Bölüm 42

8.9K 437 27
                                    

Akşam saati büyük bir masanın çevresinde oturan büyük kalabalık keyifle yemeklerini yerlerken herkes koyu bir muhabbetin ortaklarıydı. Derman da Şiraz’la konuşuyordu bu sıra da.

“Cihat teskereyi aldığında onu senin takip etmeni rica ediyorum Şiraz. Kafasını toparlaması için vesaire ona bir aylık zaman tanıyorum. O bir ayın içerisinde gelip istemezse bizim kızı tepesine bineceğime dair uyarı çekersin. Yarın buradan ayrılacağız, her şey için teşekkürler dostum!”

Şiraz’ın dudakları karizmatik bir şekilde kıvrıldı. “Cihat işini takma kafaya, o bende! Onunla oynamak acayip keyifli olacak! Ne zamandır canım sıkılıyordu zaten bana da meşkale çıktı!”

Derman, onun bu rahat ve kendine güvenli sözleriyle neşeli bir kahkaha attı. Şiraz, eline aldığı rakı bardağını havaya kaldırdı. Derman da onunla birlikte kaldırırken aynı an da indirip masaya vurdular bardağın dibini orada olmayan dostları namına, ardından da yeniden kaldırdılar bardaklar birbirlerine yaklaştı fakat kendi ellerinin tersini birbirlerine vurdurup, “Cam cama değil can cana!” dediler keyifle. Hemen ardından da dudaklarına götürdüler bardakları. Tam içeceklerken Burak atıldı. “Dibini görmeyen sevdiğini görmesin!”

Hem Şiraz hem de Derman’ın bardakta ki rakıyı öyle bir içişi vardı ki masadan kahkahalar yükseldi. Bardakta tek damlası kalmadığından emin olarak bıraktılar bardakları ellerinden.

O gece keyif vardı o masa da. Elemden, kederden uzak tatlı bir muhabbetin, eski günlerin yâdı eskimeyen dostlukların tadı vardı. Yeni arkadaşlıkların damakta kalan tadı başlayacak gibi olan ama kaçırılmış gözlerin, söylenmemiş sözlerin zamanı vardı. O gece o masa da rahime düşen bir bebeğin gizi vardı. Alev’in rahminde ki bebeğinin kuzeni tam karşısındaydı. Billur’un yüreğinden taşan bebek özlemine yönelik edilen dualarına bir cevaptı bu Rabbinden.

Ama kimseler bilmiyordu onun orada büyümekte olduğunu. İki yürek bir rahimdiler sırt sırta verilmiş iki yemindiler.

***********

Çatlamış toprak gibiydi zaman. Ağzı var dili yoktu. Oradaydı ama yoktu! Ondan çok hiçbir şey yoktu ama yine de derdi veren de derman olan da oydu! Sulasan çamur olurdu sulamazsan katı bir şekilde dururdu. Verimsiz, döletsiz, işe yaramaz olurdu ama dururdu! Dağ gibi! İşte ben o çatlamış toprağım şimdi. Bela alnıma çatılı, dert sırtımda, pusu hep önümde, namlu elimde, korku hain de, cesaret ise hep yüreğimde. İşte bu yüzden bükemiyorlar bileğimi, belimi. Onlar korkuyu iliklerimde hissedeceğimi sanıyorlar oysa ben gözlerimin bebeğine bile koymuyorum. Onlar ölümü kefenle bana giydirecekleri günü sayıyorlar takvim yapraklarından bense ölümü üzerime bir kılıf gibi geçirmişim ölüm ben olmuş ben onun olmuşum fark etmiyorlar.

Düşmanlarım var. Düşmanlarım çok. Düşmanlarım aslında hiç yok! En büyük düşmanım kendimim yine kendime! Ne edersem hep kendi elimden kendime! Bir bıçak varsa elimde ilk kendime sapladım. Bir silah doğrulttuysam ilk kendimi vurdum. İlk kanı kendimden akıttım, kanla yazdım ömrümü, kanla mühürledim kendi doğrularımı, günahlarımı. Şimdi bunca yıllık ömrüm çıktı karşıma hesap sordu benden. Şimdi bunca yıllık ömrüm çıktı karşıma şöyle esaslıca bir güldü ardından da ‘gördün mü paşam’ dedi. ‘Gördün mü? Bir çift göz nasıl da yenik düşürdü seni, nasıl da bozguna uğrattı. Nasıl da yaktı, yıktı! Hani geçilmez bir yoldun sen? Hani yıkılmaz dağdın? Hani ne oldu? Hangi ara koparttın bu kadar? Hangi ara gemiler battı içinde ki kara sulara? Hani sen hiç yenilmezdin bir çift göze? Hani sen hiç vurulmazdın yürek elinden? Bir tek ölüm bana kurşunla gelir gider derdin bak ölmedin mi bir çift gözün deminden? Gördün mü? Hayat bu! Hayat işte tam da bu! Bitti dediğin yerde başlayan bir kara su! Göklerin yırtıcısıyken yer de onun sevdasıylan sürünmenin adıdır bu!

AŞKAR (BASILDI) ŞİAR (BAŞLIYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin