Bölüm 47-Geçerken Zaman

221 18 13
                                    

     Tik tak.

     Tik tak.

     Tik tak.

     Tik...

     Zamanın sayacı durmaksızın çalışıyordu.

     ...tak.

     Saatin güçlü vuruşlarıyla yankılanan ses İhtiyar Avcı'yı uyandırdı. Adam güç bela gözünü açtı. Elinde sadece tek gözü kalmıştı ve o da ihtiyarlıktan doğru düzgün çalışmıyordu. Ensesine inip onu bayıltan darbenin sersemliği vardı üzerinde. Başı da ağrıyordu. Hareket etmeye çalışınca edemediğini fark etti. Bu onu iyice ayıltmıştı. Debelenip onu tutan bağlardan kurtulmaya çalıştı. Gücünün yetmeyeceğini anladığında sakinleşir gibi oldu. Elleri bileklerinden sandalyenin kenarına bağlanmıştı. Sağlam ayağı da bağlıydı. Rünlerle efsunlanıp güçlendirilmiş deri kayışlar beliyle göğsünü de sarıyor vücudunu da zapt ediyordu. Üzerinde iç çamaşırından başka kıyafet yoktu. Oturduğu sandalye de bacaklarından zemine gömülüp sabitlenmişti. Çatık kaşları biraz daha çatıldı. Rezil bir iblis gibi bağlanıp küçük düşürülüyordu.

     Karşısında birinin varlığını hissettiğinde başını kaldırdı.

     Her zamanki sakinliğiyle Gece, onunkinin aynısı bir sandalyede oturuyordu. Ayak ayak üstüne atmış, hafifçe yana eğilip dirseğini sandalyenin kenarına dayamıştı. Çok yakındılar. Aralarında bir metre ya var ya yoktu.

     İhtiyar şaşkınlıkla gerildi. Büyücü kadını ilk uyandığı anda... hayır, daha uyanmadan hissetmesi gerekirken, saniyeler sonra onun varlığını hissetmişti.

     Saniyeler sonra! Çok geç.

     'Gerçekten ihtiyarladım,' diye düşündü Avcı. Çenesi sinirle kasılmıştı. Burun delikleri alıp verdiği her solukla bir açılıp bir kapanıyordu.

     Penceresiz, küçük bir odadaydılar. Duvarlar beyaz boyalı, yerler beyaz fayans kaplıydı. Duvardaki saatten, bir de oturdukları sandalyelerden başka odada eşya yoktu. İhtiyarın görebildiği kadarıyla ikisinden başka kimse de yoktu. İki suskun kişinin sessizliğini duvardaki saatin tik takları bozuyordu.

     "Devam et," dedi İhtiyar. "Suratını gözümün önünden çekmeyerek işkencelerin en hasını yapıyorsun. Varlığının eziyeti pörsümüş ciğerlerimi acıtıyor."

     "Hala dar kafalılık ediyorsun, Avcı. Niyetim hiçbir zaman sana salt acı çektirmek olmadı."

     "Doğrudur. Üç almak varken niye birle yetinesin. Lakin aklını kendine sakla. Bana ders vermeye senin ilmin yetmez çocuk."

     İhtiyar sakinleşmişti. Bağlı sandalyesinde bir kralın tahtında oturduğu gibi dik bir şekilde otuyordu. Tutsaklığına rağmen boğun eğmiyor, dikkatle gözlemliyor ve karşısındakinin ufacık bir açığını kolluyordu. Kanın kokusuna alışıktı. Yaşlı bedeninin her yerinde iblislerle yaptığı savaşların izleri vardı. Pençe izleri, yanık izleri, belki bir şarapnelin açtığı küçük, derin izler... Kaybettiği gözünün ya da kesilen ayağının yasını tutmamıştı. Acının tadını ala ala ona karşı duyarsızlaşmış olmalıydı. İnandığı bir şey uğruna ailesini feda etmekten çekinmemişti. Böyle bir adamın iradesini kırmak kolay değildi.

     Ama imkansız da değildi.

     Gece kasıtlı olarak duvardaki saate baktı. Sonra gözlerini yavaşça İhtiyar'a yeniden çevirdi.

     "Siz Avcıların lisanıyla söylemek gerekirse bana iftira atarak onurumu lekelemeye çalıştın."

     "Bak hele, doğruları demek iftira atmak olmuş..."

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now