BÖLÜM BEŞ | Tekrarlanan Ziyaretler

Start from the beginning
                                    

Fark ettiğim ikinci şey ise antikacı çocuğun adını hiç sormamış olmamdı. Genç çocuk, tahminimce on yedi veya on sekiz yaşındaydı. Burnundaki hızması, kendisine birkaç beden büyük kapüşonlusu ve onunla aynı renk beresiyle buraya ait gibi durmuyordu. 

''Bir mezata katılması gerekti. Gelene kadar ben bakıyorum. Ne aradınız?''

Ezberlenmiş birkaç cümleyi sıkıştırdığı konuşmasındaki sıkkın ses bu alışverişi bir an önce bitirmek istiyordu. Şanslıydı ki buraya alışverişe gelmemiştim. Kollarımı göğsümde birleştirip ayağımı huysuzca yere vurmaya başladım.

''Kendisini arıyorum.''

Çocuk yüzünde imalı bir gülümseme ile beni baştan aşağı süzdü. ''Ne sebeple?''

''Bu seni ilgilendirir mi, çocuk?''

Gülüşü saliseler içinde silinip giderken kaşlarını çatıp çenesini dikleştirdi. ''Ben çocuk değilim.''

''Öyle mi? Kim demiş?''

Tam ağzını açıyordu ki ona izin vermedim. ''Kendisini ara ve onu beklediğimi, gelene kadar şuradan şuraya gitmeyeceğimi söyle.''

Tek kaşını havaya kaldırıp, ''Niye?'' dedi.

''Dediğimi yap. Hadi.''

''İyi de niye?''

Dün gece dibe vurmamış, yeniden ayağa kalkmam için güneşin doğması gerekmemiş gibi gülümsedim, hiçbir sorun yokmuş gibi gülümsedim.

''Çünkü ben öyle yapmanı istiyorum.''

Çocuk bariz bir şekilde gözlerini devirip dudak büktükten sonra elindeki telefona döndü. Rehbere girip göremediğim bir isme tıklayıp telefonu kulağına götürdü. Telefon neredeyse üçüncü çalışında açıldı.

''Abi?''

Ona belli etmeyecek şekilde şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım. Bunu söylene dek aslında ona ne kadar çok benzediğini gözden kaçırdığımı fark ettim. Berenin altından çıkan siyah gür saçlar, aynı dudak ve burun, aynı hoş ten rengi.  

''Burada bir kadın var da...''

Gözleri yeniden beni buldu. ''Evet. Bilmiyorum. Seni bekleyecekmiş. Gelene kadar da gitmeyecekmiş. Öyle diyor.''

Birkaç saniye bekledikten sonra devam etti. ''Adını bilmiyorum.''

Bir kez daha bana baktı ve telefondan bağımsız, ''Adınız ne?'' diye sordu.

Dudaklarım usulca kıvrıldı. ''Armağanınızın sahibi deyin, o anlar.''

Çocuğun hiçbir şey anlamamasını beklerken gözlerinden geçip giden ifade bir noktada bana bir şeyler bildiği hakkında ipucu vermeye yetmişti. Üç saniye kadar yüzüme bakakaldıktan sonra telefona döndü. ''Duydun mu? Tamam. Tamam, söylerim.''

Telefonu kapatırken benden tarafa bakmadan konuştu. ''Birkaç saate gelebilirmiş, istediğiniz konuda size yardım edemeyeceğini bu yüzden boşuna beklememenizi söyledi.''

Dün akşam ona karşı duyduğum korku yerini yavaş yavaş öfke ve nefrete bırakıyordu. Dişlerimi sıkarak, ''Bekleyeceğim.'' dedim. ''Nereye oturayım?''

''İnadım inat diyorsunuz?''

''Aynen öyle.''

Umursamaz bir tavırla omuz silkti. ''Siz bilirsiniz. Sandalye getireyim.''

''İyi olur.''

#

''Böyle bir yeri bırakıp gittiğine göre sana gerçekten güveniyor olmalı.''

ARMAĞAN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now