Bölüm 16-İlk Ders

148 20 10
                                    

     Alışveriş merkezinin otoparkı sessiz, hatta ıssızdı. Sabah yedi akşam on bir kaynayan kazan nihayet insanları kovalamış, biraz dinlenmeye çekilmişti. Koca bina olanları olacakları boş vermiş, anıtların dinginliğiyle usulca horluyordu. Karanlık, boş, büyük bir yer... Huzursuz ediciydi.

      Bıyıkları yeni yeni terlemiş delikanlı yarısı içilmiş sigarasından aceleyle bir nefes çekti.

     Bitirebilir miydi?

     Beklediği araba göz acıtan ışığıyla görüş alanına girince cevabını aldı.

     Bitiremeyecekti.

     Çocukluktan beri bir yerlere sinmenin getirdiği rahatlıkla duvarın karanlığına az daha sokuldu. İzmaritinin yanan ucunu koparıp betona attı. İş üstündeyken başka şeylerle uğraşması Sessiz Efendi'nin hoşuna gitmiyordu. Karanlığın içinde minik kızıl bir noktaya benzeyen koru ayağının ucuyla ezdi. İçilememiş yarımı da özenle cebine koydu.

     Araba yaklaşırken dikkatini ona verdi. Sessiz Efendi'den işaret gelmemişti. Yani davetsiz misafirleri bir süre oyalaması gerekecekti. İlk ders için basit işti.

     Bundan yaklaşık bir ay önce kendi kanında boğulmak üzereyken Sessiz Efendi tarafından kurtarılmıştı. Ezel'in zor yoldan iyice öğrendiği bir şey varsa o da, bu dünyada karşılıksız hiçbir şey olmayacağıydı. İt ite piresini bile ancak sürtünürse veriyordu. Kimse kimseyi gül yüzü hatırına yakasından tutup, bok çukurundan düzlüğe çıkarmazdı. Hele ki karşısındaki anasının babasının bile siktiri çekip sokağa attığı melez bir velet olsun. İki iki daha dörttü. O kadar.

     "Benden sana yol olmaz babalık," demişti biraz iyileşip dillenince. "Bana yürümeye falan kalkışırsan bağırsaklarını artık çantada taşırsın ona göre." Ezile ezile ezmeyi öğrenmiş birinin dingin vahşiliğiyle konuşuyor, öyle bakıyordu. Kara bir bataklık gibiydi. Bana bulaşırsan gebertirim seni, bulaşmasan yaşarsın diyordu.

     Sessiz Efendi ise dağlar kadar sakin, bulutsuz tepelerin açıklığıyla niyetini söylemişti. Ezel duydukları karşısında şaşırmıştı, ama doğrusu pek de yadırgamamıştı. Herif fırın kapağı kıvamında, tuhaf bir adamdı. Sessiz sakin, sinir şalterleri kolay kolay atmayan cinstendi. Akıllı mı yoksa kafadan az kontak mı olduğunu kestirmek zordu.

     Görünürde varlıklı, iyi giyimli biriydi. Kırlaşmış sakalıyla bir gözü toprağa bakmaya başlamış bir adamcağıza benziyordu. Büyücü olması muhtemeldi, fakat onların dönek kibrini taşımıyordu. Büyük ihtimalle Ezel gibi Sessiz Efendi de bir melezdi. İkisi de birbirlerine ne olduklarını sormadılar. Aynı boktan kaderi paylaşan iki insan konuşmadan da anlaşırlardı.

     Yaşlı başlı bu adam iş hayatında hatırı sayılır bir şahsiyet olduğundan bahsetmişti. Hırsızlık, adam kaçırma, kelle avcılığı, kiralık katil gibi alanlarda başarılı bir hizmet veriyordu. Yaşadığı konağa bakılacak olursa da işleri tıkırındaydı. Piyasada Sessiz adıyla tanınıyordu. Ona Yılan ya da Hayalet diyenler de vardı. Kartvizitinde adının hemen altında "Serbest İş Adamı" ibaresi bulunuyordu. Hırsız veya kiralık katil değil. Buraya dikkat; onlar iş alanının yan dallarıydı. Dediklerine canı gönülden inandığı, yaptığı işe saygı duyduğu ortadaydı. Karşısındaki adamdan da aynı saygıyı talep ediyordu. Korku ya da kıçı kırık bir alay değil. Saygı. O kadar. Yaklaşık yarım saat süren laf salatında Ezel'in anladığı buydu.

     "Ben hizmet vererek bir ihtiyacı gideriyorum, karşılığında da çabamın karşılığı olan ücretimi alıyorum," demişti. "Yani ben ticaret yapıyorum. Hizmet satıyorum."

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Where stories live. Discover now