106.Bölüm

939K 36.3K 165K
                                    

"Kapatmam lazım," dedim. Bora'nın bir cevap vermesini beklemeden, telefonu hızlıca kapattım. Kağıdı zarfın içine, zarfı da arka cebime koydum. Belimden silahımı çıkarttım. Dikkatle kabini açtığımda, lavaboya yaslanmış bir kadının topuklu ayakkabılarını görmüştüm. Yavaşça başımı kapıdan çıkarttığımda, kadın gözlerimin içine bakıyordu. Masmavi, kendisinden emin bakan gözleri, soğuk yüzüne tezat derecede ışıl ışıldı. Silahı hala namlu yere bakacak şekilde tutarak, kabinden çıktım.

"Kimsin sen?" diye sordum, sertçe.

"Yeni oyun arkadaşın," dedi kadın. Kolları bağlı, duruşu ise rahattı. Kendisine zarar veremeyeceğime inandığı belliydi. "O silahı indir!" dedi, beni yanıltmayarak.

"Kimsin sen?" diye sordum, bir kez daha. Sesimdeki netlik, gözlerinin kısılmasına sebep olmuştu.

"Eğer o silahı beş saniye içinde indirmezsen," dedi ve saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı. Kulağında mikrofon vardı ve bunu görmemi istemişti. "Yüzde elli ihtimalle Bora Karabey'e, yüzde elli ihtimalle de Mehmet Şahindağ'a bir zarf ulaşacak... Gerisi senin bileceğin iş!"

Silahımı belime koydum. "Ne istiyorsun?!" diye sordum, ifadesiz bir şekilde.

"Benimle geleceksin!" dedi, buyurgan bir tonlamayla. Kalçasını lavabodan ayırdı ve ellerini kot pantolonunun cebine soktu. "Patronum seninle görüşmek istiyor."

"Patronun kim?" diye sordum.

"Soru sorma!" dedi kadın, sertçe. Bakışlarıyla kapıyı işaret etti.

"İçeride arkadaşlarım var!" dedim, dik bir sesle. "Bana ulaşamazlarsa ortalığı ayağa kaldırırlar!"

Kadının yüzüne soğuk bir gülümseme yayıldı. "Ya da Bora Karabey, bunun hesabını Çınar Akbulut'a sorar..." dedi. Başını iki yana sallarken, bir elini kapıya doğru uzatmıştı. "Yürü... Bir daha söylemeyeceğim. Ve silahınla telefonunu da bana ver!"

Kadına teslim olmamak bir seçenekti fakat Beyza Karabey'in yaşadığını ne Mehmet Şahindağ'ın ne de Bora Karabey'in öğrenmemesi gerekiyordu. Kadının gözlerinin içine baktım. Bakışları yalan söylemediğini haykırırken, belimdeki silaha uzandım ve ona verdim. Telefonumla birlikte. Kadın çantasını açarken, önüme geçmişti. Tuvaletten çıktı ve kafenin arka kapısına doğru ilerledi. Arkasında olup olmadığımı kontrol etme gereği dahi duymuyordu. Bu acemilikten değil, aksine profesyonelliktendi.

Kafeden dışarı çıktığımızda kadın, siyah bir minibüse doğru ilerledi. Minibüsün plakasını aklıma not ederken, onu takip ettim. Kadın rahatça oturmuş ve geçmem için kapıyı açık tutuyordu. Minibüse bindiğimde kapıyı kapattı ve parmağını şıklatarak şoföre gidebileceğimizin işaretini verdi.

"Minibüsteyiz," dedi, her kim onu dinliyorsa. Akıcı İngilizcesi ve aksanı, Amerikalı olduğunu düşündürüyordu. "Fazla vaktimiz yok. Çınar Akbulut ve Bora Karabey karşı karşıya geldiğinde vakit kazanırız tabii ama en fazla bir saat. Siz kafenin güvenlik kameralarını halledin."

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

Kadının bakışları bana çevrildi ama sorduğum soruyu önemsememişti. Çantasından çıkardığı siyah bir kumaş parçasını bana uzattı. "Gözlerini bağla..." dedi. Bunu dahi benim yapmamı istemesi, kendisine itaat edeceğime oldukça emin olduğunu, yani çaresiz olduğumu bildiğini belli ediyordu. Sıkıntılı bir nefes verirken, gözlerimi bağladım. OCTO'ya ait telefonumun, masada Sergio ile Annie'nin yanında bıraktığım çantamın içinde olmasına lanet etmiştim. On bir dakika, on dört saniye önce varlığını öğrendiğim yeni düşmanın karşısına çıkmaya hiç mi hiç hazır değildim.

Maça Kızı 8Donde viven las historias. Descúbrelo ahora