|18.Bölüm|

2K 212 92
                                    

Herkese merhabaa! Bölümü medyadaki şarkıyla okumayı unutmayın lütfen. 💜

Yorumlarınız ve oylarınız benim için çok önemli bir motivasyon kaynağı. Lütfen benimle fikirlerinizi ve düşüncelerinizi paylaşın💜
__

Jimin ile karşılaşmalarının üstünden bir gün geçmişti ve ikinci günün sabahına, bir önceki güne oranla çok daha dinç uyanmıştı Jungkook. Yine de Jimin'in son mesajlarını ve kendisinin sarhoş olduğu o gece tereddüt bile etmeden yazdığı veda mesajını bir kez daha okumaktan alıkoyamamıştı kendini.  Mesajları her okuduğunda göğsünün üstündeki ağırlık biraz daha büyüyor ve biraz daha çekiyor gibiydi zeytin gözlüyü içine bir kara delik gibi. Buna rağmen hafiflemiş hissediyordu genç adam. Her ne kadar canını yakıyor olsa da omuzlarındaki ağır yükten, kafasının içinde dönüp duran tilkilerden kurtulmuştu sonunda.

Dün staja hiç haber vermeden gittiği halde kimsenin arayıp onu azarlamamasına sevinse mi üzülse mi bilemiyordu Jungkook. Yeni bir staj yeri bulmadan önce ne okuluna ne de yetimhaneye şimdilik bir şey demeden ve tabii ki Jimin'e görünmeden bu haftayı tamamlamayı ümit ediyordu yalnızca. Soran olursa onlara hasta olduğu için gelemediğini söyleyip geçecekti. Birkaç kez öksürürse inanacaklarına emindi. Yavaşça yatağında doğrulup kendisini bekleyen uzun güne hazırlanmaya başlamıştı.

Yetimhaneye yaklaştığında numaradan attığı uyuşuk adımları ve hafif kamburlaştırdığı sırtıyla burnunu çeke çeke içeriye girerken tanıdığı bir ses durdurmuştu Jungkook'u. "Hey, stajyer Jungkook!"  Çok geçmeden arkasını döndüğünde kendisine doğru koşar adımlarla gelen güvenlik görevlisi Chung Hae'yi görüp gülümsemişti zeytin gözlü. "Günaydın Chung Hae hyung, kusuruma bakma, biraz dalgınım da..." diye gevelemişti öksürüklerinin arasından.

Orta yaşlı güvenlik görevlisi gülümseyerek "Ziyanı yok ufaklık, bende sana ait bir şey var." diyip eline cebinden çıkarttığı sigara paketini tutuşturup koşarak kapıya yaklaşan arabayı karşılamaya gittiğinde Jungkook bir süre elindeki Marlboro paketine bakıp olanları anlamaya çalışsa da başarılı olamamıştı. "İyi de ben Marlboro içmem ki..." derken ağır adımlarla sınıfa doğru çıkmış, tüm ders çocuklara kötü örnek olmak istemediği için cebinde sakladığı sigarayı düşünüp durmuştu. "En iyisi geri götürmek." diye mırıldandı kendi kendine derse başlamadan önce fakat gün boyu  bir oraya bir buraya koşuşturmaktan unutmuştu zavallı.

Günün son dersinde çocukların çizdiği resimlere bakarken gülümsese de en komik bulduklarını Jimin'e gösteremediği için içinde ufak bir burukluk olduğunu fark ettiğinde kendini öğretmenler odasının balkonunda bulmuştu Jungkook. Bir sigara yakmak için ellerini ceplerine götürdüğündeyse önce her zaman içtiği sigarasının boş paketiyle sonra da sabah güvenlik görevlisinin aceleyle ona verdiği mentollü Marlboro paketiyle karşılaşmıştı zeytin gözlü. 

Çaresiz kaldığından çoktan birkaç tanesi küle dönüşmüş Marlboro'dan bir tane denemekten zarar çıkmayacağını düşünüp aceleyle paketi açtığında pek de alışık olmadığı bir manzarayla kaşılaşmıştı Jungkook. Uzun ve ince parmaklarını sigaraların üstünde dolaştırırken bir yandan da sigaraların üzerindeki kelimelere göz gezdiriyordu.

Bir tanesini paketten çıkartıp "Lütfen benden kaçma." diye mırıldandı ilk sigaranın üstünde yazanları okurken. Ardından gözyaşlarının hücum ettiği gözlerine aldırmadan bir diğer sigaraya uzandı parmakları istemsizce Jimin'in ismini mırıldanırken. "Seni şimdiden özledim Jungkook."

Yanına çömeldiği balkon demirlerine rağmen görebiliyordu Jungkook yavaş yavaş batan güneşin arkasında bıraktığı kızıl yansımaları. Bir ressam ince fırça darbeleriyle gökyüzünü süslüyor gibi gözükmüştü gözlerine. O an, o ressamın kendi hayatını da renklendirmesini diledi çaresizce, kendisinin bunu yapacak yeteneği yokmuş gibi hissediyordu zavallı genç adam. Çok uzun bir zaman önce olmamasına rağmen Jimin'den kaçtığı günden beri hayatındaki tüm renkler tek tek siliniyor gibi hissediyordu genç adam. Geçip gitmesi gereken bir hoşlantının onu nasıl böyle sarsabildiğini düşünmekten ölesiye korkuyordu şu sıralar. Şimdi ise yeni sorular adımlıyordu zihninden kalbine inen merdivenleri. Jimin sahiden onu özlemiş olabilir miydi? Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle silip paketin içinden çıkarttığı yazısız sigaralardan birini yakarken öylece binaların arasında yavaş yavaş yok olan güneşi izleyip kulaklığından yankılanan o tanıdık şarkının sözlerini mırıldanmıştı.

Our life was cutting through so loud
Hayatımız sesli şekilde kesildi

Memories are playing in my dull mind
Anılar uyuşuk zihnimde canlanıyor

Sanki güneşin batışını resmeden ressamın fırçasında mutluluk değil de hüzün vardı ve her yerine bulaşmıştı genç adamın. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu genç adam, kocaman siyah zeytinleri andıran gözlerini sımsıkı kapayıp derin bir nefes çekti sigarasından, ardından sözleri mırıldanmaya devam etti gözyaşlarını silmeye zahmet etmeden.

I hate this part, paper hearts
Bu bölümden nefret ediyorum, kağıttan kalpler

And I'll hold a piece of yours
Senden bir parça taşıyacağım,

Avucundaki sigaralara baktı öylece genç adam ve tekrar tekrar okudu üstünde yazanları "Ben de seni şimdiden özledim Jimin." dedi sanki küçük bedeni karşısında oturuyormuş gibi. "Fakat beni sevmeyen bir kalpten kaçmaktan başka çarem yok."

Don't think I would just forget about it
Olanları öylece unutacağımı düşünme

Hoping that you won't forget about it
Umarım ki sen de unutmazsın

Çoktan herkesin dağılmış olmasını, öğrencilerin yatakhanelere götürülmesini fırsat bilmiş ve uzun zamandır kaçtığı gözyaşlarına kucak açmıştı Jungkook ağır ağır batan güneşin, müziğin ve sigarasının dumanı eşliğinde.

Hemen yanında, balkondaki saksıların yanında duran sigara paketine ve içindeki sigaralara baktı bir kez daha zeytin gözlü. Bu kelimelerin Jimin'in dudaklarından döküldüğünü ve bu paketin ona ait olduğunu düşündükçe delirecek gibi oluyordu kadife sesli, ve şimdi her zamankinden daha çok sövüyordu onu Jimin'den kaçması için uyarmaya devam eden iç sesine.

Öğretmenler odasının balkonundan yetimhanenin bahçesine bakarken Jimin'i gördüğü ilk an canlanmıştı Jungkook'un gözlerinde. Jimin'in çocuk seslerine karışan kahkahaları kulaklarında yankılanıyordu zavallı genç adamın. Burada biraz daha kalırsa kafayı yiyeceğini düşündüğünden eşyalarını toplayıp hızla bahçeye çıkan merdivenlere yönelmişti genç adam.

Yetimhanenin tıpkı çocukları gibi kimsesiz bahçesini terk ederken tek istediği bir tane daha sigara içip rahatlamak ve zihnini boşaltmaktı zeytin gözlünün. Fakat hayallerinin aksine bir anda yağmaya başlayan yağmura söverken bulmuştu kendini. "Lanet olsun! Yansana lanet sigara! Ah çıldıracağım! "

Yağmurdan ve rüzgardan çok daha inatçıydı Jungkook, sigarasını yakmadan ayrılmayacaktı yetimhanenin kapısından. Rüzgara siper ettiği ceketinin arkasında ardı ardına çakmağını ateşlemeye çalışırken yağmur bir anda durunca şaşırmıştı zeytin gözlü. Başını kaldırdığında ise narin bir elin tuttuğu, yıldızlı gökyüzünü andıran siyah üstüne beyaz ve mor noktalarla kaplı bir şemsiyeyle göz göze gelmişti.

"Gerçek hayatta insanları engelleyemezsin Jungkook, biliyorsun değil mi?"

__
Umarım bir önceki bölümün sakinliğinden sonra tatmin olmuşsunuzdurr⭐️
Sizi çok seviyorum💜

Baby SharkWhere stories live. Discover now