YASEMİN (Tamamlandı)

Av turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... Mer

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem

2.2K 191 92
Av turlik

Cebimde daha çok kelime vardı aslında... Biriktirdiğim çok anı, söze dökmek istediğim çok hece... Ancak her şeyin bir sonu vardır diyerek, düşe kalka yürümeyi öğrenen Yasemin'in günden güne kendi ayaklarının üstünde durmasını, öz güvenini kazanmasını ve aşık olmasını ince ince işledikten sonra bana artık yazacak bir şey kalmadı... Ben hedeflediğim kurguyu içim rahat tamamladım. Ve son olarak; her veda yeni başlangıçlara gebedir diyerek sizi bölümle baş başa bırakıyorum...
                            Keyifli okumalar :)
-------------------------------------------------------

Normal zamanlarda günlerin su gibi aktığını fakat son on gündür resmen durduğunu hissediyordum. Hala anlam veremesem de biz on gündür Şarköy'deydik ve Ozan'ın hiç İstanbul'a gidesi yoktu. Ben ortaklık için kafayı bozmuşken onun bu kadar rahat olması da beni ayrıca sinir ediyordu.

"Ozan, bak yarın sabah dönmezsek, ben bir otobüse binip gideceğim İstanbul'a!"

Salondaki pofuduk koltukta ayakları sehpaya uzatılmış bir vaziyette tabletten bir şeyler okuyordu. Dediklerimi duymadığına da adım kadar emindim. Yanına gidip kolunun altına girdim ve başımı göğsüne dayadım. Benim kedi gibi dibine sokulmamla beraber tableti yangından mal kaçırırmış gibi kapatıp benden oldukça uzak olan diğer kanepeye fırlattı. Özel ve de haddinden fazla gizli bir işi olduğu için o tableti benden kaçırmasını önemsemedim. Başka şartlarda olsa muhakkak benden bir şeyler gizlediğini düşünür ve yapabildiğim kadar çirkeflik yaparak o tableti ele geçirirdim.

"Neden buradayız?"diye sordum oldukça yüksek sesle, belki bir anda kulakları ağır işitmeye başlamış olabilirdi.

"Ev tadilatta ya..."dedi gözlerini benden kaçırarak. Bu tavrı bende bitmek tükenmek bilmeyen şüphe tohumlarını harekete geçirdi. Konuyu dağıtmamak adına içime ekilen sinsi tohumları bir kenara bıraktım.

"Kalabileceğimiz bir ev bile mi yok Ozan? Ya, kimsesiz misin? Sen sizinkilerde kalırsın, ben de Hayriye'de."

"Olmaz..."

"Ya, neden olmasın?"

"Öncelikle ben, annemlerle kalamam. O zaman sen asla oraya gelmek istemezsin ve ben sen olmadan o evde duramam. Senin de Hayriye'lerde kalman doğru olmaz. Yeni evliler sonuçta ve bir ayrılığın eşiğinden döndüler. Bırak da baş başa kalsınlar."

"O zaman ben annemlerde kalayım?"

"Orası hiç olmaz. Çünkü ben de o evde kalamam ve başta dediğim gibi sensiz hiçbir evde kalmak istemiyorum. Buranın nesi var? Otur işte oturduğun yerde."

"Sen beni oyalıyor musun, bana mı öyle geliyor?"

Sorduğum soruya cevap almayı umarken telefonum çaldı. Ekranda evime kendini yeni kiracı ilan etmiş Hayriye'nin adı yazıyordu.

"Efendim Hayrişçim?"diyerek açtım telefonu.

"Zatı âliniz İstanbul'a ne zaman dönerler diye soracaktım..."

"Halimi hatırımı bile sormadan dönüşümüzü sorman beni kuşku ormanlarında tehlikeli bir yolculuğa çıkardı Hayriye!"

"İyisindir, iyisindir Yaso. Manitan yanındayken kötü olacak halin yok ya... Kız ben sana demeyi unuttum ya,"dedi hızlı hızlı. "Biz düğün yapmamıştık ya, şimdi yapmaya karar verdik. Önümüzdeki ay fazla kalabalık olmayan bir düğün yapmayı düşünüyoruz."

"Düğün mü? Ben de bu konuyu ne zaman bana anlatırsın diye düşünüyordum."

"Yüz yüze gelince anlatırım diye şey ettim ben..."

"Ben seni bir şey edeceğim, göreceksin manyak Hayriye! Kızım sen hayırdır? Bu aralar benden sakladıklarını sıraya dizsem o yolu yürümeye ömrün yetmez be!"

"Hassas kalbimi zedeliyorsun ama..."

"Kaçtığın ve apar topar nikah kıydığın zaman sana kırk kere sordum Hayriye... 'Düğün istemem, zaten bizimkiler beni asla affetmez, biliyorum ve onlar olmadan düğünü ne yapayım' demiştin."

"Düşününce yapmak istediğime karar verdim. İleride çocuklarıma anlatacağım bir düğün maceram olmasın mı gaddar yürekli Yaso!? Hem bak, kaç ay geçti de affettiler mi beni? O abimler Erol Taş'a bağlamışken, annemle babam beni nasıl affetsin? Ne yapayım yani, düğünsüz mü kalayım sırf onlar beni affetmiyor diye?"

"Hayriye, sen bir şeyler mi çeviriyorsun?"

"Beni kendinle karıştırma kızım, ben hanım hanımcık bir kızım bir kere. İş çevirmekten anlamam."

"Tabi canım,"dedim. "Asla anlamazsın. Yalnız, bunun altından bir bok çıkarsa senin canına okurum."

"Bok mu? Terbiyesiz şey, o nasıl söz? Yakışıyor mu hiç sana?"

"Yemin ederim sen bir şey çeviriyorsun Hayriye. İki lafının biri küfür olan sen, bana kalkmış edep dersi veriyorsun..."

"Enişteme de selam söyle. Öptüm..."diyerek telefonu yüzüme kapattı.

Süper zekalı değildim ama aptal olduğum da söylenemezdi. Hayriye bir anda kocasını terk edip İstanbul'a kaçıyor ve Ozan bundan haberdar oluyordu. Evimi Hayriye ve Nazım henüz ben kiracıyken kiralıyordu ve Ozan bunu da biliyordu. Şimdi Hayriye bir an önce nikah kıyalım da düğün falan istemem derken bir anda hem de nikahtan aylar sonra düğün yapmaya karar veriyordu ve biz burada kafa tatili adı altında pinekleyip duruyorduk.

"Sen tüm bunları biliyor muydun?"diye sordum, beni izleyen Ozan'a.

"Tüm bunlardan kastın ne?"

"Hayriye'nin düğünü..."

"Hayriye ve Nazım'ın bizzat nikah şahidi olduğumuz dışında başka bir şey bilmiyorum."

"İşte ben de onu diyorum. Ne düğünü?"

"En ufak bir fikrim bile yok. Hem sen ne diye bu kadar yükseldin ki? Alt tarafı bir düğün olayını senden önce ben öğrendim diye mi tüm bu sinir?"

"Of Ozan, gerçekten of..."

"Niye dertlendin ki sen şimdi?"dedi rahat rahat. Ben ürettiğim teorilere yeni yeni halkalar eklerken, Ozan'ın bu rahatlığı ilginçti.

"İstanbul'a dönelim artık, lütfen. Bak bu deli düğün diyor. Gidip bakalım, ne haltlar çeviriyormuş. İçime kurt düştü."

"Gelsene yanıma..."dedi tek sıkıntımız benim salonun ortasında amaçsızca dolaşmammış gibi.

Dediğini yapıp, yanına oturdum. Yüzümü avuçlarının arasına alıp burnumun üstünü öptü. "Sadece biraz kendin için yaşamayı dene..."

"Ben kimin için yaşıyorum ki?"

"Herkes için..."

"Yarın sabah döner miyiz İstanbul'a?"

Ellerini yüzümden çekip bu kez alnımı öptü. Beni iyice sinesine çekip sımsıkı sarıldı. Elleri sırtımda gezinirken kulağıma fısıldadı.

"Hazırlan da çıkalım madem..."

***

Merdivenlerden inerken, üstümdeki elbisenin eteklerinin uçuşmasını keyifle izledim. Günlük hayatımda çoğu kez zaruriyetten olsa da pantolon ve tayt tercih ediyordum ama bu kez durum farklıydı. Nisan ayının sonlarında olmanın avantajıyla mevsimlik, bej rengi bir elbise giymiştim ve ortaklık için imzaları atmaya gidiyordum.

İki gün önce güç bela Tekirdağ'dan dönmüş ve kendimi Melek teyzelerin evinde bulmuştum. Hem de tek başıma değil, Ozan'la. Bizim geldiğimiz gece apar topar Kutlu'yu annemlere bırakıp yazlığa geçmişlerdi. Herkeste bir telaş, herkeste bir göz teması kurmamaya abartılı biçimde özen vardı. Kutlu bile evden giderken ağzını açmamış ve annemlerde kalmak zorunda olmasını makul karşılamıştı. Bu benim tanıdığım çocuktan ziyade, programlanmış bir robottu. O kadar kurguydu işte davranışları. Bunun üstünde çok durmamaya karar verdiğimde aklımda sadece yeni işim ve geleceğim vardı. Aksi olsa, bir kenara çektiğim Kutlu'nun ağzından nasıl laf alacağımı biliyordum.

Apartmanın giriş kapısında beni bekleyen sevgilim az önce yine aramış ve hala hazır olup olmadığımı sormuştu. Hazırdım ama yukarı çıkmasını istemiyordum. Bugün her ne kadar iş için giyinmiş olsam da, beni bu kadar özenli hazırlanmış olarak sayılı gördüğü için aşağıda beklemesinin uygun olacağını düşünmüştüm. Her anlamda aşırı derecede heyecanlıydım ama soğukkanlı bir karaktere sahip olduğum için bu açığımı kolayca kapatabiliyordum.

'Atma Yaso, sen kim soğukkanlı olmak kim?'

Tamam, kendimin ne olduğunu biliyordum ama şu dakika heyecanıma yenik düşmemek için taktik uyguluyordum işte.

Ayağımdaki topuklu ayakkabılarla ve üstümdeki şık elbise ile heyecanlı görünmek hiç profesyonel olmayacağı için sakince basamakları inip girişe geldim. Kapıyı açtığımda Ozan arabasının kaputuna yaslanmış, ellerini de kargo pantolonunun cebine sokmuştu. Beni görünce gözlerinden geçen bin bir ifade yürek çarpıntımı ikiye katladı. Beni beklemeden hızla olduğu yerden doğruldu ve yanıma geldi.

"Sevgilim,"dedi. "Çok güzel olmuşsun..."

"Sahi mi?"dedim arsızca daha fazla iltifat duymak istercesine.

"Sahi..."dedi ve eğilip saçlarıma dudaklarını bastırdı. "Çok güzel olmuşsun ve harika kokuyorsun..."

Bir anda yanaklarıma hücum eden kan nedeniyle yüzümün ısısı arttı. Hem güzel sözler duymak istiyordum hem de utanıyordum.

Beni kollarının arasına alıp sarıldı. Daha bu sabah aynı yatakta uyanmamışız gibi hasretle bağrına basıp, yanağımı öptü.

Bakışarak anlaşmaya çalıştığımız günlerden bugünlere çokça yol kat etmiştik ve en azından artık birkaç kelime ile tüm her şeyi birbirimize anlatabiliyorduk. Ozan fazla konuşmayı tercih etmiyor ama ben mütemadiyen konuşuyordum ve ikimiz muazzam bir denge oluşturuyorduk. Az konuşan ile çok konuşan bir araya gelince genelde tek taraflı bir konuşma olsa da ben halimden memnundum. Memnun olmadığım tek şey; son günlerde hayatımızın merkezine yeniden oturan gizemli hallerdi ve bu kez tek gizemli Ozan değildi. Etrafımdaki herkes pek bir gizemliydi.

Arabaya binip Cihangir'deki kreşin önüne geldiğimizde heyecan katsayım bölünerek çoğalmış ve elimi kolumu sabitleyemeyeceğim bir şekle bürünmeme neden olmuştu.

Her cephesi farklı bir renge boyanmış, iki katlı ve dışarıdan bakıldığında bir masal evini andıran binaya girerken hayatımın bundan sonrasında nelerin değişeceğini biliyordum. Bu değişenlerin başında; kendime olan güvenim geliyordu ve daha şimdiden kendimi çok farklı hissediyordum. Bizi kapıda karşılayan ve o gün mucize eseri karşıma çıktığına inandığım kadın, Hümeyra Hanım bizi sevecen bir şekilde karşıladı.

"Mucize Çocuklar Anaokulu adına, sizi aramızda görmekten onur duyarım Yasemin Hanım..."

O sabahın mucizesi karşımda duruyordu ve bana mucizelerin birilerinin yardımı olsa da gelecekse eğer, muhakkak geldiğini gösteriyordu. Bu işe annemin el atmasını bir kenara bırakırsak bu gerçekten de mucizeydi.

Tutulup kalmamı Ozan engelledi. Elini omzuma atarak hafifçe sıvazladı. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerek elimi Hümeyra Hanımın eline uzattım. Avucunun içine aldığı elimin diğer üstüne elini koyarak elimi okşadı.

"Önce okulumuzu gezelim dilerseniz..."

"Olur..."dedim tutukluğumu hala üstümden atamayarak.

Binadan içeri girdiğimizde mis gibi kokuyu duyumsadım. Bu koku, çocuk kokusuydu. Saflığın, güzelliğin ve masumiyetin kokusuydu. Hayatım boyunca belki de en çok olmak istediğim yerdeydim ve bir gün böyle bir şey yaşayacağımı aklıma bile getirmemiştim. Hep küçük hayaller kurmuştum ve küçük hayallerimin içinde bir anaokulu sahibi olmak asla yoktu.

Alt katlardaki sınıfları, yönetim odasını ve yemekhaneyi gezdikten sonra üst kattaki yatak odasını gezdik. Yeniden alt kata indiğimizde Hümeyra Hanımın odasında imzaları atmak üzere hazırdık.

"Hazır mısın?"

Ozan kapıdan giren Avukatı karşılamak üzere yanımızdan ayrılan Hümeyra Hanımın gelmesini beklerken elini elimin üstüne koyup gülümsedi.

"Çok heyecanlıyım, Ozan..."

"Biliyorum sevgilim. Ben de en az senin kadar heyecanlıyım..."

"Üçüncü ortak olduğun için mi?"dedim kaşlarımı kaldırıp sırıtarak.

"Üçüncü ortağın vekilini göreceğin için..."dedi aynı benim gibi sırıtarak.

"Vekil mi? O kim?"

"Zamanı gelince görürsün..."diyerek beni yeni bir merak dalgasının içine fırlatıp attı.

Odaya giren annemin avukatı ile Hümeyra Hanım evraklarda bir eksiklik var mı diye kontrol ederken ben bir kere daha şansımı denemeye karar verdim.

"Senin işini gücünü bırakıp burayla ilgilenemeyeceğini tahmin ediyordum ama bir vekil tayin edeceğini hiç düşünmemiştim. İnşallah anlaşabiliriz..."

"Merak etme, anlaşırsınız. Çok tatlı bir kızdır..."deyince kafamda adeta şimşekler çaktı. Ozan'a tatlı gelen bu kızdan daha şimdiden nefret etmiştim.

"Sana tatlı geliyorsa,"dedim ve devamını ağzımın içinden mırıldandım. "Bana kesin ekşi gelir..."

"Yasemin Hanım,"diyerek bana dolma kalemi uzatan Avukattan kalemi alıp adım yazan yerleri ellerim titreyerek imzaladım.

"Hayırlı olsun..."

"Hepimiz için..."deyip imza atan Ozan'a baktım. Adamda zerre kadar heyecan yoktu. İmzayı atıp kalemi Avukata geri verdi. Tatlı vekilini düşündüğü kadar benim heyecanıma da ortak olsaydı ya, nerede...

Çocuk cıvıltılarının eşlik ettiği mutluluğum Ozan'ın uzanıp yanağımı öpmesiyle taçlandı.

"Gülen yüzün hiç solmasın sevgilim. Ömür boyu mutlu ol..."

Gülen yüzüme de, ömür boyu mutlu olmaya da diyeceğim bir şey yoktu da, benim aklımda hala Ozan'ın ekşi vekili vardı. Ben burayı Hümeyra Hanımla bal gibi de idare ederdim, şimdi vekile ne gerek vardı durduk yere. Sırf tadım daha fazla kaçmasın diye bu konuyu irdelemeye karar verdim. Nasıl olsa yakında tanışacaktık.

Kendi kendimi daha fazla gazlamadan yapmam gerekene odaklandım. Biraz çetrefilli de olsa bu iş annemin sayesinde olmuştu. Tekirdağ'dan döndükten sonra teşekkür etmek için aramıştım. Konuşurken sesinin tınısında hissettiğim tedirginlik beni çok üzmüştü. İnsanlara, özellikle anneme karşı aldığım gardı indirmem ve her şeyi akışına bırakmam gerekiyordu. Ben bu şekilde davrandıkça onlar da hep aynı tedirginliği hissetmeye devam edeceklerdi. Telefonumu çantamdan çıkarıp bu kez imzaları attığımızı söyleyecektim. Muhtemelen o benden duymadan önce avukattan duymuştu ama ben yine de arayıp bir kez daha teşekkür edecektim. Ben sırf her şeyi bir başıma yapma takıntısına saplanıp kaldığım ve etrafımdaki insanların çabasını hep acıma olarak gördüğüm için, herkes mecburiyetten bir adım uzakta kalıyordu. Sırf ben kendimi kötü hissetmeyeyim diye, beni önemseyen insanlar benim yüzümden kendini kötü hissediyordu. Bunların en başında da annem geliyordu. O cesur değildi, ben fazla inatçıydım ve sonuç bizi mütemadiyen uzaklaştırmak oluyordu.

Telefon konuşmamız kısa ve öz oldu. Annem ısrarla bunu kendim başardığımı söylese de ben, onun yardımını görmezden gelemiyordum. Ayrıca bu bana hiç de kendimi kötü hissettirmiyordu. Aksine hayatıma dokunan insanların niyetini geç de olsa anladığım için huzurluydum.

Ozan'ın kolunu omzuma atması ile az önce aklımdan çıkardığım ekşi vekil yine beynimi istila etti. Öğrenmezsem yemin ederim, çatlayacaktım.

"Ozan,"dedim yüzüme vuran güneş nedeniyle tek gözümü kapatıp. "Şu vekil nasıl biri? Hayır, anlaşamazsak ne olacak diye endişe ediyorum da, ondan soruyorum. Altında başka neden arama yani..."

"Altında ne gibi başka bir şey arayacağım ki? Sırf beni kıskandığın için sorduğunu biliyorum zaten..."

Dirseğimle boşluğunu dürttüm. "Ne kıskanacağım seni be!"

"Seven kıskanır sevgilim..."dedi ve eğilip yanağımı öptü. "Mesela ben seni çok kıskanıyorum..."

"Yaa,"dedim şımarık bir biçimde uzatarak. "Kimden kıskanıyorsun?"

"Dünya üzerinde yaşayan tüm canlılardan...

Yumuşacık olan kalbim ve yılışıkça Ozan'ın göğsüne yaslanan başım bir süre bu konuyu bertaraf edebilirdi. Yarın sabah hayallerime kavuştuğum ve en olmak istediğim yer olan bu okulda işe başlayınca bazı gereksiz detayları kafama da takmayı bırakmış olurdum. Bu harika düşüncemi Ozan'ın sözleri böldü.

"Nerede kaldınız? İmzaları atarken yanımızda olursunuz diye konuşmuştuk..."

İndiği taksinin kapısını kırarcasına kapatan Hayriye ve peşinde koşmaktan perişan olmuş Nazım ile hayretlerden hayret beğeniyordum. Valla ben son aylarda hep hayret içindeydim de artık bünyem alışmıştı.

"Kız, patroniçe n'aber?"

"Hayriye, o vekil benim de bana..."dedim umduğum cevabı alabilmek için.

"Vallahi de billahi de benim..."dedi boynuma sarılırken. "Eniştem benden daha uygun bir vekil bulamayacağını ve seninle şahane işler başaracağımızı söyleyince, asla yapamam dedim ama dinlemedi beni."

"İyi ki,"dedim Hayriş'ime sımsıkı sarılırken," İyi ki dinlememiş..."

"Yalnız ben ortak vekili falan olmam Yaso,"dedi kolunu omzuma atıp beni kendine çekerken, "Ben bebelere yemek yapacağım..."

"Sen ne istersen Hayriş... Yanımda ol da ne yapmak istersen onu yap güzel yürekli arkadaşım..."

***

Sakin geçen bir haftanın ardından yeni haftaya başlamak üzereydik. Pazar sabahı normal insanlar gibi uzun bir kahvaltı ve evde amaçsızca pineklemek gibi planlarım vardı. Okulda geçen bir haftam umduğumdan daha güzeldi ve ben bu kadar zamanda adapte olabildiğim için mutluydum.

İlk hafta evrak işleri ile ilgili bilgi edinmem için muhasebe ve sekreter yardımıyla bir takım dosyalar üzerinde çalıştık. Yasal olarak yönetimde olamayacağım için konumum işletme sahibiydi ve bu bana inanılmaz havalı geliyordu. Hem yönetimde olmamamın artı bir avantajı vardı ki; bu en hoşuma giden kısımdı. Üç yaş grubuna yarı zamanlı derse girebilecektim ve yıllar sonra bu keyfi yaşayacağım için çok ama çok mutluydum. Bana ayrılan bir odam ve adımın yazdığı bir isimlik vardı. Kristal kesim isimlik sevgilimin hediyesiydi ve yanında da ikimizin fotoğrafını koyacağım, aynı isimlik gibi kristal kesim bir fotoğraf çerçevesi vardı. Çerçeve henüz boştu ve ben telefondan ikimizin uygun bir fotoğrafını ararken Ozan bana, 'Uygun fotoğraf yerini bulur, sen telefondan arama boşuna' demişti. Boş çerçevem bir haftadır uygun fotoğrafını bulamamıştı ve ben hayal ettiğim fotoğrafın uzun süre çerçevenin içine girmeyeceğini biliyordum. Çünkü benim sevgilim tam bir taş kafalıydı...

Önümüzdeki günlerde velilerin de katılımıyla bir tanışma toplantısı yapılacaktı ve anladığım kadarıyla bu toplantı parti havasında geçecekti. Hümeyra Hanım toplantıyı yapmayı planladığı mekan listesini gösterince acil durum butonuma da basmış oldu. Benim bu tür ortamlar için giyecek kıyafetim yoktu ve en kısa zamanda çıkıp alışveriş yapmam lazımdı. Bu konuyu aklımın bir köşesine not edip, Zeynep'ten yardım istemeye karar verdim.

Hafta arası okuldayken Ömer Bey aramıştı. Önce telefonu açarken kullandığım hitap ile ilgili bir sürü serzenişte bulunmuş, sonrasında da kendisine Ömer abi demem konusunda oldukça sert bir ültimatom vermişti. Ömer Bey'den telefonu alan annemle uzun uzun konuşmuş ve yarın akşam evlerindeki yemekte kutlama yapmaya karar vermiştik. Sesindeki titremeden ve konuşurken seçtiği kelimelerden tedirgin olduğu ortadaydı. Hala verebileceğim tepkiyi bekliyor ve kendini geriyordu. Telefonla halledemeyeceğim için bu konuşmayı yemekte yapmaya karar verdim.

Ertesi gece, Ozan'la beraber annemlerin sitenin önüne geldiğimizde bizi bahçede karşılayan Toprak koşarak yanıma geldi. Belime sarılıp kafasını karnıma yasladı.

"Abla, sana bir sürprizimiz var..."

Arkadan oldukça yüksek tondan bir haykırış duyuldu.

"Toprak!"

Toprak karnıma gömdüğü başını kaldırmadan, "Ama bana ablama söylememem gerektiğini hatırlatmadınız!"

Annem Toprak'ı benden koparıp omuzlarımı tuttu ve beni kendine çekti. "Bu kız kime çekti, gerçekten bilmiyorum..."

Ozan kolunun altına aldığı Toprak'ın saçlarını okşarken mırıldandı. "Ben biliyorum ama neyse..."

Ona, kıstığım gözlerimle kötücül bakışlar atıp anneme sarıldım.

"Hoş geldiniz yavrum..."

"Hoş bulduk annecim. Nasılsın?"

"Sizi gördüm daha iyi oldum..."deyip bu kez Ozan'a döndü. Ozan koluna kene gibi yapışmış Toprak'ı bırakmadan elini anneme uzattı tokalaşmak için. Annem ona uzatılan ele aldırmadan Toprak'ı yerinden sökercesine Ozan'ın kolunun altından çıkarıp Ozan'a sarıldı.

"Sana ne kadar teşekkür etsem az, Ozan... İyi ki varsın. İyi ki kızımın hayatındasın..."

"Güliz abla, teşekkürlük bir durum yok. Hepimizin amacı aynı... Yasemin mutlu olduktan sonra teşekküre gerek yok."

"Ooo,"diyen ses evin yan tarafından iki kolunu açarak yanımıza geldi. "Hoş geldiniz çocuklar..."

Ömer abi- dünkü konuşmamızdan sonra kendisine böyle hitap etmeye karar vermiştim- yanımıza gelip önce Ozan'la tokalaşıp hal hatır sordu. Benim yanıma gelince tokalaşmak için elimi uzattım ama elime ters ters bakınca açtığı kollarının arasına girdim. Tuhaftı... Hem öyle tuhaftı ki, en yakınlarımdan görmediğim bu yakınlığı benimle alakası bile olmayan insanlardan görüyordum. Kendimi bildim bileli hüzünlü ve mutsuz olan babam bile bana böyle içten sarılmamıştı hiçbir zaman. Gözümde biriken yaşları akmamaları için kendimi sıkmaya başladım. Şimdi ağlamaya başlarsam benim kafa nostaljiye boğulup ağlamaktan heder olacaktı. Eskiyi gömüp kendime yeni bir hayat ekmiştim ve şimdi yeni hayatımın tohumları boy boy filizler veriyordu.

"Hadi çocuklar, içeri geçelim artık..."diyen Ömer abi eliyle sağ omzumu hafifçe sıkarak kulağıma eğildi. "Ne olur yabancı gibi durma, sen bizim kızımızsın Yasemin..."

Tutuk halimin farkına varmıştı ve rahatlamam için çaba harcıyordu. Benim yanımdan uzaklaşıp annemin yanına gitti ve aynı tavrı anneme de sergiledi. Annem de en az benim kadar tutuktu ve benden çekindiğini anlamamak için kör olmak lazımdı. İkimizde çaba gösteriyorduk ama bir türlü kendimizi rahat bırakamıyorduk. Bu iş böyle gitmeyecekti. Benim bu akşam bir şeyler yapıp annemle aramda o görünmez olan duvarı yıkmam lazımdı. Her alanda kendine güvenen, mevki sahibi o kadın benim yanımda sürekli suçlu psikolojisiyle yaşıyordu ve yapılan alçaklıkta annemin hiçbir suçu yoktu. Onun tek suçu güçlü olamayışıydı. Beni öğrendiği an karşıma çıkma cesaretini gösterseydi şimdi ikimizde bu kadar acı çekmiş olmayacaktık.

Tam hep birlikte evden içeri girmek üzereydik ki, bahçede bir araba kornasının sesi duyuldu. Kornadan sonra da arabanın kendisi... Balonlarla süslenmiş beyaz Audi A1 art arda korna çalarak yanımıza geldi. İçinden çıkan Kutlu suçlu ama bu suçu işlemekten duyduğu gurur sırıtmasına yansımış bir vaziyette arabadan indi.

"Hayırlı olsun, yenge..."

Önce bana doğru hamle yaptı sırıtarak. Ardından sırıtması yüzünde azaldı ve git gide kayboldu.

"Kusura bakma Ömer amca, dayanamadım..."

"Her neyse,"dedi Ömer abi, "Zaten birazdan gösterecektik Yasemin'e hediyesini. Ha şimdi ha sonra fark etmez. Fakat,"dedi bu kez kaşlarını çatarak, "Sen araba kullanmayı bilmiyorsun ki, nasıl getirdin arka bahçeden?"

Kutlu bir anda yine o haylaz oğlan oldu. Cin gibi bakışlarını her birimizin üstünde gezdirdikten sonra, "Berlin'de bahisli araba yarışlarının en favori pilotuydum ben Ömer amca..."dedi gevrek gevrek gülerek.

Dakikalardır sessizliğini koruyan Ozan, yanımda olduğunu unutmak üzereyken Kutlu'nun tişörtünü ensesinden yakalayarak kendine çekti. Kulağına artık ne söylediyse Kutlu, önce kıpkırmızı oldu. Kırmızı renk yerini mor ve tonlarına bırakmak üzereyken Toprak'ın cırtlak sesi duyuldu.

"Ozan abi, Kutlu abimin yakasını bırak, yoksa anlarsın ya..."

"Sizin elinize düştüğüm güne-"

Devamını getirmeden sustu. Bu üçü bir şeyler çeviriyordu ama şu an benim hiç umurumda değildi. Ömer abi yeniden yanıma gelerek avucuma Kutlu'dan aldığı anahtarı verdi. Ben önce Ömer abinin yüzüne sonra da alık alık anahtara baktım.

"Yeni işin için küçük bir hediye. Annenle ikimizden..."

"Ya baba! Beni neden saymıyorsun?"diyen Toprak Kutlu ve Ozan'ın yanından ayrılıp benim yanıma geldi.

"Bu araba, "dedi hala alık alık baktığım arabaya. "Ben, annem ve babamdan hediye ablacım..."

"Yasemin,"dedi Ozan eğilip kulağıma. "Ne konuşmuştuk?"

Hızla atan kalbim Adrenalin hormonumun marifetiydi. Konuşamayacak kadar titriyor ve heyecanıma yenilmekten korkuyordum. Kısa bir süre için gözlerimi kapattım ve aklımdan Ozan'la olan konuşmamızı geçirdim.

Beni mutlu etmek istiyorlardı. Beni seviyor ve Toprak'tan farklı görmüyorlardı. Bir aile olabilmek için çaba gösteriyorlardı. Beni kırmamak için her adımı tetikte olarak atıyorlardı. Kimsenin niyeti bana acımak değildi. Ben benim için yapılanları kabul edersem asla ezik olmayacaktım. Ben zaten her şeyi sadece kendi çabamla yapabilecek güce sahiptim ama bir araba bunlara dahil değildi. Bu hediye çok fazlaydı. Onlar benim kırılmamı ben de onların kırılmasını istemiyordum ve bu pahalı hediyeyi bir kimsenin kalbi kırılmadan kabul edemeyeceğimi söylemeliydim. Bu konuda Ozan'ın bana destek olacağını düşünerek bakışlarımı kendisine çevirdim.

Kaşlarını yukarı doğru kaldırmasıyla benden yana olduğunu anlayarak rahat bir nefes aldım fakat ters köşe olduğumu fazla zaman geçmeden anladım.

"Günlerdir boşa çıkarmıyorum seni İstanbul trafiğine..."diyerek göz kırptı. Bu Ozanca da, 'Yasemin konuştuklarımızı hatırla ve aileni üzme' demekti... Eğer aksi olsaydı bunu söze dökmeden, bakışlarıyla bile belli ederdi.

Ben hala elimdeki anahtarla ne yapmam gerektiğine karar veremeden dikilmeye devam edince, "Sen bizim kızımızsın Yasemin ve biz kızımız için geç kalmış da olsak güzel bir gelecek istiyoruz. Bunu annene de bana da çok görme..." diyerek elimi avuçlarının arasına aldı Ömer abi. "Toprak ne ise sen de aynısın bizim için."

"Ömer abi, inanın ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu çok fazla benim için."

"Hadi hadi, "dedi beni belimden tutup içeri yönlendirirken, "Fazla falan değil..."

Yemek boyunca yeni işim, çocuklar ve bundan sonra ne yapmak istediğimle ilgili konuştuk. Bundan sonra yapmak istediğim tek şey, hakkını vererek yaşamak olacaktı. Kim ne der diye düşünmeden, kendimi eksik hissetmeden yaşamak...

***

Pazar sabahı hazırladığım tek kişilik kahvaltımın başına otururken bir eksiklik olduğunu hissettim. Masadan kalkıp Ozan'ın odasından telefonumu aldım. Melek teyzelerin yokluğunda, Ozan'ın bu evdeki odasında tek kişilikten büyük, çift kişilikten küçük yatağında yatıyorduk ve ben artık bu sıfatsız yatışlardan bezmiştim. Çirkin şeyler düşünmek istemiyordum ama aynı yatakta yatmamızı da herhangi bir nedene bağlayamıyordum bir türlü.

Sevgililik olayını atlayıp başka bir boyuta geçmiştik ama ben bu boyuttan hoşnut değildim. Ben değildim ama maşallah Ozan gayet mutluydu. Benimle uyuyup benimle uyanmak istediğini söylediğinden beri o dediğini icra ediyorduk. Bu icraat başka şeylere gelince tıkanıyordu. Adam beni yastığı gibi kullanıp fosur fosur uyuyordu, bir de yetmiyormuş gibi geceleri arsız arzularını arşı alaya çıkarıyordu utanmadan.

Elime aldığım telefondan video uygulamasına girip doksanlardan bir şarkı seçtim. Uzun zamandır fırsat bulup da şöyle güzel bir keyif yapamamıştım. Ege, delice bir sevda çalmaya başladığında ballı sütümden bir yudum aldım.

'Delice bir sevda, delice bir tutku bu
İçimde sancısı, yüreğimde korkusu
Öylesi sardı ki; bu hırçın sevda beni
Kaçamam susamam, kapalı çıkış yolu...'

Şarkının nakaratını bet sesimle bağıra bağıra söylerken telefonum çaldı. Ekranda son aramalarda adını zirveye altın harflerle yazdırmayı başaran, Hayriye'nin adı yazıyordu.

Ekranı kaydırarak aramayı cevapladım ama daha tek kelime demeden Hayriye bir avazda sabah sabah içinde ne varsa sayıp döktü.

"Ne işin varsa bırak gel yaso..."

"Herhangi bir işim yok zaten de, sabah sabah bu ne telaş kızım?"

"Çok pis işler dönüyor Yaso, acilen görüşüp bu konuyu masaya yatırmamız lazım..."

Oturduğum sandalyeden kalkıp salonda turlamaya başladım. Bu kız insanın aklını da fikrini de başından alırdı. Sabah sabah ne tür işler döndüğünü anlamak ve konunun benimle olan bağını çözmek için haklı olarak sordum.

"Ne tür pis işlerden bahsediyorsun, ajan Heri?"

"Sen geç dalganı!"

"Dalga geçmiyorum be kızım, şaka yaptım sadece."

"Bırak şimdi şakayı da, hemen bana gel."

"Oh valla, ne güzel iş... Evimi ele geçirdin, dolu dolu bir de 'bana' diyorsun."

"Uzatma lan! Mesele ciddi diyorum. Senin bu Ozan'la yanındaki sıfatsız arkadaşı Korkut bir haltlar çeviriyor..."

"Hayriye, sen boş ver. Onların işine de karışma."

Hayriye Ozan'ın Home Office çalışan bir yazılımcıdan daha fazlası olduğunu bilmediği için ne gördüyse yanlış yorumlamıştı muhtemelen ve benim konuyu ona unutturmam lazımdı. Fakat işler hiç de benim planladığım şekilde yürümüyordu.

"Hemen hazırlanıp evden çıkıyorsun Yaso!"diye bağırınca elimdeki telefonu kulağımdan oldukça uzak bir mesafeye çektim.

"İyi be, geliyorum..."

Hızlı hızlı atıştırdığım kahvaltı tepsisini mutfağa bırakıp üstümü değiştirdim. Kapının önüne gelince kısa bir an duraksadım. Eğer şimdi Beyoğlu'ndaki evde olsaydım birkaç sokak uzaklıktaki Hayriye'ye yürüyerek çabucak giderdim ama Beşiktaş'tan Bereketzade'ye yürüme mesafesi bir saatten fazlaydı. Kapının yanında asılı araba anahtarıyla uzun uzun bakıştık. Daha önce araba kullanma bende fantezi haline gelmişti ama şimdi tek başıma yirmi dakikalık bir araba yolculuğunu yapmaya çekiniyordum. Henüz okula gidip gelirken kullanmamıştım ve taksiyle gidip geliyordum ama artık bir yerlerden başlamak gerekiyordu. Kendime gereken cesareti verdikten sonra dokunmaya korkar gibi, parmaklarımın ucuyla anahtarı aldım. Avucumun içine hapsettiğim anahtarla dualar eşliğinde evden çıktım.

Korktuğum gibi olmamıştı. Hafta sonları keşmekeşe dönen İstanbul trafiği bu sabah bana torpil yapmıştı. Rahat bir yolculuktan sonra birkaç hafta önceye kadar benim olan evin giriş kapısına gelip zile bastım.

Hayriye daha parmağım zile dokunur dokunmaz kapıyı açıp beni kolumdan tuttuğu gibi sürüklercesine içeri soktu.

"Koparsaydın!"dedim kolumu elerliden kurtarıp.

"Otur şuraya, kahve yapıp geliyorum..."

Beni itekleyerek koltuğa oturttuktan sonra kahveleri hazırlarken anlatmaya başladı.

"Kızım, bunlar var ya, çok acayip şeyler yapıyor."

"Mesela?"dedim bacak bacak üstüne atarken.

"Nazım bunların yanında takılıyor ya son günlerde iş muhabbetine. Bu sabah bizim susak Korkut'la telefonda konuştu."

"Hayriş, detaya gerek yok. Sen ana temayı anlat..."

"Aman iyi be! Ana tema, fısır fısır planlanan ve benden sır gibi saklanan bekarlığa veda gecesi..."

"Ee?"

Elindeki kahve fincanlarını kafama atar gibi sehpaya bıraktı. Tabaklara dökülen kahvelere aldırmadan çemkirmeye başladı. "Kızım, bekarlığa veda diyorum. Anlamıyor musun?"

"İyi de güzelim, ben bunu zaten biliyorum. Bu gizli ve acayip bir iş değil ki... Cesur abi ve Ece'nin düğünü var. Hatta kızlar da kına gecesi organize etmişler. Betül abla beni de davet etti ama bizim kutlama ve tanışma partisi var diye hazırlık yapmam gerektiği için katılamayacağımı söyledim."

"Betül abla kim be?"diye sordu gözlerini kısarak.

"Yiğit abinin sevgilisi..."

"Yiğit abi kim?"

"Hayriye,"dedim börek hamuru gibi açtıkça büyüyen sorular karşısında. "Yiğit Abi, Ozan ve Korkut'un çalıştığı firmanın yöneticisi. Hani Cemo'yu da yanına almıştı..."dedikten sonra bir anda günler önce İstanbul'a dönen ama hala nerede olduğu muamma olan Cemo geldi aklıma. "Sahi ya, Cemo seni aradı mı? Beni hala aramadı ve Ozan'da bu konuda tek kelime etmiyor."

"Ozan neden Cemo hakkında tek kelime etmiyor ben sana söyleyeyim,"dedi muzipçe kaşlarını oynayıp. "Adam seni bizimkinden kıskanıyor."

"Saçmalık,"dedim gözlerimi devirerek. "Cemo ve benim kardeş kadar yakın olduğumuzu biliyor...

"Kardeş olmadığınızı ispatlamak için DNA testi yaptırmanıza gerek yok bebeğim,"dedi havalı havalı saçlarını savururken. "İkizini yan yana görünce adamın nevri döndü be. Bizim Nazım'la kaçtığımız gece olanları hatırlasana."

"Ne oldu ki o gece?"

"Kızım, manyak mısın yoksa kör mü? Sen o gece Cemo'nun dibine dibine girdikçe ne yapacağını şaşırdı. En son gidip kombiyi harladı ki; sen sıcaktan bunal da yanından kalk diye..."

"Yok artık,"dedim kahvemden bir yudum içerek. "Sen hayal görmüş olmayasın?"

"Bok hayal gördüm. Adam gidip kombiyi açtı ve sen de terledin diye kazağını çıkarmadın mı?"

"Öyle mi diyorsun?"

"Öyle diyorum Yasocum... Ozan sana ta o zamandan vurgun. Hem senin o eski patron meteor Engin kapıya gelince nasıl iyice manyadı, hatırlasana."

"O benim başıma bir şey gelmesin diye takmıştı Engin Bey'e."

"He, yersen. Buz gibi aşıktı sana kızım."

Elimdeki kahveden son yudumu alıp,"Konuyu nereye getirdik. Gündemimiz Cemo'ydu, hatırlatayım..."dedim.

"Cemo, nerede ve ne yapıyor bilmiyorum. Sana diyorum bu adamlar gizli işler çeviriyor diye, anlatamıyorum."

"Peki o zaman ajan Heri, ne tür gizli işler çevirdikleri hakkında bir tahminin var mı?"

"Şimdilik elimde sadece aralarında gizli gizli planladıkları bekarlığa veda gecesi var. Onun dışında somut bir delilim yok maalesef..."

"Bekarlığa veda gecesinin gizli ya da gizemli bir yanı yok. Kendi aralarında Cesur abiye bir eğlence düzenlemişler, hepsi bu."

"Şu kızlardan bahsetsene biraz bana. Nasıl tipler? Kesin sosyete gülü falandır bunlar. Birinin sevgilisi yazılım şirketinin yöneticisi, diğerinin ki başkomiser..."

"Yok be, alakaları bile yok. Ben sadece Betül abla ve Cesur abinin kardeşi İpek'le tanıştım. Henüz Ece ile resmi bir tanışıklığımız yok ama hepsi de çok tatlı kızlar."

"Kına gecesine davet ettiler dedin. Neden gitmiyorsun? Parti hazırlığını elbirliği ile hızlandırırız."

"Olmaz Hayriş. O partiyi aceleye getirmek istemiyorum. Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun."

"Haklısın."

İkizimizde kahvelerimizi bitirmiş ve Hayriye'nin çok önemli dediği konunun aslında bizim için çok önemsiz olduğunu anlamıştık. Birbirimize boş boş baktığımız birkaç dakikanın ardından aklıma çok parlak bir fikir geldi.

"Zeynep'i de arayıp, dışarı çıkalım mı birlikte?"

"Valla evde sıkıntıdan patlamak üzereydim zaten. Hem şu İstanbul artık benimle tanışsın, değil mi?"dedi cümlesine eşlik eden kahkahasıyla.

"Bence İstanbul henüz sana hazır değil ama neyse..."dedim aynı onun gibi gülerek.

"Bekle beni İstanbul, ajan Heri geliyor..."diyerek seke seke yanımdan uzaklaştı.

Sehpanın üstündeki telefonumu alıp Zeynep'i aradım. Şansa, bir işi ya da programı yoktu.

Evden çıktığımızda kapının önünde arabamın etrafında ıslık çalarak turlayan Zeynep'i gördüm.

"Ulan, millet nasıl arabalara biniyor be..."dedi yeniden keskin bir ıslık çalarak.

Hiç bozuntuya vermeden elimdeki kumanda ile arabanın kapılarını açtım. Çıkan açılma sesiyle Zeynep kendini hızla geri çekip arabadan uzaklaştı. Gözleri adeta bir radar gibi etrafı tararken bir yandan da emin olmak istercesine elimdeki kumandaya bakıyordu.

"Yasemin, oha!"dedi bağırarak. "Bu bebek senin mi?"

Sırıtarak başımı aşağı yukarı salladım.

Hep birlikte arabaya doluştuğumuzda ilk on dakika ön koltukta kim oturacak kavgasının bitmesini bekledim. Hayriye kene gibi yapıştığı koltuktan kalkmamak için çirkefleşirken Zeynep inatla Hayriye'yi arabadan çıkarmaya çalışıyordu. Oturduğum yerden birkaç defa kornaya bastım. "Kızlar, biz en iyisi bir taksiye binelim."

"Hayatta olmaz,"diye bağırdı Hayriye, "Söz verdin. Bebek de üç beş tur atacağız, dedin."

"Onu ben değil, sen dedin Hayriş. Hatta hızını alamayıp şarkının tamamını bağıra bağıra söyledin."

Hayriye'nin bana dönerek konuşmasını fırsat bilen Zeynep bu kez daha kuvvetli asıldı koluna. İkisi birbirini yemeden önce olaya müdahale etmem lazımdı ama diyeceklerim pek bir anlam ifade etmeyecekti her ikisi için de.

***

Ben direksiyonda, Zeynep ve Hayriye arka koltukta çıktığımız yolculuk sonunda başlamıştı. Son çare her ikisi de arka koltuğa oturduğunda özel şoförleri olarak ilk durağımız Hayriş'in özel isteği üzerine Bebek'te üç beş tur atmak olmuştu. Arka koltuktan öne doğru uzanıp müzik çaların kumandasını aldı. "Hayır,"dedim panikle. "Sakın yapma Hayriye!"

Beni dinlemeyeceğini zaten biliyordum ama hiç değilse şansımı denemiş oldum. Müzik sesini sonuna kadar açıp Allah ne verdiyse evden çıkmadan önce bağıra bağıra söylediği şarkıyı açtı. Kulaklarımdan kan damlamak üzereyken kumandayı alıp aniden sesi tamamen kıstı. Çantasından hışımla çıkardığı telefonu kulağına götürdü. Konuşması birkaç kelimeden ibaretti. 'Tamam, anladım. Biliyorum tabi ki...'

"Yasocum,"dedi kafasını aradan uzatarak. "Acaba Nişantaşı'na gitmemiz mümkün mü?"

Dikiz aynasından kısa bir göz teması kurduktan sonra, "Hay hay..."dedim kıkırdayarak. "Emriniz başım üstüne."

Beni duymamış gibi yeniden elindeki telefonu kulağına götürdü. "Tamamdır. Haberleşiriz."

"Hayriş,"dedim yeniden dikiz aynasından bakarak. "Sen kiminle konuşuyorsun böyle zırt pırt?"

"A, şey,"dedi gözlerini benden kaçırarak. "Kiminle olacak canım, kocamla tabi ki..."

"Pek bir şifreli konuştun. İstersen uygun bir yerde durayım da sen dışarıda konuş özel bir mesele varsa."

"Yok yok..."dedi hızlı hızlı. "Kocam gelinlik bak hazır çıkmışken dedi de. Onu konuştuk."

"Ve sen yana yakıla düğün derdine düşmüşken gelinliği bu kadar hafife mi aldın yani?"

"Hafife mi almışım? Ne zaman almışım? Kim demiş ki bunu?"

"Hayriye, kapat çeneni!"dedim gaza yüklenirken. "Cin olmuş adam çarpacak aklınca. Kızım sen kimi yiyorsun be!"

"Valla ben bir şey yemiyorum canım Yasom. Bir Muti varmış Nişantaşı'nda da Nazım bana ona gidin dedi. Onu konuştuk biz. Başka bir şey yok valla..."

"Muti mi? Nazım sana Muti'den mi bakın gelinliği dedi?"

"Bu işin duayeniymiş de, o yüzden şey etmiş."

"Ben seni bir şey edeceğim, göreceksin!"

Bu arada bizim diyalogumuza katılım sağlamayan Zeynep elinden bir türlü düşmeyen telefondan başını kaldırıp, "Muti bizi bekliyor. Akşam için organizasyonum var, acele edin dedi."diyerek sonunda aramıza döndü. Bu ikisinin araba yüzünden birbirine girdiğini gözlerimle görmesem şu anki ittifaklarına da inanırdım ama ben sandıkları kadar aptal değildim. Sadece aptalı oynamayı tercih ediyordum.

Moda evine geldiğimizde Muti bizi kapıda karşıladı. Zeynep'e kısaca selam verip bana sarıldı. Koca kollarının arasında ufacık kalmış, adeta can çekişiyordum.

"Kız bodur, nasılsın görmeyeli?"

"Çok iyiyim Muticim, ya sen?"

Bana cevap verme gereği duymadan bakışlarını Hayriye'ye çevirdi.

"Kim bu sinsi bakışlı yılan?"

Bahsi geçen sinsi bakışlı yılan sabahtan beri kem küm etmekten öteye gidememişti ama Muti'nin sözleri karşısında aslan kesildi.

"Hoşt manda! Sensin sinsi yılan. Ağzını topla, yoksa yırtar cebine koyarım."

"Harika,"dedi Muti eliyle omzuma patlatarak. "Bu da tam benlikmiş. Sevdim..."

İlk tanıştığımızda aramızda geçenlerden sonra Muti'nin insanları tartmak için bu tavrı sergilediğini geç de olsa fark etmiştim ve bana yaptığının aynını Hayriş'e de yaparak istediği tepkiyi almıştı.

"Mıymıntı mıymıntı durmayın da içeri geçin,"dedi bizi tek tek itekleyerek. "Vaktim kıymetli benim..."

Hayriye hala az evvel yaşanan diyalogun şokunda olduğundan konuya direkt ben girdim.

"Mükemmel yakıştırmanla şoka soktuğun, "Elimle Hayriye'yi işaret ettim. "arkadaşıma gelinlik bakacaktık."

"Tamam geçin şu tarafa da bir bakalım..."

Dilini yutmuş Hayriye konuşsam mı konuşmasam mı ikileminin içinden çıkıp, "Hazır gelinlik olmayacak. Tasarım gelinlik olacak."dedi.

"Hayriye, bu kadar dar bir zamanda tasarım gelinlik de nereden çıktı? Muti sana içine sinen bir model bulacaktır muhakkak."

"Olmaz, "dedi niyeyse panikle. "Ben tasarım gelinlik hayal etmiştim."

"Güzelim, sen karışma."dedi Zeynep koluma girip. "Muti yetiştirir bence."

"Muti?"dedim sorarcasına karşımdaki dev adama.

Dilini dişine vurarak, "Hayatta olmaz!"dedi. "Ben daha bizim zillinin gelinlik tasarımını yeni hazırladım. Bir süre hayal gücümüm inzivaya çekmem lazım."

Hayriye düşen omuzlarını da alarak bizden uzakta bir köşeye geçip yeniden telefonuna sarıldı. Hayallerinin suya düştüğünü kocasına anlatacaktı muhtemelen.

Birkaç dakika sonra yanımıza gelerek hiçbir şey olmamış gibi başını omzuma yasladı.

"Muti, sana telefon var..."diyen kızıl saçlı bir kadın arka odalardan birinden çıkıp Muti'ye seslendi.

"Bekleyin, geliyorum."diyen Muti saniyeler içinde gözden kayboldu.

Başı hala omzumda olan Hayriye'yi teselli etmek için "Üzülme bu kadar be Hayrişim, biz de gidip hayal gücü inzivaya çekilmemiş bir tasarımcı buluruz."dedim.

Başını olduğu yerden kaldırmadan, "Kısmet."dedi.

Muti az evvel telefonla konuşmak için girdiği odadan ellerini birbirine vurarak çıktı. "Gel kız sinsi, alalım şu ölçülerini de başlayalım bir an önce tasarıma."dedi.

"Senin hayal gücün tatilde değil miydi?"diye sordum sırıtarak. "Tatil kısa mı sürdü?"

"Sus kız, bodur!"deyip Hayriye'yi kolundan tuttuğu gibi başka bir odaya götürdü. Peşlerinden Zeynep'le beraber gittik. Odaya girip geniş ve konforlu koltuklara oturduktan sonra Muti işini ciddiyetle yapan bir modacı havasına büründü. Ben Hayriye ne tür bir gelinlik istiyor diye sormaya hazırlanırken Hayriye sanki gelinliği ben giyecekmişim gibi hep benim fikirlerimi sordu. Ben benim hayalim olan gelinliği nasıl olsa bir yirmi yıl falan giyemeyecektim ve yirmi yıl sonra o gelinliğin modası da geçmiş olacaktı. Varsın bir işe yarasın diyerek başladım anlatmaya.

Anlattığım tarzı üçü de beğenmemişti ama her ne hikmetse son anda fikir birliği ile benim hayalimdeki model üzerinde konuşmaya başladılar. Bir kere ben asla kabarık bir model istemezdim. Rahat hareket edebileceğim kadar hafif olmalıydı benim gelinliğim. Kol falan da istemezdim. Kol detayı olacaksa da ince ve zarif bir dantelden, ancak omuzlarımda biten bir kol olmalıydı. Aylar önce hatırlamak bile istemediğim o gelinliği bile isteye en tercih etmeyeceğim bir model seçmiştim. Üzerime giymek bile istemeyeceğim o gelinlik kirli hatıralarda kalmıştı ve ben temiz hatıralarıma sadece hayal edip, gerçekleştirebileceklerimi ekleyecektim. Artık kısmet olursa, yirmi yıl sonra ben de hayalim olan bir gelinlik giyerdim inşallah.

"Şöyle janjanlı, aşırı kabarık bir prenses model mi olsaydı acaba Yaso?"

"Hayriş, sen istiyorsan tabi ki prenses model olacak. Sen benim fikrimi sordun diye anlattım ben."

"Yok yok sade her zaman daha elegan gösterir. Ne o öyle avize gibi..."

"Söylediklerinle çelişiyorsun ama neyse,"dedim. "Sen bence henüz net değilsin gelinlik konusunda. Bir iki gün düşün, öyle gelelim biz Muti'ye."

"Olmaz,"deyip ayağa fırladı."Ben kararımı verdim."

Bu kez yazıp yazıp silmekten perişan olmuş Muti'ye döndü. "Yaz kanka, sade ve hafif bir kumaştan olacak. Kolları omuzlarda biten, dökümlü bir model olacak. Kabarık olmayacak ama abartı olmayan bir kuyruğu olacak..."

Muti elindeki kalemi Hayriye'nin kafasına fırlattı. "Bir kere daha kararsızları oynarsan, senin saçını başını yolarım sinsi bakışlı yılan!"

Hayriye kafasından sekip yere düşen kalemi Muti'ye uzattı. "Kurban olayım kızma Muti abi, valla bu son kararım."

"Iy,"dedi Muti tiksinerek. "Muti abiler götürsün inşallah seni!"

***

Moda evinden adeta kovularak çıktıktan sonra yine arabaya doluştuk. Dizilim değişmemişti. Zeynep ve Hayriye yeni bir ön koltuk kavgasına mahal vermeden, neyse ki yeniden arka koltuğa tespih boncuğu gibi dip dibe oturmuştu. Hem yer kavgası yapıp hem de müthiş bir uyum içinde arka koltukta oturmaları beni ikisine karşı şüpheci bakışlar atmama neden olsa da umursamadım.

"Ee şimdi ne yapıyoruz gelin hanım?"dedim yüksek sesli müzik nedeniyle, bağırarak.

"Çek anacım bir alışveriş merkezine, kendime seksi gecelik takımı alacağım."

Dediğini yapıp bize en yakın konumda olan bir alışveriş merkezinin kapalı otoparkına girdim. Asansöre bindiğimizde Hayriye yeniden sabahtan beri aşk yaşadığı telefonuna sarıldı. Bize arkasını dönerek ve de oldukça sessiz bir konuşma yaptıktan sonra sırıtarak yüzünü döndü.

"Önce bir iç çamaşırı mağazasına girelim sonra da ev tekstil mağazasına."

"Hayriye, yeni baştan çeyiz mi düzeceksin? Kızım ne gerek var bu kadar masrafa? Sadece düğün olacak dedin ama sen maşallah abartmalara doyamıyorsun..."

"Ne var be!"diye bağırdı asansörün içinde. Allahtan bizden başka kimse yoktu da rezil olmaktan kurtulduk.

İç çamaşırı mağazasına geldiğimizde üçümüzün de ağızları alık gibi açık kalmıştı. Benim iç çamaşırı anlayışım standart bir sutyen ve pamuklu külottan ibaret olduğu için satış sorumlusunun gözümüzün önüne serdiği herhangi bir organı kapatma özelliği bulunmayan çamaşırlar bir süre birbirimize bakıp bakıp kıkırdamamıza neden oldu.

"Yaso, sence de en güzeli bu değil mi?"diye sordu Hayriye beyaz ve tamamen tül olan takımı gözüme sokarcasına.

"Sen bilirsin. Kullanacak olan sensin."diye yanıtladım.

"Yani,"dedi gözlerini yuvalarında döndürerek. "İnsanın üstünde en fazla beş dakika kalacak bir takım ama değer yani. Çok seksi..."

"Madem beş dakika kalacak, ne diye üç yüz elli lira veriyorsun Hayriş?"

"Aman, bir kere geliyoruz hayata be kızım. Sen beğendin mi şimdi bunu, onu de bana?"

"Benim beğenmem önemli değil ki. Sen beğendiysen alırız."

"Yok yok, sen de fikrini söyle. İçim rahat etmez başka türlü."

"Of Hayriye, valla şiştim. Tamam, çok beğendim."

"Öyle sallama cevap verme bana. Gerçekten beğendiysen alacağım."

"Hiç beğenmedim hatta nefret ettim Hayriye."

"Aaa,"dedi hayal kırıklığı içinde. "Beğenmediysen başka bir rengine bakalım öyleyse."

"Güzelim benim,"dedim diğerlerinden uzaklaşarak. "Sen neden taktın bu kadar bana? Ben beğensem ne olacak beğenmesem ne olacak. Sen giymeyecek misin bunları?"

"Yani, tabi evet ama sen de beğen istiyorum."

"Kızım beni delirtme! Nazım'la gireceksin gerdeğe, benimle değil."

Dudaklarını birbirine bastırıp alt dudağını dişledi. Ardından kocaman bir kahkaha patlattı. Eliyle koluma vurup, "Manyak..."dedi.

Saatler süren ve birbiri ardına münazara ettiğimiz o takım ve ona benzeyen bir yığın iç çamaşırı ile birlikte gecelik, pijama takımı ve günlük ihtiyaçlardan oluşan başka çamaşırlarla beraber bir servet ödeyerek mağazadan çıktık.

Hayriye'nin cart curt post makinelerine sokup çıkardığı kredi kartını nasıl ödeyeceği hakkında eminim bir fikri yoktu zira o kartı ödemek için bir ikinci el bir araba parası vermek gerekecekti.

"Hayriye, dünyanın masrafını yaptın. Bak eğer ödemekte sıkıntı çekerseniz-"

"Sen rahat ol karagözlüm, kartın borcunu ödeyecek olan babayiğit düşünsün."

"Valla senin babayiğit bu borç altında yiğitlik kısmını kaybeder ama neyse."

"Kim bilir..."dedi saçını savurarak.

***

O çılgın alışverişten sonra geçen üç günden sonra bu sabah bende bir telaş vardı ki, sormayın gitsin. Tanışma partisi için Sarıyer'de şık bir mekanda karar kılmıştık. Tamamı deniz gören mekan organizasyon şirketi tarafından partiye hazırlanıyordu. Son hazırlıkları yapmak üzere sağ kolumla beraber davetli listesini yeniden gözden geçirdik. Sağ kolum benim kadar soğukkanlı olmayı başaramadığı için etrafta işini yapan çalışanların arasına karışmış ve her detayı sorarak insanları delirtmişti.

"Hayriye, rahat bırak insanları..."dedim diğerleri anlamasın diye kısık sesle ve sırıtarak.

Kaşını gözünü oynatarak, "Bana karışma! Benim patronum sen değilsin."dedi.

"Patronun olduğumu iddia etmedim zaten ama sen insanların her işine karışıyor ve işlerine mani oluyorsun."

"Ozan eniştem tembihledi beni kızım bana karışma."

"Ne dedi Ozan sana? Önüne gelen çalışana salça ol ve elindeki her şeyi alıp kendin yerleştir mi?"

"Aynen öyle dedi. Sen benim vekilimsin ve sana sınırsız yetki veriyorum dedi."

İki saat sonra mental olarak yorgun, fiziksel olarak bitkin bir halde okula geri döndük. Hayriye mutfaktaki işinin başına geçtiğinde hala nasıl her işe koşturup da bu kadar enerjik olabiliyor diye düşünüyordum. Odaya kahve getiren mutfak görevlisinin arkasından içeri girdi. Kendini koltuğa zıplayarak attıktan sonra sırıtmaya başladı.

"Nasıl bu kadar enerjik kalıyorsun sen ya? Nedir bunun formülü?"diye sordum.

"Motivasyonum sağlam."dedi.

"Neymiş o motivasyon kaynağı, bana da söyle?"

Kaşlarını yukarı kaldırarak, "Bana özel bebeğim..."dedi kıkırdayarak.

"Terbiyesiz!"dedim kahveleri masaya bırakıp odadan çıkan çalışanın ardından.

"Muamele iyi yavrum... Sen de dene, çok işe yarıyor."

"Özel hayatını benle paylaşma istersen Hayriş, buna hiç hazır değilim."

"Özel hayat değil be kızım. Bahsettiğim şey, evlilik. Valla öyle güzel bir şey ki, insan kendini tamamlanmış hissediyor."

Evlilik eksik yanını bulup tamamladığında tabi ki de güzel bir şeydi. Yani muhtemelen öyleydi ama ben henüz bu konuda fikir beyan edebilecek tecrübeye sahip değildim. Gelinlik bakmaya gittiğimiz gün de dediğim gibi; ancak bir yirmi yıl sonra falan beyan edebilirdim fikrimi.

"Ev ne alemde, bitti mi tadilat?"diye sordu höpürdeterek içtiği kahveyi yerine bırakırken.

"Ev yerinden oynadı. Ozan nereden icap ettiyse, tüm mobilyaları değiştiriyor. Çalışma odası dışında hiçbir odada eşya yok. Geçen gün birlikte gittik. Salona yeni bir kitaplık yaptıracakmış, bana hangi renk daha iyi olur diye sordu."

"Sen ne dedin?"

"Ne diyeceğim Hayriye? Sen durduk yere koca kitaplığı ne demeye söktün ki diye sordum."

"Sana ne be kızım, sana ne?"diye yükseldi bir anda. "Sen sana sorulana cevap versene? Kocam sizin aranızda telef olup gidecek yakında."

"Kocan Ozan'ın sağ kolu olmadan önce düşünecekti onu. Adam detaylar yüzünden etrafındaki herkese kök söktürüyor diye söylemiştim size en başta. Nazım kendi kaşındı, kusura bakmasın."

"Ne detayı be, ne detayı? Kocacığım senin yüzünden yiyecek kafayı. Her şeye ne gerek vardı demesen, bir çırpıda halledecek ama senin yüzünden işler hep beklemek zorunda kalıyor."

"Hayriye, ben hangi sıfatla istekte bulunacağım, söyler misin?"

"Sıfatına sıçayım Yaso!"

"Ağzını topla, eğitim yuvası burası. Bir duyan olacak, sonra ayıkla pirincin taşını."

"Sıfatla ne işin var o zaman senin? Sana sorulana cevap ver, yeter."

"Tabi vereyim. Vereyim de yarın bir gün Ozan bir kadınla evlensin ve benim seçtiğim mobilyalarda-"

"Oha,"diyerek cümlemi tamamlamama izin vermedi. "Kızım sen hangi kafayı yaşıyorsun? O adam sen mutlu ol diye geberiyor. Sen bir kere gül giye ortalığın anasını ağlatıyor. Ne başka kadınla evlenmesi?!"

Omuzlarım düştü. Yüksek tutmaya çalıştığım gardım da onu takip etti. "Bak sen ne güzel kendine yeni bir hayat kurdun sevdiğinle. Her şartta yaşamaya gönüllü oldun. Evini bırakıp İstanbul'a geldin ve hiç pes etmeden yeniden bir hayat kurdun. Ne yapıyorsanız birlikte yapıyor ve bundan mutlu oluyorsunuz. Ya ben?"

"Ya sen, ne? Yasemin,"dedi Hayriye'den beklenilmeyecek kadar bir ciddiyetle. "Güzel kuzum, seni anladım ben ama bekle be güzelim. O adam seni ölse bırakmaz."

"Biliyorum, bırakmaz. Ben de onu bırakmam ama nereye kadar? Yıllar sonra hala aynı şeyler hissedilecek mi peki? Aramızda ne var Hayriye? Aşk var, sevgi var, saygı ve sınırsız güven var evet ama ya sonra?"

"Ay çok sıkıldım ben senin bu arabesk halinden. Gidip mutfağı denetleyeyim azıcık."

Koltuktan kalkıp poposunu sallaya sallaya kapıyı açtı.

"İnsanların işine karışma. Bir de Melahat ablayı rahat bırak. Kadın verdiğimiz listeyi karıştırmandan bıkıp usanmış."

"Şikayet mi etti o cadı beni sana?"dedi dişlerinin arasından.

"Hayır, şikayet etmedi. Sadece son haftanın listesinde yazan yemeklerin neden değiştiğini sordum ve bana senin karıştırdığını söyledi."

"Ay götüm,"dedi. "Birkaç ekleme yaptıysam ne olacak?"

"Küfür etme! Yemek listesi beslenme uzmanı ile hazırlanıyor. Hangi yemeğin kaç kalori olduğu ve besin değeri hesaplanıyor. Sen her defasında zeytinyağlı yemeklere et koymaya kalkarsan o listenin ve verilen emeğin bir anlamı olmaz."

"Ay kız, ne güzel konuştun sen,"dedi yüzüne yansıyan gurur ile. "Valla tam bir profesyonel oldun sen..."

Oturduğum yerden avucumu öpüp Hayriş'e doğru üfledim. Aynı hareketi yaparak odadan çıktı.

Saat altı da Hayriye ile birlikte okuldan çıktığımızda Ozan kapının önünde telefonla konuşuyordu. Beni görmediği için sağından dolanarak görüş açışına geçtim. Beni görür görmez elini elime uzatarak beni kendisine çekti. Telefon konuşmasına devam ederken eğilip şakağımı öptü. Olduğum yerden memnun beklerken Ozan sesini yükseltti.

"Korkut, Allah senin belanı verecek bir gün! Ama önce Cesur Abi verecek. Kapat telefonu, kapat!"

Telefonu cebine atarak bana sarıldı ama benim aklıma giren şeyi şu an için asla bertaraf edemezdi. Uzun zamandır ortalarda görünmeyen Korkunç yine başroldeydi ve yine bir haltlar karıştırıyordu belli ki.

"Ne yaptı yine o Korkunç alçağı?"diye sordum bir umut cevap alabilirim belki diye.

Ve asla ummadığım, hatta bunu unutulmazlar arasına kesinlikle not etmeyi planladığım bir şey yaşandı. Ozan bana yarın gece Cesur abinin bekarlığa veda gecesinde Korkunç adlı sivri zekalının yaptığı organizasyonu anlattı.

"Bu kez kesin çekip vuracak. En son Selim abinin aklına uyarak evlenme teklifi organizasyonu yaptığında elinden zor aldık ama bu kez kesin elinde kalacak..."

"Bırak sevgilim, elinde kalsın. Hak etmiş o Korkunç kişisi..."dedim kıkırdayarak.

"O daha lazım bana. Şimdilik sağlam kalması gerekiyor."

"Aman neyine lazım ki? Ancak ortalığı karıştırıyor gıcık."

"Gıcık mıcık ama ne yapacaksın, arkadaş işte."

Biz sadece kendimize odaklandığımız için Hayriye'nin varlığını unutmuştuk. Tabi bizim kızın da asla unutulmaya tahammülü yoktu.

"Ee, kesin be artık şu sıfatsızdan bahsetmeyi de, bir an evvel gidip alalım şu alanfirinli gece elbiselerini!"

Yarın gece için planladığımız tanışma partisinde giyeceğimiz elbiseleri ısrarla birlikte almamız gerektiğini söyleyen Ozan'ı kırmak istemedim. Zaten son günlerde birbirimizin yüzünü zar zor görüyorduk. Çoğu gece diğer evdeki tadilat nedeniyle çok geç geliyordu ve birlikte zaman geçiremez olmuştuk. Nazım'la buluşacağımız mağazaya doğru, üçümüz yola çıktık.

Şişli'de sıralı binaların arasında, üç katlı bir apartmanda bulunan moda evine geldiğimizde ben yine hayatı sorguluyordum. Neden sadece bir kez giyeceğim bir elbiseyi moda evinden değil de sıradan bir mağazadan ya da internetten satış yapan bir firmadan almıyorum diye düşünüyordum. Benim paramın kıymetli olduğunu uzun zaman önce sağır sultan bile duymuştu ama Ozan anlamak istemiyordu. Ne yaparsam yapayım hakkını vermem gerektiğini üstüne basa basa anlatmıştı ama hala ikna olmamak için direniyordum. Göstermelik bir hayat yaşayamayacak kadar açtım ben yaşamaya ve bana birilerinin beni üstümdeki elbisenin etiketi ile değerlendirmesi abes geliyordu.

Moda evinden Hayriş ile elleri kolları dolu olarak çıktığımızda bakış açımda en ufak bir değişme olmamıştı. Fikrim hala paramın ne kadar kıymetli olduğunu yünündeydi ama Ozan tüm kurallarımın bir kere daha canına okumuştu. Faturada yazan rakama bakarken kısa süreli bir sarsıntı geçirmiştim ama uzattığı kredi kartıyla iki elbise, ayakkabı ve çantaları da ödeyince sarsıntım zirve yapmıştı.

Ben içime içime söylenirken beni kenara çekti.

"Sen mutlu oldun mu, bana onu söyle sevgilim?"

Ben her koşulda mutlu olurdum. Sırf ben mutlu olayım diye para harcamasına lüzum yoktu ki...

"Oldum, hatta olduk ama ne gerek vardı Ozan? Zaten ev tadilatı nedeniyle bir sürü masraf yapmışken-"

"Sen bana kısa ve net bir cevap ver. Detaylar benim işim..."diyerek kesti sözümü.

"Of, iyi tamam oldum."

"Olduk enişte, olduk..."diye atladı Hayriye ikimizin arasına. "Ama bana neden ödetmedin? Ben kendi elbisemi alacaktım?"

"Sen benim vekilim değil misin Hayriye?" dedi sanki Hayriye küfür etmiş gibi kaşlarını çatarak. "Vekilime bir elbise de alamayacak mıyım?"

"Ozan,"dedi Hayriye bir elindeki karton torbaya bir de Ozan'a bakarak. "Bu çok pahalı ama..."

"Eniştelikten Ozan'a geçtiysek, işimiz var seninle..."

Hayriye az önceki mahcubiyetini anında unuttu. "Aslan eniştem be!"

***

"Her şey hazır değil mi?"

Hümeyra Hanım daha önce muhakkak bu tarz davetlere katılmış ve bizzat kendisi de düzenlemişti fakat an itibari ile tüm bildiklerini unutmuştu. Heyecandan terleyen ellerimi silecek bir şeyler ararken biri avucuma kağıt mendil bıraktı. Başımı kaldırıp baktım.

"N'aber fıstıkçım?"

Korkunç'un avucuma bıraktığı kağıt mendille elimi sildim. "İyilik, senden n'aber Korkunç?"

"Sen yapılan iyiliğe böyle mi karşılık verirsin?"dedi teessüf eder gibi.

"Neyden bahsettiğini anlamıyorum Korkunç."

Jilet gibi takımının ceketinin üst cebinden benim az önce elimi silip buruşturduğum kağıt mendili çıkartıp gözümün önünde salladı.

"Mendili diyorum, niye cebime koydun? Çöp kutusu muyum ben?"

Az sonra başlayacak davet nedeniyle öyle heyecanlıydım ki, ne yaptığımın farkında bile değildim. Hele buruşuk kağıt mendili Korkunç'un cebine koyduğumun hiç farkında değildim.

"Kusura bakma, heyecanlıyım da biraz..."dedim gözlerimle etrafı tararken. "Ozan hala gelmedi, o da aklıma takıldı."

"Fikret amcanın arabası arızalı diye onları almaya gitti."

"Biliyorum,"dedim. "Ama çok geç kaldılar."

"Bu saatte trafik nasıl oluyor biliyorsun. Merak etme, gelirler birazdan." Korkut lafını bitirir bitirmez Melek teyze ve Fikret amca önde, Ozan arkada kapıda göründüler. Onları karşılamak üzere üstümdeki pudra rengi, uzun elbisenin eteklerini düzelterek yürümeye başladım.

"Gelin gibi olmuşsun, kırk bir buçuk kere maşallah... Bir yerine nazar boncuğu falan taksaydın, kem gözlü dolu burası."

Melek teyze sağımı solumu evire çevire beni sevdikten sonra çantasını açıp içinden çıkmaması için dua ettiğim şeyi çıkartıp gözümün önünde salladı. Çengelli iğnenin ucunda sallanan nazar boncuğunu askılı elbisemin askısına takarken, "Melek teyze, bari görünmeyen bir yere taksaydın..."dedim.

Dinledi mi? Elbette hayır. Kol askımda sallanan nazar boncuğum ve ben, yüzüme basan ateşi unutarak yeni bir gerilime takıldık. Bu kez gerilimin nedeni Ozan'ın giydiği takım elbisenin içinde ağzımın suyunu akıtmasıydı. Muhtemelen kendisine yiyecek gibi baktığımı fark ederek elini belime sarıp, "Bu bakışları eve gidince de atsana bana..."dedi kulağımın içine.

Her şartta, yer ve mekan umursamaksızın cilveleşmemiz sınırın çok üstündeydi. Uzun zamandır koşturmaca nedeniyle birbirimizi zar zor görüyor olmanız da tuz biber ekmişti. Baygın bakışlarımı ciddiyete davet ederek bir süre annemler ve Melek teyzelerin kendi aralarında konuşmalarını dinledim.

Davetliler mekanı doldurmaya başlayınca herkes kendilerine ayrılan masalara yerleşti. Ozan, ben ve Hümeyra Hanım gelenlerle tek tek ilgilendikten sonra masalarımıza geçtik. Yaklaşık 100 kişilik davetli topluluğu yemeklerini yedikten sonra sıra eğlenceye geldi. O gece hayatım boyunca ilk kez deneyimlediklerim listeme yeni bir madde ekledim. Köy düğünü dışında her hangi bir eğlence görmediğim için benim adıma inanılmaz bir geceydi. İnsanlar ellerinde içecekleriyle bir yandan sohbet ediyor, bir yandan da canlı müziğin tadını çıkarıyordu.

Muhteşem başlayan ve aynı muhteşemlikle biten gece, yorgun ama mutluydum. Yıllar önce tahta bir sedirin üstünde, rutubet kokulu o odada yorgunluktan hayal bile kuramazken, şimdi sızlayan ayaklarıma rağmen zihnim bin bir gece masallarını aratmayacak hayaller kuruyordu...

***

"Hayriye, otuz beş kere sordum sana düğünü ama cevap alamadım. Allah aşkına, benim düğünüm mü kızım, sen neden bu kadar rahatsın?"

"Otuz beş mi oldu?"dedi boş boş bakarak. "Ben en son yirmi sekiz de bırakmıştım da kaçırmışım..."

Parmaklarımla burun kemerimi sıktım. "Ben eve gidiyorum. Ozan tadilatı tamamladı. Son halini göreceğim ve akşam sana gelip bu düğün meselesini konuşacağız..."

"Nesini konuşacağız ki Yasocum? Haziran'ın ilk hafta sonu yapacağız işte. Gelinlik de hazırlanıyor. Mekan ayarlandı. Sen daha ne istiyorsun?"

"Tamam ya, bırak! İstemiyorum, anlatma bana bir şey. Ben eve gidiyorum..."

"Selam söyle..."diye haykırdı ben kapıdan çıkarken.

Bir şey söylemeden okuldan çıkıp Hayriye'yi Allah'a havale ettim. Bu kız akıllanmayacaktı. Bir ay sonra düğünü olacaktı ama zerre umurunda değildi.

***

Evin sokağına geldiğimde taksiden inerek rutinim haline gelmiş olan şeyi yaptım. Galata Kulesi bakılmaya doyulmayan heybetiyle beni selamlıyordu. İnsan bu koca şehirden nefret edebilecek bit yığın neden bulabilirdi ama Galata Kulesine bir kez baksa, dertten kederden arınırdı.

Apartmandan içeri girer girmez kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Gereksiz bulduğum tadilat ve üstüne bir sürü inatlaştığım değişim nihayet beni heyecanlandırmayı başarmıştı. Basamakları aynı heyecanla çıkıp anahtarla kapıyı açtım. Açılan kapının ardında beni bekleyen Ozan beni kollarına alınca aklımdan ev de değişim de çıkmış oldu. Davet gecesinden beri ben annemlerde, Ozan ise bu evde kalıyordu ve bu ayrılık ikimizi de perişan etmişti. Özlemle kavrulan bedenimi taşımakta zorluk çeken bacaklarımın titrediğini fark eden Ozan beni tek hamlede kucağına aldı.

Başımı müptelası olduğum boynuna gömdüğümde yuvama kavuşmuştum.

"Evimize hoş geldin, sevgilim,"dedi burnumun ucunu öpüp.
----------------------------------------------------------

Şu satıra şimdiye kadar benimle olan canım okurların emoji de olsa bir yorum bırakmasını rica ediyorum. Finalde sizlere bir sürprizim olacak çünkü :)
----------------------------------------------------------

19 Aralık 2021 pazar, farklı bir deneme yaparak oluşturduğum final bölümünde görüşmek dileğiyle...

Fortsätt läs

Du kommer också att gilla

82.3K 7.4K 57
"Doğum günün kutlu olsun, gül güzeli." Gördü mü? Panikle arkamı dönüyorum, uzaklaşan sırtını buluyorum. Gördü mü yoksa tamamen tesadüf mü, bilemiyoru...
4.4K 804 8
"Belki sonbaharın yumuşak rüzgarında, yapraklarının ahenkle dans ederek düştüğü bir ağacın gölgesinde kavuşuruz kaderimizle. Belki de güneşin tenimiz...
30.9K 3.3K 36
"Yapma, n'olur," dedi ve ben ilk defa onun birine yalvardığını gördüm. Ben onun gözlerinde ilk defa yaş gördüm, yüreğim dağlandı. "Olması gereken bu...
Mavi gözlüm Av gece mavisi

Deckare / Thriller

4.2K 269 5
~Gök gibi gözlere sahip İran güzeli... ~Darya Şehrazat SİPAYİ ~Kürt bir İstanbul beyefendisinin aşkı... ...