Bölüm 18-Geri Gidemiyorsan, İleri!

140 18 5
                                    

Hey sıska kurbağa

Sakın pes etme

Ben yanındayım!

                 Kobayaşi  İssa

     Miray duyduğu tiz ulumayla sıçrayarak uyandı. Aldığı her nefesle ciğerlerine ıslak toprak ve taze ot kokusu doluyordu. Karanlıktaydı. Dışarıda iblislerin dalaştığını duyuyordu. Hırlamalarla şahlanan efelikler inlemelerle sönüyor, zayıf tarafın merhamet dilenen ulumaları bir yükselip bir alçalıyordu. Yemek yemek isterken ölümü de kendinden uzak tutmaya çalışan zavallılar için sıradan bir gündü işte. Pişmanlık içinde dolandı. Sövüp saydığı kendi sıradan günlerinin kıymetini bilememişti. Ay sonundaki maaşı için uyuz bir müdüre katlandığı, çoğu zaman yorgunluktan yatağında sızıp kaldığı günlere dönmek için neler vermezdi şimdi. Sövgülerinin bu kadar pis geri döneceğini bilseydi ağzını açmaz, sıradana saygıda kusur etmezdi.

     Hareket etmeye çalıştı. Fazla uzun olmayan dar bir şeyin içindeydi. Yan yattığı yerde yüz üstü zar zor dönmüştü. Zifiri karanlıktı. Toprak kokusunun yoğunluğu, hapsedildiği dar alanın basıklığı aklına tek bir ihtimali getiriyordu; diri diri gömülmüştü. Hiç hoş bir düşünce değildi. Kalbi hızlanmaya, panik dalga dalga yükselip midesini çalkalamaya başladı. Hayır hayır, aklına mukayyet olmalı, sakinleşmeliydi.

     Üstündeki duvarı ittirmeye çalışınca avuçları yapraklı dalların nemli direnciyle karşılaştı. Bir iki yoklayınca üst tarafın komple bitkiyle kaplı olduğunu anladı. Tamamen çaresiz değildi demek. Çıkabilirim, dedi kendi kendine. Tek kelime yeterli olmuştu; umudunun yeşerttiği güçle özgürlüğünün önündeki yaprakları hırsla koparmaya girişti.

     İş düşündüğünden zordu. Bitki dirençliydi. Yıllardır su yüzü görmemiş saçlar gibi birbirlerine dolanmışlar, öylece katılaşıp kalmışlardı. Makastan ötesi bu işi paklamazdı. Ama Miray'ın bir makası yoktu. Dahası dalları rahatça asılıp çekebileceği bir alanı dahi yoktu. Bu da normalde kullanması gereken güçten fazlasını harcamasına neden oluyordu. Doğru düzgün bir delik açamamışken kaslarının dilsiz yakarışlarıyla kolları pes etmenin sınırlarındaydı. Dalların kestiği elleri de kollarından iyi sayılmazdı. Kaşları çatık, bezgince iç çekti. Bitkiden yapılmış tabuta girmediği kalmıştı bir, o da olmuştu yani. Kurtulma umudunu geçmiş, sinirinden dalları çekiştiriyordu. Evet, bedeni bir Avcı bedeniydi, sıradan bir insandan güçlüydü. Fakat yetmiyordu işte. Bir bitki topağının karşısında bile aciz kalıyordu. Kaçamıyordu. Koşamıyordu. Sıkışıp hapsolmuştu. Çaresizdi ve bundan nefret ediyordu. Güçsüz hissetmekten nefret ediyordu.

     Dışarıdaki iblisleri boş verdi. Dikkatlerini çekip çekmemek umurunda değildi. İki eliyle dalları kavrayıp bitkiyi var gücüyle sarsarken aciziyetinin düş kırıklığıyla haykırdı.

     "Aahhh!"

     Keyfine düşkün iblis yandan şöyle bir vurunca Miray'ın sesi anında kesildi tabii. Ne kızgınlık kaldı ne sinir. İblis öylesine vurmuş olsa da yapraklar hışırdayıp yattığı yer sallandı.

     Miray pür dikkat kesilmiş, sessiz nefesler alıp vermeye çalışıyordu. Kör karanlıkta gözleri yuvalarında bir sağa bir sola gidip geliyordu. Hafifçe sürtünen bir şeyin bitkinin üstüne tırmandığını hissetti. Göçen dallar hislerinin doğruluğunu kanıtlar, onu biraz daha sıkıştırınca paçaları iyiden iyiye tutuşmuştu. Kalbinin gümbürtüsü kulaklarını uğuldattı. Bacaklarıyla kolları bir milimcik genişlik için yalvarıyor, kıstırılmışlığın acısından kurtulmak uğruna çırpınıyorlardı. Nefes almak güçleşmişti. İçerideki hava ona yetmiyordu artık. Boğuluyordu. Bitki duvarı üstündeki ağırlıkla inleyip göğsüne temelli çökünce Miray çığlığı bastı. Ya ezilip ölecekti ya boğulup ölecekti. Seçeneklerin ikisi de boktandı. Kabul edilemezdi.

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now