7☕️ ad astra per aspera

13.7K 1K 400
                                    

zorluklardan yıldızlara doğru

Yoora

Baharın sıcaklığı iyice artarken, içimdeki mutluluğun kuşları cıvıldıyordu. Her karanlığın bir aydınlığı olduğu gibi, kışın aydınlığı da bahardı. Yaşanan tüm zorluklara merhem olan bu mevsim, yüce bir şifacı gibi yaralarımızı sarıyordu tek tek. Onarıyordu kırıkları, yarım kalmış sıcaklıkları. Ama baharın da geçişleri, arada yaşadığı sıkıntıları vardı. Arada gelen hüzünleri, daha iyiye ulaşacakken geçirdiği kısa evreleri. Yağmur gibi...

Yaklaşık bir saat süren yağmurun ardından, çamlığın ortasındaki nemli kampüs bankına oturmuş enfes toprak kokusunu ciğerlerime yolluyordum. Bu öylesine tarifsiz bir güzellikti ki, anlatacak kelimenin de, doğru dürüst bir tabirin de olduğunu sanmıyordum. Sahi, neden insanlar böylesine severdi toprak kokusunu? Sadece güzel olduğu için değildi muhtemelen, ya da koku algımıza hoş geldiğinden. Hayır, bu kadar basit değildi bu sevgi. Derin, kalbe giden bir yoldan geçen depderin bir sevgiydi. Tolstoy'un dediği gibi, "Ölmek için doğmuştur ya insan; o yüzden her yağmur sonrası toprak kokusunu sever." öleceğini bildiği için severdi. Sevdiklerini aldığı ve nihayetinde kendisini de alacağı için. Topraktan olan bedenimiz her seferinde bu kokuyla yeniden yeşerip kendini buluyordu.

Sımsıcak havanın ardından gelen yağmur yerini tekrardan güneşe bıraktığında havada enfes bir renk şöleni oluşmuştu. Böylesine güzel bir atmosferde, sınıfta kalmak aptallık olurdu. Ama nedense nemli banka oturmak aptallık değilmiş gibi geldi o an. Üzerimdeki kabanın su geçirmez olduğuna duyduğum güvenden umursamamıştım. Elimdeki telefonun saatine bakıp tekrardan cebime attıktan sonra, yanımdan geçen insanları izlemeye başladım öylece. Hepsinin bir arkadaş grubu, içinde kayboldukları derin sohbetleri ve birbirine karışan hoş kahkahaları vardı. Bense yapayalnızdım. Ne öyle bir arkadaş grubum ne de böyle bir gruba duyduğum özlem vardı. İnsan hiç sahip olmadığı bir şeyi özler miydi ki zaten? Nasıl özleyecekti...

Yine de, ilgiyi üzerimden atmak adına cebime az önce tıkıştırdığım telefonu alarak bir şeylerle uğraşıyormuş havası vermeye çalıştım. Toplu ortamlardaki kişilerin ilgisini genel olarak yalnız kişiler çekerdi ve bunu engellemek, ya da bunu hissetmemek adına tek yapabildiğim buydu. İnsanların bakışları beni rahatsız ediyordu.

Bu his, küçükken büyük bir hevesle aldığınız dondurmayı yiyemeden yere düşürmek gibiydi. Hem sinirlerinizi bozuyor hem de müthiş derecede üzüyordu. Yalnız olduğunun farkına varılmamasını istemek, koca açık bir alanda görünmez olmayı istemek kadar imkansızdı. Ne olursa olsun yalnız olduğunuzu biliyorlardı çünkü. Sanki herkesin bir arkadaşı olması gerekiyormuş gibi davranmaları saçmalıktı.

Galerimdeki saçma arka plan fotoğraflarına ardından çekindiğim birkaç aptalca öz çekime tekrardan baktım. Fakat o an, daha önce görmediğime emin olduğum bir fotoğrafla duraksayarak beş dakika boyunca şaşkınlıkla inceledim.

Jungkook, gözlerinde bana ait olduğunu düşündüğüm mavi renkli, kemik dinlendirici gözlüklerle dudaklarını büzmüş, oldukça tatlı bir fotoğraf çekilmişti. Muhtemelen sildiğini sanıyordu aptal ve bana böyle bir hatıra bıraktığının farkında bile değildi. Ekrana birkaç saniye daha baktıktan sonra kahkaha atarak yakınlarımdaki insanların tüm ilgisini üzerime çekmiştim. Tüm uğraşlarımın bokla hezeyan olduğu o anlarda utançla elimi ağzıma kapatarak kalkıyordum ki, arkamdan gelen sesle irkilerek o tarafa döndüm.

"Bu kadar komik olan ne Yoora?"

Jungkook, kapüşonunu kafasına geçirdiği koyu mor yağmurluğunun içinde oldukça hoş görünürken, ellerini cebine atmış arkamda dikiliyordu. Ben bakışlarımı ondan kaçırarak önüme döndüğümde o da bankın üstünden atlayarak yanıma oturmaya yeltendi ve ben bir anda "Hey oraya oturma ıslak!" diyerek ürkmesine sebep oldum.

treat you better | jjk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin