"Bu halde nereye?" diye sordum bir şey söylemesini beklemeden.

"İşlerim var, çekil kenara." derken iki eliyle birinin boğazını sıkarmış gibi kavradığı direksiyona bakıyordu.

"Ne işin var oraya geri mi döneceksin yoksa?" dedim korkuyla.

"Hayır. Başka önemli işler, çekil hadi."

"Ben de geliyorum, in oradan ben kullanacağım sarhoşsun sen."

Direksiyonu sıkmaktan bembeyaz olmuş ellerini bırakıp avucunu ön konsola geçirdiğinde yerimde sıçradım. "Sarhoş falan değilim ben, o şişe bana bir şey yapar mı sanıyorsun sen?" diyerek acı acı güldü.

"Sarhoş değilsen de yaralısın, direksiyona benim geçmeme izin ver." dedim yalvarırcasına.

"Hayır." derken sesi kesin ve netti. "Sen gelmiyorsun, fazla geç kalmam zaten şimdi kenara çekil."

Etrafına örmeye başladığı duvara istesem sert bir tekme savurur, hızlı hızlı dizmeye çalıştığı, çimentosu henüz kurumamış tuğlaları etrafa savururdum. Bunun yerine pes ederek ellerimi çektim ve bir adım gerileyerek gitmesine izin verdim. Garaj kapısı tamamen açıldığında sağ kolunu yolcu koltuğunun arkasına atarak geri geri son gaz dışarı çıktı. En azından tekrar göz kontağı kurabilmek için kendimi tekrar binanın dışına attım. Ben onu göremesem de o beni görebilirdi. Sanki gözümün içine baksa onu vazgeçirebilirdim. Ama yetişemedim. Hiç hızını kesmeden gözden kayboldu.

***

Soğuk... Yatağın içinde bir o tarafa bir diğer tarafa dönerken hissettiğim tek şey buydu. Uyku gözüme girmemek için olanca haylazlığıyla benden az ötede ortalığı birbirine katarken, başımı yastığa gömüp kokuya odaklanmaya çalıştım. Birbirine karışmış olan kokularımıza... O gittikten hemen sonra bastıran fırtına, bulabildiği bütün deliklerden içeri sızarken beni daha da çok üşütüyordu. İçgüdülerimin sesine kulak verip duvardan olabildiğince uzaklaşıp yatağın ortasında büzüşerek top gibi kıvrıldım. Sanki ne kadar çok küçülürsem seslerden ve delicesine esen soğuk rüzgardan o kadar az etkilenecektim. Çatının üzerinden uçan kiremitlerin yere çarparken çıkardığı şangırtıları ve rüzgarın dövdüğü ağaç dallarının çıkardığı kırbaç şaklamalarına benzer ürkütücü sesleri umursamamaya çalışarak yorganı kafama kadar çektim. Sorun şu ki; ne kadar kendimi koruma altına almaya çalışsam da, o yokken güvende hissetmiyordum.

Fırtına, yağan yağmurun kiremitleri ve küçük camları acımasızca dövüşü ve gök gürültüsü... Bunlar eskiden olsa beni korkutmanın yanından bile geçemezlerdi. Ama şimdi, ona karşı oluşan bağlılığım ve hissettiğim güven duygusu beni fırtınadan bile daha fazla korkutuyordu. Sanki o varken bana hiçbir şey olmazmış gibi. İşte tam da şimdi, o yokken, korkuyu iliklerime kadar hissediyordum. Tıpkı soğuğu hissettiğim gibi.

O gece gelmedi. Toprağı delip geçmek istermiş gibi şiddetle yağan yağmurun içinde bir motor sesi duymayı beklerken uyuyakalmıştım. Sanki dipsiz bir cadı kazanına düşmüşüm de gece boyunca sonsuz kez oradan oraya döndürülmüşüm gibi saçlarım birbirine dolaşmış bir şekilde yataktan doğrulduğumda her yanım buz kesmişti. Kuruyan ağzımı ıslatabilmek için kalkıp bir bardak su doldurdum. Ona ulaşabileceğim hiçbir yol yoktu. Beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. İyi olmasını diledim. Belki Gül Anne'ye gitmişti ya da Ozan'lara, belki de Bengisu'ya? Bengisu'yu düşündüğüm an karnıma bıçak sokuluyormuş gibi bir sancı girdi. Kanım sanki taşıp dört bir yana saçılmak istermiş gibi damarlarımda fokurdamaya başlarken vücudumun verdiği tepkilere artık kendim de inanamıyordum. Bana biçtiği bu ceza çok acımasızdı.

ASLANAĞZIМесто, где живут истории. Откройте их для себя