"İşte tüm eksiklikler tamam. Artık kahvaltıya başlayabiliriz" dediği sıra elinde kalan tabakları masaya yerleştiren İdil, yerine oturdu. Ayakta kalan tek kişi Beren' di. "Neden oturmuyorsun, hadi Beren" Beril' in sözlerinin ardından, korktuğunun başına geldiğini hissetti o an. "Şey be-"ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Her bireyin onu hedef alan gözleri onu geriyor ve cümleleri toparlamasına engel oluyordu. "Bir sorun mu var, Beren?" diyen Selin' in gözlerine baktı Beren.

"Şey, aslında-"sözleri toparlayıp, bunu onlarından saklamak istemedi. Bilsinler ve daha fazla kahvaltı için baskı yapmasınlar diye düşünüdü. "Ben ailemi kaybettiğimden bu yana, kahvaltı masasına oturmaya hiç cesaret edemedim" sesine yansıyan burukluk fark edilmeyecek gibi değildi. Bunu ilk kez birilerine karşı dillendiriyordu Beren. Kaybetmenin en ağır yanlarından biri de, yokluğa alışmaktı sanırım. "O yüzden size afiyet olsun. Ben salona geçsem daha iyi" Ares onun kapıdan çıkmasına müsaade etmeden, seslenmişti ona.

"Bekle" duyduğu bu tek kelimeye itaat etmek zordundaymış gibi bedeni anında uydu buna. "Masaya otur ve bize sadece orada oturarak eşlik et" eli ile karşısındaki boş sandalyeyi işaret etti Ares. "Bazı şeylerin üstesinden gelmek için cesaret etmelisin" diye devam etti. Diğerleri sessizce izliyordu onları. Beren ayaklanı sürüyerek, yaklaştı kahvaltı masasına. Başını kaldırmadan masadaki yerini aldı. Üslubu ne kadar sert ve tarvı ne kadar kaba da olsa, Ares' in bu sözüne uymaktan geri durmadı Beren. Hayatının bu şekilde ilerlemeyeceğini, bu durumu artık aşması gerektiğini biliyordu.

"Afiyet olsun" kahvatlıya başlayan bireyler sessizlik içine çekilmiş gibiydi. Su bardağına uzanan Ares' in elleri çekti Beren' in dikkatini, tıpkı diğer erkeklerinden dikkatini çektiği gibi. Kendi elleri ile özenle yaptığı pansumanın bozulmuş olduğunu gördü. Her iki elinde de, özensizce sarılmış bez parçaları vardı.

Bir kahvaltı masasında oturduğunun bile farkında olmayan Beren' in aklında olan şey; Ares' in elleriydi. Tüm kahvatı boyunca onun ellerini izlemişti Beren. Öyle bir yara sahip biri, bu kadar acısızca nasıl rahat kullanabilirdi ellerini? Bir elinin sargıya ihtiyacı varken, diğerine hangi ara olmuştu bir şeyler. Sorgulayan Beren, hiçbir yanıtı da kendi başına bulamıyordu.

Kahvaltısını bitiren aile bireyleri, masayı toplaış ve evden ayrılmak için hazırlanmaya başlamıştı. Bir ara fırsat bulup, diğerleri kendi odalarına çekildiğinde, Beren' de kendini Ares' in odasının kapısı önünde bulmuştu. Onun kovma ihtimaline ragmen kapının önüne varmıştı. Tek istediği pansumanı yenilemekti. Neden oluyordu bu yaralar, neden bu kadar büyük bir yaraya sahipti? Yanında olmak ve onları sarıp, iyileştirmek istedi Beren. Nedeni yoktu, sadece istiyordu. Eli kapıya gittiğinde, vazgeçmeyi de düşünüyordu. O an aklında yankılanan Ares' in sesini duydu Beren. Üstesinden gelmek için cesaret etmelisin... Kapıyı kibarca birkaç kez tıklatıp, ardından araladı. İçeri girdiği sıra Ares, üzerine takım elbisesinin ceketini giyiyordu. Odadan çıkmak için yöneldiği sıra Beren' in gözleri ile karşılaştı. Ceketinin yaka kısmını düzeltirken, onun yüzüne bakmış ve dudaklarını aralamıştı.

"Neden geldin?" bu kızın sürkli etrafında olmasını istemiyordu. Onun gözleri ile karşılaşmayı sevmiyordu. Onun varlığını bilmek dahi istemiyordu. "Ellerinin düzgün bir pansumana ihtiyacı var" tereddüt ederek söyleyen Beren' e karşı öfke ile gözlerini devirdi Ares. "Bu kadar istekliyken, psikoloji yerine hemşirelik okusaydın"

"Sana yadım etmek istiyorum. İzin verir misin?" Ares onun ısrarcı tavrının nedenini anlayamazken, bunu Beren' de bilmiyordu. Kendine karşı tek açıklaması bunu iyi bir insan olmak için yaptığıydı. Peki, ya Ares, o neden ona karşı bu kadar kibardı? Kendi ailesinin yardımını bile kabul etmeyen Ares, bu genç kıza karşı bu kadar kolay gardını indiriyordu? İçinde hareket eden duygulardan nefret etmişti. Bundan ötürü bedenini ele geçiren bir korkusu dahi vardı. Buna engel olmak ve bunu yok etmek istiyordu.

Karanlığın EfendisiWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu