Bölüm 40-İlk Karşılaşma

170 19 6
                                    

     Genç Büyücü bağırsaklarında olağan üstü bir hareketlenme hissettiğinde melez kızla oğlanın odasında ne aradığını sorgulamayı falan boş verdi. Ayağa fırladı ve peşinde ecel varmışçasına kapıyı açıp içeri daldı. Daldı dalmasına da yanlış odaya girdiğini anlaması bir saniyesini almadı. Şaşkındı ve bağırsaklarından yükselen sesle eş orantılı inanılmaz bir hayal kırıklığına uğramıştı. Acilen tuvalete ihtiyacı vardı. İhtiyar bir adamın odasının ortasına yapamazdı.

     İblis evin odaları neden olması gerektiği yerde hiç olmuyordu?

     Geri dönmeden önce gördüğü şeyle bir an durakladı. Sağlam tek gözüyle öfke saçan yaşlı bir adamın önünde huysuz huysuz parlayan taşın hayra alamet olmadığını bilmek için büyü kitaplarının ardında ömür tüketmeye gerek yoktu. Üç yaşındaki bir çocuğun zekasına sahip herkes bu işin sonunun iyi bitmeyeceğini anlar ve bir parça daha akıllı olanlar da arkasına bakmadan kaçardı. Fakat ömrünün yaklaşık yirmi yılını büyüye harcamış bir Büyücü elbette böyle bir şey yapmazdı. Önce durumun çıkarına hizmet edip etmediğini incelikle hesaplar, sonra o incelikli hesaplarının doğrultusunda gerekli müdahaleleri yapardı.

     Bir an önce tuvalete yetişmesi gerekmeseydi eğer.

     Bağırsaklarındaki şeyler anüs kapısını iyiden iyiye zorlamaya başlayınca kıvrandı ve o huysuz parlak taş o saniye dünyayı küle çevirse de umurunda olmayacağından emin olarak geri döndü. Fırtına gibi ikinci adımını atıyordu ki ani bir frenle durakladı.

     "Ah?!"

     Oğlanla kafa kafaya çarpışmadan son anda durabildi.

     Refleksle ikisi de birkaç adım gerilediler. Aklı başında hiçbir Büyücü kimseyi kendine bir kol boyundan daha yakın, örneğin bir bıçak sokacak kadar yaklaştırmazdı. Büyücü, peşine takılıp hemen arkasından odaya dalan Ezel'le Miray'a pis bakışlar attı. Bağırsaklarındaki sorunun ana kaynağının onlar olduğuna dair içinde nahoş ve kuşku götürmez bir his büyümeye başlamıştı. Hesabını vereceklerdi elbet, unutmayacaktı o yüzleri, asla. Ama... önce tuvalet.

     Büyücü inledi. Elini karnına bastırırken bağırsaklarının isyanıyla kasıldı.

     İhtiyar Avcı baktı ki odaya dalanlar Genç Büyücü'yle kalmıyor, durumu çaktı tabii. O ki ne külyutmazlara tükürdüklerini yalatmış adamdı. Böyle numaralara pabuç bırakır mıydı hiç?

     İçindeki cevherini uyandırdı ve kapıya doğru savurdu. Güç büyük bir talihsizlikle, mahremiyetin bol olduğu bir tuvalet bulmak adına odadan çıkmak için çırpınan zavallı Büyücüye çarptı.

     Kendine neyin çarptığını anlayamayan adamın ayakları yerden kesildi. Gitmek istediği istikamete, gitmek istemediği bir biçimde savruldu. Kolunun bacağının kontrolünü kaybetmişti, ama sorun; kıçının kontrolünü de kaybetmiş olmasıydı. İçinde tuttuğu ne varsa düşman kalesinin kapılarını yıkmış bir ordunun coşku dolu naralarıyla aldı başını gitti.

     O kadar yakınlardı ki Ezel, üstüne uçarak gelen adamı sadece bir an görebildi. İki adam sert bir çarpışmayla birbirine dolandı. Nahoş sesler, pis kokular ve Büyücünün paçalarından akan boklar eşliğinde yuvarlandıkça yuvarlandılar. Yollarına çıkmaya kimsenin cesaret edemeyeceği garip bir top olmuşlardı.

     Çevik bir hareketle son anda kapıya yapışıp yoldan çekilen Miray arkalarından bakakaldı. Böyle bir şeyi daha önce hiç görmemişti. Kahkahayı basmıyorsa eğer, bu bir parçacık görev bilinci olduğundandı. Onları boş verdi, toparlandı ve kara gözlerini İhtiyar'ın suratına dikti. İhtiyar Avcı da önündeki taşı boş vermiş ona bakıyordu.

     Hayatta hepitopu üç beş kez yaşanacak o çok dramatik anlardan biriydi. Böyle bir an yaşadığını insan fark ediyordu. En odun insan dahi fark ederdi. Resmini bile bir kere görmediği babası tam karşısındaydı. Başka söze ne hacet?

     Arka fonda hüzünlü iç acıtan bir müzik, gözler yaşlı, kalplerde yılların hasreti... Coşkun bir kavuşma anı ya da hırçın hesaplaşmalar, ama bir rahatlama... bir nihayete varma... Bir türlü kapanmayan bir defteri sonunda yırtıp parçalayıp bir köşeye fırlatma anı... Açık yaraların sarılması... İyi ya da kötü bir son...

     Yok öyle bir şey!

     Bütün o müzikler, o duygusal anlar... hepsi kitaplarda ya da filmlerde olurdu. Miray'ın dünyasında değil. Belki biraz zorlamayla arka fondaki seslere, vücut enstrümanıyla çalınan oryantalik ezgiler denilebilirdi. Tüm o muhteşem, acıklı olması gereken baba-kız ilk karşılaşma anında iki adamın yuvarlanma patırtılarına koro halindeki bağırtıları eşlik etmiş, usulca duyulan pırt pırt taramalı sıçma sesleri yükselerek doruk noktasında coşkuyla duyguları germişti. Sonra aniden susarak sessizliğin çökmesine izin vermiş, belli belirsiz duyulan inlemeler dinleyenleri garip huzursuz bir beklentiye sokmuştu. Ardından kısa bir anlık sus notasından sonra Ezel'in yerdeki bokları bile utandıracak gümbür gümbür sövgü dolu aryası başlamıştı. Arada pırt pırt vıcıklı sesler yine duyuluyor, Büyücünün inlemeleri yükseliyor ve Ezel'in aryasındaki vurguları keskinleştiriyordu. Alışılmışın dışında, rezilliğin bilindik hüznüyle dolu, coşkulu bir eserdi. Bir açıdan bakılırsa mükemmel bile sayılabilirdi.

      Arka fon müziği öyle böyle tamamdı. Ah, bir de kavuşma anlarının olmazsa olması yaşlı gözler vardı.

     Miray ile İhtiyar'ın, ikisin de gözleri yaşarmıştı. Fakat bu halleri yaşadıkları trajik an kalplerinin duygusal bir noktasına dokunduğu için değildi. Kesinlikle değildi. Tamamen acı bok kokusu yüzündendi. Odaya sıçmışlığın keskin kokusu hâkimdi. Cızırdayarak tehditler savuran taş bile 'iş bitse de kurtulsak şuradan' dercesine ağır abi modundan şevkli eleman moduna geçmişti. Etrafındaki hâle hızla yoğunlaşıp daha gözle görülür hale geliyordu.

      "Off!" diye inledi Miray daha fazla dayanamayarak eliyle ağzını burnunu kapatırken. "İblislerin başı! Ne yemiş bu herif böyle?"

     "Seni ahmak!" diye bağırdı Ezel diğer odadan kıpkırmızı bir suratla. "Alsana taşı!"

     "Ahmak senin anandır!" dedi Miray aksi aksi. "Yiyorsa gel kendin al."

     İhtiyarın onu o odaya savurup atması için bir neden vermeye hiç niyeti yoktu. Böyle zamanlarda dişe dokunur bir cevheri olmadığı için iki kat sövüp sayıştırıyordu.

     Ezel üstünden Büyücüyü atmaya çalışırken yeniden bağırdı. "Anayı işe karıştırma..."

     Çat!

     Cümlesini tamamlayamadan kapı Ezel'in sözünün üstüne kapandı. Tabii ki ihtiyarın marifetiydi. Miray bir kez daha adamın cevherine imrenmeden edemedi. Elini burnundan çekti. Kollarını savunmasızca iki yanından sarkıttı. Yüzünü olabildiğince ifadesiz tutarak İhtiyar'a baktı.

     Baba ve kızın gözleri tekrar buluştu.

     Farklı gözler, aynı hamurdan yoğrulduğu belli olan aynı bakışlar.

     Huysuz taş minik şimşekleriyle çevresindeki havayı döverken, onun kızgın ışığının altında Miray dudağının bir kenarıyla hafifçe gülümsedi. Ananesinin şeytanı olmuş adamın gözlerinin içine bakıyordu.


* * * * *


Yazarın notu, duyurusu da diyebiliriz:

     Hikayemi bıkmadan usanmadan buralara kadar okumuş herkese çok çok teşekkür ediyorum. Özellikle gecebtrc'ye, yinekafamguzel'e ve 1pinklife6'ya desteklerinden dolayı minnettarım. Sağ olun arkadaşlar. :)
     Ev-vet, teşekkürleri mi de ettikten sonra, bu notumsu duyurumsu şeyi neden yazdığıma gelecek olur isek yaklaşık iki ay boyunca yeni bölüm yazamayacağım. Ekim'in ortalarına kadar. Ama bu demek değil ki buralarda değilim. Önerilerinizi, iyi ya da kötü eleştirilerinizi (elbette saygı çerçevesi içerisinde) belirtirseniz çok minnettar olurum.  şimdiden teşekkürler! :)

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now