14:42

60.5K 4.3K 684
                                    

Neredeyse kaldırıma çıkacak büyük bir dolmuş yanımdan son sürat geçip yoldaki bütün suyu üzerime sıçrattığında küçük bir çığlık atarak yerimde tepindim. Yağmurdan nefret ederdim, ıslanmaktan ve çamurdan da. Hadi az az sepelese neyse ama bu, bildiğin afetti. Az sonra sele kapılıp gideceğim diye korkuyordum. Yetmezmiş gibi bir de rüzgar çıkmıştı. İkide bir ters dönen şemsiyeyi çevirmeye çalışırken sırıl sıklam olmuştum. Kaçışı yok, yarına hastaneliktim. Öyle olmasam bile Ekin'i vicdan azabıyla kahretmeyi düşünüyordum.

Yanından geçtiğim binalar seyrekleşmeye başladığında telefonu çıkartıp yağmurdan nemlenen yüzeyini sildim ama ekran kurumak yerine biraz daha ıslandı. Buğuya aldırış etmeden konuma tıkladım. Mekanik kadın sesi "Hedefiniz beş metre sonra sağda kalacaktır," deyince telefonu öpüp şükür etmemek için kendimi zor tuttum. Şehrin bir ucuna geleceğimi bilseydim, sürpriz falan demez direkt vazgeçerdim ama yola koyulmuştum bir kere.

Dolmuşçu az önce indiğim tepenin sırtına geldiğinde son durak olduğunu söyleyince ona içimden uçuk bir küfür savurmuştum. Adamın suçu kabahati yoktu, zaten olsaydı dışımdan savururdum. İndiğim yokuşa karamsar bir bakış attım. Birazdan bu yolu bir de geri tırmanacaktım. Cidden kabustu. Daha önce bu tarafa hiç gelmediğimden binayı bulmaya çalışırken etrafıma bakındım. Evler genellikle müstakil ve bahçeliydi ve şehirleşme, merkeze kıyasla bu alanda daha azdı. İlçede zengin semti diye anılan bir yer varsa eğer işte burası o yerdi.

Navigasyon, hedefe vardığımı gösterince sağ tarafımdaki uzun binaya baktım. Üst katlarda kafe, kuaför salonu gibi çeşitli mekanlar vardı. Giriş kat ise ikiye bölünmüştü. Bir tarafı marketti, diğer tarafı ise içini göstermeyen filmli camlarla kaplıydı. Sanırım spor salonu tarzı bir şeydi. Son aramalardan Ekin'in numarasını bulup ara simgesine tıklarken çemkirmeye hazırlandım. Cidden buraya kadar boşuna geldiysem canına okuyacaktım.

Telefonun açıldığını fark edince konuşmasına izin vermeden saydırmaya başladım.

"Umarım beni buraya marketten çikolata almam için yollamamışsındır. Sağanakta neler çektim haberin var mı senin? Şemsiyem ters döndü. Şuan sırıl sıklamım ve muhtemelen yarına hasta olacağım ya da doğrudan gebereceğim."

"Asu."

"Neymiş ölmemden korkuyormuş peh. Sen onu benim külahıma anlat. Hastanelik olduğumda vicdanın, rahat uyumana izin verecek mi acaba?"

"Asu!"

Sesini yükselttiğinde onu dinlemeye karar verip sakinleştim ama yapış yapış olan kıyafetlerim ve dizlerime kadar ıslanmış olan bacaklarım sinirden ağlama isteğimi körüklemeye devam ediyorlardı.

"Daha fazla üşütmeden marketin solundaki kapıdan içeri gir. Koridorun sonunda, merdivenlerin ucunda bir kapı daha var. Aslında Halil Usta, oradaydı ama az evvel işi çıktığı için gitti. Anahtarı kapının önüne, küçük bir kutunun içine bıraktığını söyledi."

Bahsettiği şeylerden zerre bir şey anlamasam da daha fazla ıslanmamak için soldaki kapıya yürüyüp içeri girdim. Şemsiyemi sallaya sallaya koridorun sonuna yürürken "Evet geldim," diye homurdandım.

"Kutuyu görüyor musun?"

Kapının eşiğinde duran yıpranmış küçük kutuyu elime alıp onayladım.

"Şimdi içini aç."

Şemsiyeyi yere bırakıp keman kutumu koltuğuma sıkıştırdım ve karton kapağı yavaşça açtım. İçinden panda anahtarlığı olan bir anahtar çıktığında öfke halime rağmen kıkırdadım.

"Ne bu, kalbinin anahtarı mı?"

"Koca dünyanın kapılarını basit bir anahtarla açabileceğini mi sanıyorsun?" deyip cık cıkladığında gülümsemeye devam ettim.

01:28| TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now