Bölüm 9-Cesurca Öleceğini Bil

171 20 4
                                    

Miray avazı çıktığı kadar bağırıyor, öfkeyle tepinerek Gece'nin parmakları arasından kurtulmaya çalışıyordu.

Kızın bağırışlarının dinmeyeceğini anladığında Gece, büyüyü kontrol eden iradesini ona yöneltti.

Miray anında debelenmeyi kesti. Bedeni üzerindeki tüm hakimiyetini kaybetmiş, boynundan aşağısını hareket ettiremez olmuştu. Saniyeler akarken Miray'ın yüzündeki ifadeler de birbirini kovaladı. Şaşkınlık... acı... korku... merak... yeniden korku... kavrayış ve sonunda anlayışın getirdiği bir teslimiyet.

Gece, yatağın kenarına uçup giden havluyu alıp kanattığı yaraya bastırdı. Miray hafifçe inledi. Sonra inlediğine pişman olmuşçasına yüzünü buruşturdu.

"Biraz dayan," dedi Gece. Sesinde gaddarlık ya da özür diler gibi bir ifade yoktu. Güzel bir sesin duygusuz bir tonu... Gözlerini kızın yüzüne çevirdi. Miray bakışlarını kaçırmadan, doğruca Gece'nin mavi gözlerine bakıyordu. Korkmuştu, öfkeliydi. Ve meydan okuyordu. Durumun ciddiyetini anlamamış küçük bir aptal gibi haline bakmadan karşısındakine kafa tutuyordu. Gözleri kadar, bu huyunu da babasından almış, diye düşündü Gece. Kızı uyandırmasına gerek olmadığını, alacağını alıp eve dönmesini söyleyen düşünceleri dik kafalı bakışları gördüğünde keyifle sustular. Salya sümük yalvarıp yakaranlarla uğraşmak her zaman sinir bozucuydu. Gece'ye meydan okuyanlar lazımdı, kolay kolay boğun eğmeyenler, gücünü sınayanlar. Bir motto vardı, modern toplumun umutsuzca mutluluk arayan orta sınıflarına janjanlı kelimelerle yutturulmaya çalışılan bir şey; eğlenmek için çalışmak değil, çalışırken eğlenmek gerek diye. Daha çok ürün vermesi için bitkilere atılan gübreden farksız kelime öbeği; doğruydu, gerekliydi ve özünde dışkıdan ibaretti. Bunun bilincinde olan üst sınıflar düzenli aralıklarla altlarındakilerin ağızlarına sıçmaya özen gösterirlerdi. Yerin dibindekiler ise ezilmişliğin bilgeliğiyle çoktan ağızlarına sıçıldığının farkındaydı. Daha fazlası olacakmış olmayacakmış düşünmüyorlardı. Orta sınıfların gözlerini kör eden umutlarına sahip değillerdi. Gece bunların hepsini ilk elden görmüş, biliyordu. Umursamıyordu. Anlamsızlığını parçalayan her nadir heyecan parçacığını minnetle kabul ediyordu.

Derken Gece kızın gözlerinde başka bir şey daha gördü. Rahatsız edici, bir o kadar da kışkırtıcı bir şey: Kız onu inceliyordu. Kaçış yolunu tıkayan kedinin açığını arayan bir fare gibi değil, karşısındakini anlamaya çalışan bir insan gibi süzüyordu onu. Felç olmuş bedeninin çaresiz korkusundan kızın dehşetli bir şaşkınlığa düşmesini bekliyordu Gece. Oysa kız korkusunun emrinde hareket etmiyordu. Gece'nin karşı konulmaz karanlığında kendi cevherinin ışığıyla, nafile bir çaba olsa da, yolunu bulmaya çalışıyordu. Bu merakını daha da ateşledi. Kızın cevherinin ışığını görmek istedi. Gece, zihnini kuşatan ilk bariyerini indirdi. Zihninde yabancı bir varlığı, cevherin cisimsiz ağırlığını hissetmeyi bekledi. Bir şey olduğu yoktu.

"Senin cevherin bu mu?" diye ortaya bir soru attı.

Miray anlamadığı bir dilde bir şey söyleniyormuş gibi baktı. "Ne?" Az önce gırtlağı yırtılırcasına bağırdığından sesi çatlak çatlak çıkmıştı.

"Zihnimi mi okumaya çalışıyorsun?"

"Hayır," dedi kız. Doğru bir tonlamayla söylenmiş doğru bir cevaptı. "Ben Avcı değilim," diye ekledi hemen ardından.

Sırları bilen birinin özgüveniyle "Öyle yetiştirilmemişsin," dedi Gece. "Ama damarlarında bir Avcının kanını taşıyorsun."

Miray'ın bakışları gölgelendi, sesi derinleşti. Söylenene itiraz etmedi. Lafı dolandırmadan, zaman ya da merhamet kazanmaya çalışmadan sordu.

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now