Bölüm 1-Merhametsizliğin Resmi

850 25 7
                                    

       Islak ıslak parlayan, kan kokan ve artık atmayan, üç insana ait üç kalp yemek masasının ipek örtüsünü lekeliyordu. 

       Olması gereken yerden koparılıp alınmış üç kalp...

       Bir eşin ve iki oğulun kalbi...

      İhtiyar bir adamı önünde duruyordu.

       Yapılanın bedeli buydu ve o adam hala bedel ödemeye devam ediyordu.

       Zulüm ya da adalet, yaşanan her neyse küçük yemek odası neredeyse bir asırlık tarihinin en kanlı gününü duvarlarına işliyordu. Sönmek üzere olan alevlerin ağır kara isi, kızıl kanın metalik kokusuna karışıyordu. Galibiyetin gururu ve dillendirilemeyen kederli bir öfke ile doluydu oda. Gerçekti, bir o kadar da gerçekliğin uzağındaydı sanki. Pencereye vuran ayın soğuk ışığı içeri sızıyor, odanın ortasındaki iç acıtan görüntüyü çılgın bir çizerin düşlerindeki karanlık bir resme çeviriyordu. Odanın köşelerine yerleştirilmiş mumların ışığı yaldızlı tabloların çerçevelerinden sekip, artık yanmayan avizenin kristal taşları üzerinde minik renk oyunları oynuyordu. El oyması eşyaların albenisi kaybolmuştu. Küçük çaplı savaşın şiddetiyle ev hırpalanmış, yağmalanmış, ağır yaralar almıştı. Tıpkı sahibi olan ihtiyar adam gibi.

       Kayıplar öngörülmemiş bir şey değildi. Savaşta kazananlar bile bir şeyler kaybederdi. Yine de beklemek, olacakları tahmin etmek yaşananların acısını değiştirmiyordu. Ateş düştüğü yeri yakıyor, yakıyor; öldürmüyordu. İhtiyar'ın sessizliği bundandı. Etrafı düşmanlarıyla çevriliyken sakince oturmasının nedeniyse başkaydı.  Üzerindeki büyü, bedenini sandalyeye bağlıyordu. Felçli gibi, ayağa kalkması ya da elini kolunu savurması imkansızdı. Büyü iradeyle var edilirdi; iradeyi yok etmesi için kullanılması doğasındaki alaycılığın kahkahasıydı. Büyücülerin insan görünümlü canavarlar olmasının temelinde belki de bu yatıyordu. Pek çok açıdan insana benzemeleri neyi değiştirirdi? Büyücüler iblislerden daha aşağılıktılar; en azından iblisler oldukları gibi görünüyorlardı.

       İhtiyar'ın içindeki nefret kabardı. Yemek masasının öteki ucunda oturan güzel kadına gözlerini dikti.

       Gece. Büyücülerin Kara Taç'ı.

       Kanlı ellerini rahatça sandalyesinin kenarına dayamış, ifadesiz bir yüzle İhtiyar'ı izliyordu. Gök mavisi gözleri loş odada koyulaşmış, gece göğünün altındaki buz tutmuş göllerin rengini almıştı; durgun, soğuk, karanlık ve acımasız.

       "Halime bak," dedi adam. "Yapılan şeyler yapanın yanına kar kalmıyor. Sen de ektiğini er ya da geç biçeceksin."

       İhtiyar böyle demişti, ama çaresizlikle söylenen sözler değildi bunlar. Gerçek çaresizliğin ne olduğunu bilirdi kadın. Bilecek kadar çok görmüştü. İnsanın sesini titretmezdi; çaresizlik ruhu ezen bir şeydi. Kolay kolay taklidi yapılamaz bir ıstırap. Yine de onun gibi bir Avcı'dan kötü bir oyun beklenemezdi. Belki de ölen ailesinin acısı taze olduğundandı. İyi oynuyordu.

       "İstediğin olmuşken bir de şikayet mi edeceksin?" dedi Gece. "Beni kışkırtmak için Ateş'i öldürdüğünde böyle olacağını bilmen gerekirdi."

       İhtiyar başını kabullenişle eğdi. Eşi, oğulları, yeğenleri, onun için savaşan adamları, dün yanındayken bu gün kaybettiklerinin yası içini sızlattı.

       "Savaşta şehitler verilir."

       "Biz artık savaşta değili..."

       "SAVAŞ ASLA BİTMEDİ!" 

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin