Bölüm 26-Kara Bulutlar

172 17 5
                                    

     Akşamın ilerleyen saatlerine doğru Miray nihayet mutfağın yerini bulabilmişti. Muhtemelen Ev artık onunla uğraşmaktan sıkılmıştı. Büyücüler kadar onların yaratımları sihirli şeyler de Avcılardan pek haz etmiyorlardı.

     Şükürler ede ede yiyecek bir şeyler bulmanın umudu ile mutfağa daldı. Masaya postu atmış, tıkınan veledi gördüğünde ise bir an geri dönmeyi düşündü, ama midesinden gelen gurultular pek çok şeyin sesini bastıracak kadar güçlüydü.

     Ezel onun geldiğini görünce ağzındakileri alelacele yuttu.

     "Haberleri duydun mu?"

     Miray bezginlikle soludu. "Bir şey duyacak halim kalmadı."

     Ocağın üstündeki tencerelere doğru yol alıyordu ki, hangi delikten çıktığını anlamadığı aşçı yanında peyda oluverdi. Sevecence gülümseyip Ezel'in yanındaki boş sandalyeleri göstererek, "Böyle buyurun lütfen," dedi. "Yemek istediğiniz özel bir şey var mı?"

     Adamın suratındaki nurlu ifade, 'benim karakterim şekerle yoğrulmuştur," diyordu adeta.

     Miray'ın bünyesi böylesi içten nezakete alışık değildi tabii. Beyin devreleri kısa bir an için kapanınca insanların alık alık bakmak dedikleri şey suratına yerleşti. Sadist bir evin gün boyu ilgi alakasından sonra donda kalmış serçecik gibi buz tutmuşken, yaz güneşi kıvamındaki kibarlık onu çarpmıştı haliyle. Biraz şaşalamış halde ona gösterilen yere doğru seğirtti.

     "Zahmet etmeyin," dedi. "Ne varsa onu yerim ben."

      Aşçı nezaketle başını sallayıp onun için servis açmaya koyuldu.

     Ezel büyük sandviçini bir lokma daha eksiltmiş, dik dik ona bakıyordu.

     "Ne var?" diye terslendi Miray.

     "Tavsiyeme uyup şu zamanlarının tadını çıkarmalısın. Son günlerinde en sevdiğin yemekleri ye. Şansını geri tepme bence."

     "Uyarını dikkate aldım, merak etme. Son dileğimi kıçını tekmelemekten yana kullanacağım."

     "Ağzını açtırırlarsa, söylersin." Bardağı dikip meyve suyunun yarısını midesine indirdi. "Cidden haberleri duymadın mı?"

     "Ne duymam gerekiyor?"

     "Senin gibi birini de hiç görmemiştim. Gözünü kulağını dört açman gerekirken devekuşunun hesap kafanı kuma gömmüşsün. Kıçın kabak gibi ortada haberin yok."

      "Sana ne milletin kıçından. Sen seninkine sahip çık yeter."

     "Benim kıçım düzlükte... En azından senin kadar boka batmış değil. Merak ediyorum, acaba önce hangisinden tekmeyi yiyeceksin..."

     Aç, yorgun ve sinirleri iyice tepesine zıplamış Miray üst rafa sıralanmış tavalara doğru meylettiğinde Ezel kolundan çekip onu durdurdu. Suratında kendinden emin pis bir sırıtış vardı.

     "Bir Büyücüye karşı tava işe yaramaz."

     "Ama Büyücü melezi bir velede karşı yarabilir. Denemeden kesin konuşmayalım bence."

     Ezel homurdandı ve tavalar raftaki yerlerinden fırlayıp mutfağın tavanına yapıştı. Kızmıştı. Haklı da sayılabilirdi. Melez demek biraz ağır olmuştu.

     'O zaman ben öleyim,' diye düşündü Miray. Melez olmak başlı başına bir sorundu. Bir zinanın meyvesi olmak da eklendiğinde çifte kavrulmuş sorun oluyordu. Üstelik cevheri de neredeyse hiçbir boka yaramıyordu. Küçücük bir tava dahi sözünü dinleyip yerinden santim kıpırdamazdı. Üstüne gelen adamı geri savurabilmeyi geç, çerçöpten yapılmış kıytırık bir barakanın kıytırık koruması kadar bile güvence vermiyordu. Saldırmayı aklına koymuş bir insanın müstehcen arzularını dile getirmek de ne caydırıcı ne de güvenliydi. Genelde canlılar utandıklarında karşılarındakini parçalamaya daha meyilli oluyorlardı. Ezel'in en azından büyüsü vardı.

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now