Bölüm 43-Bir Küçük Özgürlük

291 20 15
                                    

     Gündüzün ortasında zoraki olarak uyutulunca gecenin ortasında uyanmak da kaçınılmaz oluyordu tabii. Miray uyumaktan acıyan gözlerini bilmem kaçıncı defa ovuştururken, Gece'nin yedi sülalesini bir kez daha andı. Önceleri uyuyamamaktan şikayet ederdi hep, şimdi de gözleri açık durmuyordu. Ne dengesiz bir hayattı bu?

     Önündeki açık pencereden serin bir rüzgar esip tüylerini diken diken etti. Tertemiz, canlandırıcı ve umut doluydu. Tam olarak Miray'ın ihtiyacı olan şeylerdi. Zira yapmayı düşündüğü şey epey bir cesaret gerektiriyordu. Daha önce hiç bir evin üçüncü katından atlamamıştı. Derin bir nefes alıp ciğerlerini doya doya serin havayla doldurdu. Yan tarafındaki duvarda asılı küçük saat sabahın üçünü gösteriyordu. Odasının ışığı pencereden taşıyor, bahçenin yeşil çimenlerine vuruyordu. Geri kalan yerler karanlıktı. Gök karanlıktı, bahçe karanlıktı. Çıt çıkmıyordu. Dünya uyuyordu. Miray uyanıktı.

     "Aptal Büyücü," diye söylendi Miray yeniden. Taze anıların zihnine dokunuşuyla parmağını dudağına götürdü. O anı hatırladı. Gece'nin sıcaklığını, dudaklarının ılık ıslaklığını, kokusunu... Güzeldi aslında.

     Düşündüğü şeyi fark ettiğinde elini indirip, sinirle başını sağa sola salladı. "Hadi oradan be! Güzelmiş! Kıçımın kenarı. İblis kadın!"

     Öfkeyle adımlarını attı. O uyurken odası derlenip toplanmış, eski haline dönmüştü. Kırılan eşyalar bile onarılmış, yerlerine konmuştu. Zenginlik ve güç sahibi olmak böyle bir şeydi işte. Beklemiyordun. Miray'ın rutubetli evindeki hurda musluk bozulsa bir hafta usta peşinde koşturuyordu. Ama düzen böyleydi işte, gelecekte de böyle olacaktı. Hak ve eşitlik fakirlerin kıçına giriyor, zenginlere de kırıtıyordu.

     Miray bir taraftan söylenip, bir taraftan da hedefine yürüdü. Kurnaz Yazevi'ni kıllandırmadan olabildiğince doğal olmalıydı. Gerçi zor bir şey değildi. Gece aklına geldikçe dişleri kaşınıyor, sinirleri zıplıyordu. Sinirleri zıpladıkça da rol yapmasına gerek kalmıyordu. Odanın kuytu köşesine ittirilmiş şapşalca sırıtan kocaman oyuncağın önüne geldiğinde parmaklarını öfkeyle pembiş şeye geçirdi. Gorili sürükleye sürükleye pencerenin önüne getirdi. Hıncını gorilden çıkartması artık normal bir şey olmuştu. Kapının önüne atmış, merdivenlerden yuvarlamış, yetmemiş önünden geçen ilk adamın eline tutuşturmuştu. Ama her seferinde oyuncak bir süre sonra odanın köşesindeki yerinde peyda oluveriyordu. Gorilin laneti derdi, ama yok. Kesin Yazevi denen gudubetin halt etmesiydi. O attıkça Ev geri yerine koyuyordu.

     Az sonra pencereden fırlatılacak o değilmiş gibi oyuncak musmutlu sırıtıyordu. Yoktu böyle şapşal bir mutluluk. Hani nefes alıp verse ağzından burnundan kalpler, çiçekler fışkıracaktı. Onu yapan adam nasıl bir kafayla yapmıştı bu şeyi acaba?

     "Sen," diye tısladı oyuncağa. "Birine alınabilecek en çirkin hediyesin. Öyle sırıtmayı kes."

     Goril umursamazca hala sırıtıyordu. E, oyuncak tabii, alınıp somurtacak hali yoktu ya. Şansımı denedim, diye düşündü Miray. Bugünlerde olmaz dediği ne varsa oluyordu. Belli mi olurdu, belki şu şapşal oyuncak da somurturdu.

     Miray bir pencereye bir de elindeki oyuncağa baktı. Pencere küçük bir pencere değildi, ama elindeki de küçük bir oyuncak değildi. Biraz zorlarsa cama sığardı belki. Gorili bacağından tutup kaldırdı. Daha doğrusu duvardan destek alarak oyuncağı yukarı doğru sürüdü ve hayvani büyüklükteki kafasını pencereden dışarı ittirmeyi başardı. Kafa iyi kötü pencereden çıktı, ama sıkıntı göbekteydi. Yarımdünya tombik şey pencerenin ortasında sıkışıp kaldı. Miray olanca gücüyle ittirdi, yok. Omuz attı, yok. İblis parçası şey yerinden kıpırdamıyordu. Sonunda Miray'ın tepesinin tası attı tabii.

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now