YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları

2K 233 106
By turlik

Bölüm günü beklemekte sabırsız olmak da bana has bir hal sanırım. Dayanamıyorum:))

Bol yorumlu, keyifli okumalar...

Kapıyı kapatıp elimdeki paket ile dakikalarca bakıştım. İçinde ne var diye meraktan deliye dönüyordum ama açarsam birikecek anılarım nedeniyle korkuyordum. Elimi defalarca paketin üstünde gezdirdim. Düşünce gücüyle içindekileri göremeyeceğime kanaat getirip paketin süslü ipini çekiştirdim. Bir elimde tutup diğeriyle açmam zor olunca paketi masaya bıraktım. Süslü ipi paketin etrafından çözdüm. Beyaz üstüne siyah puantiyeli paket kağıdını özenle çıkardım. Kalbim ağzıma kadar gelmişti. İçinden çıkabilecek her şeye hazırlamıştım kendimi ama paketler dolusu ayıcıklı yumuşak şeker ve siyah saçlı minik bir bebek anahtarlık çıkmasına hazırlamamıştım. Anahtarlığı elime aldım. Ucunda sallanan bebek bana benziyordu. Uzun siyah saçları ve zeytin gibi gözleri vardı. Üzerindeki kıyafetler bile benimkilerle aynıydı. Drama bağlamamak için yumuşak şeker paketlerinden birini açıp tamamını ağzıma tıktım. Şeker her derde devaydı sonuçta. En azından benim için. Benim derdim de bu aralar pek bitecek gibi olmadığına göre Ozan adlı konuşma eksikliği çeken adam derdime derman yollamıştı. Hem derdi veren ol hem derman olmaya çalış. Yok, öyle bir dünya Ozan Efendi!

Elimdeki paketi odama çıkartıp kendimi yatağa attım. Uykusuzluktan gözlerim yanıyordu ve daha fazla beklememe gerek kalmadan derin bir uykuya daldım. Kaç saattir uyuyordum bilmiyorum ama artık uyanmak istediğimin farkındaydım. Bilincim açılmıştı ama gördüğüm rüyanın devam etmesi bana uyu emri veriyordu. Dudaklarıma temas eden dudakların tadını çıkarttım bir süre. Sıcacıktı. Ayrılmak istemiyordum. Öyle tatlı ve öyle istekliydi bu öpücük, Kırk yıl uyumaya gönüllüydüm.

Yanağıma değen yumuşak ve tüylü bir pati ile yerimden sıçradım. Olduğum yerde korka korka etrafıma bakındım ama kimseleri göremedim. Görmeyi umduğum kimsenin patisi olmadığına göre yastığıma padişah gibi kurulmuş Susam açlığa daha fazla direnemediği için beni uyandırmaya gelmiş olmalıydı.

Kucağıma aldığım Susam ile birlikte mutfağa indim. Benim delikanlı artık biberonu bırakmış ve yaş mamaya geçiş yapmıştı. Mamayı kabına boşaltıp karnını doyurmasını beklerken kendime yiyecek bir şeyler hazırlamak için buzdolabının kapağını açtım. Canım evdeki hiçbir şeyi yemek istemiyordu. Aslında canım bir şey yemek bile istemiyordu.

Aklıma gelenle üstüme montumu aldığım gibi dışarı çıktım. Soluk, sarı boyalı eski apartmandan çıkarken kısa sürede alıştığım ve ayaküstü lafladığım saatçi Ferit Usta ile karşılaştım.

"Kara kız, hayırdır nereye bu saatte?"

Akşam saatlerinde dışarı çıkmadığımı fark etmişti demek ki.

"Alışveriş yapacağım Ferit amca."

Önüne koyduğu küçük sehpanın üstündeki tavlayı işaret etti. "Bilir misin?"

"Bilmem mi," dedim sırıtarak. "Dişli bir rakibimdir ama söyleyeyim..."

"Bana da dişlisi lazım zaten, kara kız. Başka türlü keyfi çıkmıyor bu meretin."

Çenesinin ucundaki beyaz, sivri sakalı sıvazladı. "Var mı vaktin, atalım mı iki el?"

Benden gelecek olumlu yanıta ihtiyacı varmış gibi hevesle beklemeye başladı. Tavlayı dedemden öğrenmiştim ve tüm inceliklerini, sayıların isimlerini ezbere biliyordum. Ve bu yaşlı kurt ile kapışacak olmak bana eski günleri hatırlatmıştı.

Ondan önce boştaki tabureye oturdum. Memnun bir şekilde karşıma geçip oturdu. "Ozan yok mu?" diye sorduğunda elime aldığım zarları avucumun içine hapsederek birkaç defa salladım.

"Şehir dışına çıktı."

Zarları tavlaya attım.

Oyuna başladık ama benim aklım çok eskilere dalıp gitmişti. 'Penc-ü se, severler güzeli genç ise...'

'Ama dede, hile yapıyorsun. Daha ilk zarda kapı mı alınır?'

'Ne hilesi Yasemin, fincanla attırıyorsun ya zarları. Nereye yapacağım hileyi?'

'Ben anlamam, sen bir yolunu bulur yaparsın...'

Dedemle aramızda geçen çekişmeli ve benim mızıklanmalarımla ünlü tavla turnuvaları geldi gözümün önüne. Kıyasıya kavga etsek de, mızıkçılık yapsak da illa ki yapardık o turnuvaları. Bizi pencereden izleyen Yıldız dudak bükerek, alay ederek izlese de biz istifimizi bozmadan devam ederdik.

Şarköy'de unutulmaya yüz tutmuş anılarım Karaköy'de yeniden hayat buluyordu. Ve ben, bu hayatı çok sevmiştim. İnsanların menfaat gözetmeksizin bağrına basması, köylük yerlerde olanın aksine hayatını irdelememesi ve güven duygusu yeni tattığım duygulardı. Tek başına kalmış Yasemin için hayat şimdi başlıyordu ve bundan sonra bir başıma kalsam da kendime pembe bir hayat kuracaktım. Yıkılıp kaldığım yerden küllerimden doğarak savaşacaktım.

Son pulu da kenara alıp tavlayı kapattım. Karşımda şaşkınlığını gizleyemeyen Ferit Ustaya gülümsedim. "Dişli rakip olduğumu söylemiştim ama değil mi?"

"Helal olsun kara kız," dedi. "Kim öğrettiyse tüm adabını öğretmiş."

"Dedem,"dedim yutkunarak. "Rahmetlinin tek eğlencesi tavla oynamaktı."

"Nur içinde yatsın..." dedi elini elimin üstüne koyarak.

Benden saklamak zorunda kaldığı sırlarla ömür tüketmiş olan dedem için istediğim nurlar içinde yatmasıydı ama kalbimin hala kırık olduğunu da yok sayamıyordum.

Dalıp gittiğim geçmişten bir bağırış sesi ile kendime geldim. Kararmaya başlamış hava nedeniyle seçemediğim bir kişiyi iki adam karga tulumba sokağın diğer ucuna götürüyordu. Adam direndikçe diğerleri daha fazla çekiştiriyordu. Yanlarından geçen bir motorun farları adamı aydınlatınca, iki gün önce kafeden dışarı atıldığı sırada karşılaştığım adam olduğunu anladım. Gördüklerim hiç de adil değildi. Kendinden fiziken güçsüz olan bir kişiyi iki yarmanın çekiştirmesi kanıma dokundu.

"Bir haftadır buralara musallat oldu,"diyen sese çevirdim başımı. "Geliyor, bir yerlere dikiyor gözlerini ve saatlerce, sessizce izliyor."

"Tanımıyor musunuz?"diye sordum ama gözlerimi çekiştirilen adamdan alamıyordum.

"Yok, tanımıyorum. Hali, tavrı hiç tekin değil. Hoş, İstanbul bunlardan geçilmiyor ama burası hep birbirini tanıyan esnaflardan oluşuyor. Bir esnaf gelen müşterisini bile unutmaz. Sokaktaki berduşa da, kaldırımda yatan sahipsiz köpeğe de kucak açarız ama bu adamda başka bir şey var. Öylece durup pencereleri izlemesi hem bizi hem de sokaktaki apartman sakinlerini tedirgin ediyor."

"İyi de, bu yaşlı adamcağızın kime ne zararı var ki?"

"Bunu bilemeyiz kara kız," Giden adamın ardından bakarak, "Kime, neye güveneceğini bilemez insan. Bazen inanır ve yanılır." dedi.

Bu bilmece gibi konuşma hoşuma gitmemişti. Halinden çaresizliği belli olan bu adamın kime ne zararı olabilirdi ki?

"Her neyse," dedi. "Ben içeriden bir şey alacağım, sen beni burada bekle."

Eline aldığı tavlayla içeri girerken bana yeniden beklememi işaret etti. Cam tezgahın alt çekmecesini açarak birkaç saat çıkardı. Bir kısmını eline alıp tekrar yerine bıraktı. Bu kez başka bir çekmeceyi açtı ve yeniden bir saat çıkardı. Yanıma gelerek bileğimi uzatmamı istedi.

"Bunu kabul edemem Ferit Usta..." dedim istemsizce.

"Sadece küçük bir hatıra..." diyerek bileğimi kavradı. Karşı koymak istesem de kırmak istemediğim için yapamadım. Ben anılarım birikmesin diye uğraşırken anılar sağanak yağmur gibi üzerime üzerime yağıyordu.

"Bu,"dedi bileğime taktığı saatte bakarak. "Tavlada beni mars ettiğin için değil. Ferit Amcandan bir hediye... Saatçi adamın da vereceği hediye ancak saat olur, öyle değil mi?"

"Çok teşekkür ederim Ferit Amca. Ömrüm boyunca saklayacağım. " dedim.

"Ömrün uzun, bahtın açık olsun kara kız..."

Gülümseyerek el salladım ve yanından ayrıldım. İçim çok tuhaf duyguların harmanıyla doluydu. Bu insanlar neden bu kadar değişikti? Neden birkaç aydır tanıdığı insanlara karşı koşulsuz iyi niyet gösteriyordu? Neden bundan önceki hayatımda böyle insanlar yoktu?

Başımı gökyüzüne kaldırdım. Hava kararmış, tek tük yıldız parlamaya başlamıştı. Heybetine yandığım Beyefendinin yanından geçerek en yakındaki kasaba girdim.

Gerekli tüm malzemeleri aldığımda apartmanın kapısın önünde bana başıyla selam verip adeta kaçarcasına binaya giren Engin Beyi gördüm. Selamını verip gözden kaybolmasına bir anlam vermeye çalışsam da olmadı. İki günde bana abayı yakıp aşını ilan eden adam virüslüymüşüm gibi kaçtı benden.

Hastaneye geldiği gece elindeki çiçeklerle kapı dışarı edilmesi geldi aklıma. Sonra da o çiçeklerin Ozan tarafından tuvaletteki çöpe atılması. O gece ikisi arasında ne geçtiyse, adam resmen benden kaçıyordu. Önce umursamamayım dedim. Çünkü neyi umursarsam başıma iş açıyordum. Apartman kapısını boşta olan elimle ittirdim. Basamaklardaki ayak sesleri uzaklaştı. Ses derinden gelirken bir an da durdu. Bu kez ayak seslerinin aşağıya doğru geldiğini anladım. Görüş alanıma giren Engin Bey ile göz göze geldim.

"Merhaba Yasemin..."

"Size de,"dedim.

"Yasemin, ben sizin Ozan'la birlikte olduğunuzu bilmiyordum..." dedi pat diye.

"Anlamadım." dedim. Çünkü gerçekten anlamamıştım. Ozan bu adama biz birlikteyiz mi demişti?

"Özür dilerim. Ben kendi duygularımı aniden açmakla hata ettim. Bunu en başından düşünmeliydim. Seni zor durumda bırakacağımı tahmin etmeliydim. Aslına bakarsan, sen de bana Ozan ile birlikte olduğunu söylemediğin için hatalısın. Söyleseydin, ben de yanlış bir hayale kapılmamış olurdum."

"Pardon..." dedim tek kaşımı kaldırarak. Tek kaşımı kaldırınca aklıma Ozan geldi. Hoş, hiç çıktığı da yoktu ya, neyse. Bu adama her dediyse adamın devreleri yanmış, yanmakla kalmamış bir de sitem edebilecek cüret bulmuştu kendinde.

"Ben size özel hayatımla ilgili bir şey anlatmak zorunda değilim Engin Bey. Çağırdınız, geldim. Konuşalım dediniz, dinledim. Dinledim ve size mümkün olmadığını söyledim. Gerek görseydim detay da verirdim ama görmedim."

"Haklısın, kabalık ettim. Bu beni ilgilendiren bir durum değil. Size mutluluklar..." diyerek arkasını döndü ve basamakları çıkmaya başladı.

Kafamdan çıkan dumanı görebilecek kadar sinirliydim. Tepinmek, sağı solu yumruklamak ama en çok da Ozan adlı kafasına estiği gibi davranmakta sakınca görmeyen diktatörü yumruklamak istiyordum.

Bana gelince tek kelime etme ama söz konusu Engin Bey olunca canının istediğini söyle. Yok, öyle yağma. Madem bir laf ettin, sonuçlarına katlanacaksın.

Eve girer girmez elimdeki poşetleri mutfağa bırakıp odama çıktım. Holde çıkarmaya başladığım montumu sökercesine üstümden attım. Şu an için holün orta yerinde bir kolu içinde diğeri dışında olmasının bir önemi yoktu. Öyle sinirliydim ki düzen, tertip düşünecek halde değildim.

Yatağın üstündeki yumuşak şekerleme paketlerinden birini alıp sinirle ağzıma doldurdum. Sinir olduğum şahsın gönderdiği şekerlerle kendimi yatıştırmam fazla ironi içerse de şu an umurumda değildi. Telefondan kocaman harflerle yazılmış adını bularak önce olması gerektiği şekilde düzelttim.

O Ozan Taştan olamazdı. Olsa olsa 'TAŞTAN KALP!' olurdu.

Rehberde düzenlediğim isme dokundum. Açmasını beklerken bir ayağımı da ritmik olarak yere vurmayı ihmal etmedim. Ayağımın altında dolanan ve bu yaptığımı oyun sanan Susam çılgınlar gibi ayağımı yakalamaya çalışana kadar eylemime devam ettim.

Telefon üç kez çalınca meşgule düştü. Uygun olmadığını düşünerek telefonu yatağa fırlattım. Yataktan seken telefon yere düşse de aldırmadım. Üstümü değiştirip pamuklu pijama takımımı giydim ve salona indim.

Gece olunca ne yapılırdı, insanlar neyle uğraşırdı bilmiyordum. Ben genelde herkesten uzak olmayı seçtiğim için odamda müzik dinleyip kitap okumayı tercih ederdim. Müzik setinin başına geçerek raftaki kasetlere göz attım. Elime aldığım İlhan İrem kasetini müzik çalara koyup düğmesine bastım. Mutfağa geçip aldıklarımı yerine yerleştirdim. Biraz kitap okuduktan sonra kıymalı böreğimi açacaktım.

Kitaplıktan seçtiğim kitabı kucağıma koydum ama okuyabilecek enerjim kalmış mıydı bilmiyordum. Esnememi zorla bastırarak yeniden ayağa kalktım. Kendime ilk kez içine süt koymadan kahve yapmıştım. Bol şekerle tatlandırdıktan sonra kalktığım koltuğa oturdum. Günler önce birkaç sayfasını okuduğum 'Tutunamayanlar' bana aşırı ağır gelse de vazgeçme niyetinde değildim. Zaten aklım karışıktı, varsın azıcık daha karışsındı.

Kahvemden son yudumu alarak bardağı sehpaya bıraktım. Kitabın harfleri kelime oluşturmuyor, gözümün önünde adeta parende atıyordu. Deli gibi uykum gelmişti. Mutfaktan ekmek bıçağını alıp parmak uçlarımda yürüyerek evdeki tüm ışıkları açtım. Kapalı olduğunu bildiğim halde salonun pencerelerini defalarca kontrol ettim. İçime sinmiyordu ama yine de yukarı çıkıp teras kapısını kontrol etmeye cesaret edemiyordum.

Gerilen omuzlarımı esnettim. Ozan'ın banyosuna kadar kırk kere arkama bakarak etrafı kolaçan ettim ve nihayet banyoya girip yüzümü yıkadım. Buz gibi soğuk suyu defalarca yüzüme çarptım ki iyice uykum açılsın. Elimdeki havluyu yerine asarken zil çaldı. Bu saatte kimin gelmiş olabileceğine dair bir sürü seçenek oluşturdum. En ürkütücü olanı bir sapık ya da seri katildi. Ölsem o kapıyı açamazdım. Bu yüreksizlikle bir de ev tutup yalnız başıma yaşama hayalleri kuruyordum ya, pes.

Kendi kendimi esefle kınayarak yavaşça kapıya yaklaştığım sırada zil yeniden çaldı. Kapı dürbününden bakmak için minik metal parçayı çevirdim.

"Yasemin, öldün mü kızım, aç şu kapıyı!"

Yuvarlak metal parçayı hızla bırakıp kapıyı açtım. Zeynep darmadağınık saçlarıyla ve şiş gözleriyle karşımda duruyordu.

"Bir şey mi oldu?" dedim panikle. Bu saatte gelen hayırlı bir şeyle gelmezdi çünkü.

"Kızım, Ozan defalarca aramış, telefonun kapalıymış. Meraktan delirmiş-" sözünü bitiremeden elindeki telefon çaldı.

"Karşımda," dedi. Uykulu gözlerini ovalayarak, "Bana ne bağırıp duruyorsun be, al konuş..." dedikten sonra telefonu bana uzattı.

Ben ilgilendirmiyormuş gibi yapıp sağa sola bakınınca, "Bak valla atarım telefonu pencereden aşağı Yasemin..." diyerek zorla avucuma tutuşturdu.

O an nasıl tavır yapasım geldi, anlatamam. Meraktan delirsin, ulaşamayınca sağa sola sarsın istedim. Ve o an kafama dank eden şeyle irkildim. Ben telefonu fırlatınca yere düşmüştü. Düşüncede pili falan çıkmış olmalıydı ki kapanmıştı.

"Alo..."

"O telefon niye kapalı Yasemin?"

Seni merak ettim deme. Ulaşamayınca kafayı yedim deme, ancak mağara adamı gibi bağır.

"Kapalı olduğunu bilmiyordum."

"Çünkü dikkatsizsin. Çünkü insanların senin için endişe edeceğini düşünemiyorsun. Çünkü-"

"Yeter! Bağırıp durma. Bu saatte ortalığı ayağa kaldırmana değecek bir şey olsa bari. Hem evin her yerinde kamera yok mu, birine bakıverseydin görürdün beni."

Derin bir nefes aldı. Bir süre tek kelime etmedi. "Meraktan delirdim Yasemin. Toplantıdaydım ve açamadım. Beş dakika müsaade isteyerek seni aradım ama telefonun kapalıydı. O saatten beri tam beş saat geçti. Şarjı bitmiştir dedim. Uyuyordur ve farkında değildir dedim ama hala bu saatte uyanık olduğunu görünce-"

"Görmüşsün işte. Daha neyin derdindesin?"diyerek sözünü kestim.

"Niye uyumuyorsun Yasemin? Neden odana çıkmıyor ve sabaha kadar salonda kalıyorsun?"

Pis röntgenci...

"Hani sadece hudut karakolunda, daire girişinde ve terasta kamera vardı. Artık salonu da mı gözetliyorsun, taştan kalp?!"

Güldü. Hem de ben sinirden kendimi yerden yere atmamak için zor tutarken güldü. Gülüşüne tav olup yumuşayacak değildim. Beni bir gülüşle kandıramazdı. Ben elimde telefon salonda volta atarken Zeynep ikili kanepeye rahatsız bir pozisyonda yatmış, uyuyordu.

"Odana giderken hudut karakolunun önünden geçmiyor musun?"

"Geçiyorum, ne olmuş?"

"İşte, gece olunca bir kere bile geçmiyorsun. Bu gece sadece alt kattaki banyoya girdin ve iki dakika sonra çıktın. Bu da sabaha kadar aşağıda olduğunu ve uyumadığını gösteriyor."

"Maşallah, ev ev değil biri bizi gözetliyor evi. Attığımız adımın bile hesabını vereceğiz. Ben sana hesap soruyor muyum? Ben sana Engin Bey'e ne dedin de adam benden bucak bucak kaçıyor, diyor muyum?"

"O dallama nereden çıktı şimdi durduk yere? Bir şey mi dedi? Ne dedi?"

"Yarın gidip yıldırım nikahı kıyalım Yasemin, dedi. Ben de henüz erken olduğunu ama iki gün sonrası için münasip ol-"

"İlk uçakla geliyorum. 1 saat sonra o nikahı da o Engin denen dallamayı da göstereceğim sana."

Bir kere de ağız tadıyla laf sokabilsem ya, nerede...

"Saçmalama be," dedim hızlı hızlı. "Bu akşam karşılaştık ve bana seninle birlikte olduğumu bilmediğini söyledi. Söylesene Ozan, bu adam bunu neye dayanarak söyledi. Ne dedin ona?"

"Geliyorum. Eve döndüğümde konuşuruz."

"Hayır, gelmiyorsun. İşlerini bitir. Gelince konuşuruz. Bu saatte ortalığı ayağa kaldırma durduk yere."

"Durduk yere?" dedi sinirle. "Ben kaldırıyorum durduk yere ortalığı ayağa değil mi? Sen bir şey yapmıyorsun. O telefonunu aç ve delirtme."

"Senin delirmek için sebebe ihtiyacın mı var? Zaten yeterince delisin..."

"Yasemin, telefonunu aç ve ben gelene kadar ne olur o adamla bir daha konuşma."

Öyle tatlı söyledi ki o adam dediği Engin Bey'i gördüğüm yerde kıçı yanmış gibi kaçmayan da ne bileyim...

"Tamam..." dedim kıkırdayarak. Beni de en sonunda kendine benzetmişti deli manyak. Onun gibi değişken ruh halli bir şaşkın olup çıkmıştım.

"Şimdi kapatmam lazım. Yarın gece geleceğim. Yarına kadar yeni bir gündem oluşturmamaya çalış Yasemin..."

"Verdiğin öğütler için teşekkür ederim Ozan. Hoşça kal..."

Vallahi de kapattım. Hem de çat diye.

Elimdeki telefonla hem sırıtıp hem de sinirli olmayı başarmış ender insanlardan biri olarak kanepede rahatsız bir uykuya dalan Zeynep'in yanına gittim.

Bu şekilde yatmaya devam ederse boynu tutulacaktı. Hafifçe omzunu dürttüm.

"Zeynep..."

Tek seferde gözlerini açıp oturma pozisyonuna geçti.

"Bitti mi bağrışmanız?"

"Bitti. Seni de bu saatte ayağa diktik. Kusura bakma Zeynep."

Eliyle ağzına girmiş birkaç tel saçı iteledi. Gözlerini ovalayarak, "Ben eve ineyim. Sen de telefonunu aç da öyle yat. Bir kere daha o manyağın sesine katlanabileceğimi sanmıyorum."

Cevap vermeme kalmadan kapıdan çıkıp gitti. Ben, eğer başarabilseydim bu gece burada kalmasını isteyecektim. Başaramadım. Hem kendime cesaret vermem lazım, yalnız kalacağım için alışmam lazım derken yanıma illa ki birilerini istemeye hakkım yoktu. Bunu başaracaktım. Hem de tek başıma.

Saate baktım. 02.45

El açması börek için ne kadar da şahane bir zaman dilimi.

Mutfağa geçmeden önce müzik çalara duruma en uygun parçayı dinleyeceğim kaseti yerleştirdim.

'Gizleme benden, çekinme söyle

Yollarıma çık, yürekli ol.

Saklanma benden, derdini söyle

Sen karşıma çık, yürekli ol...'

Şarkı tüm manidarlığı ile sessiz sessiz çalarken ellerimi yıkayıp hamuru hazırladım. Dinlenmeye bıraktığım börek hamurundan sonra kıymalı iç harcı hazırlamaya başladım. Bir yandan işime konsantre olmuşken diğer yandan da çalan parçaya eşlik etmeye başladım.

'Kaçırma gözlerini dinle

Kalp sesini dinle.

Seviyorsan, yürekli ol.

Hazırladığım iç harcı soğumaya bırakıp kendime yeni bir kahve yaptım. Arada bir de gözlerimle etrafı kolaçan edip bir yerlerden ses falan geliyor mu diye dinlemeyi ihmal etmedim tabi. Bu huyumdan asla vazgeçecek gibi değildim. Değişmem gerektiğini bildiğim halde çaba gösteremiyor oluşumun altındaki nedenleri nasıl çözeceğim konusunda ise bir fikrim yoktu. Kabul etmesem de eninde sonunda Altan Hoca ile görüşmem gerektiğini aklıma not ettim. Sadece konuşacağız ve iki dost gibi sohbet edeceğiz dememiş miydi, ben de gidip dostumla birkaç sırrımı paylaşa bilirdim. Bunda bir sakınca yoktu.

Kendi kendime verdiğim sözden dönmemek için bu konuyu hemen kapattım.

'İçine ata ata ne hale düştün,

Tuta tuta çatlayacaksın be adam.

Çekinme hadi hadi söyle de kurtul bundan,

Kura kura kurudun be adam...'

Konu kendiliğinden değişivermişti zaten. Panikle ellerimi yıkayıp elimdeki bıçakla dualar eşliğinde yukarı, odama çıktım. Deli adam iyice zıvanadan çıkmadan şu telefonu açmam lazımdı.

Korktuğum gibi olmadı. Miskince uyumaya çalışan Susam peşime takılınca tuhaftır ki kendimi güvende hissettim. Ben, yanımda nefes alan her hangi bir varlığa ihtiyaç duyuyordum. Kendimi Ozan'ın varlığına o kadar adamışım ki bunun farkına ancak yalnız kaldığımda varabilmiştim. Sessizce odaya girip yerdeki telefonu aldım. Tahmin ettiğim gibi, yere düşünce pili çıkmış ve telefon kapanmıştı. Pili yerine yerleştirip telefonu açtım. Açar açmaz ekranda sayısız bildirim belirdi.

Güliz Hanımdan iki çağrı ve bir mesaj, Toprak'tan onların yanlarına taşınmam için rica dolu birkaç ses kaydı. Melek Teyzeden Ozan'ın bana ulaşamadığına dair bir mesaj ve Şarköy'de oldukları için yanıma gelemiyor oluşları için özür. Ozan'dan yetmiş sekiz çağrı ve on altı mesaj ile oldukça kaba tonlu bir ses kaydı.

'En sonunda delirdim, mutlu musun?'

Ozan hariç diğerlerine gecenin bu vaktinde dönüş yapmadım. Çok önemli olsaydı bana ulaşmanın bir yolunu muhakkak bulurlardı ne de olsa, değil mi?

Annem olan ama hislerine ortak olamadığım Güliz Hanım sadece nasıl olduğumu sormuş. 'Çok iyiyim Güliz Hanım, bildiğiniz gibi değil' diyerek bir cevap vermek istesem de umursamama eylemime kaldığım yerden devam ettim. Nasıl olduğumu merak eden biri, kızının telefonu kapalıysa daha çok merak eder ve soluğu yanında alır. Yanılıyor muyum yoksa? Hayır, ben anne kız iletişimi ve bağı konusunda yeterli tecrübeye sahip değilim de, bilemedim...

Toprak için diyeceğim bir şey yok. Bir çocuk ve masum hayallerine beni de ortak etmek istiyor. Belki onun yerinde ben olsam, ben de onun gibi davranırdım. Ablam yanımda olsun isterdim. Yeri geldiğinde aynı yatağı paylaşalım, kimsenin bilmediği sırlarımızı o yatakta konuşalım isterdim. Yapacağımız yaramazlıkları planlayalım, annemizden azar işittiğimizde birbirimize sığınalım isterdim.

Ve Melek Teyze...

Ne kırgın ne de kızgınım. Onunla ilgili düşüncelerim değişmiyor ama eksik bir şey var. İlk gün konuştuklarımız ve sonrasında gelişen her olayda bana bir anne gibi yaklaşması ve önceliğimiz daima sensin demesi bir yana, ben bir başıma dünyanın yükünü omuzlarken her şeyi bildiği halde Güliz Hanım ile hiçbir şey yokmuş gibi hayatlarına devam etmesi. Kimse benimle oturup acı çeksin derdinde değilim. Hiç olmadım, olmam da fakat o ayakkabı mağazasında karşılaştığımız gece yaşanmamalıydı. Ben ayağımda ona ait botlarla kendime yeni bot almaya gittiğim o gece, onlar bunu bile bile seyahat planlarını yüzüme yüzüme söylemeseydi.

Tüm bunlar kırgınlık mı bilmiyorum. Aslına bakılırsa, bilmek de istemiyorum. Bazı şeyleri düşünmediğim, yok saydığım zaman çok daha fazla mutlu oluyorum. O malum kilitli kutuya attığım zaman üstüne kilidi vuruyorum ve artık bana zarar veremiyorlar. O kutu gittikçe doluyor bu ara ve taşması halinde yanımda sadece bir tek kişi olsun istiyorum. Güvendiğim, inandığım ve beni düşünen tek kişi...

Ozan'dan gelen mesajları okuyarak buna bir kere daha emin oldum. Beni düşünmese, beni önemsemese ne diye yetmiş sekiz kere arasın. Ne diye, 'Yasemin, korkutma beni' diye mesajlar atsın.

Bunların cevabını en yakın zamanda vermesini umarak tekrar aşağı indim. Bir yandan da Ozan'a telefonu açtığıma dair mesaj attım.

'Telefonumu açtım...'

Tam telefonu tezgaha bırakıyordum ki bildirim geldi. Açıp baktım.

'Neden hala uyanıksın Yasemin?'

Ne diyecektim?

Uykum kaçtı, otuz sezonluk bir diziye sardım bırakamıyorum, karnım acıktı açlıktan uyuyamadım...

Ben cevap vermeyince bu kez telefonum çaldı.

Açsam bir dert, açmasam ayrı...

"Efendim Ozan?"

"Neden uyumuyorsun?"

"Sen neden uyumuyorsun?"

"Kaçtı Yasemin."

"Benimki de kaçtı."

"Madem ikimizin uykusu da kaçtı, sabaha kadar konuşalım."

"Senin işlerin yok mu? Sabaha kadar benim yüzümden uykundan olma. Hem benim yapmam gereken bir böreğim var."

"Bu saatte ne böreği?"

"Kıymalı çarşaf böreği..."

Hırıltılı nefesi kulağıma doldu. Sinirlenmiş miydi, hoşuna mı gitmişti anlayamadım.

"Böreği yapıp, uyu Yasemin. Zaten aklım sende, işleri iyice zorlaştırma."

"Neden aklın bende Ozan? Söyle, söyle de bende bileyim neden bende olduğunu?"

"Yarın sabah çok önemli bir görevim var. Onu halledip döndüğümde uzun uzun konuşacağız. Kafam allak bullak... Ben bu haldeyken sana iyi gelmem. Önce doğruları bulmam lazım."

"Sana göre doğrular... Ya benim doğrularım? Sana yanlış gelen, bana doğru geliyorsa ne yapacağız?"

Madem kaçak dövüşüyorduk, madem artık yavaş yavaş bazı şeyler dile geliyordu, kafanı iyice işkembe çorbası yapayım da gör...

"Belki de her şey doğrudur ama tek yanlış olan benimdir Yasemin..."

Aklı bende, öpücük desen ilk başlatan o... E bu salak daha neyin yanlış olduğunu düşünüyor ki? 'Git diyemiyorum, kal diyemiyorum, araftayım' diyen de o. Aşıksan adam gibi söyle taştan kalp! Yüzüne söylemek için can atsam da o ilk adımı asla ben atmayacaktım. Aklı bendeyse bir zahmet o kırmak istediğim çenesini çalıştıracak ve kelime oyunu yapmayacaktı. Nokta...

"Tamam, bay yanlış. Sana iyi uykular. Ben böreğimi açacağım. Hoşça kal..."

Yüzüne kapattığım telefonu yerden yere vurmak istesem de olası bir konu komşuyu ayağa kaldırma durumunun önüne geçmek için kibarca tezgaha bıraktım.

Ben doğruymuşum da o yanlışmış da. Buna kim karar veriyor acaba? Derdini söylemeyen derman bulamaz Ozan Efendi, sen dile gel diye beklersek ben yaşlanırım.

Ada tezgaha açtığım yufkaya iç harcı koyup sardım. Bu saatte kafamı dağıtmanın ve uyumamanın bir yolunu bulmuştum ama hazırladığım hamur ve harcın üç tepsi börek olacağını hesaba katmamıştım. Yarın sabah tüm semte dağıtsam ancak biterdi börekler.

Sabaha karşı bitmiş tükenmiş halde pişmesini beklediğim son tepsinin başında, fırının önünde oturdum. Bir ara içim geçer gibi olsa da o kadar uğraştığım böreğimin akıbetini düşündüğüm için kalkıp yüzümü yıkadım. Evde yanan tüm ışıkları kapatıp odama çıktım. Pamuklu pijamalarımı çıkarıp koyu mavi bir kot pantolon ve kırmızı, uzun kollu bir tişört giydim. Tepede kuş yuvasına benzer bir topuz yaptığım saçlarımı son kez düzelterek yeniden mutfağa indim.

Yaptığım onca börekten sonra ağzıma bir lokma atasım yoktu. Bir bardak ballı süt içerek salona geçtim. Zaman geçmiyordu. Uyku düzenim mahvolmuştu ve taş kalpli bir adamı çok özlemiştim. Hala sinirli olduğum gerçeğine rağmen onu özlemekten alıkoyamıyordum ki kendimi. Birbirinden zıt davranışlarına rağmen ne kalbime ne de aklıma söz geçirebiliyordum. Saat sekiz buçuğa gelirken panda gibi yuvarlanmaktan vazgeçip bir tepsi böreği kaptığım gibi alt kata, Eşref Amca ve Zeynep'e indim.

Hem yalnız olmazdım hem de benim koyacak yer bulamadığım tepsi tepsi böreğim sabah kahvaltımız olurdu. Kapıyı iki kez tıklattım. Bu saatte uyuyor olabilecekleri gerçeğini düşünsem de artık iş işten geçmişti. Kapının dürbününde gördüğüm göz hızla kapıyı açtı.

"Zeytin göz, günaydın, hayır olsun erkencisin."

Benim zaman kavramını yitirdiğimden habersiz Eşref Amca önce bana sonra da kolumun altındaki börek tepsisine baktı.

"Sabah sabah bu ne hamaratlık böyle, geç içeri geç de beraber kahvaltı yapalım."

İkiletmeden içeri girdim.

"Ben masayı hazırlamıştım zaten, çaydanlığı alayım da oturalım."

Mutfağa doğru hareketlenince seslendim.

"Ben alırım Eşref Amca, sen geç otur."

"Sen bizim mavi kafayı uyandır. Ben çayı alır gelirim."

Zeynep'in odası olduğunu tahmin ettiğim kapalı kapıyı tıklattım. Eşref Amca mutfaktan seslendi.

"Kapıyı tıklatma, duymaz. Aç kapıyı içeri gir. Ancak gürültü yaparsan uyanır."

Dediği gibi yapıp kapıyı açtım. Zeynep bir ayağı komodinin üstünde diğeri duvara dayalı bir biçimde uyuyordu. İki elimi birbirine vurarak, "El açması kıymalı börekli kahvaltı için karnı aç şahıslar aranıyor. Müracaat, Eşref Paşanın salonu..."

Tek gözünü açarak, "Sabah sabah hangi akıllı kıymalı börek açar ki..." dedi ve gözünü kapatıp bir ucu yerde bir ucu bacağında olan yorganı tekmeledi.

"Kalk hadi, bak şahane börek yaptım. Birlikte kahvaltı yapacağız."

"Yasemin, hayatımda gördüğüm en ideal arkadaşsın. Fakat şu an da seni boğarak öldürmemek için kendimle savaş veriyorum."

"Hem ideal arkadaş olup hem de nasıl öldürülmek istendiğimi açar mısın biraz Zeynep?"

Ayağa kalkıp yanağımı öptü. Gözlerini ovalayarak, "Dün gece senin o manyak canıma okudu. Uykumun da kafamın da tüm ayarlarını bozdu. Bu saatte uyanmak gibi bir planım yoktu ya. Benim provam öğleden sonra."

Benim canıma okuduklarına ne demeliydi acaba? Ayarı bozulan uykumdan bahis açmıyorum bile.

"E iyi, sen yat o zaman. Sıcacık böreği biz de Eşref Amcam ile birlikte gömeriz."

"Bak kaç defadır börek diyorsun, kıymalı diyorsun ve canımdan can alıyorsun. Zaafıma oynama zeytin göz, seni zaafından vururum..."

Sırıtarak yanımdan geçti. Benim ne zaafım vardı ki? Var mıydı? Yoktu canım...

Kahvaltı masasına oturduğumuzda Zeynep'in uykulu halinden eser yoktu. En büyük dilimleri kendi tabağına doldurup ağzına tıktıktan sonra, "Sen bizim gösteriye kadar börek mörek yapma Yasemin, kostümün içine sığamazsam Muti'nin önüne seni atarım. Her şey senin bodur tavuğun suçu derim. O börekleri yapmasaydı benim kostüm patlamazdı derim."

Muti ve tanıştığımız gün yaşananlar aklıma gelince ağzımdaki çayı püskürtmemek için kendimi zor tuttum. Zorla yuttuğum lokmamdan sonra, "Ne renkli bir adamdı ya, çok eğlenmiştim." dedim.

"Valla saçını başını yolsaydı o kadar eğlenemezdin de neyse. Cazgırlıkta bir dünya markasıdır kendisi. Geçen seni sordu. Kulis asistanı olarak çalışmaya başlayacağını söyleyince çok sevindi. O bodur tavuğa bir hayırlı olsuna geleyim bir gün dedi."

"Ben önümüzdeki hafta başlıyorum değil mi Zeynep?"

Dolu ağzını açmadan başıyla onayladı. Yuttuktan sonra, "Resmiyette evet ama istersen yarın benimle gel, arkadaşlarla tanıştırırım seni."

"Olur, yapacak daha önemli bir işim de yok zaten. Değişiklik olur bana da."

"Tamam, haberleşiriz yarın."

"Şey, bir de ev için birkaç parça eşya bakayım diyorum. Benimle gelir misin?"

Yüzünü buruşturdu. "Kararlısın yani?"

"Fazlasıyla hem de... Evi tuttum zaten. Geriye bir yatak ve gerekli olabilecek birkaç parça ev eşyası kaldı. Ucuz yollu bir alışveriş yaptım mı, tamam. Eksik kalanı zamanla tamamlarım nasıl olsa."

Bu kez söze giren Eşref Amca oldu. Dakikalardır ikimizin konuşmalarını dinliyordu ama söze girmiyordu.

"Zeynep bahsetti biraz ev işinden. Acele karar vermeni istemem Yasemin. İyice düşündün mü?"

"Düşünecek bir şey yok ki Eşref Amca. Ben kendi ayaklarım üzerinde duracak yaştayım. Çalışıp kendi ekmeğimi kazanır, kendi hayatımı yaşarım. Bu şekilde Ozan'ın evinde kalmak, kurulu düzenini bozmak istemiyorum. Kısa süreli misafirliğim ya da Ozan'ın deyimiyle ev arkadaşlığımız sona eriyor."

"Sen öyle diyorsan," dedi. Uzun uzun yüzüme baktıktan sonra, "Annen? Onlarla kalmayı düşündün mü peki?"

Aklımdan bile geçirmemiştim. Geçirmeye de niyetim yoktu.

"Hayır..." dedim tek seferde. "Düşünmemi gerektirecek bir durum söz konusu değil."

"Burada bir deden olduğunu ve daima seni düşündüğünü unutmayacağına söz ver..." dediğinde içim bir tuhaf oldu.

"Unutur muyum Eşref Amca, siz," Zeynep'e dönerek yeniden bakışlarımı Eşref Amcaya çevirdim. "Siz benim kan bağının hiçbir önemi olmadığını kanıtlayan ailem gibisiniz. Sizi nasıl unuturum."

"Sık sık geleceksin..." dedi söz vermemi ister biçimde.

"Sık sık... Hem de çat kapı sabah kahvaltılarına."

Biten kahvaltının ardından Zeynep'le beraber masayı toplayıp salona geçtik. Eşref Amca ve ben salonda bize vaat edilen bol köpüklü Türk kahvelerimizi beklerken benim pilim bitmek üzereydi. Zorlukla açık tuttuğum gözlerim yanıyordu ama belli etmemek için elimden geleni yapıyordum. Zeynep kahveleri getirdiğinde ilk yudumu alıp fincanı sehpaya bıraktım. Ayaklarım sanki bana fazlalık yapıyordu. Bir yerlere bağlama ihtiyacı duyuyordum. Pelte kıvamına gelen vücudum ise artık yarı uyku halinde olduğu için yatmaya yer arıyordu. Bacaklarımı altıma alıp koltuğa yanlama oturdum. Zeynep çalan telefonuyla mutfağa geçti. Bir süre sonra da hazırlanıp evden çıktı. Saat öğlene yaklaşmıştı. Eve gidip birazcık uyumayı planlayarak ayağa kalktım ama başım dönünce yerime geri oturdum.

Sırtımda ve saçlarımda gezinen el ile uyanmaya çalıştım ama başaramadım. Günlerin uykusuzluğu bir an da esir almıştı beni. Hem saçımda gezinen el de öyle tatlıydı ki iyice mayıştırıyordu beni.

Derinden gelen sese kulak vermek istesem de bilincim buna izin vermiyordu. Duyduğum tek ses, "Üç gündür uyumuyor. Eve çıkarayım da yatağında yatsın..." oldu.

Havada süzüldüğümü sansam da aslında bir kucakta olduğumun farkındaydım. Biri beni kucaklamıştı ve basamakları çıkıyordu. Sırtımdaki sıcaklık aniden kaybolunca gözlerimi açtım. Üşümüştüm.

"Korkma, benim..."

Bende bundan korkuyorum ya be adam! Ne ara gelmişti de beni kucaklayıp eve çıkarmıştı?

Üstüme ne ara örtüldüğünü bilmediğim pikeyi çekiştirerek tek eliyle zorlanmadan, yeniden sırtıma sardı.

Çemkirme eylemine geçemeyecek kadar uykum vardı. İyice uykumu aldıktan sonra ağzıma geleni söylerdim nasıl olsa. Daire kapısından içeri girdiğimizi hatırlasam da yatağa yattığımı hatırlamıyordum. Kim bilir kaç saat uyudum. Gün ve gece birbirine girmişti. Uyumaktan şişmiş göz kapaklarımı güçlükle birbirinden ayırdım. Oda yarı karanlıktı. Gün akşama mı dönüyordu yoksa sabah olmuş da güneş mi doğuyordu anlayamadım. Yataktan doğrulmaya çalışarak loş odada el yordamıyla telefonumu aradım.

Sağ tarafımdaki komodinin üstüne uzattığım elim havada kaldı. Tekli koltukta oturarak uyuyan Ozan yüzünü acıyla buruşturmuş ve rahatsız bir uykuya dalmıştı. Gürültü yapmadan yataktan kalktım. Parmak uçlarıma basarak odadan çıkmak üzereyken geri dündüm. Üstüne hiçbir şey almadan, öylece uyumuştu. Kıyamadım. Dolabın kapağını açıp bir battaniye aldıktan sonra ses çıkarmamaya dikkat ederek üstüne örttüm. Tam arkamı dönmüştüm ki hızla bileğimi tutup beni kendine doğru çekti. Neyse ki bu kez ayağımı yere sağlam basmıştım da kucağına falan düşmedim.

Her an çemkirmeye hazır vaziyette olduğum için ağzımdan çıkanları tartmadan bağırmaya başladım.

"Numaracı pislik, niye uyuyormuş gibi yapıyorsun?!"

"Uyuyordum..." dedi gerinerek.

"O yüzden mi çıt çıkarmadığım halde bileğimi tutup beni çektin?"

"Uykum hafiftir. Üstüme battaniyeyi örter örtmez uyandım."

"Madem uyandın, neden normal insanlar gibi sabah mahmurluğu yaşamıyorsun da avını bekleyen timsah gibi saldırıyorsun?"

Elini saçlarına daldırarak esnedi.

"Hep bir cevabın var değil mi? Ya da soru mu diyeyim, ne diyeyim?"

"Allah'a şükür cevabım da var sorum da."

"Niye sürekli didişme halindeyiz biz Yasemin? Neden sabahın köründe bu saçma konuşmayı yapıyoruz?"

"Ne sabahı, akşam olmuş. Sabah Eşref amcalarda kahvaltıdaydım. Şimdi de akşam olmuş işte."

"Arada kalan zamanı hatırlamıyorsun yani, öyle mi?"

Gözlerimi tavana dikip topuklarımın üzerinde yaylandım. Şimdi beni uyurken kucağına alıp eve taşıdın ve yatağıma yatırdın desem bir türlü demesem bir türlü. En iyisi her zaman olduğu gibi hatırlamıyormuşçuluk yapmak.

"Hatırlamıyorum. Her halde uyanıp eve geldim ve uykuma yatağımda devam ettim. Başka ne olacak ki?"

Bu kez ayağa kalktı. Gelişinden ve bakışından anladım ki bu kez kaçamayacağım. Kaçmaya gönlü olmayan ama taktik uygulamaya çalışan ben, bu kez o malum konuşmayı yapacağımızı anladım.

Odanın ortasında birbirimize sadece bir adım uzaklıktaydık. Kokusu aklımı başımdan alacak kadar yakınımdaydı. Elleri ellerime uzandı.

"Konuşalım mı?"

Yutkunarak, "Bu saate mi?" dedim.

"Neyimiz normal de saatimiz normal olsun Yasemin. Artık konuşalım ve aramızdaki bu gerilim sona ersin."

"İşte o zor," dedim. "Benim sana sormam gereken bir sürü şey var. Muhtemelen sen onlara bir cevap vermeyeceksin ve biz gerilime kaldığımız yerden devam edeceğiz."

"Sana daha önce de söylemiştim. Benim sana veremeyeceğim hiçbir cevap yok. Önce konuşalım sonra ne istersen sor. Hepsine cevap vereceğim."

"Geçiştirmek yok ama..."

Güldü... "Yok."

Elimi avucunun içine alıp kalbine götürdü. Elimi bırakmayışına mı yoksa elimin altında kabına sığmayan kalbini mi düşüneyim, bilemedim.

"Çok hızlı atıyor." dedim.

"Çok," dedi. "Öyle hızlı atıyor ki bazen korkuyorum."

"Neden?"

Kalp krizi geçireceğinden falan korkuyordu zannımca.

"Senin yüzünden." dedi, elimin üstündeki elini iyice elime bastırarak.

"Ya ben ne yaptım ki şimdi? Her şeyin suçlusu da hep ben oluyorum niyeyse!"

"Suçlu olduğun doğru, kalbimi çaldın Yasemin. Şimdi geri isteyemiyorum bile çünkü seninki de bende. Ödeştik."

"Benim kalbim ait olduğu yerde bir kere taştan kalp! Ne yapayım senin yosun tutmuş kalbini?"

"O gün, o şerefsizi dövdüğüm gün," Sustu. Fakat artık alışmış olduğum için çok takılmadım. Susup susup konuşuyordu. Canı ne zaman isterse o zaman konuşuyordu. Bekleyip hevesliymişim gibi görünmek istemedim. Hala elinin altında, kalbinin tam üstünde duran elimi geri çekip bir adım uzaklaştım.

"Ben-"

Uzanıp yeniden elimi tutunca sözümü bile tamamlayamadan beni yine göğsüne çekti.

"O gün çok tuhaf bir şey oldu Yasemin."

"Ne?"

"O gün bana o kadar yakın olman, korktuğun halde benden güç alman ve bana güvenmen bende eksik olan parçayı tamamladı. Sen, benim senin kahramanın olduğuma inanıyorsun ya, işte o gün anladım. Ben senin kahramanınım. O pembe defterine yazdığın, gelmesini sabırla beklediğin, görmeden güvendiğin o adam benim. Fakat ben senin sadece kahramanın olabilirim Yasemin. Güven veren bir adam olarak her zaman yanında olurum ama-"

Romantik güzergahtan ne ara böyle saçma bir yola sapmıştık ki biz? Sinirle sözünü kestim.

"Bir dakika, bir şey soracağım."

Bu soru vallahi meraktan değildi. Alacağım cevaba göre Yeşilçam tribine girip elimin tersiyle ağzının ortasına çakacaktım bir tane. Biz ayrı dünyaların insanıyız klişesine girecekti ve ben tüm klişelerden nefret ediyordum.

Sözlerinin yarım kalmasından memnun olmasa da,"Sor." dedi.

"Sen şimdi biz ayrı dünyaların insanıyız falan gibi bir şeyler saçmalayacaksın ya, saçmalama. Hiç çekemem. Ben senden aşk mı dilendim de sen bana, ben senin sadece kahramanın olabilirim diyorsun? Kendine ne kadar güveniyorsun da kalbimin sende olduğuna ikna edebiliyorsun kendini. Ayrıca seninki de bende değil. Sen kafanda yanlış yorumlamışsın."

Elimi sımsıkı tutarak beni iyice kendine çekti. Dudaklarımız birbirine değiyordu. İlk temas ile irkilsem de sırf sinirimden geri çekilmedim. Hatta arsızca karşılık da verdim. Saniye mi geçti, dakika mı yoksa saatler mi bilmiyorum. Dudaklarımız birbirinden alacaklıymış gibi ayrılmıyordu. Dilini bile bilmediğim bir ülkede kayboldum. Yolumu bulmaya çalışırken defalarca tökezledim. Her defasında ellerini ellerime kenetleyen, dudaklarını bir kez olsun dudaklarımdan ayırmayan Ozan ile buldum yolumu.

Nefesim yeterli gelmemeye başladı. Bir yanım geri çekil ve derince bir nefes al dese de bu yakınlığı bir daha bulamayacakmışım gibi çaresizce devam ettim. Ellerini yüzüme koyup alnını alnıma dayadı. Sert ve kısa bir öpücüğü dudaklarıma bıraktıktan sonra kımıldamadan, "Ya bu ne? Ben kafamda yanlış yorumladıysam, bu ne?" dedi.

Ona hala kızgındım. Bir öpücükle ispat etmeye çalıştığı şeye kanmayacaktım. Ben bir tatlı söz istiyordum. Duymak ve unutmamak...

"Ne bileyim ben, ne! Aklına estiği an öpen sen iken neyin ne olduğunu bilecek olan ben miyim?"

"Bazen söze gerek yoktur Yasemin. Bazı adamlar sadece davranışlarıyla anlatır duygularını..."

Kestik:))

Uzun zamandır yapmadığımız teori üretimine devam edelim mi? Bu iki şaşkın yeni bölümde ne durumda olacaklar, yorum olarak buraya yazarsanız çok mutlu olurum. 

Ayrıca sizin de fark ettiğiniz üzere Ozan bir şeylerden dolayı tedirgin. Bu tedirginliğin sebeplerini de kendinizce şuraya iliştirirseniz süper olur.

Beklemedeyim:))

Önümüzdeki hafta yeni bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın...

Continue Reading

You'll Also Like

212 68 16
Şarkı sözleri ve kitap alıntıları
15.4K 4.2K 56
Kırağı çalıp buz tutmuş kalpleri ne yaparsanız yapın sevgi seline katamazsınız. O, kalpler öylesine katı hale gelmiştir ki, hiçbir doğruya inanmaz. H...
Meneviş By ⠀ོ

Short Story

120K 7.8K 31
Kasabaya tanıdık bir yabancı geldi, bir menekşeyi hoyrat rüzgârıyla yeşerdiği kayalıktan söküp yolunun üzerine düşürdü. İlk yayım 11Haziran2021 Bitiş...
19.5M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...