YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

32. Bölüm ~ Keşif

1.6K 192 27
By turlik

Özel günler, kutlamaya ve o özel günü unutulmaz kılmaya yemin edilmiş gibi gereksiz ve sadece an'a odaklı bir sürü tantana ile geçer. En azından bana göre özel günlerin açılımı bu... Fakat öte yandan bize ait olan özel günü de saçma bir şekilde unutulmaz bir gün yapma çabası içine gireriz. Yine bana göre, gereksiz ama bi o kadar da ihtiyaçtır. Bakın yine üstüne basa basa bana göre diyorum. Bu benim bakış açım ve hayatımı asla bir özel günü anlamlı kılma çabam olmadı.

Bu kez bir farklılık yapıp bana ait olan özel günümü sizlerle kutlamaya ve benim için unutulmaz kılmaya karar verdim. Bugün benim doğum günüm... 30'dan sonra saymayı bıraktığım, hatta birkaç yıl önce geriye saydığım bir gün. Kadınların yaş aldıkça güzelleştiği baz alınırsa 30ların ortasını geçmesi bir bakıma şahane bir şey :) Şahane yeni yaşımdan selam olsun... İyi ki doğdum be :))

Keyifli okumalar...

Toprak ve ben önde, Güliz Hanım arkada, çatı katında olan daireme çıktık. Henüz kapıya bile gelmemiştik ki tanıdık sesler doldu kulağıma. Ozan bizden önce çıkmıştı. Konuşan oydu. Kıkırdayarak bir şeyler anlatan ses ise Melek Teyzeye aitti.

Bizi görünce ikisi de sustu.

Tek sırıtan ve bir şeyler söylemek için deli olan kişi Korkunç'tu.

Bana manidar bir şekilde bakmaya devam ediyordu ve bendeki şiddet eğilimi yine uykusundan uyanmak üzereydi.

Melek Teyze elindeki bir buçuk litrelik su şişesinin içindeki idrara benzeyen sıvıyı yarıya kadar içip şişenin kapağını kapattı.

"Erken gelmişim. Ozan'a kadar gitmek zor gelince şurada oturup bekleyeyim dedim." diyerek elindeki şişeyi Ozan'ın eline tutuşturdu.

"Allah'tan Korkut erken gelmiş de lafladık biraz."dedikten sonra hala sırıtan Korkunç'a baktı.

"Melek annem, baştan haber verseydin ben seni hiç bekletmezdim," Bizi işaret ederek, "Şu ikisi kadir kıymet bilmiyor ama ben onlar gibi değilim. Kalbim sevgi ve mutluluk dolu." dedi.

Yine başa dönmüştük.

Bu Korkunç'un bizimle ne derdi vardı bilmiyorum ama onun üstünü kırmızı kalemle çizmeme ramak kalmıştı.

Melek Teyze beni kollarının arasına alarak sıkıca sarıldı.

"Kızımın yeni evini yerleştirmesine yardım edeyim diye geldim."

"Teşekkür ederim Melek Teyze..."dedim bizi ilgiyle izleyen Güliz Hanıma göz ucuyla bakarak.

Dudaklarını kemiriyordu.

Kafamı konudan uzaklaştırmak ve duygusal bir açık vermemek için "Melek Teyze, o içtiğin şey ne?" dedim.

Rengi o kadar berbattı ki her gözüm kaydığında içim kalkıyordu.

"Detoks suyu pilicim. Ödemlerimle başım dertte..."dedi tombul göbeğini göstererek.

O göbek ödem değil yağ barındırıyordu ama morali bozulmasın diye hiç ağzımı açmadım.

Ozan yanıma sokularak abartılı bir biçimde koluma temas etti. Köpek görmüş yavru kedi gibi patilerimin üstüne kalkmam an meselesiydi. Bu adam ne kadar pervasız davranıyordu.

"Anahtarı verir misin canım?" dedi pis pis sırıtarak.

Elimi çantama atarken sessizce fısıldadım. "Mikropluk yapma Ozan..."

Aldırış bile etmeden iki parmağımın ucunda tuttuğum anahtarı aldı.

Anahtarın ucunda sallanan bebeğin saçlarını okşayarak kapıyı açtı.

Mahsus yapıyordu.

Beni deli etmek için inadına inadına yapıyordu ama ortam müsait olmadığı için sesimi çıkaramadım.

Eve girdiğimizde taşıma çantasının içinde sıkıntıdan patlayan Susam bir an da sessizleşti. Eğilip çantadan çıkardım ve miniğimi kucağıma aldım. Kucağımdaki Susamı gören Toprak heyecanla yanıma geldi.

"Ay canım, ne şeker şeysin sen böyle."

Uzanıp kucağımdan aldığında gelecek soruyu tahmin etmem zor olmadı.

Ben kendimi Toprak'ın Susamı istemesine hazırlamıştım ama Ozan benden önce davrandı.

"Korkut'un kedisi nasıl karışmış valizlerin arasına?"

Bana bakıp göz kırptıktan sonra "Korkut, hadi abi, al kedini de evine götür. Burada unutursun filan, gece kime sarılıp uyuyacaksın?"

Neye uğradığını şaşıran Korkunç, şaşkın bir balık gibi ağzını açıp birkaç kez oynattı. Gülesim geldi ama kendimi tuttum.

"Hadi bakalım, boş durmak yok. Herkse tutsun bir işin ucundan."
diyen Melek Teyze bir teknik direktör edasıyla el çırptı.

"Biz zaten her şeyi yerleştirmiştik Melek Teyze, sadece kişisel eşyalarım yerleşecek. Onları da ben hallederim." dedim.

...

Elimdeki ballı sütü havaya kaldırdım. Haliç manzarama karşı ilk sabahımı kutladım. Son damlasına kadar içtiğim sütü tezgaha bırakıp yeniden boydan boya cam olan penceremin önüne geçtim.

Sabaha kadar gözümü bile kırpmamıştım ama kendimi uykusuz hissetmiyordum. Doyuma ulaşmış bir insanın tatminiyle izlemeye devam ettim manzaramı.

Gece yarısına kadar evim boşalmamıştı. Akşamüstü giden sadece Korkut'tu. Diğerleri evde yapılacak hiçbir şey olmamasına rağmen ısrarla yanımda kalmayı sürdürdü.

Uyuklayan Toprak, büyük sürprizinin ne olduğunu söylemişti. Cuma günü okul çıkışında bana gelecek ve Pazar gününe kadar bende kalacaktı. Yalnız olmayacağım için sevinmekten ziyade, kardeşimle biriktireceğimiz anılarımız olacak diye mutlu olmuştum.

Provadan sonra yanımıza gelen Zeynep Korkut'la beraber çıkıp yiyecek bir şeyler almıştı ve bende zerre kadar iştah yoktu. Sadece bende de değil, Ozan'ın da benden kalır yanı yoktu. Melek Teyze yine diyetin canına okuyarak iki tane kıymalı pide yiyerek bizi güldürmüş ve eve yürüyerek giderse yakacağını iddia ettiğinde ise hepimizi kahkahaya boğmuştu.

Kahkaha bir maske olsa da benim için kimseye belli etmedim sahte olduğunu.

Benim derdim kendimleydi. Kimseyi üzmeye hakkım yoktu.

Güliz Hanım ve aramızda asla aşamayacağımıza emin olduğum duvarlar iyice yükseliyordu. Rahat değildi.

Değildik.

Onun yanında kendimi kasmaktan her yanıma ağrı giriyordu.

Buna tezat Melek Teyzenin her bakışı içimde yeni umutlar yeşertiyordu. Yaptığı şeyi onaylayamıyor olsam da ona kızgın kalamıyordum. Kalbinin ne kadar temiz olduğunu biliyordum çünkü. Doğaldı. İçinden nasıl geliyorsa öyle davranıyordu. Kalbinde bitmeyen bir sevgi vardı.

Zeynep eve geldiğinde onu kollarına almıştı ve içine katarcasına sarılınca anlamıştım koşulsuz bir sevgi barındırdığını kalbinin. Bunu kabul eden yüreğim başka bir şeyi kabul edemiyordu. Bunu düşünmek bile utandırdı beni.

Ben Melek Teyzeyi Zeynep'ten kıskanmıştım.

Sadece bana öyle sarılsın, sadece beni öpüp koklasın istedim. Daha önce içimde taşıdığımı düşünmediğim bu duygu kısa sürede olsa beni rahatsız etti.

Ben ki; iyiliği ve temizliği kendime düstur edinmiş bir kızdım, kafamın içinde dönüp duran kıskançlık bana yakışmazdı.

Ne gelişi ne de gidişi sevgi dolu olmayan Güliz Hanım giderken sadece, 'hoşça kal kızım. Bir şeye ihtiyacın olursa beni ya da Ömer'i muhakkak ara, olur mu?" diyerek ona olumlu cevap vermemi bekledi bir süre.

İçimden gelmeyen bir şey için ne kadar direnmem gerekiyordu bilmiyordum ki ben. Bir şeye ihtiyacım olsa kendim halledebilirdim. Çok zorda kalırsam da Ozan'ı arardım. O olmazsa Fikret Amcayı arardım ama Güliz Hanım ve Ömer Bey bu listenin en sonunda bile yer almazdı.

Küçük televizyon ünitemin rafına koyduğum babamın kasetçalarına bir kaset koydum.

Sertab Erener çalıyordu.

'Aldırma deli günlüm, giden gitsin sen şarkılar söyle içinden, boş ver' diyordu.

Ben zaten boş vermiştim ki, ne kafama takıyordum ne de beklentim vardı. Kendi ayakları üzerinde duran bir Yasemin vardı. O kimseye boyun eğmeyecek ve annesi gelip saçını okşasın diye beklemeyecekti.

Buna rağmen gözümden akan yaşa mani olamadım. Sinirle sildim akan tek damla yaşı. Saçmaydı çünkü. Ne diye ağlayacaktım ki? Neden çaba sarf etmeyen biri için dökecektim tek damla gözyaşımı?

Yeni evine benden bile önce alışan Susam ayaklarımın dibine gelip miskince yattı. Kucağıma alıp minik pembe burnuna bir öpücük kondurdum. Allah'tan Korkunç salaklık edip Susamı eve götürmemiş, alt kattaki ev sahibim Fitnat Teyzeye bırakmıştı. Ozan'ın evinden utana sıkıla buraya getirdiğim malzemelerinin içinden mama kabını ve mamasını çıkartarak karnını doyurdum. Kumunu temizleyip kendi seçtiği yere koydum. Berjerin birini kendine ayırmıştı ve dönüp dolaşıp yeniden aynı yere geliyordu. Benden daha çok benimsemişti.

Sabah olmuştu ama saat geçmek nedir bilmiyordu. Erken olmasına rağmen hazırlanıp evden çıktım. Telefona konum girerek yürüme mesafemi hesapladım. Şişhane - Bomonti yürüme mesafesi neredeyse 1 saat sürüyordu. Önce vazgeçer gibi oldum. Bir taksiye atlayıp kısa sürede Şişli'de olabilirdim ama o kadar masraf yapmışken canım hiç taksi parası vermek istemiyordu.

Hem hava da güzeldi. Şubat ayının ilk haftası olmasına rağmen hava mis gibiydi. Hava böyle giderse ilerleyen günlerde daha da ısınacaktı.

Montumun fermuarını iyice çekerek sırt çantamı aldım. Kapıdan çıkarken geriye dönüp baktım. Bana ait eve...

Bir şeylerin bana ait olmasına, benim diyebilmeye ne çok ihtiyacım varmış meğer. Küçük salonun köşesindeki mutfağım, televizyonu olmayan bir ünite, oturup kitap okuyabileceğim rahat koltuklarım, dört kişilik bir masa ile dört sandalye ve sadece benim seçtiğim eşyaların olduğu bir yatak odası.

Yıllarca tahta sedirde yatan ben bu kez kendime döne döne yatabilmek için çift kişilik yatak almıştım. Gece olunca yatmaya korktuğum odada gündüz bakıp bakıp mutlu olduğum bir yatak. Üç kapılı, dandik ama sadece benim giysilerimin olduğu dolabım ve başucumda iki tekmede can verecek gibi duran komodinim dışında bir de heves edip aldığım tuvalet masam vardı. Şimdilik kitaplarım duruyordu tuvalet masasında ama paramı kazanmaya başladığım zaman içimde kalan ne varsa alıp yerleştirecektim.

Bir kez olsun aklıma gelmeyen kozmetik ürünlerini alıp, sırf eğlence olsun diye makyaj yapacaktım.
Biraz daha kapıda durmaya devam edersem ağlayacağımdan korktum. Buraya mutlu olmak için gelmişken contaları gevşetmek olmazdı. Dışarı çıkıp kapıyı kilitledim. Elimdeki anahtarın ucundaki bebeğin aynı Ozan'ın yaptığı gibi saçını okşadım. Dün gece gitmemek için ne kadar diretmişti. Kaşla göz arasında derdini anlatmış ve benden olumlu yanıt alamayınca terasa çağırmıştı.

'Yalnız uyuyamayacağını biliyorum Yasemin, inat etme, kalayım...' demişti ama ben zaten yalnız kalmak için gelmemiş miydim bu eve?

Yalnızlığıma yanmamayı öğrenmeye ve uyuyamayacağımı bile bile bu illetten kurtulmak için gelmemiş miydim?

Kararlılığımı görünce daha fazla ısrar etmedi. Bana destek olmak istediğini biliyordum ama bunu benimle kalarak değil, kararlarıma saygı duyarak yapması gerekiyordu.

Konuyu en sonunda Ozan'a getirmiştim yine bir şekilde.

Bir de özlemiştim.

Hem de çok özlemiştim. Aylar sonra onun olmadığı bir evde sabahı etmek kolay değildi ama başarmıştım. Sağ elimdeki bıçak ve sol kolumdaki Susam ile başarmıştım. İş çıkışı eve döndüğümde birkaç saat uyuyup gecenin uykusuzluğunu atardım nasıl olsa üstümden.

Telefona girdiğim konumu yeniden kontrol ettim. En yakın sokakları seçerek kulaklığımı taktım. Sesli konuma göre yürümeye başladım. Yüz metre ileriden, ilk sapaktan sağa dönün uyarısını kesen bildirim sesi oldu.

Bir mesaj gelmişti.

'Uyuyamadığını biliyorum ama yine de günaydın sevgilim...'

Şeytan dedi, yaz 'bok biliyorsun' diye ama cümlenin sonundaki 'sevgilim' kelimesi bana tampon oldu. Bu saatte işe gitmek için çıktığımı bilmiyordu. Muhtemelen evde ballı sütümü hazırladığımı falan düşünüyordu.

Tüm manyaklığına rağmen telefona takip programı yüklemesine izin vermemiştim ama adamın işi yazılımdı, telefona dokunmadan bile bunu yapabilirdi. Yapmış olması ve yapmamış olması durumlarını değerlendirince aklımdan zorum olduğuna emin oldum. Bir yanım nereye gittiğimi bilsin ve aniden karşıma çıksın diyordu diğer yanım ise bağımsızlığımı elimden aldığını düşünüyordu.

Sabah ayazına rağmen ter içinde kalan sırtım ve yürümekten kötürüm olmuş bacaklarımla yeni salonun kapısından içeri girdim. Tek katlı eski bir binayı tiyatro salonu olarak yeniden düzenlemişlerdi. Eski salona göre daha yaşlı bir bina olsa da yenilendiği için daha gösterişli görünüyordu. Eğik bir el yazısı şeklinde yazılan kocaman tabela ve 'Kabare Feriştah' gösterişli binaya daha da ihtişam katıyordu.

Artık alıştığım rutinime kuliste çay içerek başladım. Henüz iki saat vardı provaya ama sırf lak lak yapmak için erkenden geliyorlardı. Kapıdaki Zeynep ve arkasındaki Ozan ellerinde kese kağıtlarıyla içeri girdi. Kahvaltı etmediğimi, dahası etmeyeceğimi biliyordu. Başlarda ne kadar çok yediğimi günlerce dilinden düşürmeyen Ozan aslında aç dolaştığımdan emindi.

"Hoş geldin..."dedim gülümseyerek.

Elini saçlarıma koyup baştan uca parmaklarıyla tarar gibi hareket ettirdi.

"Gözlerin kan çanağına dönmüş Yasemin, uyumadın değil mi?"

Adama hoş geldin diyorum, gülümsüyorum ama o benim kanlı gözlerimden bahsediyor. Romantizm katili, güzel söz düşmanı taştan kalp...

"Gözüme sabun kaçtı, o yüzden kanlı."dedim umursamaz biçimde.

"Gelsene sen bir dışarı,"diyerek elimi tuttu.

"Uyumadığını biliyorum. İnat ettin ama bu böyle nereye kadar gidecek Yasemin?"dedi.

Hay ben senin inadına da sana da...

Adam hala inat yaptığımı sanıyor ya, pes...

"Daha bugün ilk gün Ozan," dedim kınayıcı bakışlar atarak.

"Dün bir bugün iki bile değil yani, bugün bir." diye devam ettim.

"Şaka yaparak konuyu geçiştiremezsin Yasemin, uyuyamadığın bir evde neden yaşayacaksın?"diye yine o ne kadar anlatsam da anlamayacağından emin olduğum soruyu sordu.

"Çünkü öyle istiyorum. Çünkü kimsenin varlığına değil, kendi varlığıma ihtiyacım var. Uyuyamamak bana has bir şey de değil üstelik. Dünya üzerindeki birçok insan uyku sorunları yaşıyor."

"Ama buna çözüm üretmek için de çaba gösteriyorlar Yasemin. Sen bunu da yapmıyorsun."

"Tamam, seni mutlu edecekse bu gece yatmadan evvel üç kutu uyku ilacı içer, uyurum. Sorunumuzu hallettiğimize göre ben işimin başına döneyim."

Beni dinlerken ki yüz ifadesini anlatabilseydim eğer, kesinlikle cin çarpmış ve yamulmuş diye betimlerdim.

Ağzı açık kalmıştı.

Gözlerinden dehşet ifadesi akmıyor, adeta taşıyordu. Seğirmeye başlayan çene kaslarına özellikle bakmaktan kaçındım. Çünkü onlar bana çok başka bir çağrışım yapıyordu.

"Öyle bir şey yapmayacaksın Yasemin. Sakın, sakın bir daha tekrar etme. Uyku ilacı diyor ya,"dedi elini yumruk yapıp.

"Aklımı kaçıracağım, uyku ilacı diyor. Bir de üç kutu diyor..."diyerek kendi kendine konuşmaya devam etti.

"Şaka yapmıştım,"dedim dişlerimi göstererek. "O kadar da salak değiliz herhalde, üç kutu içilir mi? En çok bir kutu içer, yatarım..."

"Bugün yine formundasın maşallah. Uykusuzluk sende olması gereken yan etkileri yapmıyor. Bildiğin sarhoş ediyor..."

"Ne güzel işte,"dedim. "Uykusuz kalıp sağa sola sataşsam daha mı iyi? Böyle daha çekilir oluyorum bence..."

"Of,"dedi. Derin derin iç çektikten sonra, "Sen her türlü çekilirsin, öyle sevimlisin ki insan kızamıyor bile..."diye devam etti.

Güzel değil, çekici değil, çarpıcı hiç değil ama sevimli...

Kollarımı göğsümde bağlayıp, "Her neyse, şimdi müsaade edersen gidip sevimli sevimli işimi yapayım. Bedavadan maaş alacak değiliz."dedim.

Gülüyordu pislik.

"Akşama evini kutlamak için geleceğim."diyerek kaçak bir öpücük bıraktı dudağıma. Hiç oralı olmadım. Sevimli bir kızın evine gelip de ne yapacaktı ki?

"İyi,"dedim. "Aslında dışarı çıkarım diye düşünüyordum ama neyse, gel bari..."demeyi de ihmal etmedim.

"Hangi dışarı, kiminle dışarı?"diyerek tüm dil bilgisi kurallarını tek kalemde çiğnedi.

"Henüz karar vermedim. Arkadaşlarla konuşup ortak bir karar verecektik."

"Kimmiş o arkadaşlar?"

"Hiç canım, tiyatrodan arkadaşlar."

"Başka gece çıkarsınız. Bu geceyi bana ayır..."dedi.

Gözlerindeki muzip pırıltıların anlamını çözememiştim ama boş attığımı bilecek kadar tanıyordu beni.

Ardına kadar açık kapıyı uzanarak kapattı. Beni göğsüne bastırarak, "Ben senin hangi söze, hangi bakışa takacağını senden iyi biliyorum Yasemin. Ama sen de bunu bil; ben sevimli kızlardan hoşlanıyorum. Sevimli olman güzel olmadığın anlamına gelmiyor. Aksine ikisini birden barındırdığın için ekstra sevilesi oluyorsun..."

Dudaklarıma sert bir öpücük bırakıp beni afallattıktan sonra binanın kapısından çıkıp gitti...

Şimdi gel de kostüm hazırla, gel de işine konsantre ol, gel de-

"Yasemin, seni bekliyoruz..."diyen sözler kesti iç muhasebemi.

"Geliyorum, "dedim kulisin açık kapısından girerek, "Zaten ben hazırlığı yapmıştım. Sadece senin peruğun eksik, onu da birazdan kurye teslim edecek."

Zeynep yayıldığı koltuktan kahkaha atarak doğruldu. "Aylardır dipçik gibi duran peruk kutuya girince şaşırdı tabi, o yüzden tüm teller birbirine dolanıp düzelmeyecek hale geldi."

İmasına gülüyordum ama sorumlusu bendim. İşimi bir an önce bitirip ev için eşya bakabileyim diye peruğu saç fırçası ve tarak dolu kolinin içine sıkış tepiş sokmuştum. Kapanmayan kutuyu iyice bastırmam da tuzu biberi olmuştu.

"İş kazasıydı."dedim mahcup bir şekilde.

"Şaka yapıyorum Yasemin ya, hemen de alınıyorsun."diyerek sarıldı.

"Akşam arkadaşlar Taksim'de yeni açılan karaoke bara gidelim diyorlar, ne dersin?"dedi koluma girerek.

Boş atıp dolu tutmak diye buna denirdi işte.

Ozan akşam bana gelecekti.

İlk defa arkadaş grubumla dışarı, eğlenmeye çıkacaktım.

Beni kısa sürede kabullenip gruba dahil etmelerindeki inceliği elimin tersiyle itemezdim.

Ayıp olurdu.

Ozan yarın gece de gelebilirdi neticede.

Düşünmeden, "Olur..."dedim.

"Harika, ben çıkışta eve gidip üstüme uygun bir şey aldıktan sonra sana gelirim. Beraber hazırlanırız."

Yeni bir sorun ile baş başa kalmıştım. Benim bar geçmişim yoktu.

Hayır, benim eğlence geçmişim bile yoktu. Fakat en mühimi benim o tarz yerlerde giyilecek bir kıyafetim de yoktu. Derdimi anlayan Zeynep dostça elini omzuma koydu.

"Ben sana benden bir şeyler ayarlarım..."

Kendim için bir şey yapıyorsam detayları da benim düşünmem gerekiyordu. Her defasında Zeynep'ten elbise almak yakışık olmazdı. Pintiliği bırakıp kendim için sağlam bir alışveriş yapmam gerekiyordu. Bankada hala Elli Bin Liram vardı. Kafaya koymuştum, kasabadaki evden de hissemi çekecektim. Oradan gelecek para az da olsa beni uzun süre idare ederdi.

Kurs ücreti, ev kirası, faturalar ve benim ihtiyaçlarım derken bu İstanbul'da bata çıka da olsa yaşayacaktım.

Provadan sonra Zeynep'le sözleştiğimiz üzere bana elbise ve diğer ihtiyaçlarımı almak için İstiklal'e çıktık.

Her şey çok pahalıydı.

Belki de bana pahalı geliyordu, bilmiyorum. Daha önce sadece temel ihtiyaçları olan ben, olması gerektiği gibi bir genç kız olarak başka şeylere de ihtiyaç duyuyordum. Ne özentiydi bu hissettiğim ne de laçkalaşmış bir özgürlük. Sadece her genç kız gibi bende merak ettiğim her şeyi yaşamak istiyordum.

Girdiğimiz ilk butikten beğendiğim elbise üstüme giyince beni çok garip hissettirmişti ama aldırmadım. Alışık olmadığım bir tarzdı. Rahat hissettirmiyordu. Dizlerimin bir karış üstünde, siyah ince askılı ve aynı kumaştan dört parmak fırfır detayı olan elbisenin ödemesini yaparken ufak çaplı bir ekonomik kriz geçirmiş olsam da kısa sürede toparladım.

Uygun ayakkabı ve çanta alışverişi sonrası battı balık yan gider hesabı bir kozmetik mağazasına girdik. Benim hiç makyaj malzemem olmamıştı. Ara sıra Hayrişin malzemeleriyle kendimize makyaj yapar bol bol eğlenirdik, o kadar...

Çok üstünde durmamıştım o zamanlar ama demek ki benim de içimde kalmış.

Boş ver düşünmeyi kızım Yasemin dedim. Canın ne istiyorsa al gitsin.

Tabi böyle olmadı.

Biri koyu biri açık tonda iki ruj, allık ve fırça, maskara ve birkaç farklı renk kalem alarak mağazada yine bir servet bıraktım.

Bıraktığım servet yetmiyormuş gibi aklıma hala eksik bir şey olduğu geliyordu. Eksik olan bana yakışacak, kokladıkça beni hatırlatacak bir kokuydu.

"Zeynep, çıkmışken parfüm de alayım. Buralarda bildiğin bir yer var mı?" dedim.

Demez olaydım.

Beni getirdiği yer akıllara zarardı çünkü.

Koku analisti olduğunu söyleyen adam önce ten rengime uygun bir koku seçeceğini söyledi. Sonra dibime kadar sokulup boynumu kokladı.

Dişlerimi sıktım ki, elimden bir kaza filan çıkmasın.

Kendim kullanacağım parfüme neden kendim karar veremiyorum diye düşünmek istiyordum ama adam o kadar kendinden emindi ki, Zeynep de onun dediklerini tekrarlayıp duruyordu papağan gibi.

"Bu ten kokusu," dedi adam gözlerini kapatarak.

"Ancak bir nergis ile buluşabilir. Pudramsı iris notaları ile üst notada nergisin çarpışması sizi akılları baştan çıkaran bir koku ile bütünleştirecek."diyerek bir şişe çıkarttı cam dolaptan.

"Sadede mi gelsek acaba?" dedim oflayarak. "Detaya gerek yok, alt tarafı bir koku..."

Adam kaşlarını çattı. Başını havaya dikip, "Koku bir sanattır Hanımefendi. Onu sadece bir araç olarak kullanamazsınız. Sizinle bütünleşecek, ardınızda bıraktığınız koku imzanız olacak. Siz-"

"Bey abi, şu elindeki şişeyi versen de bir koklasak diyorum. Tamam, ikna oldum. Koku sanatını saygıyla eğilerek alkışlıyorum ama sıkıldım."

Zeynep onda huy olan dirsekleme eylemini gerçekleştirse de önemsemedim. Adamın elindeki test şişesini koparırcasına aldım. Burnuma dayadığım koku, yalan yok beni mest etmişti. Bileğimi öne uzatıp azıcık sıkınca iyice yayıldı koku. Mis gibi kokuyordu.

"İçeriği ne demiştiniz?"dedim küskün bakışlar atan adama.

"Nergisti değil mi?"

"Evet, nergisin en belirgin olarak duyumsanabileceği bir parfümdür elinizdeki."

"Tamam,"dedim. "Alıyorum bunu..."

Hızlı karar vermeseydim iyiydi.

Bit kadar parfüm şişesine tam tamına Altı Yüz Lira ödeyerek har vurup harman savurmaya devam ettim.

Yıkılmamıştım ama ayakta da değildim.

Hiç değilse çöktüğüm yerde misler gibi nergis kokacaktım.

Narsisus'un hikayesi, kumpir, masadaki mis kokulu nergisler ve eyvah Ozan...

Evet, eyvah Ozan...

Bu gece bana geleceğini söyleyen Ozan ve boş atıp dolu tutan bir adet yarım akıllı Yasemin...

"Zeynep,"dedim panikle.

"Bu gece Ozan bana gelecekti. Ben böyle bir plandan haberdar olmadığım için kabul ettim ama şimdi ona dışarı çıkacağımı ve başka bir gece gelmesini nasıl söyleyeceğim?"

"Çok basit, "dedi.

"Aynen şöyle söyleyeceksin, 'Ozan, benim bu gece başka bir programım var. Arkadaşlarla karaoke bara gideceğiz. Sen en iyisi yarın gece gel."

Yalandan güldüm.

"Bu kadarını bende biliyorum Zeynep. Sadece onu ektiğim için bozulsun istemiyorum. Makul bir şekilde anlatmam lazım."

"Aman ne makulü be zeytin göz, ne anlar o makul olmaktan. Höt zöt edip ancak tadımızı kaçırır. En iyisi onun geleceğini unutmuş gibi yapmak."

"Ben yalan söyleyemem ki..."

"Hiç mi?"dedi tüh dercesine.

Başımı iki yana salladım. "Hiç..."

Umutsuz bir vaka gibi eve girdim. Evime gelince kendi hükümdarlığıma adım atmıştım. Bir an da bir aydınlanma geldi. Hayat bazen pembe yalanlara mecbur bırakıyordu. Hem söyleyeceğim şey de yalan sayılmazdı ki.

Ayrıca ona neydi canım...

Hiç...

'Atma Yaso, ne demek ona ne? Kimse sana hesap ver demiyor ki. Ne diye girdin şimdi durduk yere bu pozlara?'

Çıkmadan önce ararım bahanesine sarılıp kendimi duşa attım. Artık banyoya kapıda biri beklemeden girebiliyordum. En azından hava aydınlıkken...

Gece olunca bunu tek başıma başarabilir miydim, bilmiyordum.
Hızlıca banyodan çıkıp odama koşturdum. Islak saçlarımı saran havluyu kenara koyduktan sonra fark ettiğim gerçek beni hüsrana uğratsa da aldırmadım. Islak saç yüzünden ölmezdim sonuçta. Başka bir havluyla saçımdaki nemi azaltmaya çalıştım. Öne ve arkaya savurarak şekil almaları için çabaladım ama sonuç hiç beklediğim gibi olmadı. Hızlı hareket edersem savrulurken kururlar düşüncesiyle aldıklarımı yerleştirmeye başladım.

Üstümdeki havluyu çıkarıp çamaşırlarımı giydim. Ozan'ın benim için aldığı gülkurusu bornoz takımını yanıma almamıştım. Sıfırdan başladığım hayata sadece kendi aldıklarımla devam etmekti niyetim. Çamaşırları giyince beklemeden çorapları ve elbiseyi giydim.

Dolaptaki aynadan yansımama baktım.

Sonuç güzeldi.

Sağ elimi saçlarıma daldırıp biraz daha havalandırdım. Diğer malzemeleri yatağın üstüne bıraktıktan sonra zil çaldı.

Eyvah Ozan geldi diye tedirgin olsam da, gelenin Zeynep olduğunu düşünerek kapıyı açtım.

Tahminim doğruydu.

Zeynep elinde kocaman karton bir torba ile içeri girdi.

İkizimizde tamamen hazır olduğumuzda benim saçlarım hala ıslaktı.

Elimi yeniden saçıma daldırarak yüzümü buruşturdum.
"Hala kurumadılar..."dedim isyankar bir tonla.

"Kurutmadın mı?"diyen Zeynep olaya uyandı. "Keşke söyleseydin, gelirken fön makinemi getirirdim."

"Yok ya, gerek yok. İdare ederim."dedim.

"İstersen erken çıkar bir kuaföre gideriz. Hem kurutur hem de fön çektirirsin."diyerek ortaya bir fikir attı.

Ben bir süre cebimden para çıkartacak her türlü yeni fikre kapalı olduğum için kabul etmedim.

"Sıkı bir topuz yaparsam ıslaklık içeride kalır. Gerek yok."dedim.

Saat sekize geliyordu ve ben buçuk atıyordum. Ozan'ı arayıp söylemem gerekiyordu. Elime telefonumu almıştım ki Zeynep'in telefonu çaldı.

"Tamam, iniyoruz."diyerek bana göz kırptı.

Gidince de haber verebilirdim. Sonuçta şehir dışına çıkmıyorduk, değil mi?

Kendimi bu yönde gereksiz yere rahatlattıktan sonra, "Çıkalım..."dedim.

Evden çıktığımızda iki araba vardı apartmanın önünde. Hepsi de kabareden tanıdığım kişilerdi. Arkadaki koyu gri arabanın arka koltuğuna oturdum. Zeynep'te yanıma geçti. Telefonum hala elimdeydi. Bir yanım yanlış yaptığımı söylüyordu ama diğer yanım beni rahatlatmak için abuk sabuk şeyler söylüyordu.

Ben her zaman yaptığım gibi o abuk sözlere kulak verdim. Araba hareket ettiğinde evin önüne yanaşan yüksek tavanlı, beyaz arabayı görünce dudaklarımı kemirmeye başladım.

Gelmişti.

Cız sesi doldu kalbime.

Muhtemelen vicdanımın sesiydi. Vukuatlarına yeni bir çentik atmaya benim kadar meyilli biri daha var mıydı bilmiyorum ama ben resmen bile bile lades demiştim.

Taksim'e geldiğimizde hava iyice kararmıştı. Gece serinliğinde içim ürperdi. Ensemden giren buz gibi soğuk bütün kafama yayıldı.

Arabadan inmeden çıkarttığım montta cabasıydı. Mekana girerken çıkartmamızın uygun olduğunu söylemişti Zeynep. Bu gece öğrendiklerimin ömrüm boyunca unutmayacağım anılara gebe olacağını biliyordum ama benim de yaşamaya ihtiyacım vardı.

Hata yapmaya, hatalarımdan ders çıkarmaya ihtiyacım vardı.

Derin bir nefes alarak mekandan içeri girdim. Zeynep koluma girmişti. Diğerleri önden gidip ayırttıkları masaya yerleşirken ben yine mesanemin derdindeydim.

Heyecan bende tuvalet ihtiyacı yaratıyordu.

Lavabodan çıktığımızda ayırtılan masaya yerleştik. Önüme konan minik bardaklara bakmadan, "Kola..."dedim.

Zeynep ayağa kalkarak bara gitti. Az sonra elinde büyük bir bardak kola ile geri döndü.

"Al bakalım zeytin göz..."diyerek önüme koyduğu bardağı dudaklarıma dayadım.

İçim yanıyordu.

Bu yangın ancak buz gibi kola ile sönerdi. Onlar teker teker kafalarına diktikleri içkileriyle mutluydu ben de kolamla.

Geniş masada gürültüye rağmen kahkahası bol bir sohbet başlamıştı. Eski anılar, provalarda yaşadıkları komik olaylar anlatılıyor bende kafamdakileri atmayı başarabildiğim kadar eşlik ediyordum.

"Sahneye ilk kim çıkmak ister?"sorusu masada derin bir tartışmaya neden oldu.

Kimisi aşırı istekliyken kimisi de asla şarkı söylemeyeceğini belirtti.

"Ben..."dedim, nereden geldiğini bilmediğim özgüvenimle.

Elimdeki kola bardağıyla ayağa kalktığımda bana tezahürat eden grubu bir reverans ile selamladım.

Eğildikten sonra elimdeki bardakla yeniden doğruldum ama ani doğruluşum sert bir cisimle temas etti.

Hızla sağıma dönüp cisme baktım.

Koyu mavi gömleği yakasından başlayarak ıslanmıştı. Panikle elimdeki kola bardağını bıraktım.
"Af edersiniz, ben aniden doğrulunca-"

"Mühim değil. Sadece bir kazaydı."diyen esmer adam gülümseyerek ıslak gömleğinin bir kısmını çekiştirdi.

Utancımdan magma tabakasına girmek üzereydim.

"Gerçekten çok özür dilerim. Nasıl telafi edebileceğimi söylerseniz..."

"Gerek yok. Arabada yedek gömleğim vardı. Değiştiririm."

Esmer adam beni baştan aşağı süzerek yanımdan ayrıldı. Arkasından alık alık baktığımı fark edince düşmanca baktığım kola bardağını masaya bıraktım.

Alkışlar eşliğinde sahnenin yanındaki kabine gittim. Seçtiğim parçanın listelerinde olup olmadığını bilmiyordum ama olması için dua ediyordum.

Nazan Öncel - Bir hadise var...

Beş dakika içinde seçtiğim parça hazırlandı. Bu geceye en uygun bu parçaydı. Aklımdan çıkmayan Ozan'a ithaf ettim içimden. İntro biter bitmez parçaya girdim. İlk an da herkese yabancı gelse de kısa sürede tanıdılar parçayı.

'Mühürledim seni kalbime
Kurşunlar işlemez ciğerime
Zincirledim seni kalbime
Anahtarları yok denizlerde'

Bu kısma geldiğimde gözlerimi kapattım. Işıklardan rahatsız olmuştum.

Son sözlere gelince gözlerimi açtım.

Gözüme ilk takılan Zeynep'in elindeki telefonu bana doğru sallaması oldu.

Ekran ışığı yanan telefonu sanki uzanıp alabilecekmişim gibi yeniden salladı.

Bu telefon benim telefonumdu.

Yoğun ışık altında devam eden şarkı ve buna eşlik eden alkışlar algılamamı zorlaştırdı. Neden telefonu bana doğru sallıyordu bu kız?

Tahmin ettiğim şeyin gerçek olmaması için dua etmeye başlasam iyi olacaktı.

Dakikalar sonra parça bitti. Sahneye yakın olanların coşkusu bile mutlu etmedi beni. Herkes elleri patlarcasına alkışlıyordu ama benim gözüm de aklım da telefondaydı. Elinden aldığım gibi çantama geri atmalıydım. Sebebini bile sormadan hem de...

Masaya geldiğimde az önce planladığım eylemi bile gerçekleştiremedim. Ekranda sayısız arama ve sekiz mesaj vardı.

"Haber vermedin mi?"dedi Zeynep kulağıma eğilerek.

Başımı olumsuz anlamda salladım.

Erteleye erteleye haber vermeyi tamamen silmiştim aklımdan. Bu Ozan'a haksızlıktı. En azından bilgi vermem gerekiyordu ama neden olduğunu bilmediğim gereksiz bir dürtü ile bunu sürekli ötelemiştim.

Ekran kilidini açtım. Ardından mesajları.

-Prova bitmedi mi?

-Evde yoksun?

-Yasemin, neden telefonu açmıyorsun?

-Yasemin, korkutma beni...

Daha fazla okumadım.

Geri kalan mesajlarda sonuca ulaştığını tahmin edebiliyordum.

"Dışarı çıkıp arayayım, çok gürültü var."dedim Zeynep'e.

"Ben de geleyim."diyerek ayağa kalkınca elimle omzuna dokunarak gerek olmadığını söyledim.

Geldiğimiz kapıdan dışarı çıktım.

Gömleğine kola boca ettiğim esmer adam üstünü değiştirmiş ve siyah, dar kesim bir gömlek giymişti.

"Erken bırakmışsınız eğlenceyi..."dedi önümde bir duvar gibi durarak.

Cevap vermesem az önceki sakarlığımdan sonra çok ayıp olacaktı. Sonuçta adam üstüne kola döktüğüm halde tek kelime etmemişti.

"Telefon görüşmesi yapmak için çıktım."dedim.

"Görüşmeniz bitince, eğer sizde isterseniz bir şeyler ikram etmek isterim."dedi.

"Teşekkür ederim ama çok kalmayacağım."dedim kibarca.

Elini uzattı.

"Adım Yalçın."

Tanımadığım adama elimi uzatmak istemedim. Eli hala havadaydı ve bundan rahatsızlık duydum. Medeni olmaya alışmak zordu. Aslında yabancı bir elle temas etmem zordu. Bunun medeniyetle ilgisi yoktu.

'Ozan'da yabancı bir adam değil miydi Yaso?'

Yabancıydı ama bildiğimiz yabancılardan değildi.

O benim için yabancı olamayacak kadar tanıdıktı.

O benim rüyalarıma girip benimle aylar önce tanışmıştı...

Derin bir nefes alıp elimi uzattım.

"Ben de Ayşe..."

"Memnun oldum Ayşe... İyi geceler."diyerek kapıdan içeri girdi.

Neden Ayşe olduğumu sormayın, bilmiyorum. Kendini koruma içgüdüsü mü yoksa gereksiz bir tanışma mı onu da bilmiyorum. Sonuçta bir daha karşıma çıkma olasılığı On altı milyonluk bir şehirde çok düşüktü.

Hava iyice soğumuştu. Hatta buz gibiydi.

Yeniden ensemden giren soğuk bu kez tüm bedenime yayıldı. Kendimi sıktım. Çenem titremeye başlamıştı. Elimdeki telefon pimi çekilmiş bir el bombası gibiydi. Konuşamayacağıma emin olduktan sonra mesaj ekranına girdim.

Bu daha kolaydı.

-Dışarıdayım. Haber verecektim ama çok ani oldu. Eve gidince seni ararım...

Mesajıma anında cevap geldi.

-Keyfine bak. Ben evdeyim. Terasta güvercinleri besliyorum...

Korktuğum gibi olmamıştı. Ozan bir sorun çıkarmamıştı. Kiminle çıktın ya da neredesin diye sorular da yöneltmemişti üstelik. Ayrıca evde olduğunu ve ne yaptığını da açıklamıştı.

Bir an da donan bedenim ateşe kesti.

Ben lütfedip bir haber bile vermemişken Ozan bana nerede ne yaptığını söylemiş ve keyfime bakmamı salık vermişti.

Bunun altındaki laf çarpmayı anlamamak için aptal olmak lazımdı. Anlamıştım ama bu aptal olduğum gerçeğini değiştirmiyordu maalesef...

Telefonun ekran kilidini kapatıp avucuma hapsettim. Bu geceyi olaysız atlatmayı umarak mekana girdim. Bizim tayfa sahneye çıkan bir başkasını dinliyordu ve hepsi hallerinden anlaşılacağı üzere çakır keyif olmuştu bile. Zeynep elindeki minik bardağı ağzına dayayıp tek seferde içtikten sonra masadaki limon dilimlerinden birini ağzına tıkıştırdı. Buruşturduğu yüzü kısa sürede normale döndü ama kafası normal olmaktan çok uzaktı.

"Ne dedi seninki? Kıyameti kopardı değil mi?"dedi başını omzuma dayayarak.

Daha fenası diyemedim.

"Keyfine bak dedi."

Hızla başını omzumdan kaldırdı. Gözleri dehşet dolu bakıyordu.

"Yuh,"dedi. "Keyfine bak mı dedi sadece?"

"Evet..."

Kısa cevabım onu tatmin etmemişti.

"Yasemin, ters köşe yapıyor. Bu normal değil. "dedi.

"Bunun farkındayım ama uzatmaya gerek yok. Yanlış bir şey yapmadım."

"Orası öyle de, Ozan tipik Türk erkeğidir. Buna sessiz kalmasını geçtim, adam bir de keyfine bak demiş. Bu pek hayra alamet değil."

"Niye beni gaza getiriyorsun Zeynep?"dedim olduğum yerde huzursuzca kıpırdanarak. "Sorun yok işte. Kapatalım bu konuyu."

"Tamam."dedi. Tepsiden bir bardak daha alarak...

"Zeynep, gitsek mi artık, ben çok üşüdüm."

"Daha erken," dedi. "Hem daha hesabına iddiaya gireceğiz."

"Ne iddiası?"diye sordum ama almaktan korktuğum bir sürü cevap vardı.

"Tekila shot iddiası. En çok içen iddiayı kazanır. Kaybeden hesabı öder. Hem de tüm masanın."

"İddiaya girmesen olmaz mı?"dedim korka korka.

Çünkü o iddiada Zeynep olursa bizim eve dönüş biraz uzayabilirdi. Belki birazdan daha fazla bile uzayabilirdi.

"Hayatta olmaz. İddianın sahibi benim. Cenk ile kapışacağız."dedi.

Cenk, yönetmen yardımcısıydı ve Zeynep ile aralarında gözle görülür bir elektrik vardı. Bu elektrik tekila ile birleşince, bir de üstünde iddiaya girilirse eğlence gecemiz alev alabilirdi.

"Çok geç olmadan bir taksiye binip eve gideyim ben."dedim.

"Saçmalama kızım ya,"dedi. "İddialar çok eğlenceli oluyor. Kaçırmana izin veremem."

"Kaçırırsam kaybedeceğim bir şey değil Zeynep. Ben eve gidiyorum."dedim.

"Kapıya kadar seninle geleyim."diyerek ayağa kalktı.

Birlikte kapıya geldiğimizde arabasına bindiğimiz Seda peşimizden geldi. Montum onun arabasındaydı. Ayakta zor duruyordu ama aşırı mutluydu. Kıkırdayarak arabanın kapısını açtı. Arka koltukta haddinden fazla oyalandığı için montu bulamadığını anladım. Onu kenara çekerek montumu aldım. Bunlarla eve gitmeyecek olmak bu gecenin en mantıklı kararıydı benim için. Daha montu bulamıyordu, evin yolunu nasıl bulacaktı?

Aklımdan geçenler beni panikletti.

"Zeynep, ne olur birlikte gidelim. Bak Seda ayakta zor duruyor. Arabayı nasıl kullanacak?"

"Ben taksiyle dönerim. Muhtemelen onlar da taksiyle döner. Sen bizi dert etme."dedi.

Her birini Allah'a havale edip montumu giydim. Bacaklarım donmuştu. Daha fazla çene çalacak durumda değildim. Yanımıza yanaşan bir taksinin kapısını açıp kendimi içeri attım.

Verdiğim adresten sonra derin bir nefes çektim. Bu gece alemleri bana göre değildi. Test edip onaylamış ve sonuca bağlamıştım.

Evin önüne geldiğimde ücreti ödeyerek arabadan indim. Gecelere düşman ben, karanlığın içinde kendimi çok savunmasız hissettim.

Sokak lambaları yetmiyordu içimdeki karanlığı aydınlatmaya.

Apartman kapısını açar açmaz merdivenleri birer ikişer çıkmaya başladım. Ayağımdaki topuklu ayakkabılar hızımı kesiyordu. Tek bir kez düşünmeden ikisini de çıkarıp elime aldım. Şimdi daha hızlıydım. Koşarak kendi katıma geldim. Çantamdan anahtarı bularak kapıyı açtım. Akıllılık edip ışıkları açık bırakmıştım. Güvenli bölgeme gelmiştim nihayet.

Mutfaktan kaptığım bıçakla odama geldim. Üstümdekileri çıkartıp pijamalarımı giymek istiyordum hemen.

Çok üşüyordum.

İçimde bir buz kütlesi vardı sanki.

Sıcak bir duş iyi gelebilirdi belki ama beni biliyorsunuz, asla bu saatte bir başıma duşa giremezdim. Ödüm kopar, aklım çıkardı. Pijamalarımı giyip yatağa bıraktığım bıçağı aldım.

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa geçtim. Çaydanlıkta kaynattığım suyu kahve koyduğum bardağa boşalttım. Kahvemle beraber salona geçtim.

Saat On bir buçuk olmuştu. Sabaha yıllar vardı. Aynı zamanda da uykum...

Kitap okudum. Telefonu kurcaladım. Müzik dinledim ama zaman durmuş gibiydi.

Sabaha karşı içim geçer gibi oldu. Gözlerim artık bulanık görüyordu ama ben direnişime devam ediyordum. Berjeri pencerenin önüne çektim. Haliç manzarası gözlerimin önündeydi. Işıklara ve köprüye bakarak zaman doldurmaya çalıştım.

Dolmuyordu alçak zaman.

İçime bir ürperti geldi. Ürperti bu kez titremeye döndü. Donuyordum. Buna tezat, boynumdan terler akıyordu. Az önce masaya bıraktığım kitabı alarak yüzüme doğru sallamaya başladım. Bu kez de üşüdüm. Sabah saat yedide artık titremekten yorulmuş vaziyette ayağa kalktığımda bulanan midem yüzünden kendimi zorda olsa banyoya attım. İçim dışıma çıkana kadar kustum. Ağzım zehir gibi olmuştu. Bacaklarım tutmuyor, başım ağrıdan zonkluyordu. O kadar içkiyi sanki ben içmiştim.

Neredeyse sürünerek odama geçtim. Üstümdeki pijamayı çıkarıp iş için hazırlandım. Her hareketimde daha fazla yoruluyordum. Başım yastık istiyordu. Uykusuzluktan geldiğim nokta beni mahvetmişti ama direnmeye devam ettim. Bir yerlere tutuna tutuna hazırlanıp evden çıktım. Hiç yürüyecek durumda değildim. Metro durağına gelmeyi başardığımda kendime hayret ettim. Yıkılıp kalmadan kendimi metroya atabilmiştim. On dakikalık yolculuğum sona erdiğinde sanki yüzyıllardır oturuyormuşum da bacaklarım hissizleşmiş gibiydi.

Osmanbey'de metrodan inip Bomonti'ye kadar yürüdüm. Fakat nasıl yürüdüm, bir Allah bilir.

Binadan içeri girdiğimde kendimi sığınağım olarak gördüğüm kulise attım. Sıcak kulis ve büyük kanepe uyku çağrısı yapıyordu. Henüz gelen giden olmadığı ve ben dün çıkışta tüm kostümleri yerlerine yerleştirdiğim için kendimi kanepeye bıraktım.

Üstüme bir polar bulup örttüm. Çok üşüyordum. Öyle böyle değil, donuyordum.

Gözlerimi henüz kapatmamıştım ama rüya görüyordum. Kendi kendime güldüm. Gözü açıkken bile rüya görebilen ancak ben olabilirdim çünkü. Tüm mantıksızlıklar ancak bende var olurdu.

Susam ayaklarımın dibinden kalkıp kolumun altına girdi. Onu iyice göğsüme bastırarak başına bir öpücük kondurdum. Onu yanıma aldığımı hatırlamıyordum.

Unutmuştum muhtemelen.

Bu kadar kısa sürede unutmuş olmam saçma olsa da aldırmadım. İkimiz poların altında sıcacık yatıyorduk.

Hayır sıcak değildi.

Aksine çok soğuktu.

Bir an da üstüme buz dolu bir kova döküldü. Buz küplerinden kurtulmak için elimde hepsini itekleyip yeniden poların altına sığındım.

Susam korkmuş olmalıydı. Poları kaldırıp altına baktım. Susam yoktu. Acaba onu ezdim mi diye düşünerek doğruldum. Etrafıma bakındım, yoktu. Ayağa kalkacak dermanım olmadığı için sonra ararım diye düşünüp kendimi yeniden kanepeye bıraktım.

Ayaklarım çok ıslanmıştı. Dökülen buzlar ayağıma mı gelmişti yoksa?

Yeniden doğruldum, bu kez midem de bulandı. Zaten içimde hiçbir şey yoktu, nasıl bulanıyordu anlamadım.

Başımı yastığa bıraktım. İlk yattığımda yastık da yoktu ama şimdi biri gelip başımın altına yastık koymuştu.

Düşünemeyecek kadar üşüyordum.

Sonunda uyumayı başarmıştım. Öyle tatlı bir uykuydu ki üç gün uyusam keşke diye geçirdim içimden. Ben böyle düşünüyordum ama Ozan böyle düşünmüyordu. Beni zorla kanepeden kaldırmaya çalışıyordu. Rahatımı bozduğu için güçsüz yumruğumla koluna vurdum. Buz gibi ellerini sağıma soluma koyuyordu. Ben zaten donuyordum, ne diye elliyordu beni durduk yere?

"Dokunma, ellerin çok soğuk..."dedim gözlerimi açmadan.

Kimse cevap vermedi.

Rüya görmüştüm. Bir saat de olsa kestirmek için yattığım kanepede uyumak yerinde saçma sapan rüyalar görmüştüm. Başka bir açıklaması yoktu.

Polara yeniden sarıldım.

"Yanıyor..."

Birisi yine beni ellemeye başladı. Bu her kimse kaşınıyordu. Gücüm olmadığını biliyordu. Yoksa ben ona haddini bildirirdim. Kucaklandığımı biliyordum. Artık rüyada başka bir boyuta atlamıştım.

"İndir beni Ozan,"dedim cılız çıkan sesimle. "Donuyorum, indir beni..."

Başı beladan kurtulamayan ve nereye gitse içine gireceği bir cendere bulan Yasemin'in maceraları önümüzdeki hafta pazar gününden sonra her pazar...

Haftaya görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

Mavi gözlüm By gece mavisi

Mystery / Thriller

4.2K 269 5
~Gök gibi gözlere sahip İran güzeli... ~Darya Şehrazat SİPAYİ ~Kürt bir İstanbul beyefendisinin aşkı... ...
1.4M 62.4K 34
Kalp bu sefer derin bir enkazın altında fakat aşk imkansız değil. Hele 'aşk' diye haykıran kalp her şeyi göze almışken! Derin Uysal, geçmişinin prang...
31K 3.3K 36
"Yapma, n'olur," dedi ve ben ilk defa onun birine yalvardığını gördüm. Ben onun gözlerinde ilk defa yaş gördüm, yüreğim dağlandı. "Olması gereken bu...
Meneviş By ⠀ོ

Short Story

120K 7.8K 31
Kasabaya tanıdık bir yabancı geldi, bir menekşeyi hoyrat rüzgârıyla yeşerdiği kayalıktan söküp yolunun üzerine düşürdü. İlk yayım 11Haziran2021 Bitiş...