Bölüm 45

9K 436 5
                                    

Türk ahlakını bozan diyerek yaftaladığınız şu dizileri izlemeyi bırakın artık abi ya! Üzerine bir de gelip olmayacak mekânda anlatmıyor musunuz yuh diyorum!” Elinde rakı bardağı hem söyleniyor hem de rakının buğulu beyazına karışmış beyaz meyhanenin cam diyarından denizi izliyordu. Beyoğlu’na demirlemişlerdi bu kez birazda onun isteğiyle Eleos’a gelmişlerdi. Yoksa Süleyman’a kalsa Kumkapı’da ki Agop’ta vururlardı gecenin, derdin ve yürekte iz bırakmış geçmeyenlerin demine. Onun çıkışıyla başlarını kaldırmış iyi ve güzel adamlara bakarken devam etti. “Sen çıkıp da Türk ahlakını bozan diziler diye ortaya serilirsen ortaya başka biri çıkıp da sormaz mı sana senin ahlakın bozulmaya hazır mı bekliyor diye? Senin işine geliyor ki böyle diyorsun, kolaya kaçıp adamlık yerine madamlık yaparsan alırlar façanı aşağıya Süleyman! Sağlamsa senin inancın, ahlakın kralı gelse bozulmaz, bozamaz! Diziymiş! Cartmış curtmuş alakadar etmez harbi adamı! Haa dersen ki bozulmaya açığım zaten sallantıda benim imanım her şey bahenen olur işte o zaman! Bir de ne olur biliyor musun Süleyman? Adının ağırlığını hiçe sayarlar, adamlığını mezbahadan toplatırlar, ahlak dediğin şey bir insanın ne olacağını belirler. O yüzden sen sen ol ağzına alırken dahi iki kere düşün, tart öyle söyle!” Başını iki yana salladı sen de bunu dersen gibi ardından devam etti. “Ne demişler Sülayman, önce kendine gel, sonra meyhaneye. Kalender ol da gir kalenderhaneye. Bu yol kendini yenmişlerin yoludur, çiğsen başka bir yere git eğlenmeye!”

Süleyman kızarıp bozarırken yanında oturan Ahmet ile göz göze geldi. Ahmet, rakı bardağını ona doğru uzatırken göz kırptı ‘takma’ der gibiydi bakışları ama takma demekle olmuyordu ki! Karşısında oturan şu adam tek tük patlıyordu insana. Bugün zaten canı sıkkındı o belliydi de kendisini madara edeceğini hiç düşünmemişti doğrusu.

“Canın neye sıkıldı senin abi?”

Ahmet’in sorusuyla başını kaldırdı puslu beyazdan. Canı neye mi sıkılmıştı? Hangi birini sayacaktı ki? Hayatının altıyla üstüne yer değiştirten o esmer güzelinden mi başlamalıydı? İyi de rakının yanına meze yapamazdı ki hatunu! Sevdiğiydi bir zamanlar netice de hayat onu şarampole yuvarladı diye hemen dillere sakız mı edecekti yani? Sonra başka bir güzel kırmıştı belini, kızıl saçlı olan hani. Saçlarında gün batımlarının yaşandığı o güzeli mi dillere düşürecekti yani? Hayır, onu ise hiç mi hiç anlatmazdı. Babadan kalma birkaç övüncü vardı onları bir rakı masasına serecek adam olmamıştı hiçbir zaman şimdi niye olsundu ki? Bakışları dostum dediği adamların yüzlerinde gezinirken başını salladı sağa sola bu hareketiyle onlara ‘söylemeyeceğim’ diyordu aslında. Anladılar. Israr etmediler. Rakı bardağını kaldırdı havaya ardından hemen ona iştirak ettiler. En büyükleri o olduğu içndi bu saygı. Dudağına götürüp yeni bir yudum alırken ağzında bekletti dişlerinin arasından derin bir nefes çekti ki akabinde ciğerleri de bu eşsiz yudumdan nasibini alsın.

Süleyman’a döndü yeniden. Bugün onunla uğraşma Süleyman’ın da sınanma günüydü anlaşılan. “Rakı sofrası için zaman sebep insan lazımdır ya Süleyman. Burada zaman kerahat vakti. Sebep ise rakının birinci mezesi muhabbeti, insan için tanıma gerek yok dimi? Kerahat vakti ne abi dersen dünyevi işler de akşam ile ikindi arasında kirlenme ve günahlanma zamanıdır. Şimdi bunları bize niye anlatıyor diyeceksiniz değil mi?”

Ahmet ve Süleyman başını salladı aşağı yukarı.

“İnsan nerede olursa olsun gittiği yerin hakkını vermeli. Oturduğu koltuğun, baktığı göğün, içtiği suyun hakkını vereceksin. Adabını bozmayacak, diline hâkim olacak, içiyorsan da edebinle içeceksin. Dilinden boşa laf çıkmayacak, sözü söylüyorsan dahi arkasında duracaksın. Allah’ın verdiği o dil dahi senin namusun Süleyman. Olura olmaza lakırdı ettiğin zaman verilen hediyenin kıymeti bilinmez olur. Ne demek istediğimi anladınız mı?”

AŞKAR (BASILDI) ŞİAR (BAŞLIYOR)Where stories live. Discover now