11.Bölüm"Avcılar"

2.9K 192 9
                                    


     Okul bu gün daha güzel geçecek gibi. Sonuçta en sevdiğim arkadaşımı buldum. Keyfini çıkarmadan olmaz.
     Bu gün de her zamanki gibi sınıftan dışarıyı izliyorum. Diğer günlereden farklı olarak nefesim bitene kadar koşmak istiyorum. Neden böyle hissettiğimi bilmiyorum. Ama küçük bir endişem de var çünkü ne zaman daha önce hissetmediğim bir şeyi hissetsem başıma bir şeyler geliyor. Fırtına her an karşımda belirecek diye korkmuyor değilim!
     Kapıdan hızlı adımlarla gelen bir adet Tolga ve Can görüyorum. Daha fazla durmadım ve olduğum yerden fırladım. Dediğim gibi kendimi tutamıyorum. Merdivenlerden hızlı hızlı indim ve kapıya doğru koştum. Bir anda anlamsızca Tolga ve Can'ın önüne atladım. Onlar da şaşırmış olacak ki bana boş gözlerle bakıyorlar. Bir an daha önce hiç çıkamadığım kadar neşeli bir sesle konuştum :
  - Günaydın!!!
  - Sana ne oldu bu gün? Seni hiç böyle görmedim.
     Can'ın sözünden sonra Tolga'ya baktım. İkimiz de birbirimize bakarak gülmeye başladık. Can ise saçma sapan bize bakıyordu. Gerçi ben de şu anki halime şaşırıyorum. Ben hiç böyle değildim. Galiba değişiyorum.
     Tolga ve benim hikayemi o guruba anlatmak zorunda kaldık. Evet tamamı ile... Benim sokakta yaşadığım dan Tolga'nın üvey babası ile yaşadığına kadar. Tabi benim küçük(!) sırrım hala sır. Onu nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Fakat şu anki halimden gayet de mutluyum.
     İçimdeki şey beni adeta kontrol ediyor. Hiç olmadığım biri gibiyim. Ama bunun Tolga dan kaynaklandığını düşünmüyorum. Bir nedeni olmalı ama ne...
     Artık Can ve Yonca hakkında da bilgi istiyorum. Nasılsa artık sırları öğrenmek bizim gurubun adeti oldu.
     Can ve Yonca yan yana oturmuş konuşuyorlardı. Yonca'nın hala Can'ın ablası olduğuna inanamıyorum. Boylara bakarsak Yonca hala ortaokul öğrencisi gibi. Can ise üniversite ye aday resmen! Onların yanına gittim. Yonca bana her zamanki resmiyet ile bakıyor. Can ise yine amaçsız bir şekilde sırıtıyor. Konuşmaya başladım :
  - Nasılsınız?
  - Senin kadar olmasa da keyifliyiz.
  - Senden beklenebilecek bir yorum Can...
  - Şimdi ne istedin?
  - Sadece merakımdan ama siz hakkında da birşeyler öğrenmek istedim.
  - Zaten sırları öğrenmek bizim gurubun adeti oldu.
     Birkaç dakika önce aynı şeyi ben söyledim. Yonca direk anlatmaya başladı :
  - Normal bir hayat yaşadık. Yani pek bir farklılık yoktu. Sadece galiba benim ve Can'ın yaşadığı bir talihsizlik var.
  - İlkokulda ormana kaçmıştık. Aptallık ettik de denebilir. Asıl amacımız oyun oynamaktı. İlk başlarda eylenceli geçmişti. Fakat bir süre sonra küçük beyaz bir kurt yavrusu gördük. Mavi gözleri vardı.
  - Çok cana yakındı. Onunla da oynamaya başladık. Hatta o sanki biryere gitmeye çalışıyor gibiydi. Biz de onu takip etmeye başladık. Öylece ilerledik. Ta ki arkamızdan bir kükreme duyan kadar... Kapkara bir kurt  Can'a saldırdı.
  - O an çok korkmuştum. Öyle ki çığlıklar atarcasına ağladığımı hatırlıyorum. Ablam da kurda doğru tekme atmaya başlamıştı.
  - O sırada gözümü karartmıştım. Tek düşündüğüm Can'ı kurtarmaktı. O kurdun dikkatini üstüme çektiğimde geri çekilmeye başladım. O bana saldiracakken beyaz yavru onu durdurdu. Artından o kara kurttan dayak yemeye başladı.
  - Bunlar silah sesi ile bitti. O ikisi kaçtı bizde güvende kaldık. Hatta biraz da o yüzden bu okulu pek sevmiyorum.
     Tabi ki de o beyaz yavrunun Ayaz olduğu çok belli. O bahsettiği kaçma olayı bu olsa gerek. O kara kurdu merak etmeye başladım. Nasıl olsa onun Ayaz'ın bahsettiği lider olduğundan eminim.
     Eylül hakkında çoğu şeyi biliyorum zaten. Babası ile çiftlikte büyümüş. Annesi onun doğumundan sonra ölmüş hatta Karabaş'a o ismi de o vermiş. Karabaş nereden baksan en az 10 yaşında imiş, Fırtına ise 6...
     Şimdi aklıma geliyor. En iyi anlaştığım kişi olmasına rağmen Kardelen hakkında pek bir şey bilmiyorum. Bu hafta sonu zaten onun evinde kalıcaktım aynı zamanda bunu öğrenirim.
     O ve annesi ile yemek yedikten sonra Kardelen'in odasına gittik. Ben de  her zamanki gibi yatağın ucuna oturdum. Kardelen de yanıma geldi. Durumumdan birşeyler söyleyeceğimi anlamış olacak ki konuşmaya başladı :
  - Yine neler soracaksın?
  - Beni iyi tanıyorsun.
  - Ne sandın!
     Karşılıklı gülüştükten sonra konuştum :
  - Kardelen, senin hakkında pek bir şey bilmiyorum...
  - Zaten sırları öğrenmek bizim gu...
  - Biliyorum. Sloganımız oldu artık.
  - Tamam, sana kendim hakkında birşey söylememe gerek yok. Ama madem bu kadar meraklısın sana birşey göstermeliyim.
     Bunu dedikten sonra gözlüğü ile oynadı ve beni peşine taktı. Odasından çıktık. Arka bahçelerine doğru gitmeye başladık. Kulube gibi içine beş kişinin sığmayacağı kadar küçük bir yere girdik. Beni şaşırtan şey ise kulübeden yerin altına doğru inen merdivenler vardı yavaş yavaş oradan da geçtik.
     Gözlerime inanamadım. Bu çökmüş kötü!!! Duvarlarda kurt postaları ve doldurulmuş kafaları asılıydı. Az da değiller di. Oda onlar ile doluydu. Dişleri, patileri, kafaları... Adeta donmuştum. Bunlar ne böyle :
  - Kardelen?
  - Evet biliyorum korkutucu. Ben de pek sevmiyorum.
  - Bunları kim yaptı?
  - Pek gurur duyduğum söylenemez. Babam ve onun da babaları her daim kurt avlamışlar ve onların postalarını da buralara gizlemişler.
  - Bu cinayet!
  - Evet, ne kadar denediysem de onu vazgeçiremedim. Hala daha kardeşleri ile avlamaya devam ediyor.
  - Bu oklar da ne?
  - Dediğim gibi yüzyıllar önce bile bunu yaparlarmış. Silahlar henüz fazla değilken ok ve yay kullanırlardı. Aslına bakarsan hala da sessiz olduğu için ok kullanıyorlar. Kar olan yerlerde köpeklerin çektiği kazak; diyer yerlerde atla kovalıyorlar.
   - Neden vazgeçmiyorlar. Bunun büyük bir cinayet olduğu çok açık.
  - Bunu ben de bilmiyorum.
  - Şu an neyin peşindeler?
  - Ara sıra eve geldiğinde hep beyaz renkli ve mavi gözleri olan bir kurttan bahsediyor. Onun diyerlerinden farkının ise gözlerinin rengi olduğunu söylüyor.
     AYAZ!!!

Devam Edecek...

Özgürlük SeninleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin