BÖLÜM ON SEKİZ | Ölüler Konuşamaz

Start from the beginning
                                    

Dudaklarım arasından bir çığlık çıkıp giderken sırtımı kapıya yasladım. Bir şeyler döküldü. Etrafa saçıldı ve hatta kırıldı. Gözlerim fal taşı gibi açılırken ayaklarım yere çivilenmişti. Ne odaya geri girebiliyordum ne de önümdeki merdivenlerden aşağı inebiliyordum. Olduğum yerde kalakalmıştım. Çatı katının gürültüsünün bitmesi neredeyse yarım dakika buldu. Sesler bir bıçak gibi kesilirken nihayet ileri doğru ilk adımımı attım. Adımımla birlikte bir gıcırtı duydum. Kafamı kaldırıp yukarı bakarken koridorun ortasında avize ileri geri sallanıyordu. Göğüs kafesim inip kalkarken kendi nefes sesim beni rahatsız edecek kadar yükseldi. Çok yavaş ve temkinli adımlarla merdivenlerin başına kadar geldim. Sol elimi atıp merdivenin korkuluğuna yapışırken gözüm hala avizedeydi. Aynı ritimle bir ileri bir geri sallanmaya devam ederken yavaşladı. Aşağıya gidecek ilk adımlarımı arka arkaya attım. Bir yandan avcumun içindeki kâğıdı tutarken bir yandan düşmemek için sıkı sıkı tutunuyordum. Bir adım daha ve bir adım daha. Arkamı dönüp koşarak aşağı inmeyi planladığım o anda yavaşlayan avize kendinden daha büyük bir gürültü ile kopup yere düştü. Çıkan sesle sendelerken neredeyse düşecektim. Bir elimle korkuluğu tutarken diğer elimle sağ tarafımda kalan duvardan destek aldım. Hava aydınlanmaya başlasa dahi yağmur bulutlarının karanlığı hala evin içerisinde hüküm sürüyordu. Önümü görmek için ciddi bir çaba harcayarak alt kata inmeyi başardım. Merdivenlerden uzaklaşmadan önce gördüğüm son şey merdiven boşluğundan beni izleyen bir çift göz olmuştu.

Yuvarlak aradan çıkıp salona girerken evin kapısı sessizce açıldı. Kapıdan içeri giren kişi, ona doğru koşan birinin görmeyi ben ise kapının tam o anda açılmasını beklemeyerek aynı anda yerimizde sıçradık.

Kasketinin altından dökülen ıslak saçlarından beni görmeye çalıştı.

''Yasemin?''

Nefes nefese kalmış halde elimde tuttuğum kâğıdı uzattım.

''Mors alfabesi biliyor olma ihtimalin yüzde kaç?''

Kapıyı kapatıp içeriye geçti. Kafasındaki kasketini çıkarıp saçlarını dağıttı ve bir eliyle ışıkları bulmak için duvarı yokladı. Salonun ışıkları açıldığında ikimiz de gözlerimizi kıstık.

''Ne oluyor?''

''Biliyor musun bilmiyor musun?''

Üzerindeki gömlek sırılsıklam olmuştu. Elindeki poşetleri bırakmadan bana doğru geldi.

''Biliyorum.'' dedi beni hiç şaşırtmayarak. ''Ama neden?''

Elimdeki kâğıdı ıslak elleriyle alırken köşesinden tutmaya çalışıyordu. ''Bu ne?''

''Radyodan geldi.''

''Hangi radyodan?''

''Yukarıdaki çalışma odasındaki radyodan.''

Kaşlarını çatarken kafasını kâğıttan kaldırıp bana baktı. ''O çalışmıyor diye biliyorum.''

''Ama çalıştı! Mors alfabesi olduğuna çok eminim ama doğru yakalayıp yakalamadığımı bilmiyorum. Ne yazıyor? Hemen bak.''

Bir kez daha kâğıda bakarken yüzünde ciddi ve şaşkın bir ifade vardı. Karman çorman yakalayabildiğim işaretleri bir süre inceledi.

''Ayna.'' dedi. ''Ayna yazıyor, ardından K-A-R var ama oradan sonra kesilmiş sanırım.''

''Kara.'' dedim basitçe. ''Kara yazıyordur başka ne olacak?''

''Evet.'' derken işaretlere bakmaya devam ediyordu.

''Neden bana böyle mesajlar gönderiyorlar?''

''Çünkü ölüler konuşamaz.'' dedi. Kâğıda bana uzatırken derin bir iç geçirdiğini gördüm. Kâğıdı elinden aldım. Benim için karman çorman görülen işaretlere bakarken, ''Aynaya bakmalı mıyım?'' diye sordum. ''Ondan bahsediyor olabilirler mi?''

''Ölü birisinin neyden bahsedebileceği konusunda en ufak bir fikrim yok.''

Elindeki poşetlerle salondan çıkmaya hazırlanırken peşine düştüm.

''Ayrıca yukarıda birisi var.''

Bunu bir anda, öylece söyleyivermiştim. Öyle ki henüz mutfak kapısındayken durup bana dönmek zorunda kaldı. Ben bile kendi sesimdeki vurdumduymaz tınıya inanamayarak duraksadım.

''Ölü birinden mi bahsediyorsun?'' diye sorma gereği duydu.

''Evet, çatı katında. Koridordaki avizeyi tuzla buz etti.''

Cem şaşkınlık ve hayret karışımı bir gülüşle karşılık verdi.

''Yasemin, arkadaşların eve yerleşiyor sanırım.''

Mutfağa girerken ben de peşinden gitmeyi sürdürdüm. ''Evin cinli olduğunu sen söyledin. Zaten burada olmadıklarını nereden biliyorsun? Ben mi getirdim yani?''

''Öncelikle, cinli dedim hayaletli demedim. İkisi aynı şey değil. İkinci olarak da evet, tabii ki sen getirdin. Çantanda taşıyorsun ya.''

Didişmemizin orta yerinde dün bana karşı takındığı güven verici, hoş ve sıcak tavrını hatırlayıp yüzüne bir süre bakakaldım. Bu göstermekten hiç çekinmediği uyuz ve alaycı maskesinin altındaki kişiyi görebildiğim için garip bir haz duydum.

''Çay?'' dedi oldukça normal bir sohbetin ortasındaymışız gibi.

''Alırım.'' dedim ve aklımda kalan yerden devam ettim. ''Dün için teşekkür ederim.''

Çaydanlık altına su doldurmadan hemen önce bana baktı.

''Bir şey yapmadım, dileme.''

''Bu kadar mütevazı olma inanıveririm.''

Gülerken, ''Hayır, bu sefer gerçekten yapmadım.'' dedi.

Kaynaması için suyu ocağa koyup altını yaktı. Aynı zamanda getirdiği poşetleri açmaya başladı. Kalçamı tezgâha yaslayıp konuşmaya devam ettim.

''Ben çok uzun zamandır bu konu hakkında konuşmuyorum.''

Tek bir cümle ve cümledeki ses tonumla normal görünmeye, normal davranmaya ara vererek yeniden dün akşama dönmüştük.

''Tahmin edebiliyorum.'' dedi. ''Çok zor olduğuna da eminim. Üzerine gelmek istemiyorum eğer anlatmak istersen dinlerim.''

''Biliyorum.'' dedim küçük bir tebessümle. ''Dün akşam gördüm.''

İşine bir süreliğine ara vererek bakışlarını bana çevirdi. Saçları evin sıcaklığıyla yavaş yavaş nemli bir hal almaya başlamış, gömleği ise hala rahatsız edici olacak kadar ıslaktı.

''Kabullenmen çok büyük bir şeydi, bunu da biliyorsun değil mi?''

Parmaklarımı birbirine geçirirken, ''Ben zaten kabullenmiştim.'' dedim. ''Sadece... Ne bileyim işte. Dile getirmeyince, öyle değilmiş gibi davranınca sanki acısı hafifliyordu.''

Tüm işini bırakıp tam anlamıyla bana döndü.

''Hafiflemesi için dibine kadar yaşaman ve bitirmen gerekiyor.''

Başımı yerden kaldırıp ona baktım. ''Sadece kızgın olup olmadığını öğrenmem gerekiyor. '' diye düzelttim. ''Zaten en dibi gördüm.''

Kafasıyla beni onayladı.

''O zaman öğreniriz.''

Antikacıya üçüncü gidişimdeki o çocuğu anımsadım. Tamamen bencilliğiyle bezenmiş duruşunu ve gözlerine yansıyan kayıtsızlığı anımsadım. Öncelikle hiçbir şey yapmak zorunda değilim, bunda anlaşalım.

Aynen böyle söylemişti. Beni bu dertten kurtarmak için hiçbir şey yapmak zorunda olmadığını düşünen adamla karşımda duran adam aynı kişi değildi sanki.

Tüm bu düşüncelerle gülümsedim. ''Öğreniriz.''

***
Merhaba! Bölümü nasıl buldunuz? Buraya kadar okuduysan oy verip yorum yapmayı unutma ❤️ Haftaya görüşürüz! 😚

ARMAĞAN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now