38.Bölüm

944K 45.1K 98K
                                    

Gece yarısını geçeli, iki saat on beş dakika olmuştu. Ama işte Boston'da henüz bir akşam üstüydü; saat yediyi çeyrek geçiyordu. Ekranda yazan "Anıl" yazısına bakmaya devam ediyordum ve telefonun sesi artık kulaklarımı uğuldatıyordu. Gözlerimi ekrandan en sonunda çekip, Bora'ya baktım.

"Olmazdı. Zaten, başka şartlar altında tanışsaydık, gözün kalbindeki insandan başkasını görmüyor olurdu Nazlı. Muhtemelen tanışmazdık da. Senin ve benim aramızda bir şey olması, bu ve hiçbir şartta mümkün değil anlayacağın." dedi. Sesi de bakışları kadar soğuktu. Yeniden telefondaki "Anıl" yazısına baktım. Bora onun aradığını nasıl anladı Naz? "Nazlı! Şu siktiğimin telefonunu ya aç ya da sustur!" dedi, öfkeli ve buz gibi bir ses tonuyla. Emrediyordu adeta. Ardından yüzünü göremeyeceğim şekilde arkasını döndü.

"Alo?" dedim. İnsanlar telefonu böyle açarlardı. Grahambel'in sevdiği kadına armağanıydı bu. Ve ben hangisini gerçekten sevdiğimi artık bilmediğim iki adamdan birisinin yanında, bir diğerine "Alo?" diyordum.

"Naz." dedi telefondan gelen ses. O sesin sahibi, bana hep "Naz" derdi. Zaten fazla kalın olmayan ses tonu, şimdi daha da ince ve kısıktı. Konuşabilecek, eline telefon alacak kadar iyileştiğinden nasıl haberim olmazdı? Konuşma sırası bana geçmişti, ne diyecektim? Anıl'la ne konuşulacağını, nasıl konuşulacağını unuttun mu Naz?

"Sesin iyi geliyor." dedim. Muhtemelen, benimki ona iyi gitmiyordu ama.

"Özledim." dedi Anıl, kısık çıkan sesiyle. Konuşurken epey bir efor sarfettiği belliydi. "Z" harfi mesela, "S" gibi çıkmıştı boğazından. Ya da ses Amerika'dan buraya gelirken, yolda karışmıştı belki de. Sabah falan mı konuşsaydık? Belki hatlarda sorun vardı. Ben de Anıl'ı çok özlemiştim. Kaza yaptığı günden beri sesini ilk kez duyuyordum. O benim çocukluğumdu. Elbette, ben de çok özlemiştim ama bunu Bora'nın yanında nasıl söyleyecektim?

"Nasılsın?" diye sordum. Ses tonum, içler acısıydı.

"İyiyim. Daha iyiyim. Daha da iyi olacağım. Sayende." dedi Anıl. İç çektim. Ne biliyor Naz? İş yerinden avans aldığımı mı, yoksa kumarhanede kumar oynadığımı mı biliyordu? Eren'den mi öğrenmişti yoksa Nurcan Teyze'lerden mi?

"Bunu da atlattın, çok şükür." dedim.

"Nişanlanıyormuşsun." dedi. Bir gün Anıl'ın bana söyleyebileceğini düşündüğüm hiçbir cümlenin içinde geçemez zannederdim bu kelimeyi. Anıl bana bunu dememeliydi. Demesindi. Boğazım yanıyordu. Kimden duymuştu?

"Kimden duydun?" diye sordum. Bunun yerine, "Evet." diyebilirdim ama diyememiştim. Kolay değildi.

"Eren'den." dedi, çok zor çıkan bir sesle.

"Evet... Bak sen evlenecektin ama ben sıranı kapıyorum." dedim. Bu cümle, bugün hayatımda kurduğum en zor ikinci cümleydi. Ne Bora'nın herhangi biriyle evlenmesine dayanabiliyordum; ne de Anıl'a evleneceğimi söylemeye... Gözlerimden akmaya başlayan yaşlar yanaklarıma ulaşmıştı. Anıl'a bir türlü değmeyen ve bugün Bora'nın naifçe öptüğü dudaklarımı parçalamak istercesine ısırdım. Ne Anıl'ın ne de Bora'nın ağladığımı duymaması gerekiyordu.

"Aşık olup evlenme kararı almadan evvel, en azından komadan çıkmamı bekleseydin keşke." dedi Anıl. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Daha fazla dayanamayacaktım sanırım. "Sen de haklısın... Buluşmaya gelmeyi bile beceremedim." dedi. Üç buçuk saniye es verdi. "Eğer o gün... Kaza yapmasaydım... Sana diyecektim ki..." dedi ve derin bir nefes aldı. "Ah Naz!" dedi, acı dolu bir sesle.

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now