18 Ağustos'un Devamı*

467K 25K 88.3K
                                    

18 Ağustos 2011

"Artık 18 yaşındayım... Bugünün çok özel olması gerekirdi. Ama değil. Anıl, Sinem'le çıkmaya başlamış. Canan'ın arkadaşı mı ne. Belki de arkadaşının kardeşidir bilmiyorum. Bunu öğrendiğimden beri ağlıyorum ve bugün, hayatımın en kötü günü. Keşke İstanbul'da kalsaydım. Anıl, yine sözünü tutmadı. Burada, yanımda olmadı. Akşam üzeri gelen papatyaları gönderenin Anıl olmadığını biliyorum. Keşke Eren'e şakayık sevdiğimi söyleseydim. Belki o zaman gelen buketin, Anıl'dan olma ihtimaline tutunabilirdim. Hayallerim tükeniyor. Anıl'ın da takip ettiği fake hesabımdan tweet attım: 'Bugün de birilerinin doğum günü unutuldu...' yazdım. Anıl bunu favladı. Ama benim doğum günümü yine de hatırlamadı. Anlamıyorum, Facebook da mı hatırlatmadı??? Muhtemelen yarın fark edecek ve özür dileyecek. İş işten geçince. Keşke doğmasaydım."

23:59

Kullanmadığını bildiğim o numarada, benim telefon numaram hâlâ engelli. Ne iki sene önce ne geçen sene yazdığım mesaj ona ulaşmışken, şimdi yazacağım mesajın da ona ulaşmayacağını biliyorum. Fakat beni engellemiş olması, ona mesaj göndermeme engel değil. Yine. Belki de -ki muhtemelen- hiçbir zaman mesajımı okumayacak. Ama belki bir gün, ben gösteririm.

00:00

"İyi ki doğdun."

"Bora Bey," dedi Atıf. Nefes nefeseydi. "Bu cebinizden düştü."

Düşürmedim. Attım. Gelmesin diye.

Atıf'ın hemen arkasındaki Selim'e baktım. Atıf'ın omzuna elini koydu ve "Ben alayım..." dedi. Acaba Gökhan kumarhanedeki kartı almış mıdır? Selim'in elindeki karta baktım. Maça kızına. Artık yaşını öyle belli ediyordu ki. Ona eski diyemezdim. Fakat yirmi altı senelik olduğunu da inkar edemezdim. Yine de albenisini koruyordu ve Selim'in elinde oldukça eğreti duruyordu. Bana aitti. Tam yirmi altı senedir bana aitti ve şimdi neden sokağa atıldığını merak ediyordu. Saçmalıyorum. O sadece bir kart. İskambil kartı.

"Söylemiştim." Gökhan'ın sesini duyduğumda, arkama döndüm. Kendinden emin adımlarla yürüdü ve Selim'in elinden kartı alıp, başıyla uzaklaşmalarını emretti. Karşımdaki koltuğa oturdu, kartın arkasını çevirdi ve arkasında yazan tarihi okudu. "18 Ağustos 1993" Gülerken gözlerime baktı. "Maça kızının sana yeniden geleceğini iki saat önce falan anlamıştık ama anlaşılmak istemek konusunda, ısrarcı çıktı desene?"

"Peki ben sana ne demiştim Gökhan?!" dedim, sinirle.

"Biliyorum gelecek... demeni isterdim fakat sen, ölmek istemiyorsa gelmesin mi ne dedin sanırım. Tam dinlemedim." Başımı iki yana salladım. "Bodrum'a mı gidiyoruz?"

"Beraber değil," dedim, öfkeyle. "Seni yanımda götürmüyorum. Siktir git uçağımdan!"

"Uslu duracağım, söz..." dedi, gülümseyerek.

"Siktir git Gökhan!" dedim, sesimi yükselterek.

"Özür dilerim..." dedi. İstediğim özür dilemesi değil, derhal gitmesiydi. Dudağını dişleyerek gözlerini kıstığında uzun ve sıkıcı bir konuşma yapacağını anladım. "Kara... Boşboğazlık ettim. Bu saatten sonra özellikle, aşkta kazanmanın mümkün olmadığını biliyorum." Elindeki kartı aramızdaki sehpaya bıraktı. "Ama bana gelmesini istemediğini söyleme sakın."

"İstemiyorum Gökhan!" dedim, sertçe. Duygularla hareket edebilmemiz mümkünmüş gibi davranması beni sinir ediyordu. "Ciddiyim. İstemiyorum gelmesini!"

"Yirmi altı senedir gözün gibi koruduğun kartı, piste atacak kadar çok mu istemiyorsun gelmesini? Gerçekten mi Kara?!"

"Gerçekten," dedim. Gayriihtiyari sehpanın üzerindeki karta baktım. "Gerçekten istemiyorum."

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now