Bölüm 55

7.6K 409 66
                                    

Aşk huşu içinde yanan bir bülbüle benzer şimdi şuanda

Ve hasret bağrı ateş, gözleri köze bel bükmüş bir güldür bülbülün yolunda

Gül öldüğü vakit bir okla

Bülbül boyanacak görmediği kırmızıların ahdına

Düşlemek birini batmayacak zehr-i ok gibi gönlünün kıyılarına

Ağlatmayacak hiçbir ağıt

Ve onu yazmayacak hiçbir kalem kağıt.

 

 

Araf, üç yakın dostunu Adıyaman’a gönderip geride kalmıştı aklındakini gerçekleştirmek için. Ülkü’yü layıkıyla kendisinden uzaklaştırmıştı. Ona söylediği birkaç yalan masum karısı için yeterli gelmişti. Her şey onun iyiliği içindi. Ne yazık ki bu gerçeği çok ileride anlayacaktı Ülkü.

Hadit denen itin namlusunun ucunda oluşunu bir süredir biliyordu ama hiç kimseye bir şey söylememişti. Herkesin bir yaşantısı bir planı vardı neticede geçmişte onların hayatlarını bir şekilde alabora etmişti yeniden yapmaya takati yoktu.

Ülkü’yü ise böyle bırakmak hiç içinden gelmese de ölüme de götürmeye niyetli değildi bu yüzdendi onu kandırışı. Nikâhsızız derken bile karısıydı. Seni istemiyorum derken bile istiyordu. Sevmiyorum derken dahi delicesine seviyordu. Onun gözlerinden akan her bir yaşta onun içi kan ağlıyordu ama yapmıştı. Arkasında dişli bir düşman bırakmıştı. Ülkü ona o gece ne yeminler etmişti onu öldüreceğine dair ama adı kadar emindi ki hiçbirini yapamazdı. Seviyordu çünkü onun sevdiği kadar.

Bir gel sözüne bakardı Ülkü’nün onun kollarına koşuşu. Oysa gel diyemezdi Araf. Hadit Alemdaroğlu’nun inini basarken bu düşünceler akınlar başlatıyordu kalbine. Onun saklandığı yere adım adım sokulurken Cevat’ın sesini duydu ve bir kadının.

Hadit inler gibi bir sesle, “Elif, Elif’im” diyordu da bunu kime diyordu bilmiyordu Araf. “Ya-ya-yaşşıyorssuun!”

“Yaşıyor ya hem de ne yaşamak nice gavattan piçin var hayrını gör Alemdaroğlu!” Halbuki yalandı. Elif’i bir sır gibi saklamıştı Cevat. Elif, Hadit’e karşı en büyük kozuydu. Onu yıllardır yokluğuyla delirtmişti. Elif’in ise umurunda değildi artık ne yaşadığı. Hayattan bıkmıştı. Şimdi şurada Hadit onu vursa ne güzel olurdu.

Hadit’in iniltili ses tonu azgın bir köpeğinkine dönüşürken tartaklanma sesleri geliyordu. Başını saklandığı yerden hafif çıkarıp baktığında Hadit denen itin Cevat’ın boğazını sıktığını gördü. Elif ise bomboş gözlerle izliyordu o ikisini sanki bu hayattan değil gibi bir hali vardı. “Senin yüzünden karımı öldü bildim ben it!”

“Senin karın zaten ölü!”

Araf bu ani çıkışın sahibine çevirdi gözlerini. Elif, titreyen vücuduyla zorlukla duruyordu ayakta. “Bak bana bir iyicene bak ama kalmış mı senin karından geriye bir şey? Ben öldüm! Canımla kanımla toprağa gömüldüm! Sen bin kadının teninde terinde soluk alırken ben hepsini izlemeye bırakıldım. Senin zevk dolu her bir gecende benim etim, kanım çekildi! Senin her bir yabancı ten de nefes alışınla benim adım kirlendi. Beni sen öldürdün!”

Hadit, kendisine nefretle bakan karısının her bir sözünde bir daha bir daha yıkıldı. Belinden çıkardığı silahın namlusunu boynunu sıktığı adamın alnına dayarken hiçbir şey düşünmüyordu. Silahı ateş aldı tam alnının çatından vurdu Cevat’ı. Karıcı Cevat ölürken de piçliği geri bırakmamıştı. Yüzünde eğlenen bir ifade ile ölüme yürümüştü bile isteye. Yarım yamalak bir hayata sıkışıp kalmış halini kendini ölüme satarak temizlemişti. Bu, onun kırk tas suyla aklanmasıydı bir nevi kendi fikrince.

Titreyen kolunu aşağıya indirirken Elif’ten yana döndüremedi yüzünü. Hayatında belki de ilk kez birinden utandı!

“Beni hiçbir zaman affetme ama kendini affet her ne yaşadıysan!” Kolunu yukarıya kaldırıp şakağına dayadı.

Araf, ikinci kez ateşlenen silahın sesiyle irkildi. Elif, kıpırdamamıştı bile. İki tane cesedin başında durmuş öylece bakıyordu. Araf onun şoka girdiğini düşündü. Öyle ya az evvel kocası gözlerinin önünde intihar etmişti. Kim olsa afallardı. Saklandığı yerden usulca çıkıp içeriye doğru yürürken Elif onu hissetti. Başını kendisinden tarafa çevirip onun kim olduğunu anlamaya çalıştı.

“Benden sakın korkma bacım!”

“Bana bacım diye yaklaşan adamların(!) bana dayamak istediklerini çok gördüm. Uzak dur! Yaklaşma!”

“Ben onlardan değilim. Hadi gidelim burada daha fazla kalmaya gerek yok!”

“Kendim gidebilirim” Araf’a dik dik bakıp kendini yürümeye zorladı. Bedeni belli etmek istemese de titreyip duruyordu. Yıllar evvel sevdiği ama sonradan nefret ettiği adam az evvel kendini öldürmüştü. Arkasından gelen adama zerre güvenmiyordu ama peşini bırakmayacağını da biliyordu. Dışarıya çıktıklarında fazla göze batmayan bir aracın ağaçların bol olduğu bir yere bırakıldığını gördü.

“Seni nereye bırakayım bacım?”

“Burada bırak ve git”

“Yapamayacağım şeyleri isteme!”

Elif, adamdan kurtuluşunun olmadığını anlamıştı. İsteksiz adımlarla arabaya doğru yürürken nereden çıktığı belli olmayan bir kadının sesini duydu kulakları.

“ARAF ZALOĞLU!”

Araf, Ülkü’nün buğulu sesini duymasıyla yıldırım hızıyla ondan yana döndü. “Senin burada işin ne?”

“Romantik anınızı böldüm kusura bakmazsanız inanın çok hatrım kalır!” dedi dolu dolu gözlerle. “Ama çok az bir vaktinizi alacağım!”

“Ülkü!”

“Adımı hatırlaman ne kadar da hoş ve boş!”

“Ülkü! Hiçbir şey sandığın gibi değil artık bizim için hiçbir engel kalmadı. Hadit öldü. Cevat öldü. Adıyaman’a dönüp istediğimiz gibi yaşayacağız. Sen nasıl istersen öyle olacak!”

“Ben senin kapatman değildim hiçbir zaman da olmayacağım! Senden nefret ediyorum! Senin yüzünden bebeğimi düşürdüm ben! Seni ölsem affetmem!”

AŞKAR (BASILDI) ŞİAR (BAŞLIYOR)Where stories live. Discover now