Bölüm 8-Sessizlik

172 20 0
                                    

                                                                                                                          Kedi kıpırtısız

                                                                                                                         Serçe suskun

                                                                                                                         Havada fırtına öncesi sessizlik

      Kız ışığı kapatmadan uyumuştu, bu da örümceğin işini hiç mi hiç kolaylaştırmıyordu. Minik kara örümcek tozlu tahta zeminde koşturdu. Öylesine hafif, öylesine hızlıydı ki uyumla hareket eden ince sekiz bacağı gri toz tabakasında nokta kadar iz bırakmıyordu. Teki birkaç metre öteye attırılmış bir terliğin kenarından dolandı ve durdu. Yatağın yanındaki sehpadan bozma komodine varıncaya değin bir örümcek için uzun, bir insan için iki adımlık bir açıklık vardı. "Kimseye görünmeden, gizlice uyuyan kıza yaklaş," demişti Örümcek Hanımı. Sesinde merak tınısı dolanıyordu. Örümcek ise meraklı değildi. Hele ki insanoğlunu hiç merak etmiyordu. İnsan yemezdi, niye merak etsin? Zaten çoğu insan örümcek katiliydi. Ama efendisi ne derse elbette onu yapacaktı. Efendi bir insanı merak ettiyse o da bir insanı merak edecekti. Efendi git derse gidecek, gel derse gelecekti. Böyle olması pek tabii çok normaldi.

      Örümcek sağı solu kolaçan etti ve genç kızın uyumakta olduğu yatağın gölgesine doğru koşturdu. Yatağın altından ilerlerse görünme telaşı olmadan komodine varabilirdi. Sonra komodine tırmanır, üstündeki ıvır zıvırların arasında saklanırken kıza da yaklaşmış olurdu. Örümcek Hanımı cidden kızı merak ediyor olmalıydı. Tam gölgeye kavuştum, rahatladım derken karanlığın içinde iki göz parladı.

      Bir kedi gölgenin içinden fırlayıp örümceğin üstüne atıldı. Kara dumandan bedeni ışıkta giderek katılaşıp, ete kemiğe bürünürken kedi örümceği tek lokmada yutuverdi. Doğrusu pek şükredilesi bir yemek değildi. Örümcek çiğnemeye değmeyecek denli minikti. Tadı da bir şeye benzemiyordu. Fakat casuslarını mideye indirerek Örümcek Hanımı'nı sinir ettiğini bilmek, katlandığı zahmete fazlasıyla değiyordu.

      Kedi bembeyaz sivri dişlerini sergilediğini umursamadan, uzun pembe dilini kıvırıp güzelce esnedi. Popoyu havaya dikerek bir de gerindi. Etrafına ilgisiz birkaç bakış attıktan sonra, küçük kara patileriyle az ileride oturan sahibine doğru tembel tembel yürüdü.

      Gece ayaklarına sürtünen kediye belli belirsiz gülümsedi ve kucağına çıkmasına izin verdi. Odadaki tek sandalyeye oturmuş, küçük yatağında uyuyan genç kızı izliyordu. Gelir gelmez kızın gırtlağına çökmek istememişti; derin derin pek güzel uyuyordu. Son birkaç günün kargaşasından sonra arka fonda usul usul çalan sessizliği dinlerken, kızın belli bir ritimle sakince alıp verdiği solukları izlemek gerilen sinirlerine iyi gelmişti.

      Biraz araştırıca genç kızın isminin Miray olduğunu öğrenmişti. Yirmi iki yaşındaydı. Hayatının baharında. Ölecek olması yazıktı. Marketin birinde reyon görevlisi olarak çalışıyor, tek başına yaşıyordu. Avcılarla bir bağı yoktu. Görüştüğü ya da konuştuğu bir akrabası bile yoktu. Kızın evi ise başlı başına unutulmuş bir tavan arasını andırıyordu; gözlerden ırak tutulmuşçasına bakir, sessizliğe terk edilmiş gibi kederli, hafif rutubetli bir havası vardı. Belki bir çok tavan arasından daha temizdi. Biraz da kolonya kokuyordu. Ve Gece'nin görebildiği kadarıyla bu tavan arası gibi evde hatıralardan ziyade sahiplenilmiş bir yalnızlık birikmişti. Bir tek başınalık hakimdi her şeye. Küçük bir masa, bir sandalye, ki Gece şimdi onun üstünde oturuyordu, tek kişilik küçük bir yatak, aynası eskimiş cilası çizilmiş minik bir elbise dolabı... Çerçevelenmiş tek resimse özensizce yapılmış, yeşil kırlarla mavi göğün huzuru beceriksizce anlatmaya çalıştığı, ucuz yağlı boya tabloydu. Duvar boş kalmasın diye ölesine asılmış bir resimdi. Bu ev sadece bir kişiye aitti. İkinci birine yer olmadığını üstüne basa basa öyle bir anlatıyordu ki itiraz edilemezdi. İlginçti; kalabalık, sosyal kültürleri olan Avcıların tabiatına çok tersti. Avcılar, içinde bir sürü odaları olan büyük evlerde en az birkaç aile yaşarlardı. Her bir birey bütünü tamamlayan bir parçaydı. Burada böyle bir şeyden bahsetmek mümkün değildi. Eve girince Gece'nin gördüğü ilk şey belki de buydu. Belki de bu sebeple kızı öldürmemişti. Balıklara küsmüş bir balıktı kız, sürüsünden kaçan bir koyun. Ve böylece Gece'nin de merakını cezbetmişti. Dünya kadar insan yalnızlığa ağlarken, sarınıp sarmalığı bu tek başınalıkta kız kalbinde hiç korku taşımıyor muydu? Hayatın anlamsızlığına sövgüler düzmüyor muydu? Bu sessizlikte huzuru bulabiliyor muydu?

      Gece'nin dünyasında sessizlikler fırtınalara gebeydi. Belirsizlikler, olasılıklar ve "olacaksa olsun artık" diye sızlanan bekleyişler demekti. İki gecedir gücünü hoyratça kullanıyor; kırıyor, öldürüyor, yakıp yıkıyordu. Etrafına çöreklenmiş huzursuz sessizliğini paramparça ediyordu. Elbette bu kontrollü taşkınlığın amacı dışarıdan bakan gözlere göre başkaydı. Dostunu düşmanını hizaya sokmaktı amaç, ona yapılan misillemeyi fazlasıyla geri iade edip statüsünü korumak, elinden alınan Ateş'in yokluğunun öfkesini dindirmek, politik olan ve olmayan birçok oyunda koz sahibi olmaktı. Nerede durmasını bilirsen göz korkutmak faydalı ve gerekli bir şeydi. Sergilediği bu güç komedyasının yankıları yakında büsbütün ona ulaşacak, oyununun etkilerini gözlemleyebilecekti. Yankıları şimdiden duymaya başlamıştı zaten. İhtiyar Avcı'yla olan husumetinden dolayı diğer Büyücülerin endişe ve merak dolu istirhamlarını taşıyan haberciler ona ulaşmak için uğraşıp duruyorlardı. Fazlaca cüretkar olan aptalın teki yüzünden az daha İhtiyar'ın kızını elinden kaçırıp iki iblise yem ediyordu. Tam zamanında yetişip kızı hala sağken bulması aptal habercinin şansıydı. Kırık kemiklerle de olsa geldiği yere geri dönmüştü. İhtiyar Avcı yaptığıyla durgun görünen suları iyiden iyiye bulandırmıştı bulandırmasına da suları köpük köpük dalgalandırmak için zaman daha erkendi. Avcıların inat damarı yine kabarmış, Büyücülerin gırtlaklarına çökmek için dolaplar çevirmeye başlamışlardı.

      Böylesi güzel bir sessizliği terk etmek zorunda kalmanın hüznüyle Gece hareketlendi. Başladığı işi artık bitirmeliydi. Kızın kalbini kardeşlerininkilerin yanına götürmeli, İhtiyar Avcı'yı hak ettiği gibi öldürmeli ve sular dalgalanıp, kurulu düzen köpüklerin arasında boğulmadan önce işe noktayı koymalıydı.

      Ayağa kalkınca kucağındaki kedi atladı. Gece'ye bakmadan yumuşacık patilerinin olanca sessizliğiyle masanın altına koşturdu. Gölgeye vardığında etten kemikten bedeni çözülmeye, yeniden kara dumana dönmeye başladı. Gölge iblislerine has bir yetenekle kedinin duman bedeni masanın gölgesiyle kaynaşıp, onu gözlerden gizledi. Rahatsız edilmeyeceğinden emin uyumaya kaldığı yerden devam edebilirdi. Derken gözüne yatağın gölgesine kendini atmaya çalışan başka bir örümcek daha ilişti. Başka bir casus daha... Casusu yemek uyumaktan güzel geldi. Kedi, gölgeden gölgeye atlayarak gözünü bir an olsun avdan ayırmadan örümceğe doğru yavaş yavaş ilerlemeye başladı.

      Gece, rahat bir tavırla yürüyüp küçük yatağın kenarında durdu. Derin uykulara dalmış kızın üstünde sadece iç çamaşırları vardı. Ten rengi, gösterişsiz, alabildiğine sade çamaşırlar. Bir eli gevşekçe, yarasına bastırdığı havlunun üstündeydi. Sol dizini kıvırmış yağını diğer dizine doğru çekmişti. Başı yana dönüktü. Kısa dağınık saçlarının örtemediği boynu iyice ortaya çıkmıştı. Terden ıslanmış teni lambanın altında hafifçe parlıyordu. Sıska bir şeydi. Ufak tefek yaralarıyla ve belirginleşmeye başlayan morluklarıyla olduğundan daha zavallı görünüyordu.

      Kızın belindeki havlunun kenarından tutup kızıla dönmüş pamuklu kumaşı dikkatle kaldırdı. Bir Avcı için endişelenilecek bir yara değildi. Kanaması durmuştu bile. Yatağın kenarındaki boşluğa oturdu. Uzanıp bir annenin bebeğini sevmesi gibi şefkatle parmaklarını kızın boynunda gezdirdi. Çocuğun uyandırmaya çalışırken onu korkutmaktan da çekiniyordu sanki.

      "Miray," diye seslendi usulca. "Miray, uyan hadi."

      Kızdan herhangi bir tepki gelmedi. Teni olması gerektiğinden biraz daha sıcaktı. Ateşi çıkmıştı. Daha da uzanıp, yüzünü kızın yüzünde yaklaştırdı. Simsiyah ipek saçları omuzlarını aşıp kızın üstüne aktı. Gece eğilip uyuyan kızın göz kapağına zarif bir öpücük kondurdu. Kirpikler dudaklarını gıdıkladı. Kolonya kokusunun altında kızın teni toz ve hafifçe ter kokuyordu. Dudakları kızdan birkaç santim ötede, "Miray," diye seslendi yeniden. "Artık uyanmalısın."

      Kızın kaşları hafifçe çatılsa da başka bir tepki vermedi. Gece yavaşça doğruldu. Sonra birdenbire iki parmağını kızın belindeki yaraya bastırdı. Kan çıkış yolu bulmanın heyecanıyla yaradan fırladı. Gecenin parmaklarına bulaştı.

      Odanın sessizliği acı bir feryatla paramparça oldu. Gece, kızın gözlerinin şaşkınlık ve dehşetle açılmasını izledi.

      Kedi ise örümceği çoktan midesine indirmiş, kayıtsızlığı sahibinkine denk tembelce yalanıyordu. Tavanın köşesine büzüşmüş onu izleyen başka bir örümceği fark etmemiş gibi yapıyordu. Görünen o ki bu akşam menüsünde bol bol örümcek vardı. Az ötesindeki feryatlara aldırmadan keyifle mırıldandı.


AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now