2.Bölüm

1.4M 55.6K 165K
                                    

Boğazıma oturan yumruyu hissedebiliyordum. Vücudumun hiçbir zerresinde pişmanlık yoktu. Bu, canımı ölecek olmamdan daha çok yakmıştı. Anıl'ın ölmesini istemiyordum; ben ölmek istiyor muydum? Kim ölmek isterdi ki? Ölmekten mi daha çok korkuyordum, karşımda bana ifadesiz bir şekilde bakan kapkara gözlere sahip adamdan mı? Annem ve babamla buluşacak mıydım öldükten sonra? "Hayatını mahvettin kızım, biz seni bunun için mi dünyaya getirdik?" diye bana kızarlar mıydı? Ölümüm, bir kumarhanenin bomboş bir odasında mı gerçekleşecekti?

"Burada mı öleceğim?" diye sordum, bomboş bakan gözlerle. Hayatımda bana değer veren kim varsa, Anıl'a da değer veriyorlardı. Muhtemelen onların acısını ikiye katlamış olacaktım. Ölümün karesini alabiliyor muyduk? Anıl'ın ölümü çarpı Naz'ın ölümü kaç ediyordu acaba?

Bora Karabey'in bakışlarına, bir kaç saniye hayal kırıklığı yerleşti. Daha sonra kendini hemen toparlayıp ifadesiz bakışlara bürünse bile, o hayal kırıklığının sebebini merak etmiştim. Hayatta gördüğüm son insan bir yabancıydı. Oysa ben mavi bir çift göze bakmayı şu an her şeyden daha çok isterdim. Ben, çekip beni öldürmesini beklerken, o öylece durup beni izliyordu. Üç dakika on dört saniye sonra, beni kapkara gözleriyle öldüreceğini düşünmeye başlamıştım; sinirlerim bozulmuştu. Gözlerini dikip ifadesiz bir şekilde acizliğime bakması işkence gibiydi. Gözyaşlarım yerini hıçkırıklara bırakırken, oldukça net ve kendinden emin bir sesle konuşmaya başladı.

"Sana bir teklifim var..." dedi. Hıçkırıklarımın kesilmesiyle, şaşkın bakışlarımı onunla buluşturduğumda, benim vereceğim tepkiyi tartmak ister gibi bakıyordu.

"Ne...? Ne teklifi?" diye sordum.

"İnsanları, birbirimizi sevdiğimize inandıracağımız küçük bir oyun oynayacağız seninle... Benim sevgilimmiş gibi davranacaksın... Senin paraya benim de sekiz aya ihtiyacım var. Madem ölmeyi kabul ediyorsun, bu sekiz ayın sonunda, evlendiğimiz gün öleceksin. Ben de bu fedakarlığın karşılığında sana istediğin parayı vereceğim. Veya... Şimdi, derhal şu kapıdan çıkıp gidebilir, hayatına devam edebilirsin. Her şeyi unutabiliriz..." dedi.

Gözlerinde kararlılık vardı. Doğruyu söylediği bakışlarından da belliydi. Unutmaya ve beni azat etmeye hazırdı. Ama, diğer ihtimali seçersem, beni şimdi değil de sekiz ay sonra öldürecek olması nasıl bir saçmalıktı?

"Neden böyle bir oyun oynuyoruz?" diye sordum.

"Seni ilgilendirmez!" dedi. Net, sert ve soğuktu.

Yüreğimde deprem olmuştu; hasar çoktu. Hissedemiyordum. Hatta biraz daha nefes almazsam, ölecektim. Eksi kaç dereceydi bedenime etki eden sıcaklık bilemiyordum; ama donup kalmıştım. Algılarım tamamen kapanmıştı ve cümlelerinin bendeki yankısı beynimi sağır ediyordu.

Her zaman iki seçeneğe kalıyorduk; bir şey ya vardı ya da yoktu. Ve ben en çok yüzde elli ihtimallerden korkuyordum. Sınanıyordum. Hayatımdaki en zor sınavdı bu. İki yol vardı önümde, ikisi de ölüme çıkıyordu. Ama biri benim ölümüm; diğeri deniz gözlü çocuğun ölümüydü. Beni şuracıkta, derhal öldürmesi ya da şu kapıdan çıkıp gitmeme izin vermesi daha kolaydı. Ama o beni sınıyordu. Hangisini seçeceğime benim karar vermemi istiyordu.

Yaşamayı seçersem Anıl ölecekti.

Ölmeyi seçersem, Anıl bir ihtimal yaşayacaktı.

Ve buna karar vermek, Anıl'ın bir gülümsemesi uğruna her şeyi yapabilecek kadar güçlü hisseden bana mı kalıyordu gerçekten? Trajikomik bir filmin kötü adamıydı Bora Karabey. Sonunda kaçınılmaz final sahnesine gelmiştik işte. Ben Anıl'a o kadar aşıktım ve Anıl bana o kadar aşık değildi ki; ikimize bu dünya dar gelmişti finalde. Ancak, birimizden biri kalacaktı.

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now