YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

41. Bölüm ~ Yüzleşme

1.8K 181 106
By turlik

Bölüm Hopelight0404'e armağan olsun...

Keyifli okumalar💕

Bir insan evladının çekeceği varsa; her türlü çekiyordu. Acı çekiyordu, çile çekiyordu, sevdalık çekiyordu ve bir de naz çekiyordu. Çekilecekler listesi oldukça kabarık olan insan evladı her türlü duruma karşı bağışıklık kazanıyor, zamanla çektiklerini kanıksamaya bile başlayabiliyordu. Misal ben; ne çekersem çekeyim asla o çektiklerimin beni esir almasına müsaade etmiyor ve kalan ömrümü en iyi şekilde yaşayabilmek adına her daim önüme bakıyordum. Ardıma bakıp da dertlerden dert beğenmek, içime hapsettiklerim yüzünden hayatı kendime zindan etmek gibi huylarım yoktu. Beni ben yapan ve ayakta sağlam bir şekilde durmamı sağlayan da hep bu muhteşem huyum sayesinde olmuştu.

Ancak iş naz çekmeye gelince bende sigortalar atıyordu. Bahsi geçen nazlı kişi son günlerde oldukça gıcık kaptığım ve kıçından vurulması yüzünden ortalığı ayağa kaldıran şahıs olunca ben, ben olmaktan çıkıyor ve insanlıktan nasibini almamış bir vahşiye dönüşüyordum.

Korkunç denen gıcık adam o sabah Rize'den ambulans helikopterle İstanbul'a getirilmiş ve kedi büzüğünü gördü de yara sandı deyimini yaşatırcasına velvele koparıp hepimizi perişan etmişti.

Ozan'ın paniğine, benim gıcık olmama değecek bir şeyi olmamasının yanında, kendini ölüm döşeğinde gibi hissettiğini söyleyerek akla hayale gelmeyecek isteklerde bulunmuştu. Üşenmemiş liste bile yapmıştı üstelik.

Madde madde sıraladığı istekleri arasında Ozan'ın evinde kalmak vardı ve ben bu maddeyi görünce kaşlarımı bağımsızlığını ilan etmiş bir ülkenin bayrağı gibi göndere çekmiştim.

Bakıma ihtiyacı olduğunu, Kayseri'de yaşayan anne ve babasının yaşlı başlı halleriyle yok yere telaş yapmalarını istemediğini dram yapa yapa anlatmış ve nekahet dönemini Ozan'ın evinde geçirmeye başlamıştı.

İlk günler etrafında pervane olarak baktığımız ve bir dediğini iki etmediğimiz Korkunç'un gerçek yüzü ortaya çıktığında işler değişmişti. Bizi elinde kukla yapmasının sebebi asla görev yüzünden yaralanması değildi. Uğruna kıçından vurulduğu Yeliz'in peşine, Rize'ye gidince olanlar olmuş ve devamında asla bilemediğim olaylar cereyan etmişti.

Benim bilmediğim, öğrenmek için yanıp tutuştuğumu belli etmemeye çalışırken kurdeşen döktüğüm Yeliz konusunun gizli bir görevle ilişiği vardı ama Korkunç adı gibi Korkunç olan karakteri yüzünden yemişti o saçmaları kıçına. Aralarında konuştukları ama şifreli olduğunu tahmin ettiğim birkaç cümleden mantıklı bir çıkarım yapamadıkça gerim gerim geriliyor ve her defasında olduğu gibi hırsımı Korkunç'tan çıkarıyordum.

*****

"Çok aşığım, oğlum..."dedi hülyalı hülyalı gözlerini kırpıştırarak.

"Siktir git, amına koyayım! Sen Didem'e aşık değil misin oğlum?"

Ozan ağzından çıkan küfür ile yüzünü buruşturup, "Af edersin canım,"dedi.

Ben, önemli değil anlamında elimi salladım boşlukta. Bir yanım evi işgal eden Korkunç'u parçalamak için yanıp tutuşurken, diğer yanım koltukta boylu boyunca yatan, kıçından yaralı ama aşk ve sevda konulu derin bir kedere bürünen adama gülüyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp ağzımdan kaçmak üzere olan kıkırtımı geri gönderdim.

"Bu adam bendeki küfür etme dürtüsünü körüklüyor. Suratına bakınca direkt ana avrat-"

Korkut az önce veremediği cevabı verebilmek için Ozan'dan gelecek ağır küfürlerin önünü kesti.

"Didem'e aşığım, doğru ama bu Yeliz'e de aşık olmayacağım anlamına gelmiyor. Ben aynı anda iki, üç ve hatta dört kişiye birden aşık olabiliyorum."

"Sapık!" diye haykırdım. "Senin kaç kalbin var aşağılık pislik?! Bir insan nasıl aynı an da dört kişiye birden aşık olabilir?"

Birkaç gün evvel kıçından çıkan saçmaların acısını unutmuş olmalıydı ki, iğrenç ve arsız bir gülümseme ile karşılık verdi.

"Kalbim genişse, benim ne suçum var fıstıkçım?"

"Kalbin mi geniş?"dedim tiksintiyle. "Bence senin miden geniş..."

Söylediklerime aldırmadan, saçma konuşmasına devam etti. "Ah,"dedi, elini kalbine bastırıp. "Siz benim bu kalp yüzünden neler çektiğimi bilmiyorsunuz. İçinde aşk olmasa gidip aldıracağım şerefsizim..."

Ozan, hala bir eli kalbinin üzerindeki Korkut'a onaylamaz bir bakış attı.

"Kalbine yazık etme. Git ameliyatla beynini aldır. Bir boka yaradığı yok çünkü. O koca kafanın içinde gereksiz yer kaplamasın."

"Bekarım oğlum ben... Besbekarım hem de. Bekarlıktan ölüyorum. Sağıma dönüyorum bekarım, soluma dönüyorum bekarım, ulan üç yüz altmış derece kendi etrafımda dönüyorum hala bekarım be..."dedi ne sebeple bu kadar bağırdığını anlayamadığım bir biçimde.

"Bekar değil, hıyarsın. Hem de geri zekalısın! Seni bu sapkın hallerine katlanıp kim hayatına alır siktiğimin sapığı!"

Ozan bugün küfür etme rekoru kırıyor ve küfür ettiğinin farkına bile varmıyordu. Haklıydı da üstelik. Bu Korkunç denen adam sevgilimin bütün ayarlarını tek bir sözüyle darmaduman etmişti.

"Kalbimi kırıyorsun ama ikiz... Aşığım diyorum oğlum. Yanıyorum Allah canımı alsın."

"Ulan, kız seni av tüfeğiyle kıçından vurmuş, ne aşkı?"dedi Ozan Korkut'un belden aşağısını işaret ederek.

"Cilve yaptı iki gözümün çiçeği..."

"Lan, mal mısın, seni kıçından vurmuş diyorum. Ne cilvesi?"

Bu saçma ve de haddinden fazla gereksiz konuya daha fazla maruz kalmamak için salondan çıktım. Adımlarım beni terasa götürürken, "Nereye?"diyen ses ile arkamı döndüm. İki adım uzaklaşınca bile 'nereye' diye sormasının saçmalığını tartışacak değildim.

"Terasa..."diyerek yeniden arkamı döndüm.

Bir sünnet çocuğu edasıyla üçlü kanepede yanlamış yatan Korkunç arkamdan seslendi.

"Bari şu söz verdiğin tavuklu mantıyı yapıp öyle çıksaydın terasa Latin güzeli?"

Öfkeyle geri dönüp ellerimi çirkefçe belime koydum.

"Ben sana öyle bir söz vermedim. Onu sen söyledin ve amele sümüğü gibi koluma yapışıp, yalvardın..."

Zerre kadar gururu olmadığı için omuz silkti. "Ne fark eder ki? İnsan dostuna bu zor gününde sahip çıkmayacak, bir tavuklu mantı yapmayacak da ne yapacak?"

"Elinin körünü yapacak Korkunç! Sana zaten hala gıcığım. Bir de utanmadan mantı istiyorsun ya!" dedim üstüne üstüne yürüyerek.

"Mantı değil, tavuklu mantı..."

Üstündeki pikeyi asılarak çektim. Ozan kollarımdan tutup beni geri çekmeye çalışıyordu ama ben Korkunç'un o arsız suratına bir tane patlatmazsam bir yerim şişecekti.

"Yasemin,"dedi Ozan kulağıma iyice yaklaşarak. "Allah'ından bulmuş, bir de senden bulmasın."

"Bulsun, bana ne!"diye haykırdım. "Hem ne diye gidip kendi evinde kalmıyor da senin evinde kalıyor ki? Burası bakım evi mi?"

Korkunç yattığı yerden doğrulmaya çalışınca fazla ileri gittiğimi ve kalbini kırdığımı düşünerek az evvel dediklerimden ışık hızıyla pişman oldum.

"Ben,"dedim yerinde huzursuzca kıpırdanan Korkunç'a pişmanlık içeren bakışlar atarak. "İleri gittim Korkut, özür dilerim..."

Omuzlarını indirdi. Başını öne eğdi ve kısa bir süre sessizce bekledi. Ne kadar sinir olsam da, karşımdaki hali nedeniyle kendime ölesiye kızdım. Ben ne ara bu kadar acımasız olmuştum?

"Gerçekten özür dilerim Korkunççum, bak valla öyle demek istemedim. Dostumuz olarak tabi ki bu evde kalacaksın. Seni yaralı poponla bir başına bırakacak değiliz..."

"Anladım ben seni, anladım..."dedi kinayeli kinayeli. "Sen de artık herkes gibisin..."

Pişmanlıktan kahrolmama neden olacak kadar edebiyat parçalayan bakışları hala üzerimdeyken dudakları titredi. Koca adamı acımasız sözlerimle ağlatmayı da başarmıştım ya, yazıklar olsundu bana...

Birden başını kaldırıp, kahkahalarla gülmeye başladı. "Şaka lan, şaka..."

Hem kıçından yaralı, hem aşık, hem de mizahşördü pislik... Hızla atılıp az önce yarım bıraktığım işime devam ettim. Pikeyi elime alır almaz Ozan belimden tutup beni havaya kaldırdı. Birkaç adım uzaklaştırıp yere bıraktı. Yeni bir saldırıya karşı tedbiri elden bırakmamak adına beni kolunun altına çekerek sımsıkı sarıldı.

"Korkunçla Korkunç olma sevgilim. Bırak şununla uğraşmayı. Pisliğine yapıyor işte. Sen ona malzeme verdikçe daha da pislikleşiyor..."

"Yaralı kalbimin merhemi, Yeliz yanımda yok. Bari sen vurma be Latin güzeli. Yap şu tavuklu mantıyı da ölürsem tok öleyim..."

Ya sabır çekip burnumdan soludum. Korkunç'u asla muhatap almayarak direkt Ozan'la konuştum.

"Bu adama sinir oluyorum. Mantı filan yapmayacağım..."

"Tamam, yapma. Sakin ol. Terasta biraz hava al sen. Sonra da çıkıp araba kullanırız..."

İşte aradığım motivasyon...

Melek teyzelerde kahvaltıdayken aldığımız haberin ertesi günü direksiyon sınavına girmiştim ve başarılı olmuştum. Üstünden bir hafta bile geçmeden ehliyetim bile elime geçmişti. Bir halta yarayacağından değil ya, sırf görüntü olsun diye cüzdanıma iliştirmiştim.

İliştirişimle beraber gündemi yeni ve tazecik bir konu meşgul etmeye başlamıştı.

Uzun pratikler yapmadan İstanbul trafiğine çıkmam doğru değilmiş. Hem iki yıl aday sürücü olacakmışım ve bir kazaya karışırsam ceza puanı alacakmışım. Aldığım puan sınırı aşarsa yeniden sürücü kursuna gidip sil baştan başlayacakmışım...

Kanunlara saygım sonsuzdu ama ben de ufacık tefecik Karamürsel sepeti değildim neticede. Dikkatli olursam bu İstanbul'un trafiğinde cirit atardım evelallah...

Holü yarılamıştım ki ardımdan konuşulduğunu duydum. İkisi fısır fısır konuşuyordu ama beni de biliyorsunuz, bu konuda uzmanım...

Sessizlik benden sorulduğu için dikkatli bir şekilde kımıldamadan kulaklarımı dört açmıştım ve alacağımı almıştım. Şimdi mutfağa girip Korkunç adlı şahsiyetsiz şahsiyete ellerimle bir güzel tavuklu mantı açabilirdim. Onları duyduğum anlaşılmasın diye sessiz adımlarla terasa çıkıp beş dakika kadar oyalandım. Sokaktaki hareketliliği izledim ve aşk dolu gözlerle heybetine yandığım, Beyefendiye baktım.

Yeniden aşağı indiğimde Ozan ve Korkunç bıraktığım şekilde oturmaya devam ediyordu. Ozan devam ediyordu ama Korkunç hala kıçının üstünde oturamadığı için yanlıyordu. Beni karşılarında görünce ikisi de başlarını kaldırıp bana baktılar.

"Evde tavuk yoktu, sen çıkıp alır mısın sevgilim..."dedim yapmacık ama yapmacık olduğu asla belli olmayan ses tonumla. Hedefe giden yolda her şey mubahtı sonuçta.

Ozan ikiletmeden ayağa kalkıp kaşlarını da çatarak yanıma geldi.

"Bu ani değişimin sebebi terasta hava alman olabilir mi?"

Yüzüme abartılı bir tebessüm yerleştirip, "Elbette..."diye yanıt verdim.

"Vay be,"dedi külyutmaz bakışlarla. "Ne terasmış..."

"Ben sizin gibi suratsız değilim. Azıcık hava alınca bütün neşem yerine geliyor. Benden feyz alın bence,"diyerek mutfak tarafına geçtim. "Ben hamura başlıyorum. Sen de bir an önce tavuğu al da, gel..."

Yanıma gelip beni kenara çekti.

"Sen bir şeyler mi çeviriyorsun yoksa bana mı öyle geliyor,"dedi fısıltıyla.

Aynı onun gibi fısıltıyla cevap verdim. "Evet, mantının hamuruna arsenik katıp Korkunç denen yalancı pisliği zehirleyeceğim..."

Başını iki yana sallayarak sırıttı.

"Vazgeçmeyeceksin değil mi?"

"Asla,"dedim. "Bana o oyunu oynadı ve kaçtı ya, onu süründürmeden vazgeçmem."

"Hadi hadi, "dedi gülerek. "Sen Yeliz ve kıçından vurulma olayını öğrenemedin diye yapıyorsun bunları..."

"Yok artık,"dedim onu bakışlarımla kınayarak. "Amma da attın ha! Bana ne sizin gizli işlerinizden. Ne işime yarayacak ki hem?"

"On dakikaya evde olurum."deyip alnımdan öptü. Kapıdan çıkarken hala gülüyordu.

"Ne gülüşüp duruyorsunuz be, bana da anlatın..."diyen Korkunç kaşınıyordu. Aklımdaki planı uygulamak için Ozan evde yokken acilen uygulamaya geçmem lazımdı ve bu esnada Korkunç'u da haşlayabilirdim.

Daire kapısına doğru birkaç adım atıp sırtımı duvara yasladım ve kollarımı göğsümde bağladım. Korkunç elinde televizyon kumandasıyla kanallar arasında çılgınca geziniyordu. Bana bakmadan, "Ne iş?"dedi kafasını sallayarak.

Duvarda sırtıma batan cismi düşürmemeye özen göstererek olduğum yerde hafifçe kımıldandım. Göğsüme bağladığım ellerimi çözüp ikinci aşamaya geçtim.

"Bir iş falan yok Korkunç, Ozan'la aramızda özel bir mesele vardı da onu konuşuyorduk. Seni ilgilendiren bir durum yok yani..."

Bana cevap vermeden kaldığı işe devam etti. Kendine uygun bir program bulunca kumandayı bacaklarının üstüne bırakıp ellerini başının altına koydu ve televizyona daldı. Duvarın dibinden elimdeki hazine ile yeniden mutfağa geçtim. Hazinemi koynuma atıp ellerimi yıkadıktan sonra mantı hamuruna başladım.

Hamuru açmaya başladığım an kapı açıldı. Ozan elindeki poşeti tezgaha bırakıp, "Yardıma ihtiyacın var mı?"diye sordu.

"Yok..."dedim kaba bir biçimde. Şu an konuşarak kaybedecek zamanım yoktu. Bir an önce mantıyı açıp icraata geçmeliydim. Tavuğu daha çabuk pişmesi için düdüklü tencere kullanmam gerekiyordu ama bu evde düdüklü tencere yoktu. Evin anahtarlarını alıp, "Ben Eşref amcadan düdüklü tencere almaya gidiyorum..."diye seslendim.

"Ben alıp gelirim,"diyen Ozan ayağa kalkıp süratle evden çıktı.

Az sonra elinde kocaman bir düdüklü tencere ile geldiğinde beklemeden tavuğu haşladım ve kısa sürede mantıyı fırına atmayı başardım.

Yarım saat sonra Korkunç denen pisboğaz kıtlıktan çıkmış gibi afiyetle tavuklu mantısını yiyebilirdi.


Beni kandırmanın bedeli asla nefis bir tavuklu mantı değildi ama onları manipüle etmek için o mantı şu an için en etkili araçtı. Önlerine tepeleme koyduğum mantıları kaşık kaşık yutarken dolu ağızlarıyla beni iltifata boğuyor ve ne kadar bulunmaz bir insan olduğumdan sıklıkla söz ediyorlardı. Gururla diktiğim kafamın içinde hangi tilkilerin kuyrukları hangileriyle halay çekiyor bilinmiyordu tabi, ondandı bu memnuniyetleri...

Kurguladığım senaryo için startı verdim. Çalıyormuş gibi telefonuma dokunup kulağıma götürdüm. Akıllık ettiğim için sesini kapatmış olduğumdan, biri arasa da numara yaptığım ortaya çıkmayacaktı.

"Aaa,"dedim şok olmuş gibi. "Tamam, ben geliyorum hemen..."

"Nereye?"dedi Ozan ayağa fırlayarak.

"Hayriye..."dedim alt dudağımı dişleyerek. "İstanbul'a gelmiş de, evdeyim diye bana gitmiş. Kapıda kalmış. Acilen eve gidip kızcağızı içeri alayım..."

"Evet, bahsetmiştin..."dediğinde kısa bir an ne zaman bahsettiğimi düşündüm. Attığım yalanlar beni zehirli bir sarmaşık gibi saracaktı yakında ama neyse... Ablasıyla tanışmamak için Hayriye yalanını ortaya atmıştım ve Ozan o konudan bahsediyordu.

"Evet, geçen hafta gelecekti aslında ama kısmet bugüneymiş..."dedim askıdan montumu ve çantamı alırken.

"Bugüneymiş..."dedi arkamdan. Bu kadar kolay kandırabileceğimi asla tahmin etmemiştim ama başarmıştım. Üstünde düşünmeye gerek yoktu. Hazır onlar mantılarını yerken ben İstanbul'da şöyle rahat rahat turlayabilirdim.

Basamakları uçarak inmeye başladım. Tam hızımı almıştım ki Ozan'ın daire kapısı açıldı. Muhtemelen küfür ediyordu ve Korkunç adlı şahsiyetsiz insana talimatlar veriyordu. Umursamadan koşmaya devam ettim. Her şeyin farkında olup da bana numara yapmanın bedelini arabasını kaçırdığım zaman ödeyecekti nasıl olsa.

'Atma Yaso, numarayı Ozan değil, sen yaptın...'

Apartmanın kapısına vardığımda nefesini ensemde hissettim. Yakalamıştı beni alçak adam.

"Sakın..."dedi dişlerini sıkarak.

"Hadi ya..."dedim dalga geçer gibi. Arkamdan söylediklerini duymazdan gelerek arabanın kaputuna yaslandım. Yapmayacağımı, dahası yapamayacağımı düşünüyor olmalıydı ki, tavırları rahat, hareketleri yavaştı.

Hala kapının yanında öldüren cazibesiyle, ay aman öldüren bakışlarıyla bana bakarken yaslandığım kaputtan doğruldum. Avucumun içinde tuttuğum anahtarın düğmesine basarak arabanın kapılarını açtım.

O, anın şaşkınlığı içindeyken kapıyı açıp içeri girdim. Arabanın kapılarını kilitlediğimde sert bir şekilde cama vurmaya başladı.

"Saçmalama Yasemin..."

Başka bir şey dese, dişimi kıracaktım...

"Bak canım,"dedi sabırdan çok uzak bir ifadeyle. "Henüz acemisin ve tek başına İstanbul trafiğine çıkmana müsaade edemem. Ben seni Autodrom'a götürecektim. Orada rahat rahat pratik yaparsın..."

Ben zaten tüm bunları onlar kendi aralarında konuşurken duymuştum, ikinci baskı dinlememe gerek yoktu.

Kontağı çevirdiğimde ortaya çıkan motor sesi oldukça ciddiydi ve Ozan da bu ciddiyetin farkındalığıyla cebinden telefonunu çıkardı. Son ses açtığım müzik nedeniyle kiminle ne konuştuğunu duyamasam da adımlarının onu evinin penceresinin altına götürdüğünü gördüm. Az sonra Korkunç denen şahsiyeti defolu insan pencereden bir anahtar attı. Anahtarı havada yakalayan Ozan vakit kaybetmeden arkamdaki, park halinde olan arabaya bindi. Biraz daha izlersem kaçma kovalama eylemini gerçekleştiremeden aksiyon sona erecekti. Daha önce kullanmadığım bu koca arabayı motorunu bağırta bağırta sokaktan çıkardım.

Bacaklarım titriyor, pedallara temas eden ayaklarıma dikenler batıyordu. Saçma bir biçimde yirmi kilometre hızla gidiyordum ve Ozan önümü kesmek için herhangi bir çabaya girmiyordu. Gideceğim yeri bile bilmeden gaza yüklendim. Araçların hızla aktığı trafiğe karışınca panik yapmamak için derin nefesler almaya başladım.

Daracık ara sokaklardan zor zahmet anayola çıkmayı başardım. Dikiz aynasından baktığımda Ozan bana fazla yaklaşmamaya özen göstererek takibe devam ediyordu. Karaköy'e kadar bu şekilde devam ettik. İstese yolumu kesebilirdi ama yapmıyordu. Büyük bir açıklığa doğru sürdüm arabayı. Yalnız kalma hayalim gerçekleşmeyecekti nasıl olsa. Bulduğum ilk yere arabayı park edip dışarı çıktım. Yanıma park eden arabadan inen Ozan sanki büyük bir savaşın galibiymişim gibi kollarını bedenime sarıp alnımı öptü. Bunda büyütülecek ne vardı bu kadar anlamadım. O kadar kursa gitmiştim sonuçta. Bir arabayı da alıp kaçırma eylemi yapabilirdim.

"Canım..."dedi beni sinesine çekerek. "Seninle gurur duyuyorum."

Başımı zorla çekildiğim yerden kaldırıp gözlerine baktım. Gerçeği mi söylüyordu yoksa dalga mı geçiyordu, anlamam lazımdı.

"Birkaç kilometre gittiğim için mi gurur duyuyorsun?"dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Hayır,"dedi beni göğsüne bastırarak. "Kafana bir şey koyduğun zaman önünü ardını düşünmeden icraata döktüğün için. Ne başına bir şey gelir korkusu var ne de birilerinin söyleme ihtimali olan sözler. Sen başına buyruksun ama bir o kadar da güçlüsün. Tek temennim, başına kötü bir şey gelmeden burnunun dikine gitmen..."

Hayda... E ben yakalanınca kavga etmeyecek miydik? Ozan yine sinirden saçını başını yolmayacak mıydı? Bana satırlar dolusu bağırmayacak mıydı? Biz ne ara bu bölüme geçtik?

Ben hülyalı hülyalı Ozan'a bakarken biri adımı seslendi. Bu ses yabancı olmadığım ama ölümüne yabancılaşmak istediğim birine aitti. Dönüp arkama bakma gereği görmedim. Bunu zaten Ozan benim yerime yapıyordu ve sesin sahibiyle göz göze geldiğini biliyordum. Başımı kaldırıp Ozan'ın gözlerinin içine baktım. Keskin bir öfke, baş edilemez bir nefret vardı o gözlerin içinde.

"Artık bizzat kendiniz mi takip ediyorsunuz Alparslan Bey? Adamlarınızı çektiniz mi Yasemin'in etrafından?"

Duyduklarımı sindirmek için birkaç dakika başımı Ozan'ın göğsüne yaslayarak düşündüm. Ozan bana bunu anlatmıştı aslında. O adamın takibinde olduğumu ve çalışmamı o yüzden istemediğini anlatmıştı ama bunu yeniden duymak zaten bozuk olan sinirlerimi bir yay gibi gerdi.

"Her şey sizin istediğiniz şekilde olmayacak. Bunu size defalarca söyledim. Siz ancak Yasemin sizinle görüşmek istediği zaman onu göreceksiniz dedim."

"O günün gelmeyeceğini hepimiz biliyoruz evlat..."

"Öyleyse siz de artık geride durun. Bırakın da herkes huzurla yaşasın..."

Ozan'ın benim yerime O adamla muhatap olması, beni koruması iyiydi hoştu da, benim de artık konuşmam lazımdı. Ozan'ın tutuşundan kurtulup yönümü O adama döndüm.

"Yasemin, gerek yok..."dedi Ozan kolumu tutup beni kendine çevirerek.

"Sebep?"dedim tek kaşımı kaldırarak. "Madem konuşulacak şeyler var, konuşalım."

"Şu an sakin değilsin. Bunu bir başka zaman da yapsak daha iyi olur. Hem ben gerekeni söyledim kendisine. Senin konuşmana gerek yok."

"Ne demek istiyorsun Ozan? Ben senin yerine konuştum, sen geride dur mu diyorsun? Hoş, benim konuşulacak bir kelimem yok ama belki edeceğim birkaç sitem vardır içimde kalan. Buna ben karar veremiyor muyum?"dedim kollarının arasından kurtulamaya çalışırken.

"Canım," dedi.

"Ne, canım?!"dedim onun aksine oldukça bağırgan bir biçimde. "Ne canım, ne?"

"Sakin olur musun artık? Şu an ki tavrının kimseye bir faydası yok. Olmayacak..."

"Bana var!"diye bağırdım hiddetle. "Bana var çünkü iyi geliyor. Bağırmazsam ağlayacağım Ozan... Ve inan ağlarsam asla kendimi durduramam. O yüzden bırak da bağırayım ki içim boşalsın..."

Gerçekleşme ihtimali hep var olan, benim sürekli ertelediğim ama artık yüzleşme vakti olduğunu da içten içe bildiğim bu görüşme sonunda ne olacağına dair en ufak bir fikrim bile olmayışı da umurumda değildi. Öyle boş, öyle ruhsuzdum ki, kim ne dersin beni yıkamazdı. Ayaklarımı yere sağlam basmıştım. Hem öyle sağlam basmıştım ki, kasırga çıksa bana mısın demezdim...

O adama olan bakışlarım tamamen tahammülsüzlük içeriyordu. Bir an önce yaşansın dediğim şeye yaklaştıkça içimi buz gibi bir soğuk kapladı.

Aylarca, bazen yıllarca sabredersin. Sonra bir bakmışsın dakikalara bile tahammülün kalmamış...

Bu An'ı yaşamayı, o adama üstümüze bulaştırdığı lanetin sonuçlarını bas bağırmak ve çalınan çocukluğumun acısını çıkartmak istiyordum fakat aylarca tek bir hedef için sabretmişken şimdi onunla geçireceğim bir saniyeye bile tahammülüm yoktu.

Aylar önce karşıma bir evsiz olarak çıkan o berduş adam şimdi tüm heybetiyle dikiliyordu. Aynı olan tek şey vardı...

Gözlerindeki keder...

Fakat ben o kedere asla anlam yüklemeyecektim. Bu kez öyle kolay değildi.

Kalbim bir mezarlıktan farksız...

Kaç kişiyi gömdüm, kaç kişiye toprak attım bilmiyorum.

Oysa bir çiçek bahçesi gibi renkli olsun isterdim kalbimin.

Göz alabildiğince al, koca bir gelincik bahçesi...

TURLİK

Kendine mutlu olmak için bir neden bul ve ona tutun. O tutunduğun neden ne kadar kuvvetliyse, kederin beynini istila etmesi de o kadar olanaksız olur...

Yıllarca kendimle konuşur ve ikna ederdim. Ya da ben inanmak isterdim. Kafamın içinde dönüp duran bin tane kötü şeyi bir tanecik mutlu nedenle alt edeceğime inanır ve sabaha gerçekten de o savaşın galibi, mutlu düşüncem ile uyanırdım.

Ne kadar süreyle o kederli gözlere baktım, ne kadar direndim ağzımdan kötü sözler çıkmaması için bilmiyorum. Sonra düşündüm... Neden kendimi yıpratacaktım ki? Neden bundan sonra yüzünü bile görmeyeceğim bir adam için kendimi hırpalayacaktım? Değer miydi?

"Konuşabilir miyiz?"dedi, gülümsemeye çalışarak. O gülümseme öyle eğreti duruyordu ki dudaklarında kendini kastığının farkında olmamak için aptal olmak lazımdı.

Cevap vermedim. Ayakta dikilmeye devam ediyordu. Sanırım benim de kibarca 'tabi konuşalım' filan demem gerekiyordu ama asla içimden gelmeyen bir şeyi yapmaya da niyetim yoktu.

Bu hayata az sayıda sevdiğim insan ile açmıştım gözlerimi. Bir babam vardı bir dedem. İkisi de beni bırakıp gittiğinde kimsesiz kalmıştım ama kimsesizliğimi hiçbir zaman kendimi acınacak konuma sokarak kullanmamıştım. Hep kendi kendime yetebilen, küçük mutlulukları ve en az onlar kadar küçük hedefleri olan bir kız olmuştum. Bir bahar yağmuru mutlu ederdi kimi zaman, kimi zaman da kümesten topladığım sepet dolusu yumurta...

Her duyguyu biliyor ve sık sık yaşıyordum... Biri hariç... Nefret.

Nefreti bilmiyordum, evet...

Dilber'den bile nefret etmeme nedenlerim olabilirdi ama karşımda oturan bu adamdan nefret edebilecek, tonla nedenim vardı. Ve bu bana yabancı duygu O karşımda durmaya devam ettikçe ayyuka çıkıyordu.

Bana gülümsemesine, günlük bir konuşma yapıyormuşçasına rahat oluşuna tahammül edemiyordum. Hatta onunla aynı havayı solumaya bile katlanamıyordum.


"Affet beni Yasemin..."dedi ben kendi içimde düşüncelere dalmışken. Dolu dolu söylemişti bir de utanmadan.

"Neden?"dedim tek bir mimik bile sergilemeden. "Beni annemden ayırdığınız için mi? Anneme benim öldüğümü söylemek zorunda bıraktığınız babamın bir gün bile yüzü gülmediği için mi? Dedemi bile bu oyuna alet ederek vicdan azabı duymasına ve içinde saklı tuttuklarıyla mezara girmesine neden olduğunuz için mi? Neden affedeyim sizi?"

"Ne desen haklısın,"dedi gözlerimin içine bakarak. "Ama affet..."

"Kolayca affedilebiliyor mu peki?"dedim. "Ya da af dileyen affedilirse vicdanı tamamen huzura eriyor mu? Kolay mı yani?"

"Değil..."dedi.

"Öyleyse neden buradasınız?" dedim.

Hareketleri doğal, duruşu sakin ama gözleri geç kalınmışlığın kitabını yazmışçasına kederliydi.

Kendimi her şeye göğüs gerebilecek kadar güçlü sanarak bu yaşa gelmiştim ben. Çoğu zaman başıma gelenleri umursamaz ya da basit çözümler üreterek kurtulurdum o sorundan. Ama şimdi kurtulamıyordum bir türlü. Böyle bir şey yapacağımı kimse tahmin bile edemezdi. Bunu ben bile öngöremezdim çünkü ben, bugüne dek kimseyi kırmamış, kimsenin yüzüne karşı ağır bir söz söylememiştim. Hele yaşlılar... Benim yaşlılara zaafım vardı. Birkaç ay önce tanıdığım Ferit usta, kan bağım bile olmayan ama canıma katmak istediğim Eşref amca kısa sürede benim en büyük zaaflarım arasına girmişti ama karşımda benden af dileyen bu adam onlarla asla aynı kulvarda olmazdı.

"Sizinle konuşacak ortak bir kelimemiz bile yok..."dedim. "O yüzden şimdi lütfen gidin!"

Ağır ağır yanıma geldi. "Haklısın... Ne desen haklısın. Ben bile kendimi affedemiyorken, sen nasıl affedeceksin. Değil mi?"

"Aynen öyle Alparslan Bey!" diyerek elimle arkasında hazır vaziyette iki elini önünde birleştirmiş şoförü ve arabayı işaret ettim. Yavaş hareketlerle arkasını döndüğünde yanına gelmekte olan şoföre eliyle durmasını işaret etti.

Ozan dibime kadar sokulup sessizliğine bir son verdi. Beni kolunun altına alarak iyice sıkıp kendine yapıştırdı.

"Size söylemiştim, Alparslan Bey..."dedi buz gibi bir sesle. "Boşuna geldiniz buraya kadar. Geçmiş öyle kirli ki, bir özürle asla temizlenemez."

"Haklısın evlat... Sen de haklısın."

"En azından bunun farkındasınız..."

Konuşulması mümkün olmayan ve teklif dahi edilemeyen sözleri içine atarak arkasını döndü ve arabaya doğru yürüdü. Sonra bir anda arkasını dönerek gözlerimin içine baktı. Duruşu tereddütlüydü. Bir şeyler söylemek istiyordu ama sanki söyleyemiyordu. Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kapattı ve kelimeler ağzından ardı ardına dökülmeye başladı.

"Hikaye bu ya; karanfilin hikayesi... Kendini kudretli sanan bir adam, bir gün avlanmaya çıkar. Kötü bir gündür, eli boş döner. Ormanda flüt çalan genç bir çobana rastlar ve çobanın hayvanları kaçırdığını düşünür. Çok kızar, genç çobanın gözlerini oyup yere atar... Çobanın masum olduğunu çok zaman sonra anlar. Öfkesinin kurbanı olmuştur. Pişmandır ama yapabileceği bir şey yoktur. Çobanın gözlerinin düştüğü toprakta ise iki karanfil çiçek açar. Kan kırmızısı iki karanfil... O gün bu gündür kırmızı karanfil, dökülen kanın simgesidir. Binlerce yıldır masumiyeti, sevgiyi, güzelliği, haksızlığı ve pişmanlığı barındırır kırmızı karanfil. Erdemdir, parayla satılmaz..."

"Kendini kudretli sanan o adam yıllar sonra gözünü oyduğu çobanın kızından af dilemeye de gitmiş mi?"dedim.

"Gitmiş tabi, gitmez mi? Gitmiş de eli bomboş geri dönmüş."dedi.

Son sözlerini söyleyip arkasını döndü ve hazırda bekleyen arabaya bindi. Bu kadardı işte konuşulacak her şey. İkimizin arasında geçmesi muhtemel tüm konuşma aynen bu kadardı. Kısa, lüzumsuz ve neticesiz...

Ozan sanki kaçacakmışım gibi beni kolunun altına daha çok soktuğunda içime fenalık geldi. Zaten gerginlikten sıcak basmıştı, bir de durmadan beni kendine yapıştırıp duruyordu vicdansız.

Sıkıştırıldığım yerden tek hamlede çıktım. Müsaade etsem altı ay yapışık gezecektik. Ben kendimi ondan olabildiğince uzağa çekince kafası karıştı haliyle. Yıkıldığımı, hazmedemediğimi ya da bu karşılaşmanın bana çok ağır geldiğini filan sandı fikrimce.

"Yasemin?"diyerek yanıma geldi ve sarıldı. Sanki savaştan çıkmışım gibi durum tespiti yaparak yüzümün her noktasını inceledi.

Kollarından kurtulup var gücümle omzuna vurdum. İki büklüm olup, yalandan yarım saat acı çeker gibi ağıt yaktı.

"Senin ben elinin ayarını..."deyip hızla arkamdan sarılarak beni havaya kaldırdı. Debelenip kurtulmaya çalıştıkça daha çok sıkıyor, ben de inat olsun diye daha fazla çığlık atıyordum.

"Ne güzel hava alıp arabayla İstanbul'u turlayacaktım. Peşime düşüp bütün planımı bozdun!"

Beni yere adeta kırılacak bir porselenmişim gibi bırakarak elini ensesine attı. Geliyordu gelmekte olan. Elini ne zaman ensesine atsa muhakkak sıra dışı olaylar cereyan ediyordu hayatımızda. Bizim hayatımızın rutiniydi aslında sıra dışı olaylar yaşamak ama insan yine de bir yadırgamıyor değildi.

"Yine ne oldu Ozan?" dedim bezginlikle. "Akşamın bu saatinde başımıza ne geldi?"

"İyi misin?"dedi gözlerini gözlerimin derinlikleri hapsederek.

Değildim...

Hiç iyi değildim. Saklayacak ve her şey yolundaymış gibi yapacak değildim. Bugüne kadar yapmıştım da ne olmuştu, olan yine bana olmuştu. Bir başıma kalıp kendimi dinlemek istiyordum. Hala kanayan yaralarıma pansuman yapmak istiyordum. Bugüne kadar olduğu gibi yine kendi başımın çaresine kendim bakmak istiyordum. Acılarımla insanları boğmak ve bana acımalarına neden olmak istemiyordum. Sürekli korunup kollanması gereken o yaralı kız olmaktan bıkmıştım çünkü.

Benim yaralarım öyle derindeydi ki, üfleyince geçmiyordu.

"Yasemin,"diye seslendi arkamdan. Dönüp arkama bakmadım. Henüz birkaç adım atmıştım ki beni kolumdan tutup kendine çevirdi.

"Bırak,"dedim ağlamamak için kendimi zar zor tutarak. "Biraz hava almaya, kafamı toplamaya ihtiyacım var."

"Beraber toplayalım kafamızı,"dedi saçlarımı okşayarak. "Beraber düşünelim sevgilim."

Başımı iki yana salladım. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Ozan yanımda olursa değil kafamı toplamak ve düşünmek, rahat nefes bile alamazdım. Burun deliklerimi istila eden güzel kokusu kafamı karıştırır ve beni sağlıklı düşünmekten çok uzaklara götürürdü.

Az ilerimizde bulunan balıkçıyı işaret etti. "Gel..."

Kendimi suyu çıkmış sadece posa olarak hayatta kalmaya çalışan bir varlık gibi görüyordum. Direnmeye de reddetmeye de mecalim yoktu. Alışık olduğum yalnızlığı ve sorunlarla başa çıkma eylemini Ozan'la seve seve yer değiştirirdim ama bana acıyacak olma ihtimali beni yerle bir ediyordu.

Elimi tutarak avuç içimi öptü. Balıkçı masalarından birine yaklaşıp bir sandalye çekti ve beni oturttu. Sanki biri gelip otursun da daha oturduğu yer ısınmasın diye bekleyen garson koşarak yanımıza geldi.

Ozan adamın konuşmasına fırsat vermeden siparişi verdi.

"Birer porsiyon hamsi tava, roka salatası ve gazlı içecek..."dedi.

Garson siparişi alır almaz Ozan bana döndü. "Sana sormadım ama en sevdiğin balığın hamsi olduğunu biliyorum. Eğer istemezsen-"

"İsterim," diye kestim sözünü. Ne gariptir ki Ozan'ın benim sevdiğim şeyleri unutmaması ve özen göstermesi inanılmaz derecede mutlu ediyordu beni. Bugüne dek kimse beni mutlu etmek için çabalamamıştı. Birinin benim sevdiğim şeyleri bilmesi bana yalnız olmadığımı hissettiriyordu ve bundan müthiş bir haz alıyordum. Bu kadar basitti işte beni memnun etmek. Ben bir porsiyon hamsi ile bile mutlu olabiliyordum.

"Birer kadehte rakı mı içseydik acaba yanında?"dedim sanki kendi kendime konuşuyormuş gibi. Şaşkın suratı ve açık kalmış ağzına gülmeden edemedim.

"Eşref amcayla yaptığınız rakı gecesi hoşuna gitmiş belli ki..."dedi gözlerini kısarak.

"Sadece o değil ki,"dedim sırıtarak, "Muti ile şişene kadar bira da içmiştik."

"Seni o herife emanet ederek büyük bir yanlış yaptığımı biliyordum ama o durumda en güvenilir o gibi gelmişti."dedi başını iki yana sinirle sallayarak.

"O müthiş biri Ozan... O gece yanımda o değil de bir başkası olsaydı asla toparlayamazdım."

"O manyakla nasıl tanıştığınızı da anlatmadın bana. Bahsi geçti ama tam olarak ne oldu bilmiyorum."

"Zeynep tanıştırdı. Ekibin kostümlerini o dikiyor. Ben henüz onlarla çalışmıyordum tanıştığımızda." İlk tanışmamız aklıma gelince beni bir gülme aldı. Neredeyse adamı kalpten götürüyordum. "Salona geldi sonra birkaç defa. Orada iyice kaynaştık. Gala gecesi beni sonradan anladığım, senin talimatınla o hengameden çıkarınca gecenin hasarsız atlatılacağından emin oldum."

"Ben olmalıydım yanında,"dedi kederle. "Seni yalnız bırakmamalıydım. O gece o itin yanında olacağıma, senin yanında olmalıydım sevgilim..."

Bu konuşma hiç yapılmamıştı. Biz o pislikle ilgili tek bir söz etmemiştik o geceden sonra. Şimdi bunları konuşmak istemiyor ve gündemi süratle değiştirmek istiyordum; fakat Ozan ısrarla aynı şeyi anlatmaya devam ediyordu.

"Haftalardır raporu çürütmeye uğraştığımızı anlatmıştım sana. Son gün, her şeyi itiraf edeceğini ve benimle yalnız görüşmek istediğini söylemiş. Benim sorgu yapmak gibi bir yetkim yok. Sorgu odasına bile girmeye yetkim yok. Yiğit abi her şeyin sonunda olduğumuzu ve isteğini kabul edeceğini söyledi. Beni sorgu odasına alıp onunla görüştürdüler."

Garsonun masaya gelen yemekleri bırakmasını beklerken sıkıntıyla alnını ovaladı. "İki kadeh bir de küçük Tekirdağ getirsene..."dedi yanımızdan ayrılmak üzere olan garsona. Adam başıyla onaylayıp uzaklaştı.

"Bugüne kadar ne yaptıysa tek tek anlattı. Halasının verdiği bilgiler ve bir türlü ulaşamadıkları annen dahil hepsini anlattı. Maksatları ikinizi evlendirip anneni bulmak ve servetine konmakmış. Sana deliler gibi aşık olduğunu anlattığı an'a kadar sakinliğimi korudum ama o dakikadan sonra duymaya tahammül edemediğim ne varsa saymaya başladı. Günler önce öldüresiye dövdüğüm adam yüzüme baka baka sana yaptıkları anlattı. Hiç gocunmadan, bir kez bile gözlerini kaçırmadan hem de..."

"Yeter,"dedim. "Duymak ve bilmek istemiyorum. Yeter!"

Yeter dediğim halde durmadı. Benim duymaya tahammül edemediğim her şeyi büyük bir soğukkanlılıkla anlatmaya devam etti. Benim derdim boyumu aşıyordu ve asla devamını duyup dertlerime dert eklemek istemiyordum.

"O gece, o sorgu odasında öldürmeliydim onu... Beni o odadan ters kelepçeyle çıkarıp dışarı atmasaydılar, öldürürdüm de..."

"Ozan,"dedim gözümden akan yaşı silerek. "Lütfen, sus..."

"Gece yarısı ağrısı olduğunu söyleyerek hastaneye gitmeyi talep etmiş. Tedavisi sürerken de klinikteki doktoru rehin alarak kendini onunla beraber yoğun bakıma kilitlemiş. Orada asmış kendini..."

"Sus be adam!"diye bağırdığımda yanımıza gelen garson temkinli bir bakış atıp, "Bir sorun varsa polisi çağırabilirim..."dedi bana bakarak.

"İşine bak,"dedi Ozan. "Sorun falan yok."

Garson bir bana bir de Ozan'a bakarak yanımızdan ayrıldı. Masaya bırakılan rakın şişesini açıp benimkini 'tek' kendininkini 'duble' olacak şekilde doldurdu. Üstüne eklediği soğuk sudan sonra kadehini dudaklarına dayayarak tek seferde içti.

Tam bir şeyler söylemek üzere ağzını açmıştı ki, "Yeter!"dedim.

"Yetmez, Yasemin..."dedi elindeki boş kadehi masaya bırakarak. "Ne dedi Altan Hoca?"diye devam etti sonra.

Altan Hocanın özel muayenehanesinde aramızda geçen tüm konuşma hep aynı yöndeydi.

En başında bana sohbet edeceğimizi söylemişti ama gidişat hep benim içime attıklarımdı. Ben böyle mutluydum. Neden kimse beni anlamak istemiyordu? Ben arada kalan o iki seans terapiyi bile dile getirmezken neden Ozan bana orada konuşulanları anlatıyordu devamlı? Üstelik sadece tek seansa gelmişti ve o da tamamen benim rızam dışındaydı. Bunu talep edenin Altan Hoca olduğunu öğrendiğimde elim kolum bağlanmış, el mahkum kabul etmek zorunda kalmıştım.

"Bunamadım çok şükür, tabi hatırlıyorum."

"O zaman dinleyeceksin beni. Kaçmadan, konuyu değiştirmeden dinleyeceksin Yasemin."

"Bunun bir işe yarayacağını sanmıyorum."dedim kadehimden bir yudum alarak. Rakının keskin tadı yüzünden suratımı buruşturmamak için sarf ettiğim çaba nedeniyle yüz kaslarım acıyordu.

"Yarayacak..."dedi güven vermeye çalışan bir ifadeyle. "Seni üzen her ne varsa tek tek yüzleşeceksin dedi. İçine atıp, yok saymaya kalktığın her mesele sana ağır yaralar açacak, dedi. Ne kadar yaralı olduğunu biliyorum sevgilim ve ben senin yaralarını sarmak için ağzımdan nefretle çıkan her kelimeye rağmen, senin için çabalıyorum. Lütfen sen de biraz çabala..."

"Elimden geleni yapıyorum Ozan."dedim kararsız kararlı bir bakış atarak. "Altan Hocanın dediği gibi yapıyorum. Hiçbir şeyi o kilitli kutuya atmıyorum ama dışarı da çıkaramıyorum. Ne yapsam olmuyor. İçeride bir yerde sıkışıp kalıyor her biri..."

"Sürekli kavga halindesin de o yüzden Yasemin..."

"Hayır!"dedim itiraza hazırlanır gibi. "Ben kavga halinde değilim. Hatta bazen kavgacı biri olmadığım için üzülüyorum bile..."

"Anlatmaya çalıştığım bu işte. Kavgacı ol zaten. Kinin kimeyse onunla kavga et ama sen sürekli kendinle kavga ediyorsun. İnsanın kendisiye olan kavgasını kimse ayıramaz Yasemin. Böyle bir kudret mümkün olsa, ben o kavgaya derhal son verirdim inan..."

"Buyum ben,"dedim elimdeki kadehi dudaklarıma götürüp. Bir yudum içtikten sonra, "Bu saatten sonra değişeceğimi sanmıyorum. Bilmiyorum, belki de değişmek istemiyorumdur..."diye devam ettim.

"Senden istenilen değişmen değil ki sevgilim... Aksine sen, sen olduğun için değerlisin. Ben, seni sen olduğun için seviyorum. Senden istediğim içine atmaman ve seni üzen ne varsa anlatman. Bunu başarabilirsin. Bunu birlikte başarabiliriz Yasemin..."

Ozan'ı yaklaşık dört aydır tanıyordum ama ilk kez bu kadar uzun ve bu kadar ciddi bir konuşma yapıyorduk. Alkolün gevşettiği zihinlere tezat bizim zihinler sanki daha bir açılmıştı. Zaten benim her şeyim tersti, alışıktım ama Ozan'ın bu denli uzun bir vakit tavrını değiştirmeden sabit kalması bana şaşırtıcı geldi.


Bir müddet ikimizde konuşmadan yemeğimizi yedik. Dışarısı iyice soğumuş, yan masalarda oturanlar çoktan yemeklerini bitirip gitmişti fakat biz hala aynı yerde oturmaya devam ediyorduk.

Garsonun gelip kapatacaklarını söylemesiyle gözüm saatte ilişti. Gece yarısını geçeli tam üç saat olmuştu. Bu saatte üşümüyor olmamızın sebebi masada boş duran iki küçük Tekirdağ rakısı olmalıydı zira ben elektriğe tutulmuş gibi titreme nöbeti geçiyor olurdum.

Cebinden cüzdanını çıkartıp hesabı ödedikten sonra elini bana uzattı. Tereddütsüz tuttum bana uzatılan eli. İkimiz de çakırkeyfin bir tık üzerinde olduğumuz için arabaları olduğu yerde bırakıp sözleşmiş gibi yürümeye başladık.

"Ya ben tek başıma kafamı dinleyip O adama olan kinimi kusacaktım içime içime. Her şeyi mahvettin yine..."dedim dilim toparlanarak.

"Alparslan Bey ile ilgili düşünecek bir şeyin yok. Onun yaptıkları senden bağımsızdı. Hayatını çaldı mı, çaldı ama sen gerçeği biliyorsun artık. Kendini üzeceğine bırak o kendini yiyip bitirsin sen onu affetmedin diye."

"Hiç,"dedim elimi havada sallayarak. "Ne hali varsa görsün. Eden ettiğini buluyor sonuçta illaki..."

"İlla ki..."dedi kolunu omzuma atarken.

"Üşüyor musun?"diye sordu sonra.

"Birazcık..."dedim.

"Bir taksiye atlayıp eve gidelim."

"Yürüsek?"dedim kabul etmesini ister gibi başımı göğsüne yaslayarak.

"Yürüyelim..."dedi beni kendine daha çok bastırarak.

Yol konuşmadan geçmezdi. Hem sohbet edip hem de yürümemizde bir sakınca yoktu. Aklıma takılan saçma bir konu vardı. Beni hiç mi hiç alakadar etmiyordu ama sırf muhabbet olsun diye sormuş bulundum.

"Korkunç'u neden kıçından vurdular?"

Önce gecenin sessizliğini yaran tok bir kahkaha attı. O gülüşünde kaybolmak ve yolumu ancak onun gülüşüyle bulmak istediğim bir an daha yaşanıyordu. Gülüşünden öpmek istediğim çok zaman olmuştu bugüne dek. Kalbimi göğüs kafesimden söküp atacak kadar aşıktım. Delicesine, virane gibi...

"Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?"

"Vazgeçmeyeceğimi sen de biliyorsun. Bana bunu sorman çok saçma..."dedim.

"Derin mevzu..."dedi.

"Gizli mi ayrıca?"

"Bizim her görevimiz gizli Yasemin..."dedi saçlarımı öperken. "Sana anlatamam."

İşaret parmağımı gözünün önünde sallayıp tırnağımın ucunu gösterdim.

"Azıcık da mı olmaz?"

Kaşlarını havaya kaldırdı.

"O zaman siz de benim yanımda özel meselelerinizi konuşup beni merak ettirmeyin canım, aaa!"dedim dirseğimle boşluğunu dürtüp.

Elimi boşluğundan çekip kendi beline sardı.

"Şiddet kullanarak beni konuşturamazsın sevgilim..."

"Biliyorum..."dedim. "Çok kez denedim ve başarılı olamadım."

"Şey..."dedim yine başımı kaldırıp yüzüne bakarak.

"Yeliz kim?"

İki parmağıyla dudaklarımı kıstırdı.

"Salep sever misin?"

Dudaklarımdaki parmakları elimle ittirdim. "Sevmem..."

"Ben çok severim."

"Bana ne!"dedim omuzlarımı silkerek.

"Bayılıyorum şu hallerine Yasemin..."dedi. "Bugüne kadar neden çıkmadın karşıma?"

"Senin yüzünden..."dedim içimi çekerek. "Azıcık daha erken gelsen ne olurdu sanki..."

--------------------------------------------------------
Birkaç bölüm sonra buralara bir ıssızlık çökecek... Vedaya hazır olun 😘

Continue Reading

You'll Also Like

781K 46.1K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
4.4K 804 8
"Belki sonbaharın yumuşak rüzgarında, yapraklarının ahenkle dans ederek düştüğü bir ağacın gölgesinde kavuşuruz kaderimizle. Belki de güneşin tenimiz...
7.5K 2.7K 19
Fatih ile Yasemin'in çocuklukları aynı yerde geçmiş okul okumak için gittikleri yerlerde ayrı düşmüş iki gencimiz. Zehra kuzeni Fatih' e büyük hayra...
19.6M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...