14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan

Start from the beginning
                                    

155 santimlik boyumla beni iri kıyım bir çocuk sanmıştı herhalde...

"Yirmi üç yaşında olmam seninle arkadaş olmama engel değil ki... Bence biz seninle çok iyi birer arkadaş olabiliriz."dedim güven veren sesimle.

Gözlerini kocaman açarak, "Sahiden mi?"diye sordu.

"Elbette..."

Sevinçle ellerini çırptı. Pembe dudaklarını büzerek önüne düşmüş birkaç tutam saçı eliyle geriye itti. Bu küçük kızın içinde bir leydi vardı da ben mi göremiyordum acaba? Önümüzdeki pembe sandalyeleri işaret ederek tanıştırma faslına geçti.

"En başta oturanın adı Latife, onun yanındaki Süheda ve diğer taraftaki de- "kıkırdayarak elini ağzına kapattı. Eliyle işaret ettiği bebek diğerlerinin aksine bir erkek bebekti. Siyah saçlı, şık giyimli bir beyefendi de diyebiliriz aslında çünkü kıyafetleri nasıl diyeyim biraz şey, buldum; iş adamı gibi... "Onun adı da Engin..."

"Bebeğe babanın adını mı verdin?"

Tekrar kıkırdadı. "Evet, ona babamın adını verdim. Yanında oturan Süheda ile ikisi, anlarsın ya..."

Vay küçük çakal, bebeğe babasının adını verdiği yetmemiş, bir de sevgili yapmış.

"Sanırım anlamadım. Sen biraz daha ipucu versen..."

"Süheda ve Engin sevgili. Bazen onları baş başa bırakmak için Latife ile odadan çıkıyoruz."

Latife demek ki bu oyunun kötü karakteriydi. Çiçek de aklınca ikisinin arası bozulmasın diye Latife'yi onlardan uzak tutuyordu. Bu hikayenin derinlerine inersem çok daha ilginç şeyler öğrenecekmişim gibi bir his vardı. Okuldayken, staj yaptığım dönemde sınıfımızdaki çocuklara bir hikaye anlatmaya başlar ve devamını onların hayal gücüne bırakırdık. Her birinin en derininde yatan ve ulaşmak için çaba sarf ettikleri birbirinden ilginç hikayeler ortaya çıkardı. Bazıları için günlerce yas tuttuğum bile olmuştu. Bir çocuk içinde saklayamadığı ne varsa hikaye diye anlatır ve siz de inanmış gibi yapardınız. İnanmak zorundaydınız, bir çocuğa bu yalan ya da uydurma demek karaktere vurulan bir bıçak darbesi olurdu. Yaralanan karakter yıllar sonra hiçbirimizin tahmin bile edemeyeceği olayların başkahramanı olabilirdi.

Çiçek'in de birkaç küçük yönlendirme ile birbirinden ilginç masallar anlatabileceğinin farkındaydım. Bu yerinde fıldır fıldır dönen gözler sinyal bekliyordu. Beni de biliyorsunuz, o sinyali vermezsem çatlarım.

"Latife kim?"

Bebeğe dönüp yan gözle baktı ve sır verir gibi, "Babaannem..."dedi.

Gülmemi engellemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Hikâyenin kötü karakteri babaanne ya da nam-ı diğer Latife, Çiçek'in nefret ettiği bir karakter değildi ama sanırım Engin ve Süheda'nın mutluluğuna engel oluyordu. Bizim küçük hanım da Engin ve Süheda'ya rahat konuşabilecekleri ortamı yaratmakla kendince iyi bir şey yapıyordu.

"Peki, Süheda kim Çiçekçim?"

İki elini çenesinin altında birleştirip hülyalı hülyalı tavana baktı. "Ah, o mu? O benim biricik ve sevgili annem..."

Vay vay vay... İşler iyice raydan çıktı. Annesi ve babası büyük ihtimalle kaynana terörüne kurban gitmişti. Ve Çiçek'te ya bunun farkındaydı ya da şahit olduğu birkaç olayı kendince yorumlamıştı.

Bir an da hülyalı bakışlarına son vererek ciddi bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı. Bu çocuk sandığımdan daha akıllıydı ve beni bile manipüle edebiliyordu.

"Biliyor musun, benim hiç arkadaşım yok. Aslında vardı. Hatta okulda bir sürü arkadaşım vardı ama hepsi Ankara'da kaldı."

Birazdan soracağım soruların merakla hiç ilgisi yok. Tamamen çocuk psikolojisi... Derinlere inip Çiçek'in neden Ankara'dan buraya gelmek zorunda kaldığını da tamamen psikolojik nedenler yüzünden bilmem lazım.

YASEMİN (Tamamlandı) Where stories live. Discover now