Bölüm 31-Bir Çiçek Gibi

218 17 6
                                    

      Yarım saatten daha uzun bir süre sonra nihayet araba durdu. Miray, suratını cama yapıştırmış bir halde, elmastan bir kutuyu andıran cam yapıya hayretle bakakaldı. Gözü okşayan yumuşak ışıklarla süslenmiş bina akşamın karanlığından zarifçe sıyrılıyor, eski asilzadelerin naif kibriyle yükseliyordu. İçinde ağaçların da yetiştirildiği büyük seralardan birine benziyordu. Kırk yıl düşünse yemek yenilecek yer dendiğinde burası aklının ucuna dahi gelmezdi. Normaldi tabii. Gece gibi anormal bir beynin düşünce yapısına sahip değildi. Acaba asil Büyücü doğuştan mı böyle kafadan çatlaktı, yoksa sonradan sonra mı vidalar iyice gevşemişti? Meçhul.

     Miray farkında olmadan iç çekti. O iblis kadınla nasıl baş edeceğini hala bulabilmiş değildi.

     Önüne bir gölge düşünce burnunu yapıştırdığı camdan geri çekti. Arabanın tertemiz camında iri bir damla şeklinde buğulu, hafif yağlı bir leke bırakmıştı. Pudrası, fondöteni ve daha birçok ıvır zıvır kremsi şey hala burnunun üstündeydi. Ne güzel! Makyaj sabitleme spreyi sağ olsun. O kadar işkenceye katlandıktan sonra daha yolun başındayken suratı bit pazarına dönerse harbiden yüreğine inerdi.

     Kapı açılınca hanım hanımcık bir şekilde, daha doğrusu yan yan yürüyen yengeçler misali arabadan indi. Bir karıştan biraz daha uzun eteği başka türlüsüne izin vermiyordu çünkü. Şükür ki ayakkabı raundunu tüm cazgırlığını ortaya koyması gerekse de kazanmış, dişi tırnağıyla topuk seviyesini makul ölçülere çekebilmişti. Yeni doğmuş bambi gibi titrek ve sekerek değildi de, insan evladı gibi yürüyebiliyordu artık. Onu böyle boktan bir şeye sevinecek hale getiren hayata ise yazıklar olsundu.

     Kendisini karşılayanın Gökdeniz olduğunu görünce belli belirsiz gülümsedi. Yeleğinden kravatına değin eksiksiz takım elbisesiyle dolaşmaktan bir an vazgeçmeyen bu adamın yanında bir nebze olsa da rahatlıyordu. Nedendir bilinmez. Onunla burun kıvırmadan ilgilenen ilk Gökdeniz olduğundandı belki de. Aslında adamın insanı pek rahatlatacak bir havası yoktu. Tekinsiz mi demeli, keskin mi demeli değişik, soğuk duş etkisinde biriydi. Sanki derisinin altında, güçlü olduğu kadar o gücü akıllıca kullandığında farkında olan, vahşi bir uysallıkla sarınmış bir tanrı yatıyordu. Miray'a göre Gece'yle kıyaslandığında ise adam melekti melek.

     Gökdeniz ona eşlik ederek yolu gösterirken, büyük bir bahçeyi ikiye ayıran taş döşeli yolda ilerlediler. Etraftaki ışıklar yolun beyaz taşlarından sekip onu ay ışığından bir nehre benzetiyordu. Oraya buraya serpiştirilmiş eğri boyunlu uzun lambalar gecenin karanlığına haşince kafa tutmaktan çok; tatlı, yumuşak bir ağırbaşlılıkla ışık saçıyor, yemyeşil ve çiçek kokulu bu yere insanı ilk görüşte hayran bırakıyordu.

     Yolun solunda beyaz ipek örtülerinin rüzgarla usul usul dalgalandığı altı yedi masa vardı. Çimenlerin üstünde sessiz bir reveransla saygı değer misafirlerini selamlarcasına duruyorlardı. Etraflarındaki ince bacaklı sandalyeler masaların reveranslarına zarifçe eşlik ediyorlar, bir bardak kahve içmek için bile olsa onu davet ediyorlardı sanki. Masaların gerisinde kendi küçük bahçelerinin içindeki beyaz tenteneli ahşap çardaklar görünüyordu.

     Yolun diğer tarafında ise insanın ruhunu okşayarak içeri buyur eden kocaman bir bahçe vardı. Büyük oval kapısını gül sarmaşığı kaplamıştı. Açmış mimik pembe güller bir sihir numarasıyla ateş böceği gibi için için parlıyorlardı. Bu ışıklı renk cümbüşü, fıskiyeli suları köpüren mavi ışıklı havuzun etrafını sarıyor, oradan da bahçenin içine doğru uzanıp gidiyordu. Baharın doğurgan dokunuşuyla şenlenmiş yemyeşil ağaçlarla, çiçeklerin patlamış rengarenk tomurcuklarıyla bahçe dolu doluydu. Ara sıra rüzgar lütfedip yön değiştiriyor, bahçenin tatlı çiçek kokularını, çimenlerin taze serinliğini beraberinde getiriyordu.

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now