YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret

1.5K 202 29
By turlik

(yorumlar yüklenmediği için bölümü tekrar yayınladım.)

Keyifli okumalar...

“Unuttun galiba Ozan, benim kendime ait bir evim var.”

Arabayı uygun bir yere çektikten sonra kapıyı açıp dışarı çıktı. Burada sanki konuşan yok, soru soran yok gibi hem de…

“Sana diyorum Ozan, beni niye senin evine getirdin?”

Apartmanın kapısı açarak, “Yasemin, sana eve gidiyoruz demiştim zaten. Hatırlıyor musun?”dedi.

“Aksini iddia etmedim bay çokbilmiş, ben bahsi geçen evin burası olduğunu düşünmemiştim.”

“Ev evdir Yasemin.”

Kısa ve hayli net bir konuşma yapıp eliyle yanına gelmemi işaret etti. Yerleri döve döve gittim. Arabanın kapılarını kilitleyip elimi tuttu.

“Kutlu ne olacak? Benim evde mahsur kaldı yavrucak.”dedim.

“Yavrucak mı?”dedi kahkaha atarak.

“Ayı gibi herifi bir de kundaklayalım istersen Yasemin…”

“Duygusuzsun Ozan…”dedim basamakları çıkarken. “Kendini onun yerine koymayı denesen böyle konuşmayacaksın ama nerede sende o empati yeteneği.”

“Şımarık bir ergenin hezeyanlarını anlamam için kendimi onun yerine koymama gerek yok Yasemin.”

“Kime ne anlatıyorsam…”dedim açtığı kapıdan içeri girerken. “Sonuçta o daha bir çocuk…”

“Kilitlediğin evden kaçan bir çocuk, doğru…”

“Ne?!” diye haykırdım.

“Bağırma…”dedi beni salona çekiştirerek. “Hadi sen yap empatiyi. Aynı yoldan geçtiğiniz için birbirinizi anlamanız zor olmaz.”

“Benim de senin arabana binerek evden kaçmamı ima ediyors-“

“Ne alakası var?”diye bağırdı. “Onu mu kastediyorum ben? Sen de terastan yan binaya atlayıp evden kaçmamış mıydın?”

“Ha…”dedim kaba bir biçimde. “Sen onu diyorsun?”

“Onu diyorum…”dedi mutfağa, kahve makinesinin başına geçerken.

“Ne yapsaydı çocukçağız? Kaderine terk edilip-“ Bir patlama sesiyle kendime geldim. Patlama çok şiddetliydi ama bunu yalnızca ben duydum. Çünkü o patlama benim kafamın içindeydi. İdrak bombası patlamıştı kafamda. Çocuk evden kaçmıştı ve ben hala ne anlatıyordum.

“Şimdi nerede peki? Sen nasıl öğrendin kaçtığını? Başına bir şey mi geldi yoksa?”

“Geldi geldi…”dedi. “Başına annem geldi. Terastan aşağı sarkarken pantolonu demirlere takılmış. Sokakta görenler hırsız sanıp polise haber vermişler. Neyse ki acı haber çabuk kulağıma geldi de olay büyümeden kapattık. Geri zekalıyı itfaiye ile indirmişler korkuluklardan.”

Önce küçük bir kıkırtı ile başlayan gülmem dalga dalga kahkahaya dönüştü. Gözümün önünde canlanan görüntü krizin boyunu iyiden iyiye arttırıyordu üstelik.

Elindeki kahve kupalarını masanın üstüne bıraktıktan sonra omzumdaki saçları geriye itip, tam köprücük kemiğime ıslak bir öpücük bıraktı.

“Çok mu komik?”derken ses tonu sorduğu soruyla alakasız çıkmıştı. Nasıl tarif etsem, bilemedim. Sulu ve ekşi bir limon dilimini ağzına attıktan sonra içi burulmuş gibi ya da ayazda kalmış da sesi içine kaçmış gibi…

“Komik,”dedim. “Trajikomik ama sonuçta komik işte…”

Beni derinden etkileyen bir öpücük daha bıraktıktan sonra birkaç adım geri gitti. Elimi tutup beni koltuğa doğru çekti. Koltukta yer yokmuş gibi kucağına oturttuktan sonra yaşayacağımız romantik anlara öyle hazırlamıştım ki kendimi, ardından gelen soru ile afalladım.

“Bu akşam neler oldu?”

Kısa süreliğine gözlerimi kapattım. Kendimi başka bir alemde hayal etmek istedim belki de, bilmiyorum. Gizli geçitten paralel evrene geçmeyi bile hayal etmiş olabilirim. İçinde bulunduğumuz durum ve sorduğu soru arasındaki saçma görüntüyü ilişkilendirmeye çalıştım.

Başaramadım.

“Zor bir soru sorduğumu sanmıyorum…”dedi sömürüsüne devam ederek. “İlk aile yemeğiniz nasıl geçti diye sordum sadece…”

Bacaklarıma kısmi felç gelmişti sanırım çünkü ayağa kalkıp ağzımın tadıyla çemkiremiyordum. Hadi bacaklarım pert oldu, dilime de mi felç indi?

Takip edildiğimi, takip eden adamın belki de olası bir skandalın önüne geçtiğini öğrenmiş olma ihtimali yüksekti. Hatta garantiydi. Ozan alenen sorana kadar bu konu hakkında tek kelime etmeyecektim. Yeterince canımı sıkmıştı ve üzerinde doğru düzgün düşünememiştim bile. Şimdi olasılıklar üzerine konuşup, yeni bir gündem oluşturmak isteyeceğim bir şey değildi.

“Aslında her şeyi biliyorsun, değil mi Ozan?”dedim emin olsam bile sormayı tercih ederek.

Gözlerimi kapattım ve bir süre bekledim. İçimden saymaya başlasam muhtemelen milyonları aşardım çünkü artık benim aklım yetmiyordu tüm bunlara. Ne rahat rahat gizli bir iş çevirebiliyordum ne de özel hayat denen bir şey kalmıştı. Aldığım soluk sayısına kadar bildiğine emin olmuştum artık. Kendisi yoksa sağıma soluma iliştirdiği takip cihazları vardı neticede. Aklımın bir köşesine o hain köstebek anahtarlığı parçalamayı not ettim. İç muhasebem oldukça uzun ve detaylı olduğu için Ozan’ın beni ayartan tavırlarına aldırmadım.

Kafamı dağıtmamam gerekiyordu. Burada ciddi bir şey düşünüyordum ve o hala boynumun açıkta kalan bilumum yerlerini sömürüyordu.

Gömleğimin düğmelerinde uzun süre oyalandıktan sonra ilkini açtı. Kendisi çok düşünceli olduğundan, beni içimi saran ateşten kurtarmak için yapmıştı bunu. Ben temiz kalpli bir kız olduğum için aksi bir fesat düşünceyi sokmamıştım içime.

“Neden yapıyorsun bunu?”dedim bir tarafıma kaçan sesimi zorla bularak.

“Neyi?”dedi o edepsizliği çağrıştıran terbiyesiz ses tonuyla.

“Takip etmek yetmedi şimdi de dinleme cihazı mı yerleştirdin üstüme?”

“Yok daha neler…” dedi abartılı biçimde şaşırarak.

“Ne yoku be?!”diye bağırıp hızla kucağından kalkıp ayağa dikildim.

“Bana alan bırakmıyorsun Ozan. Kendimi bulmak istiyorum ama her defasında kayboluyorum sayende.”

“Yasemin, olayı nereye getirdin. Üstünde dinleme cihazı falan yok. Buna ihtiyacım da yok.”

“Öyleyse nereden biliyorsun iş teklifi aldığımı?”

Diğer olayı kapatmaya çalışırken başka bir olayı, hem de kendi ağzımla söylemek de ancak benim gibi düşünmeden konuşan bir kızın yapacağı bir şey olurdu. Az evvel tutulan dilim bu kez patır patır konuşmuştu.

“İş teklifi mi?”

Battı balık yan gider, deyip olayı çirkefçe çözmeye çalıştım.

Biliyorsunuz, altta kalmamak beni ben yapan en değerli özelliğim.

“Bilmiyormuş gibi yapma boşuna. Yemekte ne olduğuna kadar haberin vardır kesin.”

“Bilmiyormuş gibi yapmam ben. Bir şeyi ya biliyorumdur ya da biliyorumdur.”

“Bilmediğim bir şey yok diyorsun yani? Bu da, gece ne konuşulduysa haberim var demek oluyor.”

“İş teklifi aldığını söyleyen sensin. Ben sana bununla ilgili tek bir kelime ettim mi?”

“Etmedin ama bilmiyorum da demedin.”

Sağ elini alnına götürerek kısa bir süre oyalandı. Zaman kazanmaya çalışıyordu. Bunu anlamamak için aptal olmak lazımdı ve ben onun her hareketi çözmüş biri olarak asla aptal değildim. Beni aptala çevirdiği zamanlar çoğunlukta olsa da şimdi aklım gayet yerindeydi.

“Cevap ver,”dedim bağırarak. “İş mevzusunu nereden öğrendin?”

“Bağırmana gerek yok. Seni duyabiliyorum.”dedi benim gibi ayağa kalkarak.

“O zaman bağırtma sende!”

“Bilmek isteseydim emin ol, anında öğrenirdim Yasemin. Beni fazla hafife alıyorsun. Kendi söylediğini unutuyorsun!”

“Ben sadece tahmin ettim. Kesinlikle biliyorsun, demedim…”

“Şu konuşmanın manasızlığına bak!”diye bağırdı. Boynundaki meşhur sinir damarı şişmişti yine.

“Bana bağırma deyip kendin ortalığı ayağa kaldırıyorsun. Ben evime gidiyorum. Senin o bet sesine yeterince maruz kaldım!”

Masanın üstündeki kahve kupasına uzanarak bir yudum aldı. Portmantoda asılı montunun cebine elini soktu. Bir paket çıkararak içinden bir şey çıkardı ve arkasına bakmadan mutfağın minicik balkonuna çıktı. Peşinden gitmezsem, ölürdüm.

“Sigara içtiğini bilmiyordum…”dedim şaşkınlık içinde. Elindeki sigarayı ters tutarak avucunun içine hapsetmişti.

Çektiği derin nefesi, havaya üfledi. Çıkan dumanı elimle kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.

“Sigara değil bu…”diyerek yeni bir nefes daha çekti o zehirden ciğerlerine.

Bir dakika, sigara değil bu mu demişti O?

“Ne?!”diye bağırdığımda elini ağzıma bastırdı.

Elini ağzımdan çekip, “Sen esrar mı içiyorsun Ozan?”dedim hayal kırıklığı içinde.

“Puro bu,”dedi avucunun içine hapsettiği zehri bana göstererek. “Naneli puro…”

Elinden hızla çekip aldım. İki parmağımın arasındaki sigaradan biraz daha kalın olan puroyu dudaklarımın arasına aldım.

Ağzımdan çekip, “Saçmalama!”dedi.

Hırsla elinden alıp, “Sen neden saçmalıyorsun o zaman?”dedim.

Yeniden dudaklarımın arasına aldığım naneli purodan bir nefes çektim. Damağımda ferah bir tat bırakmıştı ama ciğerim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Yuttuğum dumanı öksürerek çıkartmaya çalıştım.

Elimden alıp dudaklarının arasına koydu ve yeni bir nefes çekti. Ağzında tuttuğu dumanı geri bırakmadı. Beni kendine doğru çekerek dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve ağzındaki dumanı ağzıma üfledi. İkimizin dudaklarının arasından firar eden duman havaya karışırken Ozan kısa bir öpücüğü dudaklarıma bırakarak geri çekildi.

“Uyuyalım mı artık, sevgilim?”

Kendimi acilen çelik konstrüksiyon bir duvarla kaplamalıydım. Tuğla duvarım iyice dayanıksız hale gelmişti çünkü. Bir bakış, bir öpücük ve bir sevgilim ile kendimden geçiyor, yıkılan tuğla duvarın altında kalıyordum.

Belimden yakalayıp beni havaya kaldırdığında, bu anlarda kafama kodladığım çığlık aniden firar etti ağzımdan.

Omzuna bir yumruk atıp debelendim. “Bırak beni. Öyle her canın istediğinde oraya buraya taşıyacağın un çuvalın değilim ben senin.”

“Sen bir demet nergizsin Yasemin. Ne un çuvalı?”dediğinde debelenmeyi bıraktım. Günde iki kere doğruyu gösteren bozuk saat gibiydi Ozan. Ağzından kırk yılda bir çıkan güzel sözlere anında tav oldum.

Göğsümü şişirerek derin bir nefes aldığımda Ozan’ın yatak odasındaydık. Yolun sonu nedense hep buraya çıkıyordu ve tuğlalar üstüme üstüme geliyordu. Arsız düşüncelerim ve bozuk niyetime daha ne kadar dur diyebilirdim, bilmiyorum. Ha geldi, ha gelecek diye diye gramla ölçülebilecek kadar az kalan aklımın dibini sıyıracaktım en sonunda…

“Arkadaşlar, son prova…”

Yönetmen yardımcısı Cenk her zaman olduğu gibi kuliste yayılıp kalan ekibe seslendi.

“Bir haftadan daha az zamanımız var. Toparlanın da son kez alalım…”

İki gündür hummalı bir koşturma, yoğun ve gergin bir heyecan dalgası sarmıştı herkesi. Sanki sahneye ben çıkacakmışım gibi onların heyecanına ortak oluyordum. Kulis boşaldıktan sonra ortalığı toplayıp, çıkmaya hazırlandım. Provalar geç saate kadar devam etse de ben kursa gittiğim için erken paydos edip, sabah erkenden gelerek akşamdan kalan dağınıklığı topluyordum. Askıdan montumu ve çantamı alarak kulisten çıktım.
Kurs ters istikamette olduğu ve de zamanım az olduğu için taksiye atlayarak kursa geldim. Tam kapıdan içeri girdim ki telefonum çalmaya başladı. Henüz ders başlamadığı için çantamdan telefonu çıkararak ekrana baktım. Hayırdır inşallah diyerek telefonu açtım.

“Efendim Melek teyze?”

“Kutlu ben Yengem…”

“Melek teyzeye bir şey mi oldu Kutlu?”dedim o an sanki kötü bir şey olmuş gibi.

“Yok ya, ne olacak. Maşallah turp gibi… Ah, ya bıraksana kolumu anneanne, koparacaksın!”

“Kutlu?”dedim sesimi kısık tutmaya çalışarak. Hoca sınıfa girmişti ve ders başlamak üzereydi.

“Yengecim, anneannemler Şarköy’e gidiyorlar da…”

“Eee…”dedim sabırsız bir şekilde.

“Beni de zorla yanlarında götürmek istiyorlar ama ben gitmek istemiyorum. Dayım da O’nda kalmamı istemediği için acaba senin evde kalabilir miyim, diye soracaktım.”

Adı Kutlu’ydu ama kendi kurtluydu bu çocuğun. Bırakılan yerde kalamıyordu bir türlü.

Benden yanıt gelmeyince, “Tek umudum sendin be yengem…”dedi.

Yufka yüreğimi de ‘hayır’ demeyi bilmeyen dilimi de koparıp atmak istesem de, “Tamam hadi, tamam. Kurstayım ben, çıkışta beraber gideriz eve.”dedim.

“Yengem be…”diyerek telefonu suratıma kapattı.

Kör talihim, topal bahtım diyerek telefonu sessize aldım. Bu akşam Ozan’ın doğum günüydü ve pastam dolapta sevgilime gitmeyi bekliyordu. Her ne kadar sevgilim ortada olmasa da bu akşam muhakkak evde olacağını söylemişti.

Bütün planı baştan aşağı değiştirmem gerekecekti ve benim yeni bir plan yapmaya zamanım yoktu. Ayrıca dibimde bir adet ergen irisi varken sağlam bir plan yapmam da mümkün görünmüyordu.

İki saat sonra, saat yedi de kurs binasından çıktığımda kapıya yaslanmış bir adet Kurtlu beni bekliyordu.

“Oh be,”dedi yanıma gelerek.

“Sıkıntıdan tırnaklarımı yemeye başlayacaktım neredeyse.”

Kolundan tutup, ittirerek dışarı çıkardım. Konuşmadan taksi durağına doğru yönlendirdim. Taksiye binip eve geldiğimizde saat sekize geliyordu.

“Küs müyüz?”

Basamakları çıkarken durup, arkamı döndüm. “Neden küs olayım ki?”

“Ne bileyim, kurstan beri tek kelime etmedin de…”

“Kafam dağınık biraz, seninle alakası yok Kutlu.”

Kapıyı açıp içeri girdiğimizde sırt çantasını sandalyenin üstüne bırakıp yanıma geldi.

“Kim dağıttı kafanı? Söyle de, gidip bende onunkini dağıtayım.”

“Emin misin?”dedim. “Çünkü o dağıtmak istediğin kafa sana o şansı vermez.”

“Ah ha…”diye bağırdı. “Şimdi anladım. Bugün dayımın doğum günü ve aynı zamanda da manitalar günü. Senin kafa ondan dağınık…”

Bir şey söylemeden banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Odama geçip üstümü değiştirdim. Tekrar salona geldiğimde, “Siz kutlayın bilumum günlerinizi ya, ben bir köşede güzel güzel otururum.”dedi.

O an bana sinirsel bir gülme geldi. Gözümden yaş gelene kadar güldüm. Biz bilumum günlerimizi kutlayacaktık ama kutlamayı yapacak bir kişinin eksikliği nedeniyle kutlayamıyorduk.

Ayrıca Melek Teyze ve Fikret Amca, oğullarının doğum gününü bile kutlamadan neden Şarköy’e gidiyordu ki? Bunun cevabını almak üzere adı Kutlu, kendisi kurtluya döndüm.

“Anneannenler Dayının doğum gününü kutlamadan niye yazlığa gitti?

Filmlerdeki kötü adamlar gibi gevrek gevrek güldü. Koltuğa iyice yerleşerek bacak bacak üstüne attı. Sağ elinin tırnaklarını inceliyormuş gibi bir süre oyalandı ve bombayı patlattı.

“Siz baş başa ilk sevgililer gününüzü kutlayın diye…”

Üstüne doğru yürüdüm. O ise hiç aldırış etmeden rahatça oturmaya devam etti.

“Ve sen, bunu bile bile İstanbul’da kaldın, hatta olayı benim evimde kalmaya kadar getirdin!”

“Ne yapsaydım yenge, süt çocuğu gibi elimden tutup beni peşlerinde götürmelerine izin mi verseydim? Koca adam oldum ama kendi kararlarımı veremiyorum. En iyi seçenek sende kalmaktı ve sen de kabul etmiş bulundun.”

“Hay ben benim yufka yüreğimi…”diyerek çantamdan telefonumu çıkartıp Ozan’ı aradım. Şu an sesini duymaya ihtiyacım vardı. Belki arasında kaldığım delilerden bir müddet de olsa uzaklaşırdım sesini duyunca. Telefon tek çalışta açıldı.

“Canım?”

Göğsümü derin bir nefesle doldurdum. Sesi bile beni baştan çıkarmaya yetiyordu ve konuşmamı ilgiyle dinleyen Kutlu’nun varlığı baştan çıkmış halimi baltalıyordu.

“Ozan,”dedim salondan çıkıp odama girerek. “Nerdesin?”

“Şehir dışınday-“

“Hayır ya!”diye bağırarak kestim sözünü. “Bu gece yanımda olacaktın, söz vermiştin.”

“Vermiştim. Sözüm hala geçerli. Sabaha karşı da olsa muhakkak geleceğim. Benim için yapılmış bir pasta varken, gelmemem mümkün mü?”

“Kapat telefonu, kapat.”dedim hınçla.

“Pasta için geleceksen hiç gelme. Boşuna zahmet!”

Kahkaha attı. “Şu huyun beni bitiriyor Yasemin.”dedi. “Bir an da parlıyorsun ya böyle, deli oluyorum.”

İyi bir şey mi söylüyordu yoksa kötü mü anlamadım. Ozan söz konusu olunca benim algılar devre dışı kalıyordu çünkü.

“Seni bekleyeceğim…”

“Bekle…”

Koltukta oturmuş son konuşmamızdan bu yana geçen on beş saat boyunca Ozan’ın neden hala gelmediğini düşünüyordum.

Gelmediği gibi telefonu da kapalıydı.

Artık panik yapma zamanım gelmişti.

Ortalığı ayağa kaldırabilirdim. Sağa sola haber verip kayıp olan sevgilimi bulmalarını isteyebilirdim ama o lanet olasıca işi nedeniyle bunu yapmamam gerektiğini biliyordum.

En başında gizemli hallerinin nedenini bilmiyor olsam da gerçeği öğrendikten sonra gizlilik kuralları elimi kolumu bağlıyordu.

Saat on biri geçerken koltuğun üzerinde ceset gibi yatan Kutlu’yu dürttüm.

“Bitti mi?”diyerek açtı gözlerini.

Uyku sersemi olmasına bağladığım saçma sorusuna karşılık, “Kalk hadi, işe geç kalıyorum.”dedim.

“Kutlama, diyorum yenge, bitti mi?”

Olmayan bir şey nasıl bitecekti acaba?

“Kutlama falan olmadı Kutlu. Dayın gelmedi.”

“Yuh lan, nasıl gelmez? Benim manitam bana pasta yapacak da ben o pastayı yemeye gitmeyeceğim. Olacak şey değil.”

“Maşallah,”dedim. “Pastayı da biliyorsun. Söylesene, bilmediğin ne var?”

Gözlerini ovuşturarak koltuktan kalktı. “Dayımın neden gelmediğini bilmiyorum mesela…”

“Sallanma da hazırlan. Geç kalmadan çıkalım.”dedim verdiği yanıtı duymazdan gelerek.

İkimizde hazırlanıp evden çıktık. Aklım hala Ozan’daydı ama yapacak bir şey yoktu. O nerede olduğunu bilmemizi istemediği sürece onu arayamazdık. Arayamazdık ama merak etmekten de kendimi alamıyordum. Bir gün buna alışır mıydım bilmiyorum ama alışırsam da yıllarımı alabilirdi. Zordu. Hem de çok zordu.

İşten çıkıp yeniden ve yine Kutlu ile beraber kursa geldim. Bu çocuğu niye birilerine emanet etme ihtiyacı duyduklarını anlamıyordum. Berlin’den kalkıp İstanbul’a gelebiliyordu ama devamında sürekli emanete bırakılan valiz gibi bırakılıyordu. Benim kendimi kahretmem ve akabinde fenalık falan geçirmem gerekiyordu ama bir türlü yalnız kalamadığım için rahat rahat bunalım bile takılamıyordum.

Kurs bitiminde eve döndüğümüzde dışarıdan söylediğimiz pizzaları mideye indiren Kutlu’ya baktım.

Çocuk öyle gamsızdı ki bana batıyordu. Benim içimde kazanlar kaynıyordu ama maşallah onun iştahı pek bir yerindeydi.

Kendime bir kahve yapıp takvimde en nefret ettiğim gün olan On Beş Şubat’ın son saatlerini geçirmeye başladım.

Benim için gün bitmişti.

Hazır evde biri varken birkaç saat uyuyayım dedim. Biten kahve bardağımı mutfağa bırakarak Kutlu’ya seslendim.

“Kutlu, ben yatıyorum.”

Ağzındaki lokmayı yutmadan başını salladı. “İyi geceler yengecim.”

Tam kızacağım diyorum. Tam bütün hıncımı ondan alacağım, bir yengecim diyor ve benim bam telimi titretmeyi başarıyordu. Tanıyalı daha birkaç gün olmasına rağmen bu çocuk benim favori listeme üst sıralardan girmişti.

Odama geçtiğimde uzun zamandır yapmayı planladığım ama nedense bir şekilde ertelediğim şey geldi. Elime telefonumu alıp yatağa girdim.

-Nasılsın Cemo’m? Çok özledim…

Anında yanıt geldi.

-İyiyim Yasemin, ya sen? Her şey yolunda mı?

-Ben iyiyim, bildiğin gibi her şey. Asıl sen nasılsın? Tedavin ne durumda?

-Tedavi de Amerika’da harika. Bir gün böyle bir şey yaşayacağım aklıma bile gelmezdi. Hepsi senin sayende… Sen olmasaydın, ben kimsenin aklına bile gelmezdim.

-Benim sayemde değil Cemo, sen temiz kalbin ve çalışkanlığınla başardı bunu. Ne olduysa hepsi senin sayende asıl.

-İkimiz de gerçeği biliyoruz. Melek Teyze ve Fikret Amca senin durumun nedeniyle olaya müdahil olmasaydı, benim varlığımdan kimsenin haberi bile olmayacaktı.

-Sen dürüstlüğün ve temiz kalbinle kazandın Cemo. Kimseye büyük anlamlar yükleme. Sen istemeseydin, bunu kimse başaramazdı. Her neyse, bunları boş ver. Tedavi nasıl gidiyor?

-Umduğumdan çok daha iyi… Bir ay sonra ilk aşama bitecek ve Türkiye’ye geri döneceğim. Kalan tedavi İstanbul’da devam edecek.

-Çok güzel. Senin adına ne kadar mutlu olduğumu anlatmama gerek yok. Biliyorsun, yerin bende çok ayrı.

-Bilmez miyim be karagöz… Senin yerin bende nasılsa, benimkinin de sende nasıl olduğunu biliyorum. Şimdi deli Hayriye olsa, ‘Allah belanızı versin, ben neciyim!’ diye yaygara yapar, kafamızı şişirirdi.

-Şişirirdi valla… İkinizi de öyle çok özledim ki anlatamam. Her ne kadar eskiye dair bir şeyler hatırlamayı istemesem de, geçmişimin en temiz, en güzel yanları sizsiniz. Tedavin bittiğinde birlikte Bursa’ya gidip, sürpriz yapalım Hayriş’e, deliye döner sevincinden.

-Yaparız Yasemin. Hele bir döneyim Allah’ın izniyle…

Yarım saat sonra telefonu komodinin üstüne bırakıp yataktan kalktım. Uyumak için gelmiştim odaya ama uyuyamayacağımı biliyordum. Her ne kadar her şey yolundaymış gibi yapsam da içimi kemiren meraka engel olamıyordum. Telefonu bıraktığım yerden alarak odadan çıktım.

Salondaki kanepede bacağının biri yerde diğeri kanepenin sırtında yatar vaziyette uyuyan Kutlu’nun üstünü örtüp mutfağa geçtim. Bir bardak ılık ballı süt içip içsel muhasebe yapmam lazımdı.

Gündem maddelerini masaya yatırıp kıtır kıtır kesmek istesem de aklıselim davranarak hepsinin üstünden özenle geçtim.

İlk madde, Ozan’ın işi nedeniyle sık sık ayrı kalmamızdı.

Bunu bana en makul biçimde anlatmış ve ikimizin de üzüleceğini söylemişti üstüne basa basa. Yanarız, demişti. Ben de, yanalım o zaman, demiştim. Yanmaya karar vermiştik ama sanki ben ateşe daha yakındım. Harlanan ateşin, yükselen alevleri beni küle çevirmeden buna bir çözüm bulmalıydım.

Nereye gitti, telefonu neden kapalı, başına bir şey mi geldi, neden beni aramıyor gibi ardı arkası kesilmeyen sorularıma önümüzdeki yüz yıl boyunca yanıt bulamayacağım aşikardı.

Ben cevabı olmayan soruları kendi başıma da çözemezdim. Çözmeye her çalıştığımda daha da düğüm olup, iyice içinden çıkılmaz bir hal almasına neden oluyordum her defasında.

İkinci madde? İkinci madde henüz yoktu ama oturup düşünürsem kesin bulurdum.

Yana yakıla ikinci maddeyi düşünürken telefonuma gelen bildirim ile hızla telefonu elime aldım. Rehberde kayıtlı olmayan bir numaradan mesaj gelmişti. Kutlu hala cesetten hallice uyumaya devam ediyordu.

Usulca salondan terasa geçtim. Sert soğuk bedenimi ürpertse de aldırmadım.

Ekrana bir yeni mesaj daha düştü.

Önce açmak istemedim. Üst panelden ilk satırı okuyunca bir elimi kalbime koydum. Az önce üşüyen bedenim şimdi ter döküyordu. Daha fazla direnmeden mesajları açtım.

PENCERE KENARINDAKİ ÜÇ NUMARALI BİLGİSAYARDAN, A1 ZİNDAN MEDYA DOSYASINI ÇEKMECEDEN ALACAĞIN SİYAH BELLEĞE YÜKLEDİKTEN SONRA BENDEN HABER BEKLE…

İlk mesajı okuduktan sonra korka korka diğerine geçtim. Normal şartlarda olsa yanlış gelen bir mesaj derdim ama panelde bir kısmını okuduğum mesajda isim yazıyordu ve yanlışlık olması pek muhtemel görünmüyordu.

KAPININ ŞİFRESİ BLOKE DURUMDA, İŞİNİ BİTİRİR BİTİRMEZ BİLGİSAYARI KAPAT VE ODADAN ÇIK.                       
                                               OZAN

Soğukkanlı olmaya çalışarak mesajın yanıt kısmına girdim. O kısım kapalıydı ve yanıt veremiyordum.

Numaranın üstüne dokunarak arama tuşuna bastım. Böyle bir numara kayıtlı olmadığını söyleyen operatör sesiyle iyice gerildim.

Terastan çıkıp salona geçtim. Kutlu bıraktığım gibi uyumaya devam ediyordu. Sessizce montumu ve çantamı alarak evden çıktım.

Cebimdeki telefonu çıkartıp son aramalarda her daim zirvedeki yerini koruyan Ozan’ın adına dokundum.

Allah’ın cezası telefon hala kapalıydı. Bana kimin telefonundan mesaj atmıştı bu adam? Nasıl bir hattı ki bu yanıt bile veremiyordum.

Ayrıca başka bir sorunum daha vardı. Bana mesaj atan kişi gerçekten Ozan mıydı?

Kalbimin sesi dışarıdan duyulacak kadar kuvvetliydi ama ben aldırmadan hızla basamakları indim.

Apartmandan çıktığımda etrafıma bakındım. Şüpheli gelen biri yoktu. Sokak neredeyse boştu üstelik.  İçime hain bir kurt düşmüştü. Koşar adımlarla yolları aşarken içinde bulunduğum durumun, özenti bir aksiyon filminden fırlamış olduğunu düşündüm. Başka bir açıklaması yoktu çünkü bunun.

Ben Ozan için iş konusunda yardım talebinde bulunulacak en son kişi bile değildim. O lanet hudut karakoluna girmeyeyim diye elinden gelen yapan adam şimdi neden benden böyle bir yardım talebinde bulunacaktı?

Mantıklı düşünmeye çalışıyordum. Olasılıkları olağanca bir hızla değerlendirmeye çalışıyordum ama her şey bir yerde tıkanıp kalıyordu.

Böyle tedbirsizce davranmazdı Ozan. Bunun bana olan ya da olmayan güveniyle alakası yoktu. Beni işine bulaştırmayacağından emindim sadece. Bir de benim özel durumlarım mevcuttu. Ne zaman işim olsa ve dışarı çıkmak zorunda kalsam başıma olmadık işler açılıyordu. Tüm bunların sorumlusu ben değildim. Sadece bahtım karaydı benim.

Sokağa girdiğimde istemsizce arkama baktım. Her şey sıradan görünüyordu. Sokakta yatan köpek bile aynı yerindeydi. Zaman kaybetmeden apartmandan içeri girerek çantamdan anahtarımı çıkardım. Bin kilitli kapıyı açarak içeri girdim. Her şey olduğu gibiydi. Ozan’ın burun deliklerime dolan mis gibi kokusunu içime çekerek hudut karakolunun önüne geldim.

Telefonum delicesine çalmaya başlayınca panikledim. İşe gitmemiştim. Bu gizemli mesaj beni yine bir bilinmeze sürükleyecekti ve sanırım bu sorumsuzluğum yüzünden kısa zamanlı işimden kovulacaktım.

Taşınan, ateşi çıkan ve erken çıkmak için üç defa izin alan elemanı kim ne yapacaktı. Bu kez izin bile almamıştım.

Ekranda yazan isim ile adeta yerimde zıplayacaktım. Sevinç ve umutla açtım telefonu.

“Ozan?”

“Yasemin, dediğimi hemen yap ve bir taksiye atlayıp-“

“Ozan sen neredesin? Neden benden böyle bir şey istiyorsun?”

“Yasemin, telefon zor çekiyor. Dediklerin anlaşılmıyor. Dediğimi yap ve bir taksiye bin.”

“Tamam, nereye getireyim belleği?”
“Ç----Köy.”

“Anlaşılmıyor Ozan, yeniden söyle.”

“Ç---Köy Yasemin. Anladın değil mi?”

Daha fazla bağırtmamak için “Anladım…”dedim. Fakat anlamamıştım.

Telefonu kapatır kapatmaz arama motoruna girip başında Ç olan ve sonu Köy ile biten semtleri aramaya koyuldum. Aramam uzun sürmedi.

Hudut karakolunun panelinde bulunan açma tuşuna basıp saniyeler içinde açılan kapıya şaşkınlık içinde baktım. Geldiğim günden beri beni çılgınca meraklara sürükleyen bu kapının bu kadar kolay açılmasına şaşırmayı bırakıp üç numaralı bilgisayarı açtım.

Ozan’ın dediği dosyayı bulup çekmeceden aldığım belleğe kopyaladım. İşimi bitirip bilgisayarı kapatıp odadan çıktım. Yeniden bir bildirim geldi.

TAKSİCİYE MUHTARLIKTA İNECEĞİNİ SÖYLE. MUHTARLIĞIN SOL SOKAĞINDAN ÜÇYÜZ METRE KADAR YÜRÜ. SAĞ TARAFTA BİR DEPO GÖRECEKSİN. SENİ BEKLİYOR OLACAĞIM ORADA…

Bir arayıp bir mesaj atıp kafamı darmaduman yapmıştı manyak!
Ya ara ya da sadece mesaj at. Zaten elim ayağım titriyor ve başı Ç ile başlayan ve sonunda Köy olan semtten emin değilim. Yanlış bir şey yaparsam sonuçları nelere mal olur, düşünmekten deliye dönmem az meselesi.

Apartmandan çıkıp meydandan bir taksiye atladım. Kapıyı açıp kendimi koltuğa attığımda şoföre, “Ç ile başlayan ve sonunda Köy olan semtler hangileri?”diye sordum. Bunu Ozan’a da sorabilirdim ama hakkımda yanlış şeyler düşünmesini istemiyordum.

Telefonu çekmeyen O’ydu ama gün sonunda her şeyi berbat eden kesin ben olurdum.

“Çengelköy var…” dedi ellili yaşlarının onunda olduğunu tahmin ettiğim şoför.

“Ha,”dedi dikiz aynasından bana bakarak. “Bir de Çekmeköy var ama orası semt değil, ilçe. Sen hangisine gideceksin?”

Ah bir bilsem, ah…

Ozan’ın kesik kesik gelen sesini hatırlamaya çalıştım. Çekmeköy olduğu konusunda son kararıma vardım. Evet, kesinlikle Çekmeköy demişti. Kendimi süratle ikna etmenin verdiği güvenle, “Çekmeköy…”dedim.

Taksici aracı çalıştırarak yola çıktı. Ben stresten terleyen ellerimle meşgulken dikiz aynasından ara ara bana baktığını görebiliyordum.

“Çok emin değilsin gibi, istersen gittiğin yerdeki birini ara da sor.”

Yüzüme yansıyan tereddüt apaçık okunurken ve ben kendimden bir türlü emin olamıyorken bunu yapmamım çok doğru bir hamle olacağına karar verdim. Ozan’ın bir açık bir kapalı telefonunu aradım. Ve bilin bakalım ne oldu?

Adı batacısa, teneşirlere gelesice telefon kapalıydı.

“Kapalı mı?”dedi merakla.

“Evet ama ben Çekmeköy’den eminim. Sen beni oraya bırak.”dedim.

Yaklaşık bir saat sonra Çekmeköy Muhtarlığının önündeydim. Arabadan inmem gerekiyordu ama içimden bir ses beni sürekli yanlış yaptığıma dair kemirip duruyordu. Sıkıntımın farkında olan taksici merakına yenildi yeniden.

“Sen neden gelmiştin buraya? Muhtarlıkta bir işin falan mı var?”

Bir kere batmıştım. Bir daha batmakta bir sakınca görmedim. Zaten bünyem alışıktı benim batmalara. Olaylar ve içine düştüğüm saçmalıklar nasıl olsa son bulmayacaktı. Biliyorsunuz, benim bahtım kapkara.

“Muhtarlığın sol sokağından üç yüz metre ileride bir depo varmış. Oraya gideceğim.”

“Allah Allah,”dedi tepesinde tel olmayan kafasını kaşıyarak.

“Buralarda öyle bir depo yok ki…”

“Var, yani varmış. Benim o depoya gitmem gerek.”

“Bak şimdi,”dedi elini direksiyondan çekip bana doğru dönerek. “İçime kurt düştü şimdi. Ben seni o bahsettiğin depoya bırakayım. Bilmediğin yer belli ki, başına bir iş gelmesin.”

“Gelmez dayı, merak etme. Beni karşılayacaklar.”

Neyine gerekse, “Kim?”diye sordu.

“Bak güzel dayıcım, beni oyalama. Ben burada ineyim ve yoluma gideyim.”

“Bu işin içinde bir iş var. Ölsem bırakmam.”dedi.

Allah’ım neden ben, neden diye inlemek ve tepinmek istedim. Neden normal insanlar gibi diyaloglar geçmiyordu benim çevremdeki insanlarla aramda? Bir taksinin içinde neden yolculuğumu sukûnet içinde yapıp işime bakamıyordum?

Ben olay değerlendirmesi yaparken Ozan’ın beyaz, yüksek tavanlı arabası hızla önümüzden geçti. Beni karşılamaya gelecekti ama ben taksinin içinde yıllamaya başlamıştım. Araba gözden kaybolunca telefonuma sarıldım yeniden. Bu kez kapalı değildi. Değildi ama cevap vermiyordu. Defalarca aramama rağmen telefon açılmadı.

“Az önce sokağın başından dönen beyaz jipi takip et.”dedim kurumuş boğazımı temizleyerek.

“Allah’ım,”dedi. Ellerini hızla direksiyona vurdu. “Şu an bir hayalim gerçek oluyor. Şükürler olsun…”

Başımı öne uzatarak, “Ne diyorsun dayı?” dedim.

“Yirmi beş yıldır İstanbul’da taksiciyim ve hep ‘lütfen öndeki aracı takip edin’ diyen bir müşterim olsun diye dua ediyorum. Bugün o gün.”diyerek gaza bastı.

Bir gün benimde dualarım kabul olur muydu bilmiyorum ama dayı an itibari ile kafayı yemişti. Ani bir kalkış ile Ozan’ın arabasının gözden kaybolduğu sokağa girdi. Sokağın en ucunda, belli belirsiz görünen arabaya yetişebilmek için, “Bas dayı, bas…”diye haykırdım.

Ozan iyice arayı açmıştı. Gözden kaybetmek üzereydik.
İşin ciddiyetini anlayan dayı, “Ya Bismillah…”diyerek ibreyi Yüz’e çıkardı. “Sıkı tutun kız, ön camdan fırlama haydut kovalayacağım diye…”dedi.

“Haydut falan kovalamıyoruz be dayı.”dedim bezginlikle. “Sen arabaya yetiş, gerisine boş ver.”

Arka koltuğun tam ortasındaydım ve tutunacağım hiçbir şey yoktu. Öndeki yolcu koltuğunun baş kısmına koala gibi yapıştım. Araba gözden kaybolmuşu ve sanırım biz Ozan’ın tarif ettiği depoyu kilometreler önce geçip gitmiştik. Bana dediklerini düşündüm yeniden. Muhtarlıktan sola dön ve üç yüz metre ilerideki deponun önüne gel. Seni orada ben karşılayacağım.

Buraya kadar her şey tamamdı ama eksik olan bir şey vardı. Ozan beni karşılamaya diye çıkıp neden arabayla ralli yaparcasına çılgınlar gibi yolları aşıyordu?

“Daha hızlı…”diye bağırdım telaşla. Vites değiştirdikten sonra yeniden gaza yüklendi bizim maceraperest taksici dayı. İbre Yüz Yirmi’yi gösteriyordu. Ben savrulmayayım diye tutunduğum başlığa nasıl yapıştıysam artık başlık elimde kaldı. O hızla geriye doğru yıkıldım. Araba yavaşlayınca elimdeki başlığı bırakmadan ileriye baktım. Ozan nihayet arabayı stop etti.

“Yaklaşalım mı, yoksa buradan izlemeye devam mı edelim?”

Neden hala elimde tuttuğumu bilmediğim başlığı yerine taktım. Çantamı açıp cüzdanımı çıkardım.

“Sen beni burada bırak. Gerisini ben hallederim.”dedim.

Cüzdandan çıkarttığım, taksimetrede yazan ücreti uzattım öne doğru. Bana doğru eğilerek,”Koy o parayı yerine. Bu yola beraber çıktık beraber bitireceğiz.”dedi.

“Ne diyorsun be dayı? Ne beraber çıkması? Ben işimi halledip döneceğim. Senlik bir şey yok burada.”

Kapıyı açarak benden önce arabadan indi.

“Adam az ilerideki kulübeye girdi. Ben gözcülük yaparken sen şu çalıların oradan sessizce peşinden git.”dedi.

“Ya, neden sessiz gireyim ki? Ben buraya çağıran o zaten.”

Dilini damağına vurarak cık sesi çıkardı. “Emekli olunca anılarımı yazacağım ben, sonunda ne olduğunu bilmezsem o kısım eksik kalır.”

Elimi alnıma vurarak ofladım.
“Peki ama sen sakın peşimden gelme. Ben arkadaşa bir emanet verip döneceğim.”

Mutlulukla parlayan mavi gözleri yerinde fır dönüyordu. Olumlu anlamda başını sallayarak, “Dikkat et.”dedi. Arkamı dönmeden elimi kaldırdım ‘sağ ol’ anlamımda.

Yıkık dökük ve pencereleri tahtalarla derme çatma tutturulmuş depodan içeri girmek için paslı demir kapının kulpunu çevirdim. Kapı kolayca açıldı. Etrafta kimseler yoktu. İçerisi leş gibi çürümüş meyve sebze kokuyordu. Parmaklarımı burnuma bastırıp birkaç adım attım. Sağa sola atılmış plastik kasalar, sırt kısmı kırılmış tahta bir sandalye ve yerde yenmiş yemek artıklarından başka bir şey yoktu. Orta büyüklükteki deponun sol kısmında başka bir kapı vardı. O kapıya doğru hareketlendim. Önce kulağımı kapıya dayadım. Sesler geliyordu. İşaret parmağımın tersiyle kapıyı tıklattım. Diğer elimin parmaklarını da var gücümle burnuma bastırdım. Kokudan bayılacaktım. Şiddetli bir şekilde gelen öğürmemi bastırdım. Arka arkaya yutkundum ve bu kez daha sert tıklattım kapıyı. İçeride benim görmemem veya duymamam gereken bir şey olabilirdi. Düşünmeden hareket etmek tam bana göre olsa da işin içinde Ozan ve gizemli dünyası olunca, elim kolum bağlanıyordu.

Kapı gıcırdayarak açıldı. Açan kişi henüz başını kaldırıp gelenin kim olduğuna bile bakmadan, “Ne var lan puşt! Daha demin çıktın. Ne bokuma geri geldin?”dedi.

Dişleri kirden kalıp tutmuş, yüzü gözü sakaldan görünmeyen adamın Ozan’la nasıl bir bağlantısı olduğunu düşünmek için geç kalmıştım. Bu adamın Ozan’la herhangi bir bağlantısı olmadığı gün gibi ortadaydı.

“Ozan nerede?”diye sordum yine de.

Belki de görev gereği kılık değiştirmiş olabilme ihtimalleri vardı çünkü. Tüm aksiyon ve polisiye filmlerde böyle oluyordu sonuçta.

“Ozan…”diye seslendi arkaya doğru.
Rahatlamış bir nefes çektim ciğerlerime. Ciğerime çektiğim nefes çürük zerzevat kokusu da olsa umurumda değildi. Ozan gelecekti ya, gerisi sadece teferruattı.

Başka bir kapıdan gelen adam, “Bana mı seslendin Şevki abi?”dedi.

“Ozan sen misin lan?”dedi bana kapıyı açan adam diğer adama.

“Abi, ben Hamdullah, unuttun mu?”dedi öteki.

“E o zaman bu cıvır niye seni arıyor.”dedi zekadan yoksun bir tespitle.

“Şevki abi, ben bu karıyı tanımam etmem, ne diye beni arıyor?”

“Niye arıyorsun Hamdullah’ı?”

“Karı ne ya, karı ne? Ağzını topla. Geri zekalı!”

Birbirlerine bakıp pis pis güldüler. Suratlarına tükürsem ‘Yarabbi Şükür’ derlerdi bunlar.

İğrenç kokuyu bir tarafa bırakarak elimi burnumdan çektim. Birkaç saniye gözlerimi kapattım ve içimden saymaya başladım. Sonsuzluğa kadar saysam da faydası yoktu. Ben tam da benim kara bahtıma yakışır bir yere düşmüştüm.

“Ya siz deli misiniz, nesiniz?!”diye bağırdım. “Hamdullah’ı ne karıştırıyorsun, ben Ozan’ı arıyorum.”

“O zaman Hamdullah’ı niye çağırdın lan kaçık!”

“Onu ben mi çağırdım, sen çağırdın manyak!”

Elini yanağıma doğru uzattı. Tam dokunacakken elimin tersiye kuvvetlice ittirdim.

“Nereden düştün sen buraya yavru ceylan?”dedi istifini bozmadan.

Arkamı dönüp çıkmaya hazırlanacaktım ki omzumda elinin temasını hissettim.

“Hamdo, çık dışarı ve kapıları kilitle.”deyince elimi sırtımdaki çantaya attım. Hamdullah denen süzme aldığı talimatı ikiletmeden yerine getirmek için koşarak yanımdan geçip gitti.

“Dert etme, sadece azıcık eğleneceğiz. Sana zarar vermeyeceğim.”dedi pis bakışlı ayı.

“Dert etmem,”dedim sırtımdaki çantayı çıkarıp zımbalı kısmıyla kafasına vurarak. “Pert ederim.”

Eli başına gidince fırsattan istifade ayağımdaki ayakkabıyı çıkarıp kapıları kilitlemeye giden diğer manyağın kafasına fırlattım. Kafasına nişan almıştım ama aniden arkasını dönünce kısmet ağzınaymış.

“Manyak, yemin ederim manyak bu karı! Çanta ve ayakkabıyla adam mı haklanır güzelim?”dedi kıl yumağı.

Cebinden çıkarttığı sustalıyı gözüme gözüme tuttu. Geriye doğru bir adım attım ama ona istediğin vermeyecek, korkup kaçmaya çalışmayacaktım. Ben ürkek davranırsam bundan hoşlanacağını ve daha çok üstüme geleceğini maalesef ki geçmiş kötü tecrübelerimden biliyordum. Korku esaretti ve ben korkunun esiri olmayacaktım bu kez.

“O güzel yanağına imzamı atayım mı? Dur ya, imza değil de resim yapayım ben en iyisi.”dedi sustalının ucunu hafifçe yanağıma bastırarak.

“Küçük bir kelebek çizeyim, ne dersin?”

“Allah derim, en sevdiğim. Çiz ama böyle bir kanadı kaşımdan başlasın, diğer kanadı şah damarıma yakın olsun.”

Yanağımı sustalıya bastırdım. Adam psikopat olduğumu düşündü sanırım. Gülmeye başladı. Hem de ne gülmek. Bildiğin uluyor gangester bozuntusu.

“Yok Hamdo,”dedi az ileride çenesini ovuşturan sivrisinek kılıklıya. “Ben daha fazla dayanamayacağım. Bu kız eğlenmek için fazla komik.”

“He,”dedim. “Çok komiğimdir. İnsanlar gülmekten geberir bana.”

Ayakkabı olan ayağımı hızla iki bacağının arasına indirdim.

Eğilip hayalarını tuttu. “Ov, çok sert. Gideri var…”

“Gideri ben sana gösteririm adi herif.”
Eğilmiş halinden faydalanıp yeni bir tekmeye hazırlanıyordum ki demir kapı sertçe açıldı.

Elindeki levyeyle içeri dalan taksici dayı önce sivrisineğin karnına vurdu. Sivrisinek anında yere yığıldı. Hala iki bacağının arasını tutan kıl yumağına sıranın kendisine geldiğini anlayınca kıçın kıçın kaçmaya başladı. Kaçış planı elinde patladı. Levye az önce yediği darbeden sonra yerde yatan diğeriyle aynı bölgeye, tam karnına vurdu şiddetle.

***

“Ölmüşler midir sence dayı?”

“Yok kız, dalaklarına vurdum hıyarların. Birazdan uyanırlar.”

Arabanın kapısına dayanmış durum tespiti yapıyorduk. O adamların isteseler bana zarar verebileceğini, canımı yakabileceğini biliyordum. Her ikisi de kalıplı ve kendilerini koruyabilecek kadar kuvvetli görünüyordu. Bana zarar vermeden sadece benden gelen darbelerden sakınmaları çok tuhaftı.

Tüm bunlar birleşince kafam daha da karıştı. Şansım yardım etti desem, bende zerre kadar şans yoktu. Gittiğim her yere ayağımla bok götürdüğüm için bunun imkansız olduğunu biliyordum. Mucize desem, o kısmı ben Ozan’ın hayatıma girmesiyle tüketmiştim. Hayatımda başka mucizelere yer kalmamıştı. Kotayı aylar önce doldurmuştum.

Kapıya dayanmış keyif sigarası içen taksiciye döndüm. “Sen neden girdin içeri dayı?”

Sigarasından bir fırt çekip bana döndü. “İçeriden gelen sesler artınca başına bir iş gelir diye korktum. Adamlar sana saldırıyor filan sandım. Allah korusun taciz, tecavü-“

Öksürerek sözünü kestim. Devamını duymak istemiyordum. O an'a ramak kala yaşadıklarım aklıma gelince istemsiz olarak gözüme biriken yaşları geriye ittim. Unutmak ve hayatıma devam etmek istiyordum.

“Yasemin Hanım…”diyerek yanımıza gelen adama kaldırdım başımı.

Ozan’ın arabasından inip koşturarak yanımıza geldi.

Bu adam, günlerce bir şekilde karşıma çıkan adamdı. En son annemlere yemeğe gittiğim gün gazetecilerin arabasına çarpan adam. Benin bir yerlerden hatırladığım ama nereden hatırladığımı bir türlü bulamadığım adam.

“İyi misiniz?”diye sordu iyice yanıma yaklaşıp.

“Siz kimsiniz? Neden durmadan karşıma çıkıyorsunuz?”dedim.

Elini uzatıp, “Cengiz ben. Cengo da derler.”dedi.

“Neden sürekli peşimdesiniz ve Ozan’ın arabasının sizde ne işi var?”

“Aylar önce beni görmüştünüz aslında.”dedi hala bana uzattığı elini geriye çekip cebine sokarken.

“Şahin’i Balat’a getirdiğimde Ozan’la beraber gelmiştiniz. Oradaki bendim.“

Şimdi kafamda bir türlü oturtamadığım taşlar yerine oturmuştu. Daha önce gördüğüme emin olduğum adam o mezbelelikte bizi içeriye alan adamdı.

“Hala cevabımı alamadım. Neden peşimdesiniz ve burada olduğumu nereden biliyorsunuz?”

“Kız haklı, sen ne diye takip ediyorsun bakayım durmadan? Sapık mısın, katil mi?”

Derin bir nefes çekip pes eder bir halde omuzlarımı indirdim. Bu taksici dayı saatler önce hayatıma girerek kendine yeni ufuklar açmıştı ve içindeki aksiyon bitecek gibi değildi.

“Dayıcım, bak dayıcım diyorum sen anla. Ne olur karışma artık. Sapık falan yok ortada. Sadece beni iyice delirtmek için bir şeyler kurmuşlar, onun peşindeler.”dedim.

Adının Cengiz olduğunu söyleyen adam dudaklarını birbirine bastırdı. Yüzüne dik dik baktım. Ne haltlar dönüyorduysa söylemeye dili varmıyor gibi bir hali vardı.

Bir an da müthiş bir aydınlanma yaşadım. Okumak için kitaplıktan kitap seçmeye çalışırken Korkut’a hediye edilen kitap geldi aklıma.

“Belki de gerçekten sapıksınız,”dedim.

“O kitabı aklı başında biri hediye etmez çünkü…”

Kaşlarını yukarıya kaldırarak, “Hangi kitap?”dedi.

“Korkunç’a hediye ettiğiniz kitap.”

Ben sözümü bitirir bitirmez deponun kapısından sesler gelmeye başladı. Üçümüz de başlarımızı o yöne çevirdik. Kıl yumağı ve sivrisinek elleriyle karın boşluklarını tutarak dışarı çıktılar.

“Ulan Cengo, Yasemin Hanımın bu kadar sert olduğunu, bize pabuç bırakmayacağını niye söylemedin? Bıraksak ikimizi üst üste koyacaktı.”

Hırsla Cengiz denen adama döndüm.

“Tüm bunların bir açıklaması var mı yoksa ben direkt polisi mi arayayım?”

“Polislik bir durum yok, Yasemin Hanım.”

Bizim dayı süratle arabanın kapısını açıp koltukta duran telefonunu çıkarttı. “Arıyorum ben polisi, gözüm hiç tutmadı bu herifleri…”

Cengiz denen adam taksici dayının elindeki telefonu alıp camı açık arabadan içeri attı. “Abi, sen karışma. Al taksini yoluna git. Yasemin Hanım bizimle.”

“Ne demek sizinleyim ya?!”

“Anlatacağım. Önce taksiciyi gönderelim, hepsini anlatacağım.”

“Ben hiçbir şey dinlemek ve öğrenmek istemiyorum.”

Dediklerime aldırmadan taksici dayının kolunu tuttu. “Bak güzel abim, sen şimdi uslu uslu gidiyorsun ve burada yaşanan her şeyi unutuyorsun.”

“Yok ya, başka arzun var mı? Ben Yasemin kızımı almadan bir adım atmam. Anca beraber kanca beraber çıktık biz bu yola.”

Konuşmanın devamını kesen yanımıza tozu dumana katarak gelen otomobil oldu. İçinden çıkan Korkunç koşarak yanıma geldi. Ben sanki ürkek bir yavru kediymişim gibi bana sarılmaya kalktı. Silkinerek, “Çek ellerini üzerimden Korkunç!”diye bağırdım.

“Tamam, sakin. Çekiyorum.”dedi.

“Hadi gel, seni eve bırakayım.”

“Sen beni o arabaya bile bindiremezsin be, ne eve bırakması?!”diye haykırdım bu kez.

Ne dolap dönüyordu, bu manyaklar ne yapmaya çalışıyordu anlamadan bir yere gitmeye niyetim yoktu.

Cengiz denen adamı tanımadığım için söyleyeceği hiçbir şeye ihtiyacım yoktu ama Korkunç o kadar kolay sıyrılamazdı bu işin içinden.

“Bana burada neler olduğunu anlat Korkunç, yoksa avazım çıktığı kadar bağırıp ortalığı ayağa kaldırırım.”

“Çok korktum,”dedi yalandan yüzünü buruşturarak. “Ödüm patladı valla…”

“Kafanın da patlamasını istemiyorsan, konuş!”

“Metin abi, Serkan,”diye seslendi deponun önünde kendi aralarında konuşan çakma gangasterlere. “Siz birime geçin, toplantıda görüşürüz.”
İkisi de aynı an da ayağa fırlayarak, “Eyvallah…”dediler. Deponun arka kısmına doğru hareketlendiklerinde Cengiz denen adam da peşlerinden gitti. Beş dakika sonra Ozan’ın arabasına binerek gözden kayboldular.

“Hadi, Latin güzeli, eve gidelim. Ben sana her şeyi anlatacağım.”

“Ozan nerede? Bu adamlar neden Ozan’ın arabasını alıp gittiler? Siz ne halt çeviriyorsunuz? Ozan nerede?”

“Bu soruyu iki kere sordun…”dedi pişkin pişkin.

“Farkındayım,”dedim gözlerimi yuvalarında döndürerek. “Anlaman kıt ya, anlamamışsındır diye iki kere sordum.”

Beni kolumdan tutarak kenara çekti. Söylediklerime aldırmayışı sinirimi bozsa da sesimi çıkarmadım. Taksici dayıya, “Hadi abi, sen işine git. Biz birlikte döneceğiz.”dedi.

Taksici dayı cebinden bir kart çıkararak bana uzattı. “Bu kartı al. Ne zaman taksi lazım olursa ara beni. Bana böyle bir anı yaşattın ya, bundan sonra tek kuruş almadan seni istediğin yere götürmek benim boynumun borcu.”

Kartı alıp kot pantolonumun cebine attım. “Her şey için teşekkür ederim.”

“Yok teşekkürlük bir durum. Sen kendine dikkat et. Bir de bu herifi gözüm hiç tutmadı, ona dikkat et.”dedi.

“Sorma, benim de gözüm hiç tutmuyor ama ne yapacaksın.”dedim.

Korkunç huysuzca homurdanmaya başladı. Onu duymazdan gelerek taksici dayıya el salladım. Arabaya binip uzaklaşınca, “İnşallah bu olanların mantıklı bir açıklaması vardır ve yine inşallah ben senin anlattıklarına inanırım.”dedim.

“Eve gidince konuşuruz.”diyerek arabanın kapısını açtı ve sürücü koltuğuna yerleşti. Kendi tarafımın kapısını açıp ben de yerime yerleştim.

Ozan’ın evine gelene kadar ikimizde tek kelime konuşmadık. Sokağa yaklaşırken Korkunç’un telefonu çaldı. Benden saklama gereği duymadan, “Görev tamam. Hedef başarılı…”diyerek telefonu kapattı.

_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_

Cesaretin var mı? adlı ilk kurgum düzenlenmiş ve minik değişiklikleriyle yeniden yayında. Aksiyonu bol, delisi ve manyağı bitmeyen hikayem tecrübesiz kalemden çıkıp 100 K okunmayı gördüğünde geriye dönüp düzenlemeyi ve yeniden okurlarla buluşmayı hak ediyordu. Ben yazarken çok keyif almıştım, umarım siz de okurken aynı keyfi alırsınız...

Continue Reading

You'll Also Like

764 67 3
Küçük yaştan beri intikam için büyütülmüş Rojîn. Ailesinin katledenlerin ellerine düşen berfin. İkiz olmalarına rağmen İki farklı hayat yaşayan ve...
1.9K 379 14
Bir kaza sonucu anne babasını kaybeden genç bir kızın kendine aile kurma çabasının en acı verici hikayesi... Kimsesiz kalan ve bunu hayatının gerçeğ...
461K 24.6K 36
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; Sen hem bir h...
4.4K 804 8
"Belki sonbaharın yumuşak rüzgarında, yapraklarının ahenkle dans ederek düştüğü bir ağacın gölgesinde kavuşuruz kaderimizle. Belki de güneşin tenimiz...