Bölüm 6- Çarpışma

210 20 8
                                    

An itibariyle Avcılık, avlanmakla av olmak arasındaki incecik çizgiydi. Düz bir çizgi de değildi. Taraflar arasında zig zağlar yapıyor, oo piti piti oynuyordu. Dışarıda kalan ölüydü.

Sokak ahalisi perdelerinin ardına saklanmayı falan boş vermiş, suratlarını cama yapıştırıp olacakları pür dikkat izliyordu. Kim ölecek kim kalacaktan ziyade merak ettikleri şey, garip yavrucağı önce kim öldürecekti.

İşte o garip yavrucak olan Miray, koşmaya başladığı anda zihnini yoran tüm sesler dindi. Gözlerinin önünde bir hedef vardı. Ve o hedefe varmak zorunda olduğu bilen bir bedeni. Dörtnala üstüne gelen yaratık halt etsin; ona yem olmaya hiç niyeti yoktu. İki adım sonra Miray kafenin bahçesine, iblis de Miray'a varmıştı.

Avcundaki tılsımı fırlatmak için kolunu kaldırmış, iblisi karşılamaya hazırlanmıştı ki iri yaratıktan bir hayret nidası koptu. Yanlamasına uçarak bahçeye kızdan önce daldı. Çitleri yıkıp geçti. Ayakları bir tarafa kafası bir tarafa savrula savrula, masa sandalye ne varsa altına alıp sürükledi. Kafenin vitrinini şangır şungur yerle bir ederek anca durdu.

Binaya kazınmış rünler kızıl kızıl ışıldadı. İblisin derisi rünlerin büyüsüyle cızırdarken yaratık acı bir sesle inledi. Bir iki kemiği fena kırılmıştı herhalde. Sonra aniden silkelendi. Ayağa kalktı. Dengesini iyi kötü sağladıktan sonra sırtındaki dikenleri dikleştirip, hırıldayarak ileri atıldı.

Miray gardını almış iblisi beklerken, yaratık ondan yana bakmadı bile. Dibinden geçip gitti. Canının acısıyla gözü öyle bir dönmüştü ki direk büyücüye daldı. Daldı dalmasına da dönüşü de gidişi kadar tez oldu. Kafenin bahçesinden çıkar çıkmaz iblisi yakalayan büyü, çalışmaya yaratığın boynundan başladı. İç karartıcı ıslak çıtırtılar duyuldu; boyun kemiği parça pinçik olmuştu artık. Peki büyücü hanım bununla yetindi mi? Hayır. İblisin kafası dönmeye devam etti. Gövde sabit, kafa döndükçe döndü. Yırtılan ve kopan etin gardiyanlığından kurtulan kanlar etrafa saçıldı. Sonunda kafa koptu, gövde havada asılı kaldı. Büyücü, gövdeyi gerisin geri kafeye gönderirken, iblisin kafası da cansız dört gözüyle kaldırımın kenarında dizilmiş arabaların altına doğru yuvarlandı.

Miray az daha zorlasa önüne düşecek kadar pörtlettiği gözleriyle büyücüye baktı. Öteki iblis çoktan pençelerini göğe dikmiş, son nefesini vermişti. Kafası ters dönmüş, suratı kaldırma yapışmıştı. Hangi ara bunu nakavt edip ötekine geçmişti bu kadın? Üstelik bir de iblisi Miray'ın kaçış yoluna savurmuştu. Kesin bilerek yapmıştı bunu. Çok kafa yoracak bir şey değildi aslında. Miray'ın kafenin korumasına sığınarak kaçmaya çalıştığını bir gramcık aklı olan herkes rahatlıkla anlayabilirdi. Fakat büyücüler genelde zeki olurlardı zaten. Zekaları piş işlere çalışırdı o ayrı.

İblisler oyunun dışında kalmışlardı. Ölüydüler. Çizgi, zig zağlarını Miray ile büyücü arasında çiziyordu artık.

Oo piti piti,

Karamela sepeti...

Miray'ın gözleri parladı. Kaşları çatıldı. Ne yapacağını ya da yapabileceğini düşünmedi bile. Seçeneksizliğin de getirileri vardır. İnsan düşünmek zorunda kalmaz. Sadece yapar. Miray da yaman bir çığlık atıp elindeki tılsımı büyücünün suratına savurdu. Böyle tam suratına... Suratının tam ortasına...

Denk gelecek diye de atmamıştı hani. Kadın büyücüydü bir kere; O tılsımın suratına yapışmasına izin verir miydi? Vermezdi. Alır o tılsımı karşıdakinin gırtlağına, olmadı münasip bir yerine asil bir şekilde sokardı. Olsun. Büyücü hanım iblisi kafenin bahçesine atıp, 'ne yapmaya çalıştığını görüyor ve anlıyorum' demeye getiriyorsa, Miray da 'kaçıyor olduğuma bakma, bunu suratının ortasına yapıştıracak yürek bende var' demeye getiriyordu.

Beklediği üzere tılsım daha yolu yarılamadan büyücünün büyüsüne takılıp kaldı. Sonrasında olan şey, işte o beklenmedik bir şeydi.

Tılsım kocaman bir havai fişekmişçesine patladı. Gecenin karanlığı bir an ışıkta boğuldu. Patlamanın şiddetiyle camlar zangır zangır titredi. İnsanlar bağıra çağıra kaçıştılar.

Patlamayla Miray'ın ayakları gerçek anlamıyla yerden kesildi. Geriye doğru uçtu. Arkasındaki çit parçasına sertçe çarptı. İblisin darbesiyle yamulsa da zar zor ayakta kalmayı başarmış çit ne onun ağırlığını taşıdı ne de Miray dengesini bulabildi. Çitin yarısını da düşüşüne ortak edip sırt üstü yere yapıştı.

Düştüğü yerde kalıp sızlanmak isterdi, fakat işin ucunda baldan kaymaktan tatlı canı vardı. Ayağa öyle bir fırladı ki bir saniye önce toprağı öpen o değildi sanki.

Belindeki yanma hissine aldırmadı. Onla uğraşacak vakti yoktu. Odaklanmaya çalışarak gözlerini kırpıştırdı. Gözlerinin önünde minik flaşlar ardı ardına çakıp duruyor, insanı sinir ediyordu. Kırpıştırmanın bir işe yaramadığını anlayınca gözlerini kısıp büyücüye baktı.

Büyücü hanım başını yana eğmiş bir gözü açık, kapalı olan gözünü ağır ağır ovuşturuyordu. Böyle bir karşı koymayı o da beklemiyordu tabii. Miray, "o tılsıma verdiğim her bir kuruşa değdi," deyip içinden pis pis sırıttı. Büyücüyü böyle boynu bükük görecekse iki aylık maaşı varsın feda olsundu bu yola. Yine de Miray uçup gitmişken, büyücü minibüsün üstünden bir adım geri atma gereği dahi duymamıştı.

"Yuh be!" diye mırıldandı Miray sırıtması silinirken. "Demir çelik fabrikasından mı çıkma bu kadın? Neyden yapılmış ki?"

Büyücünün hilal kaşları çatılınca Miray kadını kıskanç bir hayranlıkla izlemeyi bırakıp arkasına bakmadan koşmaya başladı. Kafe öncesinde eski falandı, fakat iblisin gayri ihtiyari bodoslama dalışlarıyla hurdalığa resmi olarak terfi etmişti. Neyse ki iblisin hafifçe cızırdayan derisine bakılacak olursa koruma tılsımları hala işe yarıyordu. Miray sevinçten neredeyse haykıracaktı. Nihayet! Nihayet şans ondan yana gülmeye karar vermişti demek. O tılsım kafenin duvarlarında sağlamca dururken büyücü büyüsünün borusunu istediği gibi öttüremezdi. Burada izini kaybettirir, apartmanlara sığına sığına giderse kurtuluşu imkansız olmaktan çıkardı.

Sevincinin gazıyla iblisin ayağının üzerinden atladı. Hareketsizken bile o kocaman pençeler insanın ödünü koparıyordu. Can korkusu böyle bir şeydi işte; kesik tavuk bacağını tutamazken iblisin pençeleri üstünde sek sek oynardın. Büyücünün bakışlarını ensesinde hissedince sırtından soğuk terler boşandı. Hazır şansı ona acımış yeşil ışık yakmışken bir an önce büyücünün radarından çıkmalıydı. Yandaki apartmanla kafenin arasındaki az çok bir metrelik boşluğa doğru koşturdu.

Erken sevinmişti... Çok erken sevinmişti. Çatırtılar ve patırtılar silsilesi heyecanlı sevincini gırtlağına tıktığında anladı bunu. Şansının elleri bir kez daha parmaklarının arasından kayıp gidiyordu. Hatta gitmek değildi bu; kaçmaktı. Haklıydı, kaçardı tabii. Yarım tonluk iblis leşinin üstüne doğru geldiğini kim görse kaçardı.

Kaldırımdaki, kafası hala gövdesine bağlı olan ceset önünde bir şey varmış yokmuş aldırmadan kayarak doğruca kafeye daldı. Kafedeki tılsımın gücü yüzünden hafif hafif tütsülenen başsız hasmına çarpmak onu durdurmadı bile. Ölü gövdeler birbirine geçti. Başsız olan yana savrulup yoldan çekilirken, öteki ilerlemeye devam etti. Büyücü iblis ölüsünü nasıl bir güçle savurmuşsa artık ölü beden kafenin kolonlarını parçalayıp arka duvara çarparak anca durabildi. Ortalık tozdan dumandan görünmez oldu.

Şu saatten sonra kafe namına bir şey kalmamıştı. Tılsımın koruyuculuğu kalmadığı gibi. Büyücü yaptığından hoşnut minibüsün üstünden atladı. O iblis leşinin o kafeye dalmasıyla hiç alakası yokmuşçasına Miray'a doğru ağır ağır yürümeye başladı.


AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα