27. Bölüm

8.2K 392 38
                                    

Günler birbirini kovalarken sıra gelmişti Fatih'in düğününe. Üç timin de en küçük üyesiydi ama hepimizden hızlı çıkmıştı götoş.

Bavulumun kapağını kapattığımda bir şükür çektim. Bu sefer gitmişken birkaç gün kalacaktık. O yüzden küçük bir bavul hazırlamıştım. Bavulu da alıp aşağıya inmiştim. Bu arada amcamların ısrarları üzerine yeniden onlarla kalmaya başlamıştım.

Salona girdiğimde Egemen hâlâ yoktu.
- Hazır mısın kızım?
- Hazırım yengecim. Egemen inmedi mi?
- Yok inmedi daha.

Oflayıp koltuklardan birine oturdum. Aradan geçen zamanda sonunda inmişti beyimiz.
- Şükür!
- Tamam bu sefer haklısın. Ama bavulu bulamadım.
- Tamam tamam hadi gidelim. Karanlar bekliyor.

Kafa sallayıp kolunu uzatmıştı girmem için. Uzattığı koluna girdiğimde kapıya yöneldik. Ayakkabılarımızı giydiğimizde yengemlerle de vedalaştık. Egemen bavulları alırken ben de çıkmıştım. Önden gidip Karanların bahçesine girdim. Onlar da bavulları arabaya koyuyorlardı.
- Günaydııın.

Karan yanıma gelip saçımı öpmüştü.
- Günaydın balkon güzelim.

Tekrar öptüğünde içine kokumu çektiğini fark ettim.
- Ohh! Nasıl özlemişim...

Gülerek yüzüne bakmıştım. O da gülümserken Süheyla anne çıkmıştı evden.
- Hoş geldiniz kızım.
- Hoş bulduk.

Ona da sarılıp geri çekilmiştim. Bu sırada Egemen'in getirdiği bavulları yerleştirmişlerdi. Rüya da hazır olduğunda Süheyla anne ile vedalaşıp arabaya binmiştik.
- Diğerleri gitmiş mi?
- Ömer ve Ozan sabah yedide dikilmiş havaalanında.
- O niye?
- Neymiş, kardeşleri evleniyormuş. Sanki bizim kızımız, puşt herifler!

Gülme Mihri, sakın gülme!

- Tamam canım, heyecan yapmış onlar da.
- Güzelim yapsınlar, yapmasınlar demiyorum ki. Ama niye sabah altıda komutanım nerdesiniz diye beni arıyorlar?!

Arkada oturan Egemen ve Rüya gülerken gözlerimle susmalarını işaret ettim. Ölmek için çok gencim ben!

- Karan bak lütfen gidince kızma çocuklara.
- Tamam Mihrimah, tamam. Bakma şöyle.

Şirince gülüp önüme döndüm. Havaalanına vardığımızda uygun bir yere park etti arabayı. Eşyalarımızı alıp Ömerlerin yanına gelmiştik. Sinan ve Pars da gelmişlerdi. Diğerleri de gelmek üzere olduklarına dair telefon etmişlerdi.
- Günaydın komutanım!

Ömer'e arkadan sus diye işaret ederken asla takmamış ve camış gibi anırmıştı. Eh kendi kaşındı napiyim şimdi?

- Ulan sayenizde sabahın altısında aydı günüm!
- Şeyy komutanım biz saati fark edememişiz de..
- Bir çarpıcam, algıların müthiş açılacak Ozan!

Kolunu dürttüğüm Karan bana dönerken kenara çekiştirip oturmasını sağladım.
- Bir de tomom Mohromoh tomom diyorsun! Bu mu tamam yüzbaşı?!
- E dövmedim ya işte güzelim?
- Yüzbaşı!!

Birkaç bakış bize dönerken sakinleşmeyi denedim. Sonra da Ömerlere döndüm.
- Bana bakın siz de sinirlendirip durmayın! Sakinleştiricem diye anam ağlıyo be! Valla bir dahakine salarım direk üzerinize!
- Aman komutanım etmeyin!
- Sen hâlâ konuşuyor musun?!

Ayaklanan Karan'a artık nasıl baktıysam dağ gibi adam usulca geri oturdu yerine. Buna gülmek istesem de şu an sinirliydim. Sonra gözlerim Pars, Sinan ve Egemen üçlüsünde takıldı. Köşeye geçmiş keyifle izliyorlardı. Bakışımı fark edip toparlanmaya çalışsalar da sanki geçti biraz, hı ne dersiniz?

AYANA ( Bir Asker Hikayesi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin