YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?

3.3K 349 206
By turlik

Yakın geçmiş bize Yasemin'in bitmek tükenmek bilmeyen korkularını anlatacak... İstanbul'da görüşünceye dek Şarköy'den devam ediyoruz... Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.

Keyifli okumalar...

-------------------------------------------------

"Ağustos"

Karanlığın içinde tek başıma, çaresizce ve elimde başucumdan bir an olsun ayırmadığım deniz kabuğu...

Korkuyorum. Çok karanlık. Tek bir ışık bile görsem kalkıp gideceğim ama yok. Elimdeki deniz kabuğunu medet umarcasına kulağıma dayıyorum. Dalgaların melodik sesini duyarsam belki biraz olsun korkum geçer diye... Hep yaptığım gibi. Ne zaman içime sığamayıp taşmak üzere olan korkularımla burun buruna gelsem sığındığım tek şey elimde tuttuğum deniz kabuğu oluyor.

Sağ kulağıma dayadığım deniz kabuğundan fısıltıyı andıran bir ses duyuluyor. Babam... 'Bekle Yasemin... Sabret, korkma sakın. Bir gün seni kurtarması için birini göndereceğim.' Gözyaşları içinde babamın sesine yanıt veriyorum.

'İstemiyorum, gönderme kimseyi. Sen gel, baba... Ben sadece seni istiyorum.' O kadar çok ağlıyorum ki cümlemin sonunda sesim iyice cılızlaşıyor. Babam cevap vermeyince, deniz kabuğunu bu kez daha çok bastırarak dayıyorum kulağıma. Var gücümle bağırıyorum. 'Gel artık baba... Ya sen gel, ya da beni de yanına al.'

Yok... Cevap gelmiyor. Ne kadar süre ağladım bilmiyorum o karanlıkta. Uyursam geçer diye gözlerimi kapattım. Uyudum mu bilmiyorum ama ıslak yanağıma dokunan sıcak bir elin temasıyla gözlerimi açtım.

O karanlığın içinde minicik bir ışıkla bana bakıyordu ve yüzünü tam olarak seçemiyordum. Fakat her ne hikmetse bu yüzünü bile seçemediğim yabancıdan korkmuyordum. Yalnız başıma tuvalete bile gitmeye korkan ben, o yabancıdan korkmadım. Çenemden tutup, başımı göz göze geleceğimiz şekilde yukarı kaldırdı.

Gülümsüyordu... Hem de daha önce şahit olmadığım, dupduru bir gülümseme...

Fakat ben tek kelime edemiyordum.

'Beni baban gönderdi Yasemin, seni almaya geldim...'

Elini tutmam için uzattığında ilk kez tedirgin oldum.

'Beni nereye götüreceksin?'

Cevap vermedi. Sadece gülümsedi. Hayatım boyunca hiç görmediğim fakat sebepsizce güvendiğim bu yabancıya bende gülümsedim.

Ayağa kalkmam için elimi tuttuğunda göz kırparak, 'Seni, sevdiğine kavuşması imkânsız bir aşığın yanına götüreceğim Yasemin.'dedi.

Kelimeler sanki zifiri karanlık odanın duvarına çarpa çarpa zihnimin derinliklerinde ilerledi.

Sevdiğine kavuşması imkansız aşık... Kimdi bu?

Bu sorunun cevabını alacağım yabancı gittikçe silikleşen siluetiyle gözden kaybolurken arkasından bağırdım.

'Yalancı, hani beni de götürecektin!'

Bir cevap vermeden yok oldu. Yabancının yok olmasıyla oda tekrar o ürkütücü karanlığa boğuldu.

O karanlık odada gözümün pınarında biriken ne kadar yaş varsa tükettim. Bir daha asla ağlamamak için yeminler ederek...

Yorucu zihin yolculuğum sırtıma batan tahta sedirin canımı yakmasıyla son buldu. Çalar saat altıya kuruluydu ve başucumda isyankâr bir biçimde çalıyordu. Çalar saatin tüyler ürperten sesine, hayatımın hiçbir anında duymak istemediğim ikinci bir ses eşlik etmeye başladı. Babamın ölümünden beri on üç, dedemin ölümünden beri üç yıldır artarak ve acıtarak devam eden o ses...

"Gözün kör olsun Yasemin, hala mı uyuyorsun?"

Yıllardır alıştığım bu beddualı uyandırma, tek bir cümlesi bile değişmeden devam ediyordu.

Başucumdaki acı yeşil, çalar saate baktığımda yine yanılmadığımı anladım. Her sabah aksatmadan saat altıda kalkmama rağmen sanki tüm günü uyuyarak geçiriyor muşum gibi hissettirmek Dilber yengemin doğasına kodlanmış gereksiz bir hücreydi. Saat sabahın altısında herkes uyuyorken bir tek benim bu saatte uyumam haksızlıktı sanırım...

"Uyandım yenge, geliyorum."diye seslenirken içimden o bedduan tutsun da şu gözlerim seni görmesin diye geçirdim. Hatta arttırıp kulaklarım da sağır olsun ki o bet sesini hiç duymamayım diye ekledim.

Üzerimdeki penye pijama takımını bir çırpıda çıkarıp seçme şansım olmadığı için yengemin insafına kalıp kendi kızının eskilerini verdiklerinden mavi bir eşofman altı ve rengi soluk, siyah bir penye tişört giydim. Geçen gün yine bir şeylere sinirlenip çepiş keçilere benzettiği saçımı tepeden bir atkuyruğu yaptıktan sonra odamın kapı kilidini açarak dışarı çıktım.

Oda dediysem öyle oda gibi oda falan diye düşünmeyin rica ediyorum. Hani şu genç kız odaları gibi pembe yatak örtüsü olan ortopedik bir yatak, severek seçtiğin giysilerin asılı olduğu bir dolap ya da envai çeşit kozmetik malzemenin olduğu bir tuvalet masası filan yok. Üzerine Nuh nebiden kalma eski bir duvar halısının örtüldüğü tahta sedir dışında bana ait diyebileceğim hiçbir şey olmayan oda. Kilerden bozma, içinde gerekli gereksiz ne varsa istiflenmiş rutubetli odada kapı arkasında idareten tutturulmuş askıya asılı, yengemin tabiriyle 'insan içine çıkmalık' yine onun seçtiği hanım kız bluzları ve etekler var.

Maazallah bir şeye ihtiyacım olsa ve utana sıkıla istesem, 'Neyine gerek, sidikli köpek.'der ve saçımı çeker. Sanıyorum hayatında en zevk aldığı şey saçımı çekip beni aşağılamak. Bir de bunun bir üst versiyonu olan kafama vurma kısmı var ki aman Allah'ım... O koca eliyle sertçe vurduğunda hızla gelen yumruktan dolayı defalarca dilimi ısırdım. Dudağımın kenarından taşan kana tiksintiyle bakıp öğürdüğü yetmezmiş gibi. 'Git şu ağzını yüzünü yıka, pis pasaklı.'diye de ritüelini tamamlar.

Defalarca korkudan altıma kaçırmamı sağladığı için de ben sidikli o bana yıllarca bin bir emek verip karşılığında saygısızlık gören zavallı yenge oluyor. Hiç unutmuyorum, babam öleli en fazla birkaç ay olmuştu. Henüz on yaşımdayım. Benim gece altıma kaçırma ihtimalim yüzünden önce kaçırmayayım diye bir güzel dövdü sonra da kızı Yıldız'ın gözünün önünde altıma gübre çuvalından bozma koca muşambayı bağladı. Benden dört yaş büyük olan Yıldız'ın belki yetiştirilme tarzından belki de içinde var olan pislikten midir bilinmez acımasızca dalga geçtiği ve benim yirmi üç yaşıma gelmiş olmama rağmen asla unutamadığım sayısız acı dolu anım mevcut.

Aklıma üşüşen kötü anıları bir kenara iterek yengemden gelecek talimatları dinlemek üzere sarkıtmanın önüne çıktım.

Odadan çıkıp yanına geldiğimde eli belinde bir ayağı da sinirle beton zemine vururken, yüzüme sahte gülümsememi yapıştırıp, "Günaydın yenge..."dedim.

Kaşının tekini havaya kaldırarak, "Ne günaydını be ne günaydını? Öğlen oldu sen kalkana kadar geberik. Yürü git inekleri sağ, oradan da abimlere patates çıkarmaya gideceksin."dedi. Yüz inek sağardım ama asla abisinin tarlasına gitmezdim. Abisinin oğlu olacak şerefsizin olduğu bir yerde nefes bile almak istemiyordum. Ben kendi derdime yanayım üst kattan cırtlak bir ses duyuldu. "Kapayın çenenizi be, uyuyoruz burada..."

Dilber yengem gözlerini belerterek kafama vurduktan sonra, "Allah seni kahretsin Yasemin, o koca sesinle uyandırın Yıldızımı. Dikilip durma karşımda da yürü ahıra."diyerek çemkirdi.

Sarkıtmanın basamaklarından inerken arkamdan beddualı konuşmalarını duymamak için ellerimi kulaklarıma bastırdım. Ne yazık ki onun duymamam değil, bizzat duymam için haykıra haykıra söylendiğini biliyordum. 'Sümsük, pis besleme. Uğursuz köpek. Bıktım, illallah ettim. Bunu abimin Şahin'e versek de atsak başımızdan bir an evvel.'

Boğazımdan kopan hıçkırıkla beraber gözümden akan tek damla yaşı silerek yüz metre ilerdeki ahıra doğru adımladım.

Hiç kimsesi olmayan Yasemin nasıl oluyordu da bu kadına bu kadar batıyordu anlamıyordum. Hiç görmediğim annem, ben henüz on yaşındayken abisiyle beraber balığa çıktıkları bir akşam çıkan fırtınadan alabora olan tekneden düşüp kaybolan ve cesedi günler sonra bulunan babam ve onunla beraber o gece ölen amcam ve üç yıl önce beni bir başıma bırakıp giden dedem dışında hayatımda sevip, güvenebileceğim kimim vardı.

Dilber yengemin benimle ne alıp veremediğini düşünürken hep aynı yerden başlayıp yine aynı sonuca ulaşıyordum. Annemin hiç bilmediğim bir şekilde ortada olmayışı ve bana onun bakmak zorunda kalması, kocasının babamla beraber denizde ölmesi ve dedemin hem öksüz hem de yetim olduğum için üzerime titremesi yengemi çekilmez biri haline getirmişti. Tüm bunlardan çıkardığım tek sonuç benim hiçbir suçum olmamasıydı. Fakat bu sonuç benim çıkardığım sonuçtu. Yengeme göre ise benim en büyük suçum ne idüğü belirsiz bir kadından peydahlanan bir piç oluşumdu. Sonuç olarak bu Dünya'da fazlalık olan tek insan bendim.

Beni her şeyi boş vererek yaşamaya iten tek neden, dedeme verdiğim sözdü. 'Yengene emanetsin Yasemin... Sözünden çıkma, karşı gelme ve güzel geçin...' Bu tek taraflı söz yüzünden yıllardır neredeyse bir köleden farksız yaşamaya çalışıyordum. Keşke bu sözü yengeme de verdirseydi, keşke Yasemin'e gözün gibi bak, Yıldız'dan ayırma deseydi. Dediyse de yengem sözünü tek bir gün bile tutmadı...

Yaşamayı, okumayı ve dahası içimde bitmek bilmeyen enerjiyi sevmesem bu hayata katlanır mıydım bilmiyorum ama çoğu kez elimde bir bıçakla tam kalbime hedef alıp ölmeyi istediğim çok zaman oldu. Tek korkum Arafta kalmak olmasa hiç düşünmez ve Dünyayı, yengemin tabiriyle gereksiz bir haşerattan temizlerdim.

Yine her zamanki kutuya atma oyunumu oynadım... Yıllar önce, küçücük bir çocukken babamın öğrettiği oyun. Şimdi düşünüyorum da aslında bu bir oyun değil sadece üstünü kapatmaktan ibaret, acımasız bir içe atıştı. 'Üzüldüğümüz, korktuğumuz ya da unutmak istediklerimizi bir kutuya atıp üstünü sıkı sıkı kapatıyoruz tamam mı Yasemin? Onlar orada durduğu sürece sana asla zarar veremezler...' Böyle demişti babam bana. Ben de o günden sonra içimi acıtan, yüreğimi kanatan her ne varsa o hayali kutuya atıp üstüne bin kilit vurmuştum. Yengemin içimi kor gibi yakan sözlerini de o kutuya atıp kilitledim. Bir gün o kutu dolup taşar ve sakladığım ne varsa dışarı çıkarsa işte o zaman ne yaparım hiç bilmiyorum...

Ahırın önüne geldiğimde girişte asılı basma şalvar ve gömleği üzerime giyerek kapıyı araladım. Akşamdan yıkayıp rafa kaldırdığım süt kovasını bir kez daha sudan geçirerek Şekerparenin yanına sokuldum.

"Günaydın Şekerpare, nasılsın?"

Her yeri kahverengi olan ve adını Şekerpare taktığım inek, kuyruğunu sallayarak doğasına has sesi çıkardı.

"Demek harikasın, çok sevindim."

İneği tedirgin etmeyecek şekilde memelerinin önüne oturduğumda kapının girişinden gelen sese başımı kaldırdım.

Hayriye sırıtarak ve uykulu gözlerle, "Günaydın Yaso... Maşallah erkencisin sen. Ben uyuya kalmışım."diyerek kapıdan içeri girdi.

"Sana da günaydın Hayriş."diyerek bir yandan sağmaya bir yandan da bu köydeki tek arkadaşım olan Hayriye ile laflamaya başladım.

İlk ve ortaokulu beraber okusak da o daha sonra Liseye devam etmeyerek evdeki işleri yüklendi. Ben de yengemin tüm direnişine rağmen Dedemin son sözü söylemesiyle Şarköy'de, Meslek Lisesinde Çocuk Gelişimi okudum. Okul birincisi olarak bitirdiğim Liseden sonra Üniversite sınavına girdiğimde yine aldığım puanla istediğim okula girebilecekken Dedemin aniden hastalanması ve Yengemin 'ben bir başıma dağ gibi adama nasıl bakayım. Okul mokul yok Yasemin. Hem liseye gittin ya daha ne istiyorsun?'diye söylenmeleriyle devam edemedim. Dedeme kalsa bir bakım evine gider, kimseye yük olmadan beni yine okuturdu ama ona da kıyamadım.

Bir yandan ineği sağarken bir yandan da Hayriye'ye laf yetiştiriyordum. Sanırım Yengem ve Yıldız'la yaşadığım hayat, bana onların yanında çok fazla konuşmamam gerektiğini öğretmişti. Hem de kafama vura vura...

Ben de içimden, nereden geldiği asla belli olmayan hayat enerjimi Hayriye ile konuşarak harcıyordum. Bir de Cemo var... Cemal. Aynı yaşta olmamıza rağmen aynı okulda okumadığımız Cemo...

Cemo, doğuştan işitme engelli olduğu için Merkez'deki İşitme Engelliler Okulunda okumuştu. O bizi duymasa da, tertemiz yüreği ile her daim en yakın dostumuz olmuştu.

Varlığı, yarı hapis yaşadığım hayata ilaç gibi geliyordu.

Bana bu Dünyada hala iyi insanlar olduğunun canlı örneğiydi O...

Ben kafamın içinde milyonlarca cümle ile boğuşurken kapıda, tam Hayriş'in ensesinin dibinde Dilber Yengemin sinirle kaşlarını çattığını gördüm. Benim ifademden anlayan Hayriş tedirginlikle arkasını döndüğünde, "İşiniz gücünüz lak lak... Hadi Hayriye, hadi evine... Oyalama bu alığı da işine baksın."

Hayriş benim gibi değildi. Lafını esirgemez, ağzına geleni söylerdi. Çünkü lafını söyler, esip gürleyip evine dönerdi. Benim gibi, Dilber yengemin tartaklamalarına ve aşağılayıcı sözlerine maruz kalmazdı. Tuzu kuruydu ama benim canımdı.

"Yasemin işini bitirdi Dilber Abla... Hem neresi alık? Senin o meczup kılıklı kızın götünü yaya yaya yatarken bir ahır ineği sağdı Yasemin. Bulmuşsunuz kendinize beleş çalıştıracak kızı, ne güzel ağzını açıp karşılık da vermiyor. Oh valla, ne alâ..."

Yengem en beter sıfatıyla çemkirmeye başladı. "Sus kız, terbiyesiz. Sen Yasemin'in avukatı mısın? Yürü git işine, canı mı sıkma sabah sabah alırım ayağımın altına."

Hayriş'in sigortaları hepten atmıştı. Ellerini beline koyarak, "Alsana, al hadi. Al bakalım benim elim armut mu toplayacak Dilber Abla? Git cazgırlığını sümsük Yıldız'ına yap. Bana sökmez bu ayaklar."

Yengem, sanki tüm bu sözleri ben söylemişim gibi ter ters bana bakarak ahırdan çıktı.

Sağdığım sütleri alıp ahırdan çıkarken avludan sesi duyuldu. "Kalk gel de kaynatalım şu sütleri. Yarın Pazar var, tereyağı siparişlerini hazırlayalım."

İkiletmeden dediğini yaptım. Az önce sinirle ağzına geleni söyleyen Hayriş, Yengemin arkasından gözlerini belertmiş, ağzını yüzünü yamulta yamulta taklidini yapıyordu.

Terliklerini toprağa sürte sürte yanımızdan uzaklaşan yengem, olur da görür diye telaşla Hayriş'in omzunu dürttüm.

"Yapma şunu, görecek şimdi. Dilinden durulmaz valla Hayriş. Hadi sen de git de sağ artık sizin inekleri. Bak sizinkiler aramaya çıkacak şimdi."

"Aman arasınlar be bana ne. Zaten kafam bozuk, çekemem kimseyi."

"Ne oldu kız Hayriş, senin Nazım'la mı bozuştunuz yoksa yine?"

"Hepten aykırı gider bu aralar Yasemin. Vurcam götüne tekmeyi, canıma tak etti vallahi..."

Hayrişin bol mimikli anlatımı karşısında kıkırdarken, ömrüm boyunca duymaktan daima nefret edeceğim sesi duydum. Arsız ağzının kenarındaki sigarasıyla, "Yaseminim, seni almaya geldim."dedi. Şahin, yengemin abisinin oğlu ve ben çocukluğumdan beri onu ne zaman görsem bedenimden sancılı bir ürperti geçer.

"Ben senin Yaseminin filan değilim Şahin abi!"

"Sus kız, ne biçim laf söylüyon öyle? Sen doğduğun günden beri benim Yaseminimsin..."

Yanımıza doğru yaklaşırken ağzındaki sigarayı yere atıp, ayağıyla ezdi. Farkında olmadan Hayriş'in koluna yapıştım. Git gide yaklaşıyor ve o iğrenç bıyıklarının altındaki sarı dişleriyle pis pis gülüyordu.

"Hadi bırak sütleri, gidiyoz."dedi.

"Hiçbir yere gelmem. Tereyağı yapacağız biz bugün. Başkasını götürün tarlaya."

"Naz yapma kız... Hoşuma gitmiyo değil ama bu kadar naz da âşık usandırır bilesin."

"Şahin abi, sen laftan anlamıyor musun? Uğraşma benimle, işine bak."

Hayriş, anaç bir tavuk gibi beni arkasına alarak Şahin'e diklendi. "Şahin, az geri dur da adam sansınlar! Bırak kızın peşini. Yaşından başından utan. Otuz beş yaşında adamsın, küçücük kıza mı göz koydun!"

"Bak bak bak, laflara bak. Bizim sümüklü Hayriye büyümüşte, Şahin abisine diklenirmiş. Çekil ayağımın altından, ezmeyeyim seni."

Hayriş'in kolunu sertçe kıvırarak yan tarafa savurdu. "Sen de kaçmaya kalkma, geçen sefer ne oldu hatırlatırım Yasemin!"

Ya direnmeden onunla gidecektim ya da o yine... İki dudağımı birbirine bastırdım. Aklıma gelenler midemi bulandırmıştı ve şu an onun leş yüzüne kusmamak için zor duruyordum.

Elimdeki süt kovasını eve bırakmak için Şahin'in yanından geçmem lazımdı ama her defasında yaptıkları aklıma geliyordu. Elini boydan boya koluma sürtmesi ve iyice dibime kadar gelip, "Seni var ya, nasıl mutlu ederim aklın durur Yasemin..." deyişi mide bulantımı had safhaya çıkarıyordu.

Kolunun acısına rağmen yanımdan ayrılmayan Hayriye'nin varlığına tutunarak eve doğru yürümeye başladım. Sarkıtmanın önünde, "Hele bitti işin, uyuşuk."diyen yengem odun ocağını yakmış tereyağı için hazırlıklara başlamıştı.

Peşimden gelen Şahin'in görünce yüzünde güller açtı. "Gel Şahinim gel. Aç mısın? Kahvaltı ettin mi?"

"Biz Yaseminle tarlada yeriz halam, sen işine bak."dedi.

"Tamam, yavrum," sonra bana dönerek, "Hadi kız uyuşuk, git üstünü başını değiştir. Doğru tarlaya."dedi.

Allah'ım bir gün bu azap bitecek mi? Hangisi daha beter, hangisi olmasa rahata eririm ben?

Kimse için beddua etmez, ölsün istemezdim ama bu ikisi bu dünyada gereksizdi. Olmasalar da olurdu. Ya da ben ölseydim de kurtulsaydım ya şunlardan.

"Yasemin, görüşürüz..."diyen Hayriş'in arkasından sadece boynumu büktüm. O evine gidecekti, üzerine yıkılan bin türlü işi yapacaktı ama gece olunca başını yastığa huzurla bırakacaktı.

Eve girip üstümdekileri çıkardım. Yıldız mutfakta oturmuş kahvaltı ediyordu. Ederdi tabi, nasıl olsa onun hiçbir sorumluluğu yoktu. İstediği saatte yatar istediği saatte kalkar bir daha yatardı. Yata yata büyüyen Adana karpuzuna dönmüş bedeni ile sandalyeye iyice yayılarak, "Hop, Yasemin uyuzu. Günaydın yok mu kız?"

"Yok Yıldız... Vardı, yeni bitti. Otur kahvaltını yap, bulaşma bana."

Elindeki çay bardağından höpürtülü bir yudum aldı. "Kız, gelirken sigara alsana bana. Gel bak parası peşin."

"Alamam Yıldız... Tarlaya gidiyorum ben. Çok lazımsa git kendin al."

Elindeki gıcır gıcır 50 Lira aklımı çelmişti. Benim yetim maaşımı çekip Yıldız'ın eline sayan yengeme inat parayı aldım. Yıldız ne hesaptan anlardı ne paradan. Sigara 50 Lira desem bile aklı bunu hesaplamaya yetmezdi. 18 Liralık sigaradan içiyordu ve kalan 32 Lira benim birikimime küçük bir katkı sağlayacaktı.

Parayı aldım ve mutfak çekmecesinden bir yara bandı alarak evden çıktım. Şahin adisi kapının önünde yaylana yaylana turluyordu. Bileğindeki altın kaplama saati göstererek, "Ağaç oldum be yavrum, öğlen oldu."dedi.

Saat sabahın sekizinde nasıl öğlen oluyordu? Sessiz kaldım, cevap versem onunla iletişim kurmuş olacaktım ve o bundan mutluluk duyacaktı. Benim içim kan ağlarken o niye mutlu olsundu ki?

Ayaklarımı yere sürte sürte peşinden traktöre gittim. Traktörü kullanan, yanlarında çalışan Seyfi abiyi görünce içime az da olsa su serpildi. Şahin denen Cehennem zebanisi ile yalnız kalmayacaktım.

Traktöre bindim ve geçen gün kapıya kıstırdığım parmağımın üstündeki yaranın kabuğunu kopardım. Salak sandıkları aklım, bazı durumlarda takır takır işliyordu ve en azından günü kurtaracak kadar plan yapabiliyordu.

"Seyfi abi, bakkalın önünde dur da yara bandı alayım. Parmağım kanıyor."dedim. Şahin'in müdahale etmesine izin vermeden bakkalın önünde traktörden indim.

Eşofmanımın cebine koyduğum yara bandını çaktırmadan parmağıma yapıştırdım. Bakkala girerek Yıldız'ın sigarasını alıp çorabıma sakladım. Bu iş bu kadardı.

Tekrar traktöre binerek tarlaya doğru devam ettik. Cebimdeki eski tip tuşlu telefona gelen mesaj sesiyle elimi cebime attım. Pisliğin beter olasıca gözleri üstümdeyken telefonu almak istemiyordum. Aynı dakika içinde bir mesaj daha geldi. Bu kez merakıma yenik düşerek telefonu cebimden çıkarttım. İyice burnumun dibine çekip Şahin'in görmesini engelleyerek mesajı açtım.

KİMDEN- Hayriş

-Yaso, emanetler geldi. Eve dönünce bir bahane bulup bize gel.

- Bir de ne olur kendine dikkat et Yaso. O pisliğe fırsat verme. Öptüm, karagözlüm...

Şükürler olsun...

"Mesaj kimden Yasemin?"

Telefonu cebime atarak Şahin'in hadsiz sorusunu duymazdan geldim.

Uzanarak kolumu tuttu. "Sana mesaj kimden diye sordum Yasemin!"

Silkeleyerek tutuşundan kurtuldum. "Seni ilgilendiren bir durum yok."

"Seni ilgilendiren her şey beni de ilgilendirir Yasemin!"

Traktörü kullanan Seyfi abinin sesi ile pisliğin kıskacından kurtuldum.

"Rahat bırak kızı Şahin."

"Bir şey dediğim yok be abi, aklınca naz yapıyo zilli."

"Uz dur da kızdırma kafamı. "

O leş ağzını bir daha açmadan tarlaya geldik. İşçiler modern tarıma kafa tutarcasına çapa ile patates hasadına başlamıştı. Yengemin abisi, geri kafalı ve var yemez denilen o çulsuz görünümlü zenginlerdendi. Üstünde her daim eski bir ceket ve dizi çıkmış pantolonla gezerdi. Cebindeki para tomarı ise buna tezat bir biçimde hep dikkat çekecek şekilde kabarıktı.

Traktörden iner inmez işçilerin arasına karışmak için aceleyle Şahin'in babasının yanından geçtim. Arkamdan sesleneceğini ve en az oğlu kadar iğrençleşeceğini biliyordum. Nitekim bunu doğrular biçimde,"Kız, hoş gedin."dedi. "Konuşmadan sadece başımı salladım. "Evet de, bu tarlalar hep sizin olcak. Elin kolun altınla dolcak."

Ben de altın budalası, para delisi bir kızdım ya, hemen Şahin'le evlenmeyi kabul edecek ve patates tarlasının hanım ağası olacaktım.

Kendi 10 dekar zeytinliğim vardı ama tek kuruşu bile bana ulaşmadan yengemin hesabına yatıyordu. Çünkü hasat zamanı işler ağabeyleriyle beraber yapılıyordu ve benim parasız kalmam onların işine geliyordu. Parasız kalacak ve sırf zeytinliğin payıma düşen parasını alabilmek için Şahin'le evlenecektim.

Ne babamdan kalan yetim maaşı ne de zeytinlik parası bana yar olmuyordu. Babam yıllarca Tarım Kooperatifinde muhasebecilik yapmış, aynı zamanda amcamla balıkçığa devam etmiş bir adamdı. Ömrü çalışarak geçmiş ve bana ardından bir yetim maaşı bırakabilmişti.

Öğlen güneşi tepemde beynimi kavurmaya başlamış ve sabah kahvaltı etmediğim için karnım iyice acıkmıştı. İşçiler tarladaki ağacın altına kilim serip üstünde yemek yiyordu. Diğer tarafta da portatif çardağın altında Şahin ve babası...

İşçilerin olduğu kısma karavana olarak dağıtılan yemeklerin yanına giderken Şahin arkamdan seslendi.

"Bu masada bizimle beraber yemek varken gidip kilim üstünde mi yiyeceksin Yaseminim?"

Hay Yaseminim diyen dilini akrep soksun inşallah!

Karavanadan yemeğimi alıp kilimin bir köşesine iliştim. Herkesten önce yiyerek kalabalıktan uzaklaştım. Cebimdeki telefonu çıkartıp Hayriş'e mesaj attım.

-Kitapların tamamı gelmiş mi Hayriş? Bir de para yetmiş mi? Bir şey dedi mi Cemo?

Anında cevap geldi.

-Sen merak etme Yasocum ve parayı dert etme. Kitapların tamamı geldi.

Yanına bir de iki nokta üst üste ve parantez koymuştu. Deli kız. O olmasa, onlar olmasa ben yaşadığım ve katlanmak zorunda olduğum hayata nasıl dayanırdım bilmiyorum.

Telefonu cebime atıp işçilerin yanına geri dönerken duyduğum ayak sesiyle olduğum yere çivilenmiş gibi kaldım. Kim olduğunu düşünmeme bile gerek yoktu. Tepede topladığım saçlarımı tokayı çekerek açtı. O iğrenç, sigara kokulu elleri saçlarıma değince bağırmaya kalktım ama elini ağzıma kapattı.

"Bağırsan ne olur ki yavrucum? Anca milleti başımıza toplarsın ve bu bizim evlilik tarihimizi öne alır. Öyle değil mi?"

Burası küçük bir yerdi ve dediği doğruydu. Beni onunla bu kadar yakın temas halinde görenler,'Yasemin, Şahin'le oynaşıyor' diye millete rezil ederdi.

Kabuğumu kırmak ve bana dar gelen bu şehirden kaçmak istiyordum. Fakat ne eğitimim ne de param vardı. Bu ikisi olmadığı sürece kendi başıma nereye kadar kaçabilirdim ki...

"Dokunma bana..."dedim eli hala ağzımdayken.

"Ne yaparsın dokunursam Yasemin? Bağırır mısın? Yoksa bir tane patlatır mısın kafama ha ne yaparsın?"

"Allah belanı versin senin. Çek ellerini üstümden."

İyice sokularak saçlarımdan bir tutam alıp burnuna götürdü. Esrar komasına girmiş müptezeller gibi titreyerek konuşmaya başladı.

"Ölüyom bu kokuya be kızım, anlasana..."

"Geber inşallah. Bana yaşattığın ne varsa Allah kat kat fazlasını göstersin sana!"

Ne ettiğim beddua ne hakaret umurunda değildi. İyice dibime girerek o lağım çukuru ağzını boynuma değdirdi. Tiksintiyle öğürerek yüzüne tükürdüm. Çenesine gelen tükürüğü elinin tersiyle silerek, "Ben senden asla tiksinmem yavrum. Ama sen benden tiksinirsin. Sonra da eve gidip kaynar suyla sabunlana sabunlana yıkanırsın, değil mi?"

Yıkanırdım.

Tenime değen her zerresini kazıyarak bedenimden söküp atmak istercesine yıkanırdım hem de... Ve o Allah'ın belası evin banyosunda yıkanırken o gelip beni anahtar deliğinden izlerdi.

Daha küçücük bir kızken fark etmiştim bunu. Kapının cam bölmesine üstümden çıkardığım kirli kıyafetlerimi koyar, anahtar deliğine de toz bezi sıkıştırırdım. Bu da yetmez Yıldız'ın bütün aşağılamalarına katlanarak kapımda nöbet tutması için yalvarırdım. İlk zamanlar, yaklaşık on beş yaşımdayken haftalarca yıkanmadığım bile olmuştu. Sadece saçımı yıkar aceleyle banyodan çıkardım.

Yaşlı dedem her dakika evde olmaz, kahvede kendi akranlarıyla oturmayı severdi. Yengem desen canına minnetti. Mallar bölünmesin, Yasemin Şahin'e mal gibi verilsin diye her türlü pisliği yapardı.

Bir defasında canıma tak edince önce dedeme sonra da gidip okul müdürüne anlattım. Jandarma ve Sosyal Hizmetler devreye girince ortalık karıştı. Şahin bir şekilde kendini temize çıkardı ama olan bana oldu. Adım iftiracı şıllığa çıktı ve öldürülesiye dayak yedim. Buna dedem bile karşı koyamadı. Beni yengemin elinden aldığında ilk panik atak nöbetimi geçiriyordum. Haftalar boyunca konuşmadım. Bana inanmakla inanmamak arasında kalan dedemin yüzüne bakmadım. Önüme konan yemekleri yemedim. Üç hafta boyunca kuru ekmek ve ballı süt ile karnımı doyurdum.

Dünyanın bir adalet terazisi yok muydu? Varsa da bir bana mı işlemiyordu hep düşündüm. Bu kadar çileyi çekecek bir ben mi vardım? Bir benim omuzlarım mı sağlamdı bu kadar yükü taşımak için?

Yere düşen tokamı alıp saçımı tekrar topladım. İşçilerin yanına geri döndüğümde herkes çapalarını almış işlerinin başına dönmüştü.

"Yasemin..."

Şahin'in babası seslendi. Bu adama bir cevap vermek bile istemiyor oluşum, tohumundan tiksinmem değildi. Çünkü aynı pisliği kendi suratında da görüyordum.

"Kız, bak buraya..."

Yanına gittim.

"Dilber aradı şimdi. Yasemin'i eve yolla diyor. Seyfi seni eve bırakacak."

Şahin sanki Seyfi oymuş gibi hemen lafa daldı.

"Yaseminimi ben bırakırım baba..."

"Ben Seyfi abiyle giderim."dedim ama biliyordum ki boşuna çenemi yoruyordum. Alt tarafı evden beş kilometre uzaktaydık. Gerekirse yürüyerek giderdim. Bu kez de 'nerede kaldın, uyuşuk' dayağı yerdim.

Allah'ım ne olur bir çıkış yolu göster. Ya bu canı al ya da beni kurtar Allah'ım...

Neyse ki Seyfi abi işçilere su almak için geri gideceğini ve arabayla beş dakika da beni bırakacağını söyledi de hızla yanına gittim. Şahin denen mahlûkat ise mıknatıs gibi peşimden geldi. Yanımızda birinin olmasından dolayı bu durumu umursamadım. En azından Seyfi abinin yanında ileri gidemezdi.

Tam arabanın kapısını açmıştım ki kırmızı bir araba yanımıza yanaştı. İçinden bir kadın ve adam indi. Adam yanımıza yaklaşarak, "Kolay gelsin. Biz Hoşköy tarafına gidecektik ama galiba yolu kaçırdık. Ne tarafa düşüyor bir tarif etseniz."dedi.

Daha adamcağız lafını yeni bitirmişti ki yanındaki karısı olduğunu tahmin ettiğim kadın sitem edercesine konuştu. "Ben sana ilk sapaktan döneceğiz dedim Fiko! Beni dinlemezsen olacağı buydu!"dedi.

"Allah aşkına sus artık Melek! Zaten senin yüzünden kaçırdık yolu!"

Burası bizim köydü. Ve fırsat ayağıma gelmişti. Şahinsiz bir yolculuk yapabilirdim. Hemen atıldım.

"Bizim köy." Elimle işaret ederek sol taraftaki ana yolu gösterdim. "Eğer isterseniz ben sizinle gelir yolu tarif ederim."dedim.

Az önce adının Melek olduğunu öğrendiğim sevimli kadın, "Gel kuzum gel. Fikret amcan yolu ancak biri anlatırsa bulur zaten."dedi.

"Melek, ayıp oluyor ama..."

İkisi diğerleriyle konuşmadan arabaya binerken ben Seyfi abiye dönerek, "Seyfi abi, ben-"ne diyeceğimi bir türlü bulamamak beni iyice germişti. Misafir mi desem yoksa az önce öğrendiğim isimlerini kullanarak mı sorsam bilemedim. O an bu samimi ve sevimli çifte en uygun sıfatları kullanarak, "Melek teyze ve Fikret amcayla gidip yolu tarif edeyim. Hem nasıl olsa eve gidecektim."dedim.

Sanki Seyfi abiye değil de ona sormuşum gibi Şahin cevap verdi. "Olmaz öyle şey. Elin yabancısıyla bir başına gidemezsin."

Arabanın camını açarak Melek teyze seslendi. "Şişşt, bak buraya kocaoğlan!"

Bunu Şahin'e söylediğini belirtmeme gerek yok.

"Ne var hanım abla? Yalan mı, yabancısınız işte."

"Tepemi attırma alırım ayağımın altına. Terbiyesiz! Oradan bakınca kadın taciri gibi filan mı duruyoruz? Sen önce kendi at hırsızı kılıklı sıfatına bak da öyle konuş."

Şahin mosmor olmuştu. Karşısındaki kadın dişli çıktığı için cevap bile veremeden ne haliniz varsa görün dercesine babasının yanına gitti.

"Haydi kızım, gel bin arabaya."diye seslendiğinde ikiletmeden arka kapıyı açarak arabaya bindim.

Tarla yolundan çıkana kadar kimse tek kelime etmedi. Ana yola çıktığımızda Melek teyze,"Fiko, durdur arabayı..."dediğinde korkuya kapıldım. Görünüş itibariyle sevimli görünen bu çiftten bir kötülük beklemiyordum ama Melek teyzenin sert sesiyle içime bir kurt düştü.

Araba yavaşladı. Fikret amca sanki bu anı bekliyormuş gibi sağa yanaştı ve arabayı durdurdu. Melek teyze oturduğu ön koltuktan kalkarak, benim olduğum tarafa geldi ve kapıyı açtı. Bu gizemli durum kalbimi yerinden sökecek kadar hızlı attırıyordu.

Eliyle işaret ederek diğer tarafa geçmemi istedi. Dediğini yaptım ama bir elimi de kapının açma koluna koydum. Ne olur ne olmaz diye...

Az önceki sert tavrına karşın bu kez sevimli bir biçimde gülümseyerek, "E arkaya bakarak konuşunca boynum tutuluyor Yasemin..."dedi.

Yasemin dedi... Adımı sormadığından emindim. Nereden bildiğini de bilmiyordum.

"Adımı nereden biliyorsunuz?"diye sordum.

O sırada araba tekrar hareket etti ve Melek teyze konuşmaya başladı. Hem de ne konuşma. Köye varana kadar hiç susmadan...

"Adını bu sabah öğrendim Yasemin. Hatta sadece adını da değil. Her şeyi..."

"Ben, anlamıyorum kusura bakmayın..."diyebildim.

"Anlatırım. Köye gidene kadar konuşuruz sonra zaten sık sık görüşeceğiz."dedi.

Tedirgin olduğumu anlamış gibi elini elimin üstüne koydu. "Bak yavrum, biz korkulacak insanlar değiliz. Hatta inanmazsın belki ama şu durumda en güvendiğin insanlar bile olabiliriz."dedi ve devam etti.

"Sabah köy muhtarlığında işimiz vardı. Aslında iş de değil. Muhtar, Fikret amcanın bir ahbabının yakını... Bir paket göndermiş, onu getirmeye geldik. Şarköy postanesinden paketi alırken bize köye gidecek başka bir paket daha olduğunu söylediler. İsim kısmında Cemal Sözen yazıyordu. Neyse biz paketleri aldık, köye geldik. Muhtarlığın önünde gençten bir delikanlı vardı. Yanında da sen yaşlarda bir hanım kız..."

Toprak yoldan çıkınca arabanın camını açıp eliyle boynunu serinletti. Çantasından bir su şişesi çıkararak içtikten sonra devam etti.

"Muhtarın paketini ve diğer paketi muhtara teslim ettik. Sonra o gençten delikanlı elinde bir tepsi ile üç çay getirdi. Her neyse çayları bırakıp işaret diliyle Muhtar Bey'e bir şeyler anlattı. Sonradan anladık ki pakette adı yazan Cemal Sözen O'ymuş. Paketleri alıp muhtarlıktan çıktı. Kapının önündeki kıza paketi verdikten sonra ben gençlerle azıcık sohbet edeyim biraz da hava alayım diye dışarı, yanlarına çıktım. Daha ben kapıdan çıkmamıştım ki o hanım kız Cemal'e bir şeyler anlatmaya başladı. Tabi bahsettiği kişinin sen olduğunu bilmiyorum. Yengesi, Şahin pezevengi filan diye konuşmaya başlayınca ve gidişat hoşuma gitmeyince yanlarına çıkıp varlığımı alenen belli ettim. Bir de kafamı kurcalayan başka bir konu vardı. Cemal işitme engelliyse bu hiç durmadan konuşan kızın söylediklerini nasıl anlıyor diye merak ettim."

Araya girme ihtiyacı hissederek, "Cemal dudak okuyabiliyor. Hayriye ne kadar hızlı konuşursa konuşsun onu bile okuyabiliyor."dedim.

"Öyleymiş. Sorduğumda anlattı. Sonra bu bahsi geçen Yasemin kim diye sordum. Aman Allah'ım, sanki sormamı bekliyormuş. Muhtarlığa bitişik misafir odasına çekti beni. Bak Hanım teyze diye başlayarak senin durumunu anlattı."

Anladığımı belirtir şekilde başımı salladım ama kafama yatmayan şeyler vardı. Sırf birinden benimle ilgili bir şeyler duydu diye buraya kadar gelmiş olması hala saçma geliyordu.

"Hayriye'nin anlattıkları tam olarak ne bilmiyorum fakat bana acımanızı istemiyorum."dedim ve pişman oldum.

Melek teyze kaşlarını çatarak,"Ne münasebet Yasemin! Senin aciz misin de sana acıyacağız. Sadece bir takım yönlendirmelere ihtiyaç duyuyorsun hepsi bu."dedi.

"Bakın ben tam olarak amacınız ne anlamış değilim. Hayriye ne anlattı size?"diye sordum bu kez.

"Hayriye bana bilmem ve duruma müdahale etmem gereken kadarını anlattı. Örneğin sana saplantılı bir şekilde musallat olan o yaban ayısını, yengenin baskıları sonucu tek başına köyden bile çıkamıyor oluşunu, acımasızca her yükün sana yüklendiğini ve okumayı ne kadar çok sevdiğini. Ayrıca başka durumlar da var ama onlar daha sonra konuşulacak şeyler. Yirmi üç yaşındasın ve kendi iradenle yaşama hakkın elinden kayıp gidiyor. Ben buna seyirci kalabilecek bir kadın değilim."dedi.

Tam bir aptalım ben, yıllarca dedeme verdiğim söz yüzünden boyun eğiyorum onlara diyemedim... Aptallığımdan utandım. Yıllardır duyduğum utanç yetmiyormuş gibi yine ve yeniden hem de bu kez daha sarsıcı bir şekilde utandım.

"Tüm bunlardan kurtulmak ve hakkın olanları almak istiyor musun Yasemin?"diye sordu.

İstemez olur muydum, deliler gibi istiyordum hem de...

"İstiyorum ama..."

"Ama diye bir şey yok Yasemin!"

Konuşan Fikret amcaydı. Köye girmiştik ve artık konuşmanın da sonu gelmişti.

"Ama diye bir şey yok. Sen istiyor musun, istemiyor musun onu söyle bize..."dedi.

Cevap vermeme fırsat kalmadan Melek teyze, "İstiyor Fiko... Ve biz bundan sonra Yasemin'i kanatlarımızın altına alıp tüm hayallerini gerçekleştirmesine yardım edeceğiz. Bak yavrum, ben iki evlat yetiştirdim."Sonra şoför koltuğunda olan kocasını işaret ederek, "Yetiştirdik. Bir oğlum var bir de yıllardır görmediğim bir kızım. Tatsız şeyler yaşandı. Kırgınlıklar, dargınlıklar ve derin pişmanlıklar. Bir hayat doğru yönlendirilmediğinde bir insanın başına neler gelir yaşayarak gördük. Eğer kabul edersen bunları sana uzun uzun anlatırım."

"Tabi, konuşuruz Melek teyze ama ben benimle ilgili düşünceniz ne onu bilmek istiyorum."

Fikret amca, "Sen Melek teyzeni tanıdıktan sonra niye sana bu kadar taktığını anlarsın Yasemin. Şimdilik kendine iş edinmeye çalışıyor de geç. Fazla kurcalama olur mu? Ayrıca bizden yana da tek bir şüphen, korkun olmasın."dedi.

Zaten tuhaf bir biçimde güvenmiş ve inanmıştım söylediklerine. İster saf ister aptal deyin ama ben yaşamım boyunca az insan tanımış olsam da insanların gözlerinin derinliklerinde yatan gerçeği görebiliyordum.

Melek teyze çantasından bir kâğıt ve kalem çıkararak telefon numarasını yazdı. Bana uzatarak, "Numaramı kaydet Yasemin. Sonra da bana mesaj at ki senin numaranı kaydedeyim ben de."dedi.

"Olur..."deyip kâğıdı göğsüme sakladım.

"Yasemin, sizin ev ne tarafta kızım? Tarif et de eve bırakalım seni."

"Fikret amca, ben burada ineyim. Şimdi yengem görürse bir sürü soru sorar. Hem sorar hem de kızar."dedim. Bir gün bu kadından intikamımı alacak ve bana yaşattığı her korkunun bedelini ödetecektim.

"Yasemin haklı Fiko. Şimdilik yengesi bizden haberdar olmasa daha iyi."dedi.

Olmamalıydı. Olursa yine o iğrenç ithamlarına maruz kalırdım. Of Allah'ım of, dönüp dolaşıp yine yengeme gelen düşüncelerim ne zaman bitecek?

Eve gelmeden arabadan indim. Arka yoldan dolanarak bahçeden içeri girdim. Yengem tereyağları yapmış, yıkamak için beni bekliyordu. Çeşmenin başında şalvarının lastiğini göğüslerine kadar çekmiş vaziyette söyleniyordu. Bu kadar parayı mezarına götürecekti herhalde... Kocasından kalan dul maaşı, benim yetim maaşım, zeytinlerden gelen ve bankaya yatan paralar, süt ve tereyağı paraları da olsa aç gözü bir türlü doymak bilmiyordu.

"Gel kız, yıka elini yüzünü de bitirelim şu işi."dedi.

Tabi, ben olmasam hafazanallah o yağlar nasıl yapılırdı, nasıl yıkanırdı ki...

İçeri girdiğimde Yıldız kapının hemen yanında beni bekliyordu. Gül yüzüme hasretinden değil elbet, sigarasına bir an evvel kavuşmayı istediğinden.

"Gözüm karardı be, ver şu paketi de annem dışarıdayken içeyim hemen bir tane..."dedi.

Çorabımın içinden paketi çıkardığımda yine yanılmadım. Ne para üstü sordu ne de sigaranın ne kadar olduğunu.

"Benim odamda içme sakın Yıldız. Annen ben içtim sanıp demediğini bırakmıyor. Zavallı Hayriye'yi günah keçisi yapa yapa iyice günahkâr oldum senin yüzünden. Git zıkkımını başka yerde iç."

"Aman iyi be, senin küf kokulu odana kalmadık. Çıkar arka balkonda içerim dere boyuna karşı."dedi.

Aman ne fantezi... Dere boyuna karşı sigara içmek Yıldız için şahane bir aktiviteydi çünkü bu hayatta tek bir amacı bile olmadan ot gibi yaşayıp gidiyordu.

Odama girip para üstünü diğer paraların yanına sakladım. Yengem yine bin bir laf edecekti ama umurumda değildi. Şahin'in tenime değen nefesini bedenimden söküp atmam lazımdı. Kolonya şişesini alıp tülbentin üstüne boca ederek boynumu kazırcasına sildim. Şu an için kaynar suyla yıkanacak kadar zaman yoktu ve Yıldız'da sigara içme derdinde olduğu için ölse gelip kapımda beklemezdi.

,,,,,

Gece yorgunluktan bayılmak üzere olduğum son canımla kendimi yatağa attım. Tahta sedir sırtıma batsa da umursamadım. Uyuyup dinlenmem lazımdı ve yarın sabah yine erkenden uyanıp yapacağım işlere hazır olmalıydım...

Hem zihnen hem de bedenen yorgun olmam uykuya dalmamı kolaylaştırdı.

Karanlık...

Zifiri karanlık yine yanı başımdaydı. O duvar dibinde iyice küçülmüş başıma ne gelecek korkusuyla için için ağlıyorum. 'Yeter' diye bağırdım. Yeter artık bitsin bu kâbus...

Biri sesimi duymuş ve koşarak yanıma gelmişti. Eğildi ve elini ıslak yanaklarıma koydu. 'Hani ağlamayacaktın Yasemin, hani söz vermiştin.' dedi.

'Verdim, biliyorum ama dayanamıyorum. Bu yaşadıklarım artık çok fazla geliyor. Tükeniyorum.'dedim.

'Sabret.'dedi.

'Ne kadar? Daha ne kadar sabredeyim ben! Tükeniyorum diyorum anlamıyor musun? Rüyalarıma gelip duruyorsun ama hiçbir şey yaptığın yok. Gelme artık, bana umut verip durma. Canım acıyor benim...'

'Yapılacak işlerim var Yasemin. Bitsin, söz gelip kurtaracağım seni.'

'Çok bekler miyim peki?'

Yine cevap vermeden yok oldu. O karanlığın içinde beni bir başıma bırakıp gitti.

Sabah yorgunluğumdan hiçbir şey eksilmemiş olarak uyandığımda üstümdeki yarım kollu pijama terden sırılsıklam olmuştu. İkidir bir rüyaya bel bağlayıp kendimi umutlandırmaktan usanmıştım. Saate baktım 05.45... Birazdan yengem sesinin çıkabildiğine bağırıp, ahıra gönderecekti. Yattığım yerden kalkarak telefonuma baktım. Ne arıyorsam artık...

Aklıma dün gelen paketler geldi. İşimi bitirip Hayriye'den alamamıştım. Bu saate uyuyor olduğunu bilsem de mesaj attım.

-Günaydın Hayriş. Uyanınca bize uğrayıp kitapları getirir misin?

Beklenmeyen bir şey oldu. Hayriye'den anında cevap geldi.

-Beş dakikaya sizin avludayım Yasocum...

Aceleyle üstümü değiştirip elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa girdim. Yengem henüz uyanmamıştı. Dolaptan sütü alıp cezveye koydum. Isınan sütü bardağa boşaltıp üç kaşık bal ile karıştırdıktan sonra kafama diktim.

Bahçeye çıktığımda gün yeni yeni ağarmaya başlamıştı. Arka bahçenin tahta kapısının gıcırtısını duyunca Hayriye'nin geldiğini anladım. Elinde bir poşet ve bir cep telefonuyla sırıta sırıta yanıma geldi.

Yıllardır görüşmüyormuşuz gibi boynuma sarılarak, "Özür dilerim Yasemin... Beni biliyorsun çenemi tutamıyorum ama valla bak sabah olanlar olmasaydı anlatmazdım. Kafam bozuldu, sıç her şeyin ağzına anlat kız Hayriye dedim."

"Ah Hayriş be... Niye yaptın demeyeceğim ama keşke yapmasaydın. Onların da başına bela olur bu pislikler. İyi niyetli oldukları belli-"Sözümü bitiremeden elindeki geniş ekran dokunmatik telefonu tutuşturdu elime.

"Kızım iyi niyet az kalır. Melek onlar melek. Sana Allah'ın bir lütfû... Melek teyze bunu sana gönderdi. Hem de içinden kendi hattını çıkartarak. Ben evdeki yedek telefonu kullanırım bunu Yasemin'e ver dedi."

"Ne zaman?"

"Öğlen seni getirmişler ya, arka yolda denk geldik. O zaman verdi. Bunu gizli kullansın, sadece beni arayacağı ve mesaj atacağı zaman dedi. Bak-" Sütyeninin içinden bir sim kartı çıkararak bana uzattı. "Al bu sende kalsın. Ben Nazım'la birlikte seri numara aldım diye kullanmıyordum. Bunu takarsın içine."dedi.

Ben Yasemin, koca dünyada bir başıma kalarak, çırpına çırpına acıya batan Yasemin... Ağlayarak ettiğim duaların kabulü, bana gönderilen bir Melek ile çırpınışım son mu bulacaktı?

Çıkışta yıldıza tık tıklamayı unutmayınız efenim...

Continue Reading

You'll Also Like

461K 24.6K 36
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; Sen hem bir h...
Mavi gözlüm By gece mavisi

Mystery / Thriller

4.2K 269 5
~Gök gibi gözlere sahip İran güzeli... ~Darya Şehrazat SİPAYİ ~Kürt bir İstanbul beyefendisinin aşkı... ...
763 67 3
Küçük yaştan beri intikam için büyütülmüş Rojîn. Ailesinin katledenlerin ellerine düşen berfin. İkiz olmalarına rağmen İki farklı hayat yaşayan ve...
4.4K 804 8
"Belki sonbaharın yumuşak rüzgarında, yapraklarının ahenkle dans ederek düştüğü bir ağacın gölgesinde kavuşuruz kaderimizle. Belki de güneşin tenimiz...