arasından sıyrılmaya çalışırken sevgilisini yürüdüğü o çiçek kokulu ışıklı yoldan çevirmek istercesine bağırıyordu Jimin var gücüyle. "Jungkook beni bırakma!"

Hemşireler karamel saçlının güçsüz bedenini yataktan uzaklaştırmaya çalışırken doktor diğer hemşirelere zavallı Jimin'in ne anlama geldiğini bile bilmediği tonlarca tıbbi terimden bahsediyor, bir yandan da kalp masajı için hazırlıyordu zeytin gözlüyü.

Cihazların tiz sesi kulaklarında yankılanırken ruhu bedeninden çekiliyor gibi hissetmişti Jimin. "Yalvarırım sen de gitme annem gibi!" Sesi git gide kısılıyor, demirden parmaklarıyla boğazına sarılan korku izin vermiyordu konuşmasına. 

Eğer sevgilisi o güzelim gözlerini sonsuza dek kapatırsa ona söyleyemediği tonlarca şey ile yalnız kalmaktan korkuyordu Jimin.  Annesi  daha o  minicik bir çocukken bir melek olup bu dünyadan göçtüğünde  de böyle olmuş, ellerine hapsettiği gözyaşlarıyla öylece kalmıştı Jimin. Annesine "Seni seviyorum." diyemediği her an için onlarca gözyaşı biriktirmiş, küçücük bedeni terk edilmiş bir lunaparka dönmüştü, kırık dökük ve  çocuksuz.

Hemşirelerin kaşla göz arasında yaptığı sakinleştirici iğne ile iyice afallayan karamel saçlı apar topar odasına götürülürken kapıda karşılaştığı tanıdık yüzlerden geçen bin bir duyguya şahitlik etmiş, sonunda zorla yatağına yatırıldığında ise hemşirenin nazik sesini işitmişti güçlükle. "Bay Park lütfen sakinleşin. Lütfen hem kendiniz için hem de bizim için işleri zorlaştırmayın olur mu?"

Hemşire sonunda odayı terk ettiğinde gerçek anlamda ilacın damarlarında dolaştığını hissetmişti Jimin. Belli belirsiz bir mırıltı çıkmıştı dudaklarından. "Beni terk edersen çok üzülür annem, gitme Jungkook."

Her bir hücresi yavaş yavaş uyuşurken daha fazla direnememiş, son bir damla gözyaşı daha firar ederken yuvasından, usulca kapamıştı gözlerini Jimin Tanrı'ya seslenirken ümitsizce.

"Eğer onu yanına alacaksan beni burada bırakma Tanrım. Biz yalnız yürümeyeceğimize dair söz verdik, biliyorsun."

-

Bölüm biraz kısa, beni affedin olur mu?

Üstelik size bir sürprizim var. Yeni bir jikook kurgusu daha yazmaya başladım, ismi "Louder Than Bombs"  gözatarsanız çok sevinirim! Yeni bölümlerde görüşmek üzere.

Baby SharkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin