Çağın üstündeydim ve burunlarımız birbirine değiyordu. "Beni kurtardın, eğer kurtaramasaydın babam bana çok kızacaktı."

Çağın gülümseyerek "Babanı bırak, Barkın beni anında senin yanına gönderirdi." dedi

Üzerinden kalkmaya çalıştığımda kolların gevşetmeden "Biraz daha kalsana?" dedi

Başımı sallayıp "Hayır" dedim.

"Hem sen beni nasıl buldun?" kollarını gevşettiğinde ayağa kalktım.

"Çağın Işıkhan farkı diyelim."

"Ukala ne olacak." arabama doğru yürürken Çağın kolumu tutup "Benimle gel?" dediğinde "Hayır" diyerek kolumu bırakması için onu ittim.

Arabamın kapısını açıp koltuğa geçtim kapıyı kapatırken"Yarın gazetelere bakmanı öneririm." dediğinde gülümseyerek "Emredersiniz" dedim ve arabamı çalıştırıp evime gittim.

Kapıda yine bir ordu bulmayı beklerken kimsenin olmadığını görmek beni şaşırttı. Kendi kendime "Çağın Işıkhan farkı "dedim ve kahkaha attım.

Bu defa sorunu ne ben ne Barkın çözmek zorunda kalmadı. Çağın sonunda bir işe yaradı.


Sabah yataktan kalkarken kendimi o kadar enerjik hissettim ki eşofmanlarımı giydiğim gibi kendimi dışarı attım. Evime birkaç kilometre uzaklıktaki koruda sabahları koşmayı çok seviyorum özellikle keyfim yerindeyken.

Bir saatten fazla koruda koştuktan sonra eve gittim, duşumu aldıktan sonra mutfağa inip kendime çikolatalı ekmek yaptım ve afiyetle yedim.

Sonrasındaki planım ise temizlik yapmak oldu.

Akşam saat beşe kadar bütün evi temizlerken uzun zamandır kayıp olan eşyalarımı bulduğumda saçma sapan kahkahalar atarak evde dans ettim. İşlerim bittiğinde kendime kahve yaparken ev telefonu çaldı.

Telefonu açıp "Efendim" dedim.

"Ömür ben Çağın, nasılsın?"

"İyiyim teşekkürler, sen ?"birkaç kağıt hışırtısı duydum.

"Ben şey evde misin? Seninle konuşmak istiyorum." dediğinde başımı yana yatırıp birkaç saniye düşündüm.

"Evet müsaitim gelebilirsin." dedim ve telefonu kapattım.

Başımı aşağıya doğru eğdiğim de gözlerim az kalsın yerinde çıkacaktı, kıyafetlerimin her yerinde deterjan lekeleri, tozlar vardı. Koşarak üst kata çıkarken ayak serçe parmağımı merdivene çarptım. Sekerek zorla odama ulaştım. Dolaptan siyah gömleğimle pantolonumu çıkarırken serçe parmağım hala sızlıyordu.

Kısa saçlarım sadece taradım ve aşağıya indim. Mutfaktan kahvemi alıp koltuğa oturup beklemeye başladım.

On dakika sonra kapımın güzel melodisi evin içinde yankılandı. Sakin bir şekilde kapıya giderken portmantodaki gazeteler dikkatimi çekti, elimi başıma vurup "Ah!! Nasıl unuttum?" diye inledim.

Sonra bakarım diye kafama not aldıktan sonra gidip kapıyı açtım. Çağın'ı gördüğümde daha doğrusu elindeki beyaz orkideleri görünce şaşkınlığımı gizleyemedim.

"Ho hoş geldin, bunlar benim mi?" diye şaşkın bir şekilde sorduğumda Çağın gülümseyerek "Hayır," dediğinde kaşlarımı çatıp "Kaba şey" diye mırıldandım.

İçeri girerken "Bunlar bu evde yaşayan küçük avukata" dediğinde omzuna vurup "Uyuz musun sen?" dedim. Çiçekleri bana uzatırken "Herkes aynı şeyi söylüyor fakat ben daha hiç göremedim o uyuz yanımı." salona doğru giderken " Biz buna bakmak ve görmek arasındaki fark diyoruz. Senin bu olayı anlamaman normal." dedim

Yeni LCD'min karşındaki koltuğa otururken "Şu çenen olmasa aslında seninle daha iyi anlaşabiliriz, farkındasın değil mi?"

Bende karşısına oturup "Nasıl bu kadar iyi bir avukatım sanıyorsun.." kendimi överken aynı zaman da oturuşumu dikleştirdim.

Çağın geriye doğru yaslandı, gömleği o kadar gerildi ki karın kasları siyah gömleğinden belli oldu. Nefesimi tutup birkaç saniye onun o görüntüsünü izledim. Ben bu adama karşı düşüncelerimi ne kadar bastırmaya çalışsam da bir yerden patlak veriyor. Sanki ona karşı kalbim başka şeyler söylüyor gibi, ama ben kalbimin dilinden anlama da fazlasıyla başarısızım. Ters dediğini düz dediğini ter anlıyorum.

"Senden nefret ediyorum, ben değil kalbim ediyor. yani aslında teknik olarak ben de ediyorum." ne saçmaladım ben az önce.

Çağın koltukta doğruldu "Ne?" dedi.

"Şey ben düşünüyordum, ciddiye alma lütfen."

"Benden nefret ettiğini mi düşünüyordun Ömür, ben hallettiğimizi sanmıştım." elimi başıma vurdum.

"Hayır, bak ben değil, kalbim öyle düşünüyor. Off!!! Bak ben bazen böyle saçmalarım, ben kalbimin ne dediğini anlamakta güçlük çekiyorum. Yani senden nefret ediyorum dediysem aslında seviyorum demektir."

Çağın birden kahkaha atmaya başladığında koltuğuma iyice gömülüp başımı yere eğdim. "Öyle sevmek değil yemin ederim. Hem benim sevmem için senin çok etkili bir şey yapman gerekli Sen beni önce merdivenlerden attın, sonra gururumla oynadın, sonra hayatımı kurtardın."

"Eee, ne gibi bir beklentin var?" yüzünde sinsi bir gülümseme belirmişti.

"Bilmem hiç düşünmedim." elimi çenemin altına koyup düşünür gibi yaptım.Çağın koltuktan kalkıp yanıma geldi, önümde diz çöktü. ellerimi tuttu. İşte şimdi yine başladık. Hayır yani kalbim böyle garip attığında karşımdaki başka bir şey sanacak diye korkuyorum. Ani heyecanlanmalar bana göre değil. Sonra tak diye düşüp bayılıyorum.

"Benim bu konuda bir fikrim var aslında, hatta buraya da o yüzden geldim." dediğinde gözlerinin içindeki minik pırıltılar dikkatimi çekti, böyle içinde kaybolup gitmek için yaratılmışlar gibi. Baktıkça bakmak istiyor insan. Nefes kesici.

"Ömür benimle çalışmak ister misin? Bu defa tehdit etmekte yok. " ayağa kalkmak için ufak bir harekette bulundum ama ellerimi sıkıp oturmam için beni zorladı.

"Çağın neden? Ben bilmiyorum. İnsanlar ne düşünür sonra."

Çağın kaşlarını çatıp "Onlar almaları gereken cevapları bugün aldılar, artık ne düşündükleri önemli değil. Şimdi lütfen bana evet cevabını ver." gözlerindeki pırıltılar kaybolmaya başladı. Ellerimi biraz daha sıktığında canım acımaya başladı.

Evet diye bilir miydim? Olanlara, camın o kadar yanmasına rağmen ona evet diye bilir miydim.

Hayatıma bomba gibi düşen bu adam ile çalışabilir miydim?





AŞKIN GÖRÜNMEYEN YÜZÜजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें