YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?

2.2K 244 307
By turlik

Yorumlarını en çok merak ettiğim bölümden sevgiler...

Her bölümde yorumlarıyla yanımda olan Birsen Ablacım, bölüm senindir... OnlYou912

Keyifli okumalar...

Gururlu omuzlarım lodos yemiş orkinos gibi karaya vurdu. Tam diyorum, bu adam Tutku'ya aşık değil, aralarındaki ilişki allem kullem bir şey ve o an her şeyi sil baştan senaryolaştırmam gereken olaylar cereyan ediyor.

Telefonu yatağın üstüne atarak odadan çıktı. Kapatmadığı kapıdan yerde duran valizin içinden birkaç parça kıyafet çıkardığını gördüm.

"Ben duşa giriyorum Yasemin, çıktığımda kahvaltı eder İstanbul'a döneriz."

"Tamam, sen çıkınca ben de girerim. Hastaneden çıkıp duş alma hayallerimi gerçekleştirememiştim."

"Sen duş falan alamazsın Yasemin!"

Her şeye onun karar veriyor olmasından duyduğum bezginlikle ellerimi belime koyup bağırmaya başladım.

"Buna da mı sen karar veriyorsun taştan kalp?! Ben de duş alacağım, tamam mı?!"

Elindeki giysileri yere bırakıp oldukça sakin bir açıklama yaptı.

"Burada fön makinesi yok. Islak saçlarınla bu havada dışarı çıkarsan hasta olursun..."

Arka fonda Ferdi Tayfur'un sesi mi yankılandı yoksa bana mı öyle geldi?

'Çiçekler açsın, böcekler ötsün. Kıyılarda sevgililer el ele olsun. Ben razıyım, yeter ki sen gel. İsterse gönlüme yağmur yağsın...'

Olmayan çiçekler ve ötmeyen kuşlar eşliğinde kıyılarda ahırdan kaçmış buzağılar gibi koşmak ve haykırmak istiyordum.

Seviyorum, duymayan kalmasın çok seviyorum...

...

"Allah..."diye nidalar kopararak ellerimi gözlerime siper ettim. Arada minik bir boşluk bırakmış olabilirim. Her insanda o kadar hata kotası olur yani...

"Kusura bakma Yasemin, giysilerimi burada unutmuşum. Alıp hemen giyiniyorum."dedi ve hızla görüş alanımdan uzaklaştı. O esnada elimin birini gözümden çekmem ve kalbine yakın bir yere taht kurmuş güvercin dövmesini görmem eş zamanlı oldu.

Ah o güvercin ne şanslı güvercin ki o kalbe yerleşmiş. Yerleştiği yetmemiş bir de apaçık ben buradayım diye kazınmıştı. Ağzımın suyunu akıtacak derecede seksi sırt kaslarına kısa bir göz atıp kendimi sedirin üstüne bir külçe gibi bıraktım. Böyle giderse ben en yakın zamanda tımarhanelik olurdum. Bendeki de candı yani, nefsime de bir yere kadar hakim olabiliyordum.

En kısa sürede bir iş ve ev bulup Ozan'ın evinden ayrılmam ikimizin selameti açısından hayırlı olacaktı. Kendimi frenlemem ve aşık olan zavallı kalbimi dizginlemem imkansıza yakındı.

Gözümün önünden bir türlü gitmeyen sırt kasları ve kalbinin hizasındaki güvercin dövmesini unutmak- ölsem unutamazdım da neyse- için buzdolabından süt kutusunu çıkarttım. Isıttığım sütü bol şekerle tatlandırdıktan sonra mideye indirdim. Muhtemelen mantığım devreye girer ve beni bu sapıkça fikirlerden kısa sürede uzaklaştırdı.

Giyinip banyodan çıktığında hazırladığım ekmek arası peynir ve domatesi tabaklara koyup çayları doldurdum. İştah mı kalmıştı sanki ama içinde bulunduğum sapıklığa yatkın aşk kıvılcımlarını açığa çıkarmamak için sessizce ilk ısırığımı aldım. Ağzımda büyüyen ve yutmak bile istemediğim lokmayı çay yardımıyla boğazıma iteledim.

O uğursuz, o Allah'ın belasının vermesini umduğum, o teneşirlere gelesice telefon yine çaldı. Tutku denen büzük ağız kim bilir ne diyecekti yine.

Ozan ekranda yazan isme bakıp dişlerini sıktı. Açıp açmamakta kararsız kalınca devreye girdim. Biliyorsunuz, merak...

Ayağa kalkıp küçücük salonda volta atmaya başladı.

"Açmayacak mısın?"

"Eninde sonunda açacağım da açasım yok..."diyerek telefonun ekranına dokundu. Ve ben büyük bir ters köşeye kurban gittim. Arayan tutkulu değil, Fikret Amcaydı.

Telefondan taşıp bana kadar gelen Fikret Amcanın sesi Ozan'ın hızla telefonu kulağından çekmesiyle sonlandı. Karşı tarafta ikili olarak Ozan'a yüklenen ve derhal beni eve geri getirmesini salık veren bağırtılar nedeniyle ilk kez Ozan'ı bu kadar çaresiz gördüm. O an ona sarılmak , 'Gel bi'tanem, gel toprak gözlüm' deyip bağrıma basmak geldi içimden. Olayın tamamen benimle ilgisi olması ve benim yüzümden azar yemesi de eklenince aklıma geleni hemen uygulamam ve ayıptır söylemesi fırsatı değerlendirmem lazımdı. İnsan o kokuya o kadar yakın durup doya doya içine çekemeyince böyle keşlere dönüyordu işte...

Sinirden gerilen bedenine kollarımı dolayıp başımı göğsüne koydum.

Amacım sakinleştirmekti...

Gerçekten...

Yalanım varsa Ozan öpsün...

Ben ne tepki vereceğini bilmeden olduğum yerde burun deliklerimi en aktif konuma alıp çılgınlar gibi koklama yaparken elini saçlarımın arasına daldırıp aşağıdaki tutamlara kadar okşar gibi hareket ettirdi.

Tamam, Yasemin. Tamam, aşk acemisi saftiriğim sakin ol, sadece seni teskin etmeye çalışıyor. Merhameti olan bir adam olarak yapıyor. Sakın aklını karıştırma. Sen tek taraflı aşkınla yaşamaya alışabilecek kadar iradelisin.

Af edersiniz ama bok iradeliyim. Kendime verdiğim aptal öğütlere inanmak ve başka türlü düşünmek için çok geç kalmıştım. Hele ki o çıplak üst bedeni gördükten sonra ben artık ben değildim.

Elini yanağıma koyup, "İstemiyorsan kim ne dersin desin gitmek zorunda değiliz Yasemin..."dedi.

Nereye kadar uzak kalacaktım ki?

Ne zamana kadar erteleyecektim o karşılaşmayı?

Hazır kafam karışıkken aradan çıkması gereken ne varsa çıkabilirdi. Buna Güliz Hanım da dahil.

Yanağımdaki elinin üstüne kendi elimi koydum. Allah canımı alsın bin voltluk akıma kapılmış gibi bir titreme yaşadım. Kalbim ritmini şaşırmış, ciğerlerim nefes almayı umutmuş, beynimse hiç yok...

Anın tadını çıkarmayı tercih etsem de, "Gidelim. O karşılaşma her nasılsa olacak ve benim kaçmamı gerektirecek bir durum yok. Sen beni alıp buraya getirmeseydin ben zaten hastaneden çıkar çıkmaz kendisini görmek istiyordum."dedim.

"Kendini hiçbir şey için zorunlu hissetmeni istemiyorum. Nasıl mutlu olacaksan öyle davranacaksın. Anlaştık mı?"

Geldiğim günden beri bir öyle bir böyle hallerine alışmıştım ama bu kadar da merhamet bünyeme zarar veriyordu. Bu merhametin altındaki ana fikri düşündükçe kafamı karıştıracak her türlü saçma ve gereksiz bilgiyi tekrar ediyordum.

Nohutu ıslatırken bir miktar karbonat eklersen daha çabuk pişer...

Kargalar evrendeki en kinci hayvanlardır...

Devekuşlarının gözleri beyinlerinden daha büyüktür...

Ve düşünmekten ölesiye kaçtığım , 'Ozan sana acıyor.'

Ben bu acımanın etkisindeyken yakın bir zamanda ekmek bıçağıyla kendimi keserdim. Derince bir nefes alıp kendimi sakinleştirdim. Ozan içinde bulunduğum ruh halini evde yaşanacak karşılaşmaya yorarak, "Şimdiden bu kadar geriliyorsun, eve gidince ne olacak Yasemin? Vazgeçelim, olur mu?" dedi.

"Vazgeçmek mi?" Dudaklarıma alaycı bir gülümseme yerleştirdim. "Asla..."

Yaklaşık bir saat sonra arabadan inmek için kaynanasının Trabzon burması takmasını bekleyen taze gelinler gibi kurum kurum kurulurken, Ozan kendi tarafından dolanıp camı tıklattı.

Ruhsuz ve de duygusuz olduğu için kapıyı açmayı akıl edememişti sanırım. Eliyle bir defa daha tıklatıp 'in' anlamına gelen bir hareket yaptı.

Yolda gelirken evde beni bekleyenleri ve konuşulacak şeyleri düşündükçe kendimi yerlere atıp, 'dil altımı getirin evladım, tansiyonum zirve...' diyesim gelse de metanetli olmaya karar vermiştim. Fakat İstanbul il sınırları içine girer girmez taşikardi ataklarım had safhaya ulaşmıştı. Şimdi yine aynı heyecan ve bunun getirdiği şaşkınlıkla arabadan indiğimde o merdivenleri nasıl çıkacağımı düşünmeye başlamıştım.

Ozan adlı şahsı daha fazla cama tıklama zahmetine sokmamak için kapıyı açarak dışarı çıktım. Tüm her şeyin sorumlusu arabanın kapısıymış gibi sertçe çarptıktan sonra yaptığım hatanın farkına vardım.

"Elimden kaçtı..."

"Hı hımm..." Başını iki yana salladıktan sonra, "Muhakkak öyledir Yasemin..."dedi.

Şu an ona laf yetiştirecek cazgırlıktan eser miktarda olsaydı şayet altta kalmazdım ama bünyem zor durumdaydı. Sinir, stres ve heyecan bir çırpıcının içinde saatlerce çalkalanmış da damardan vücuduma zerk edilmiş gibi hissediyordum.

Merdivenleri yaşlı teyzeler gibi zar zor çıktıktan sonra kapının önünde kısa bir fragman canlandırmaya karar verdim. Bir prova filan da yapmamıştım, bari olasılıklar ön gösterimi hayal edip bir çıkarım yapayım dedim. Dedim ama Ozan cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açınca benim fragman da başlamadan son bulmuş oldu. Kapıdan içeri adım atar atmaz Melek Teyze koşturarak yanıma gelip beni kollarının arasına aldı. Beni kollarından bırakmadan bir adım geriye giderek, "Kara pilicim, korkuttun bizi. Aklım yerinden oynadı Ozan hastanedeyiz deyince." diyerek saçlarımı okşadı.

Melek Teyzenin sözleriyle başımı Ozan'a çevirip gözlerimi sinsi bir tilki gibi kısarak başımı 'sen görürsün' dercesine aşağı yukarı salladım.

"Merak etme Melek Teyze, iyiyim. Yok bir şeyim..."dedim. Gözlerinden geçen hüzün dolu yağmur bulutları ne kadar üzgün olduğunu yeterince açıklıyordu ve ben onun üzülmesini istemiyordum. Koşullar ne olursa olsun niyetinin iyi ve temiz olduğuna emindim ve o bana gerekenleri anlatmadığı sürece ben ona hiçbir şey sormayacaktım. Benim sorularım zaten onu değil bizzat salonun diğer ucunda ayakta zorlukla durduğunu fark ettiğim Güliz Hanımaydı.

"İçeri geçin..."diyen Fikret Amca Ozan'a attığı öldürücü bakışlarına son verip kollarını açtığı gibi beni kocaman gövdesine yapıştırdı. Kulağıma eğilerek, "Sadece dinle kızım. İstemediğin hiçbir şey olmayacak. Anladın mı? Ben her zaman arkandayım. Önceliğimiz daima sensin."dedi. Gözümün kenarından akan bir damla yaşı işaret parmağıyla silip başımın tepesine bir öpücük kondurdu. Benden ayrılarak kolumu tuttu ve beni salona yönlendirdi. Beynim otur ve dinle diyordu ama ayaklarım sarsak tavuklar gibi geri geri kaç ve kendini odaya kilitle diyordu.

Salonun ortasında süs havuzlarının içindeki manasız heykeller gibi dikilirken Güliz Hanım titreyen sesiyle, "Yasemin..."diyerek omuzlarımı tuttu ve beni kendine doğru çekti. Bedenlerimiz birbirine değeceği sırada kendimi geri çektim. Bu kadar yakınlığa hazır değildim. Benim geri çekilişimle Güliz Hanım yeniden adımı söyledi.

"Yasemin, lütfen kızım..."

Bir 'kızım' kelimesine ömrümü vermeye hazırken şu an hissettiğim burukluk kesif bir tat gibi yayıldı ağzımın içine. Yutkundum. Defalarca yutkundum ama o tattan kurtulamadım. Bir adım daha geriye gidip mağrur ifademden ödün vermeyerek konuştum.

"Güliz Hanım, rica ediyorum ilk karşılaşmamızmış gibi yapmaktan vazgeçin. Biliyorsunuz ki hayat bir kamera gibi geçen her anı kaydediyor. Günler önceki karşılaşmamızı ve sizin benimle sadece Ozan'ın ev arkadaşı olarak tanıştığımız günüde kaydetti. Ayrıca sizin Melek Teyzenin yakın bir arkadaşı, aile dostu olduğunuzu, İsviçre'de yeni yıl tatili yaptığınızı kaydettiği gibi. Ve ilginçtir ki siz bugün sanki ilk kez bir araya gelmişiz gibi bir ifadeye sahipsiniz..."

Uzun ve soluksuz cümlem dilimi damağımı kurutmuştu ama ne diyeceğini deliler gibi merak ettiğim için bir yudum suya olan muhtaçlığımı dile getirmedim.

"Çok üzgünüm..."dedi akmaya hazır gözlerinde gördüğüm pişmanlıkla.

"Ben de öyle..."dedim pür dikkat bizi izleyen ve koltukta birbirlerine zamkla yapışmış gibi oturan Melek Teyze ve Fikret Amcaya bakarken gelen gülmemi bastırmaya devam ettim. Birbirlerini bayramdan bayrama görüyorlarmışçasına dip dibe oturup el ele tutuşmaları ve aralarında fısıltıyla konuşmaları Güliz Hanımın tavrından daha samimi gelmişti bana.

Tekrar Güliz Hanıma döndüm. "Fakat ben üzgün olmayı bir kabulleniş olarak addetmiyorum Güliz Hanım. Benim için üzgün olmak kendi adıma değil ancak sizin adınıza olur..."

"Yasemin haklı Güliz Abla, sen üç yıl kadar geç kaldın üzgün olmak için..."diyen Ozan'ın sözleri ortamda buz gibi bir hava estirdi. Fikret Amca ayağa fırlayıp, "Sen karışma Ozan!"diyerek kükredi.

"Neden baba? Neden ben karışmayayım? Ben etkisiz elaman mıyım? Siz bana güvenerek emanet etmediniz mi Yasemin'i? Şimdi karışmaya da konuşmaya da hakkım var..."

Benim fikirlerim, duygularım ya da söylenecek kelimelerim yokmuş gibi kendi aralarında tartışmaya başladıklarında daha fazla tepkisiz kalamayacağımı anladım.

"Yeter! Benim yüzümden kimse birbiriyle tartışmasın. Benim yüzümden kimse birbirinin kalbini kırmasın. Dayanamıyorum..."dedim.

Masanın önündeki sandalyeye çöker gibi oturup ellerimi şakaklarıma bastırdım. Kavgaya değil, beni tatmin edecek sözlere ihtiyacım vardı. Güliz Hanımın her ne kadar 'üzgünüm' demekten başka yaptığı bir şey olmasa da ben bugün burada geçen o üç yılı dinlemek istiyordum.

"Neden?"dedim direkt Güliz Hanımı hedef alarak. "Neden üç yıldır bir çaba göstermediniz Güliz Hanım? Neden üç yıl boyunca tek bir kez olsun bana ulaşmaya çalışmadınız? Ayak bağı olurum diye mi? Kurulu düzeniniz bozulur diye mi? Neden?"

"Tahmin ettiğin gibi değil Yasemin..."dedi yanıma gelip boştaki diğer sandalyeye oturarak.

Ellerimi şakaklarımdan çekip bedenimi ona doğru çevirdim. "Tahmin ettiğim gibi değilse, ne?"

"İnanmadım..."

Şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Ozan da benim gibi şaşırmış olacak ki, "Saçmalık..."dedi ve çaprazımdaki sandalyeye oturdu. O sırada Fikret Amca, "Ozan!"diyerek uyarısını yaptı. Melek Teyze sanki tayt bacaklarını sıkıyormuş gibi parmak uçlarıyla bacağına yapışmış taytı çekiştirdi.

"Neden? Size bunun yalan olduğunu düşündüren şey ne?"

"Baban..."

Kaşlarımı mümkünmüş gibi alnıma değecek kadar kaldırdım. "Babam?"dedim sorarcasına.

"Evet, baban. Taner bana senin mezarını bile gösterdi Yasemin. Küçücük bir mezar taşının başında haftalarca ağladım ben. Yıllarıca gidip başında bekledim. Melek olduğunu düşündüğüm her dakika Allah'a beni de senin yanına alması için yalvardım."

"Babam size benim olmayan mezarımı mı gösterdi?"dedim midemden gelen safrayı zorla yutarak.

"Ben son yedi aya kadar o boş mezarın başında ağlamaya devam ettim."

"O son yedi ay dediğiniz zaman, benim varlığıma yedi ay önce mi inanmaya başladınız?"

"Yedi ay önce babam bir kalp krizi geçirdi. Üç yıl önce kaza geçirdiğinde söylediklerini bu kez kanıtlarıyla gösterince ben de dayanamayıp Şarköy'e geldim. Yaşadığın evi, Dilber'i ve komşularınızı gördüm. O kadınla konuştum. Seninle konuşmak istediğimi anlattım. Bana dediği tek şey bunun ancak bir bedelle olabileceğiydi ve o bedel paraydı. Eğer bunu yapsaydım ne kendimi affederdim ne de sen beni affederdin. Hoş, ona rağmen yine de affetmeyeceğini düşünmek beni kahrediyor."

"Dilber sizden her şeyi öğrendi ve bunun karşılığında para mı istedi?"

"O zaten biliyormuş Yasemin, bilmediği tek şey kim olduğumuz ve adresimiz. Deden ölmeden önce ona her şeyi anlatmış. Yıllarca soruşturmuş ama bulamamış."

"Allah kahretsin... O kadın bir şeytan diyordum ama yaptıkları karşısında şeytan bile şapka çıkartır. Af konusuna gelirsek eğer, ben sırf o yedi ay boyunca o kadından ve ailesinden çektiklerim için affetmem sizi. Yaşadığım onca şeye bu kadar duyarsız kalmayı başarmışsınız ya bundan sonra affetmesem de koymaz size...

Hayatım boyunca bilerek ve isteyerek kimsenin kalbini kırmamış, ağır sözler etmemiştim. Bu konuşanın ben olduğuna kendim bile inanamıyordum. Benim parçalanmış ruhum bir özür ile eski haline dönebilir miydi? Hiçbir şey olmamış gibi karşımdaki kadının üzgün ve ağlamaya hazır gözlerine bakıp söylediklerimden pişman olabilir miydim?

"Senin evlenmek üzere olduğunu söyledi. Kafasında her ne kurduysa payına düşen mirası bile istedi."

"O pisliğin de bundan haberi olduğuna adım kadar eminim. Her şey planlıydı. Beni parayla sana satacak ama bunun karşılığında beni evlendirdiği yeğeni de mirastan nasibini alacaktı. Bu nasıl bir insan? Böyle insan mı olur?"

"Oluyor. Ben bu dünyadaki en kötü insan babam sanırken o kadının da babamdan aşağı kalır yanı olmadığını gördüm. Tüm bunlardan sonra Fikret Abiyle konuştum. Sonra da Melek Ablayla. Birlikte bir plan yaptık ve plana beni asla dahil etmeden o aileye bir ders verelim dediler. İlk başta kabul etmedim ama-" Konuşmasının arasında ağlamamak için zorlandığı sesiyle hafiften öksürdü. "Melek Abla, arkadaşın Hayriye ve Cemal'den çok can sıkıcı detaylar öğrenince kabul ettim. Ben ortaya çıksaydım eğer işler istediğimiz gibi olmayabilirdi."

"Buraya kadar tamam diyelim... Hatta hepsine tamam diyelim ama ben İstanbul'a geleli 1 ay oldu Güliz Hanım ve biz bu 1 ay içinde bir kez de olsa karşılaştık. O güne kadar neden tek kelime etmediniz. Neden karşıma çıkmadınız."

"Bunu kendin öğren istedim. Biliyorum, hataydı ama benim gibi uzun bir kabullenmeme sürecine gir istemedim. İnanmazsın diye korktum."

"Korktuğunuz başınıza geldi işte. Şimdi ben de o süreci yaşıyorum. Nasıl kabulleneceğim bu kadar şeyi? Babamın benden sakladıklarını, dedemin bana söylemekten kaçındıklarını, sizin babanızın vicdansızlığını ve sizin varlığınızı? Söyleyin bana, siz benim yerimde olsaydınız ne yapardınız?"

"Benim de zor günler geçirdiğimi hesaba kat kızım, ben de mutlu bir hayat yaşamadım. Bebeğim doğumda öldü ve deli gibi sevdiğim adam daha doğum yaptığım sabah beni terk etti. Hem de 'Artık bir arada olamayız Güliz, elveda...' yazan bir notla. Ben daha bebeğimin ölümünü hazmedememişken kocam beni o acımla baş başa bırakıp, terk etti. Hem de haftalar sonra gelip boş bir mezar gösterdikten sonra teselli edici tek bir kelime bile söylemeden."

"Nerede o mezar?"dedim sanki bilmek bir işime yarayacakmış gibi.

"Burada, Beykoz'da..."

İçinde olmadığım boş bir mezar vardı ve hayatta olan ama yaşadığını bile hissetmeyen Yasemin'e yapılmıştı. Ölmeden mezara koymuşlardı beni ve ardımda gözü yaşlı bir anne bırakmışlardı.

Elimi kalbimin üstüne koyduğumda Ozan hızla ayağa kalkarak yanıma geldi. "Yeter bu kadar. Hadi Yasemin, elini yüzünü yıkayalım da odana çıkarayım seni."dedi. Elimi istemiyorum anlamında salladım. Daha duyacaklarım bitmemişti.

"Ben anlamıyorum tüm bunları..."dedim hala başımda dikilen Ozan'ın kolunu tutarak. Bunu neden yaptığımı bilmesem de sanırım bir yerlerden güç almaya çalışıyordum.

"Babam, Taner'le evliliğimize onay vermedi. Biz de o onayı alabilmek adına her yolu denedik. En sonunda da hamile olduğumu öğrendik. Bu kez babam karşı çıkamayacaktı. Tanınmış ve ünlü bir İş adamı olarak bunu kendinden çok çevresi ve basın için kabul edecekti. Etti de... Fakat doğum yapana kadar ne evimize geldi ne de bizi görmek istedi. Tek umudum sen doğduğunda sırf senin hatırına bizi kabul etmesiydi. Ben onun böyle bir şey yapacağını asla tahmin etmemiştim. Babamı az çok tanıyordum, gücünün farkındaydım ama Taner bunu nasıl yaptı hala anlamış değilim. Hesap soramıyorum, yakasına yapışıp bağıramıyorum. Neden babamın oyununa alet oldun diyemiyorum."

"Benim babam asla hesabını veremeyeceğini bir şey yapmamıştır."

"Yapmazdı. Öyle yürekli, öyle mert bir adamdı ki ben de neden diye sordum hep kendime. Neden bu yalana ortak oldu... Her söylediğinde haklısın Yasemin... Ben öyle üzgünüm ki."

"Üzgün olmanız neye yarar? Benim yaşadıklarım silinir mi? Diken battığı yerden çıkar Güliz Hanım. Ve benden canımı yerinden söke söke çıktı."

İçimdeki yaralı kız çocuğu hüngür hüngür ağlıyordu ama ben dik duruşumdan tek bir ödün vermeden Güliz Hanımın gözlerinin içine bakıyordum.

"Tamam, kabul ediyorum inanması güçtü ama sende beni anla ne olur. Ben de zor yıllar geçirdim. Şimdi seni kollarımın arasına alıp doyasıya sarılamıyorum bile."

Buna nasıl ihtiyacım olduğunu nereden bilecekti ki? Boynumdaki kolyeyi çıkarıp gözlerinin önüne tuttum. Şaşkınlıkla elimden alıp, "Benim kolyem..."dedi. "Taner almıştı."

"Bu gizemi, eğer en başında bilseydim bir dakika bile beklemez sizi bulurdum. Öğrenir öğrenmez koşarak gelirdim. Sizin aksinize, beklemezdim. Koşulsuzca inanır ve annemi bulurdum."

Gözünden akan yaşları elinin tersiyle sildi. Ağlaması hıçkırığa dönünce içim sızladı. Dizlerine yatıp ben de onunla ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Hatalıyım, biliyorum. Affetmem dersen de razıyım ama şans veremez misin Yasemin? Bir kerecik anne diyemez misin?"

Salondan teker teker ayrılan Ozan, Fikret Amca ve Melek Teyze'ye hüzünlü bir bakış attım. Melek Teyze bana bakarak iç çekti.

"Ben ne diyeceğimi bilmiyorum Güliz Hanım..."dedim.

"Haklısın ve senden talep ettiklerim için utanıyorum ama kendime de engel olamıyorum."dedi.

"Bu güne kadar nasıl engel oldunuz?"dedim acımasızca ve daha kelimeler ağzımdan çıkar çıkmaz pişman oldum.

Ben ve hemen suya inen yelkenlerim iş başındaydı. Dramdan içim bayılmıştı ve bu konuşma derhal sonuca ulaşmalıydı. Bu kadar dram yoktu benim senaryomda. Ben kendi yazdığım kurguda oldukça neşeli ve içinde kök salmış deli merakı ile hayat dolu bir kızdım. Birden değişen dengeler benim de dengemi bozarsa bu hikaye mizahtan çok dram olurdu ve bunu asla istemezdim. Benim izlediğim filmler, okuduğum kitaplar hep mutlu sonla bitiyordu. Dramın köpeğiyiz diyerek elimde kağıt mendille televizyon karşısında kendinden geçip şuursuza ağlayan bir kız değildim ben.

"Biraz zaman lazım... Hazmetmem ve bir annem olduğuna yürekten inanmam lazım. Kin tutan ve bunu huy haline getiren bir kız olmadım hiç. Bundan sonra da olmam. Fakat her şey o kadar ani oldu ki en azından bir süre adapte olmam için zamana ihtiyacım var."

Gözleri parlayan ve ayağa kalkıp beni de kaldırdıktan sonra sıkı sıkı sarılan Güliz Hanıma bu kez karşı koymadım. Kollarım bir bez bebek gibi iki yanımda sallanmaya devam etse de onun bana sarılmasına karşı çıkmadım.

"Şu oğluna bir şey söyle Melek, valla boyuna posuna bakmadan alacağım ayağımın altına..."diyen sesle Güliz Hanımdan uzaklaşıp hole çevirdim başımı. Fikret Amca söylenerek önden gelirken Ozan ve Melek Teyze arkasındaydı.

"Oğlan benim doğru, sen zaten taşıyıcı babasın Fiko..." diyerek ikisinin de önlerine geçti. Melek Teyzenin söylediği sözle ağzımdan çıkmak üzere olan kahkahamı yutmak zorunda kaldım. Bunu yaparsam şizofren gibi görüneceğime emindim. Saatler evvel hayatındaki en büyük sırrı öğrenen bir kız olarak şimdi kahkaha atmak ruh sağlığım açısından kafa karıştırıcı olabilirdi.

Benim aksime Fikret Amca patlattı kahkahayı. "Taşıyıcı anne değil miydi o yahu? Babası da mı oluyormuş bu işin?"dedi.

"Şimdi sana nasıl taşıdığını söylerdim ama neyse..."

"Çekinme meleğim, söyle..."

"Ben çekinmem de sen benim söylediklerimden çekinebilirsin Fiko!" dedi bağırarak Melek teyze.

Kendimi bir sit-com da hissetmeme neden olan diyaloglar muhtemelen nabız yoklamak için yapılıyordu ve iyi de oluyordu çünkü Ozan'ın geçen konuşmalar sırasında yüzünden geçen dehşet ifadeleri izlenmeye değerdi.

"Hadi bakalım..."diyerek el çırpan Fikret Amca portmantodan kabanını aldı. "Evli evine köylü köyüne..."

Evim yoktu, gidemezdim. Bir köyüm vardı ama adını anmak dahi istemediğim sıfatsızlarla doluydu. Bu durumda ben evli evine, köylü köyüne deyiminin devamı olan, evi olmayan sıçan deliği kısmına mı dahil oluyordum? İçime ektiğim kararsızlık tohumlarının cevabını Melek Teyze verdi.

"Yasemin, bol bol dinlen. Elini de bir işe sürmeye kalkma. Ben yarın Seval'i yollayıp evi temizleteceğim. Senin odanı bir güzel havalandırdım. Nevresimini değiştirdim. Dolapta yemek de var. Birkaç gün idare eder sizi."

Bu kez Ozan'a döndü. "Sen de söylediklerimi unutma emi oğluşum, biliyorsun yoksa-"

"Tamam anne, o terlik fantezini yinelemene gerek yok. Burası bende, siz merak etmeyin."

"Yasemin, kızım sana hiç sormadık ama istersen bizimle gelip bizde kalabilirsin. Burada kalmaya devam etmene gerek yok."diyen Fikret Amca tüm dengeleri değiştirdi. Haklıydı. Bu evde hangi vasıfla bulunmaya devam edecektim ki?

Yersiz yurtsuz Yasemin kim nereye çekerse oraya giderdi ne de olsa. Allah'ın belası uyuz iç sesim de ortalarda yoktu ki yardım etsin. Mantıklı yanımı dinlemeye karar verdim. Ev ve iş bulana kadar Melek Teyze ve Fikret Amca ile kalacak ve herkesin hayatında sadece bir tanıdık olarak yaşamaya devam edecektim. Bir kişi hariç...

Ben bu saatten sonra Ozan'la sadece bir tanıdık olarak kalamazdım. Artık çok geçti ve ben kalbime mağlup olmuştum.

Geldiğim günden beri yaşadığım her şey bir film şeridi gibi geçti gözlerimden. İlk geldiğim gece, onun sabahında Ozan'la konuştuklarımız. Güvercinler, hudut karakolu, Eşref Amca, Zeynep ve hatta Korkunç bile...

Hikayem burada bitiyor muydu? Ben sararmış ve dalından kopmuş bir yaprak gibi savrulacak mıydım şimdi? En kısa sürede kendime bir hayat kurmalı ve bu kim nereye çekerse oraya giderim çirkinliğinden kurtulmalıydım. Bir de Ozan'dan ayrı kalma kısmı vardı ki onu henüz düşünmek bile istemiyordum. Hele ağzımın suyunu akıtan o yarı çıplak bedeni gördükten sonra. Kafam yine gitmişti ve bunu belli etmeden odama girip eşyalarımı toplamalıydım. Zaten neyim vardı ki? Küçük bir sırt çantasıyla gelmiştim, küçük bir valizle dönerdim.

"Yasemin hiçbir yere gitmiyor anne!"

Duyduğum yüksek sesle olduğum yerde sıçradım. Güliz Hanım elini koluma koyarak, "Benimle gelmeni isterdim ama biliyorum ki kabul etmeyeceksin, o yüzden Melek Ablalara gitmen daha iyi sanki..."dedi. Bir günde annem olmuştu ve benim adıma rahat rahat karar verebiliyordu. Bana fikrimi soran yoktu.

"Ozan, oğlum en başında ne konuştuk annem?" dedi Melek Teyze.

"İstersen o konuyu hiç açma anne! En başında konuştuklarımız dikkat et de seni yakmasın."

"Ozan, annenle bağırarak konuşma!"diyen Fikret Amca bana döndü.

"Yasemin, hadi kızım..."

"Baba, annem yanarken tek başına olmaz. O ateşin içinde sen de olursun, unutma!"

"Yavrum evladım, bak şimdi dalacağım sana ama yeter. Kim yanıyor, neden yanıyor bir anlat da bilelim..." diyen Fikret Amca kabanını yeniden yerine astı.

"Anlatırım. Benim çekineceğim bir şey yok. 'Yasemin için en güvenli yer senin yanın. Güliz kendini hazır hissedene kadar senle kalsın. Zaten çok sürmez, terapilerin sonuna geldi. Yakında konuşuruz Yasemin'le' diyen sizdiniz... Güliz Abla-" Güliz Hanıma nefretle bakıp devam etti. "Maşallah kendini bir türlü hazır hissedemedi. Yasemin o sandığı açmasaydı hazır olacağı da yoktu. Şimdi beni konuşturmayın bence..."

"Oğlum..."dedi Fikret Amca elini Ozan'ın omzuna koyarak, "Sen artık karışma, bırak Yasemin karar versin ne istediğine."

İki elime birbirine vurarak avuçlarım patlayana kadar alkışladım. Delirdiğimi düşünmüş olacaklar ki hep bir ağızdan, "Yasemin..." dediler dehşet içinde.

"Benim fikrimi söylemem de gün sonuna kısmetmiş. Her neyse, ben odama çıkıyorum. Bir iş ve ev bulana kadar birkaç gün Ozan'ın yanında kalacağım. Sonra da istediğiniz zaman, istediğiniz yerde buluşur, görüşürüz."

Sonunda misler gibi delirmiştim işte. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi ve bundan sonra neler olacağına dair rahat rahat düşünebileceğim tek yer bu evdi. Ozan'ın varlığı kafamı karıştırsa da Melek Teyzenin sürekli üstüme düşeceğini, Fikret Amcanın bir baba gibi sarıp sarmalayarak kabuk tutan yaralarımı kanatacağını biliyordum. Bunlar bana mantıklı karar vermemde destek değil köstek olurdu.

Odama çıktığımda kendimi zıplayarak yatağa attım. Kimseyle vedalaşmadan paldır küldür odaya çıkmam çok medenice olmamıştı ama kusura bakmasınlardı artık, ben travma yaşamıştım. Şimdi odamda güvercin homurtuları eşliğinde bir miktar bunalıma girmem lazımdı. Yasemin bebeği kollarımın arasına alıp cenin pozisyonuna geçtim.

"Allah aşkına sen söyle kara kafa, benim şimdi depresyona girmiş olmam gerekmiyor muydu?"

Sanki gerçekten cevap verecekmiş gibi dikkatle bebeğe baktım.

"Hakikaten ya, ben neden depresyona girmiyorum."diyerek kendi sorumu yeni bir soruyla iyice zorlaştırdım.

Hayır, depresyonu geçtim ağlamam bile yok. Acaba ben duygusuz muyum diye kendimi bir yoklayayım dedim. Yataktan hızla doğruldum. Şöyle bir kendimi dinledim. Elim ayağım tutuyordu, aklım yerindeydi, gözüm görüyor, kulağım duyuyordu ve ben her sağlıklı insan gibi acıkıyordum. Depresyona giren insan yemeden içmeden kesilip yataktan çıkmazdı. Ama benim mutfağa inip karnımı doyurma hayalim öyle ağır basıyordu ki depresyonun ancak dep kısmına dahil olabiliyordum. Ayağa kalkıp kapıya yaklaştım. Kulağımı kapıya dayayıp ses var mı diye kontrol ettim. Bir süre bekledikten sonra kapı hızla açılınca kulağıma çarptı ve ben inleyerek geriye doğru sendeledim.

"Kulağım, ay kulağım kırıldı." diye bağırmaya başlayınca Ozan, "Kulak kırılabilen bir organ değildir Yasemin. Hani kıkırdak filan, bilirsin işte." dedi.

"Geri zekalı! "dedim alev almış kulağımı tutarak. "Odaya böyle dalarsan kırılır işte. Bak benim ki de kırıldı." Elimi kulağımdan çekerek güzünün önüne geldim daha iyi görmesi için.

"Dur bakayım..."dedi. Fakat bu işte bir terslik vardı. Ozan kulağıma değil boynuma bakıyordu. İyice dibime sokulup incelemeye başladı. Yaklaştı. Yaklaştı. Daha fazla yaklaşmasına dayanacak güç yoktu bende. Geri kaçayım dedim. Kaçamadım. Ilık nefesi şah damarıma değdikçe içimin titremesi artmaya başladı. Bir sevgilisi olduğunu ve bu gece onunla buluşacağını bilmesem, öpecek derdim ama diyemiyordum.

Uzaklaşıp yatağa oturdum. Öpeceği varsa da geri kaçmıştır diye düşünürken yanıma oturdu. Kızarmış kulağıma dokunarak, "Kapıyı tıklatmam gerekiyordu. Af edersin..."dedi.

"Yani..."dedim uzatarak.

"Bir dahakine tıklatayım o zaman ben kapıyı."dedi aramızdaki mesafeyi sıfıra indirerek.

"Hı hı..."dedim bayılmak üzere olduğumu gizlemeye çalışarak. "İyi olur."

"Öyle aniden girmem doğru olmuyor, değil mi?"dedi kısık sesle.

"Ozan..."dedim artık bu kadar yakın olmamıza bir isim verebilmek için.

"Yasemin..."dedi. Demeseydi iyiydi. Adımı ilk kez bu kadar içi titreyerek zikrediyordu ve ben patates püresi kıvamındaydım.

"Neden öyle bakıyorsun?"diye sordum.

"Nasıl bakıyor muşum?

"Şey..."

"Ney?"

Ofladım, uzun uzun ofladım. İçimin yangınını söndürmek için civar illerden itfaiye araçları gelse de yetmeyecekti.

"Böyle bakmasan..."dedim azıcık kenara kayarak.

"Niye?"

"İnanırım Ozan..."dedim ve ayağa kalktım.

"Neye inanırsın Yasemin?"dedi aynı benim gibi ayağa kalkarak.

"Sanki... Sanki şey gibi..."

Aramızdaki mesafeyi kapatarak elini boynuma koydu. Beni kendine çekerek dudaklarımızı aynı hizaya getirdi. Ben parmak uçlarımda titreyerek dururken, "Öpeceğime mi?"dedi.

'Allah'ım şuracıkta al canımı da en azından mutlu öleyim' diye ellerimi semaya kaldırmamam için bir engel kalmamıştı.

"İnanırım, inanırsam da yıkılırım..."dedim.

"Belki yıkılmazsın Yasemin..."dedi mesafeyi sıfırlayarak.

"Belki de gerçekten öperim..."

'Öpeceksen öp ulan zalimin oğlu!' diye çığlık atmak istedim. Dudakları artık dudaklarıma değiyordu ve Ozan tek bir hamle daha yapmıyordu. Geri çekilmeye niyetlenip parmak uçlarımdan indim. Boy farkı nedeniyle ona alttan bakarak, "Oyun oynama benimle, benim hassas kalbim bunu kaldıramaz."dedim.

"Oyun mu?"dedi beni omuzlarımdan tutarak. "Sen hayatımda böyle bir oyun oynayacağım biri değilsin."

Dudakları dudaklarıma değdi ve ben neler olacak, ne hissedeceğim diye düşünürken bilincimi kaybedip Ozan'ın kollarına yığılacağımı hiç tahmin etmemiştim. Bir öpücük girişimi nedeniyle bayılmak da ancak benim gibi bir saftiriğe yakışırdı.

Ne kadar baygın kaldım bilmiyorum. Ozan beni yatağa yatırmış kendi kendine söyleniyordu. Gözlerimi açmadan dinlemeye başladım.

"İyi bok yedin oğlum..."diyordu. Odada birimi var diye merak ettim ama ses gelmeyince gözüm kapalı yatmaya devam ettim. Uzun sessizliği canıma tak edince yalandan başımı tutarak, "Bana ne oldu?"deyip doğruldum. 'Bravo Yaso, hatırlamıyormuş gibi yapmaya devam et.' Bir süredir ortalarda olmayan beyinsiz iç sesim en olmadık zamanda ortaya çıkmıştı işte.

"Dur, acele etme. Yavaş kalk."diyerek kollarımdan tutup doğrulmama yardım etti.

"Niye yatıyordum ben?"dedim bakalım ne diyecek diye.

"Günlerin stresi..."dedi. Tamamen doğrulup oturunca, "Bünyene ağır geldi herhalde."

"Sanki nefesim kesilmiş gibi oldu bir an ama neden oldu bir fikrim yok. Dediğin gibi günlerin stresi olabilir."

"Olabilir..."dedi beni onaylayarak. Beni öpmeye meylettiğini hatırlamadığımı düşünüyordu ve sanki bu işine geliyordu. Ben de bozmadım. Bunu bir pişmanlık olarak görmesini istemiyordum. İkimiz için de en hayırlısı dudaklarımız birbirine değmemiş gibi yapmaktı. İşte ben onu nasıl yapacaktım bilmiyordum ama en azından denerdim.

"Ben, "dedi. Boğazını temizleyerek, "Ben özür dilerim Yasemin... Nasıl oldu inan bilmiyorum, öyle yakınlaşınca-"

"Tamam, devam etme. Özür filan da dileme. Madem bir hata olduğunu düşünüyorsun, bir daha yapmazsın..."

Bir çat sesi duymayalı uzun zaman olmuştu. Kırılan kalbim bu kez ortadan ikiye ayrılmıştı.

"Hayır," Bakışları bakış değildi. Deli gibi mi bakıyordu, manyak gibi mi bilemedim. "Hata falan değil. Ben istemediğim bir şeyi yapmam. Sadece bir anlıktı."

"Biliyorum, bir anlıktı. Benim içinde aynı şey geçerli. Duygusal açlık filan herhalde? Senin zaten tutkulun var, benimle niye yakınlaşacaksın ki durduk yere?"

Odamdan çıkma zamanının geldiğini ifade etmek için ayağa kalktım. "Müsaadenle ben biraz yalnız kalmak istiyorum."

Ayağa kalktı. Yanıma geldi. "Bu duygusal açlık filan değil... Şimdi sebebini anlatamam ama değil..."diyerek odadan fırtına gibi çıktı.

Elime geçen ve bu konuyla alakası bile olmayan Yasemin bebeği kapıya fırlattım. Koş git, tutkulu seni teselli etsin taştan kalp. Kapının sertçe çarpılma sesiyle kendi odamın kapısını açtım. Gitmişti.

Banyoya girip üstümde ne varsa çıkarıp sağa sola fırlattım. Sıcağa ayarladığım suyun altına girdiğimde keşke dudaklarıma su geçirmeyen bir şey geçirseydim diye düşününce kendimi tokatlamak istedim. Adam seni 'sadece anlıktı' diyerek öpsün, sen git dudaklarını müzeye koy aptal Yasemin. O kopasıca dudaklarını şimdi gidip tutukuluya değdirirdi ve biz hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam ederdik. Aklımdaki iç acıtıcı fikri derhal kovalamak için başımı sıcak suyun altına tuttum. Avucuma döktüğüm şampuanı kafamı yolarcasına saçlarıma sürdüm. Kısa bir hayat sorgulaması yapıp vücudumu da yıkadıktan sonra havluya sarınarak banyodan çıktım.

Salonda çılgınlar gibi volta atarken neler yaşadım ve beni neler bekliyor diye düşünmek yerine Ozan'ın yıkıp geçtiği duvarlarımın tarumar oluşunu düşünüyordum. Şimdi ben ne yapacaktım? Koşturarak odama çıktım ve Ozan'ın kullanmam için verdiği tableti aldım. Salonda bağdaş kurarak ekranı açtım. Kiralık ev ilanlarının olduğu bir internet sitesine girerek bana uygun daireleri listeledim. Daireler bana uygundu da ben dairelere uygun muydum tartışılırdı. Kiraların amansız bir yükselişte olduğu ve zamanında 'taşı toprağı altın' denen koca İstanbul'da zorlanmadan ve elimdeki parayı idareli kullanacağım bir ev bulmam imkansıza yakındı. Ben kara gamlar içinde kucağımda tablet aklımda Ozan ve dudakları, çalan zil ile bir an da hayaller aleminden sıyrıldım.

Kapıyı açtığımda Zeynep kollarını boynuma dolayıp beni kendine çekti. "Canım, iyi misin?"

Tedirgin bakışları altında kendimi kötü hissetmeye başlayınca açık olan kapıyı kapatıp, "Elbette." dedim. "Çok iyiyim ve bundan sonra daha da iyi olacağım."

Salona geçerek koltuğa oturdu. Bir ayağını altına alarak diğerini yere sarkıttı. "Yasemin, yaşadıkların gerçekten çok zor ama merak etme üstesinden geleceksin. Ben yanındayım. Hem Ozan da var, hep beraber unutacağız geçmişi."

"Beynimi ameliyatla aldırırsam, neden olmasın..."

"O kadar kötü değil ya..."diyerek isyan etti. "Anneni buldun Yasemin, bunu bir armağan gibi düşün-"

"Yok ya ben onu kastetmiyorum."

"Ne?"dedi kaşlarını kaldırarak. "Sen annenle karşılaştığın için ya da öğrendiğin için yaşanmadı mı bunlar?"

"O mevzu başka, evet benim için beklenmedik bir durumdu ve sarsıldığım doğru ama zamanla geçeceğini düşünüyorum."

"E o zaman bu tuhaf halinin sebebi ne?"

"Nasıl bir tuhaflık?"dedim ağzından çıkacak kelimeleri deli gibi merak ettiğimi belli etmeden.

"Ne bileyim, tuhaf işte. Ne oldu? Canını sıkan ne?"

"Ozan..." dedim söyleyip söylememekte kararsız kalarak.

"Ozan mı bir şey dedi? Söyle gidip arabasının lastiklerini indireyim şerefsizin."

"Demedi, yaptı."

Ayağa kalkarak benim oturduğum koltuğa, dibime oturdu. Şefkatle saçlarımı okşarken, "Canım benim, zeytin gözüm, Allah'ını seversen konuş yoksa bu kara tutamlarını tek tek yolup camdan atacağım bak..."

Uçlarını tutup çekiştirdiği saçlarımı elinden kurtardım. Gereksizce uzattığım boğaz temizlemeden sonra, "Deli deli bakıp aklımı karıştırdı. Sonra iyice dibime girip dudaklarını öpecekmiş gibi iyice dudaklarıma yaklaştırdı."

"Dur, dur, dur tane anlat. Kafam karıştı. Öpüştünüz yani?"

"Öpüşme gibi değil de dudak tokuşturma gibiydi daha çok. "

"Dudak tokuşturma?"dedi ve ellerini kasıklarına koyarak iki büklüm oldu. Eğilip doğrularak dakikalarca güldükten sonra, "Sonra?"dedi.

"Sonra, ben bayıldım."

"Dudak tokuşturma olduktan sonra mı olurken mi?"

"Zeynep, teşhis koymaya çalışan doktor gibi soru sorup durma. Tokuşturmadan sonra küt diye bayıldım işte."

"Daha önce de böyle oluyor muydu yoksa Ozan'la öpüşünce mi oldu?"

"Ben daha önce kimseyle o kadar yakın olmadım ki..."dedim ama aklıma gelen iğrenç görüntüler bir an da beni çok gerilere götürdü. Bana sinsice yaklaşıp kaçacak yerim kalmayınca gözlerini dudaklarıma dikip kendi dudaklarını yalayarak ıslatması ve Allah'a şükür ki o bana temas edemeden benim onu ittirip bağırmamla sonuçlanan kurtuluşlarım. İlk öpücüğüm o piç kurusunun elinde heba olsaydı eğer kesip atardım bu dudaklarımı.

"Ay..."dedi gözlerini tavana dikerek. "First kiss oldu yani?"

"Bunu unutalım Zeynep. Zaten şahıs şu an yapay memeli manitasının yanına gitti. Kaç gündür görüşemediler ya, özleşmiştirler tabi."

Kulaklarıma dolan Yıldız Tilbe'nin sesi bende paslı hançer etkisi yaratmıştı. Hançer bir giriyor bir çıkıyordu ve ben kan damlayan kulacıklarımı kapatıp, 'iki kadın, bir adam, aşk çekilir aradan' sözlerini duymamak için beni döner bıçağıyla doğrasınlar razıyım ama ikisini öpüşürken hayal etmeyeyim diye dua etmeye başladım.

"Sen çok takılma bu Tutku'ya bence..."

"Takılan ben değilim Zeynep, hem ben ne diye takılayım ki? Ozan takılıyor işte. Arayıp da bulamadığı ne varsa o tornadan çıkmış kadında bulmuş işte."

"Hadi gel, bize inelim. Havan değişir biraz. Eşref Paşa şahane mezeler hazırladı, rakı gecesi var bu gece."

"Olur ama ben kalmam. Susamı alıp çıkarım."

"Saçmalama Yasemin, neden kalmayacaksın ki?"

"Haşmetlimiz buna da bir kulp takar."

"O senden icazet alarak mı çıkıyor evden? Sen de bundan sonra istediğini yapacaksın."

"Zaten ev bakıyorum, istese de karışamayacak bundan sonra."

"Tabi..."dedi ama sanki başka bir şeyler daha söyleyecekmiş gibiydi.

Telefonumu arka cebime atıp portmantodan ayakkabıları alıp Zeynep'le beraber alt kata indim. Bizi kapıda karşılayan Eşref Amca ayağının altında dolanan Susama rağmen hızla bana doğru hamle yaparak sarıldı. Benim varlığıma bir türlü inanamayan Güliz Hanım ve beni sanki kendi öz torunuymuşum gibi bağrına basan Eşref Amcayı karşılaştırırken ister istemez burnumu direği sızladı.

"Masa hazır, siz geçin ben buz kovasını alıp geliyorum..."deyince peşinden mutfağa gittim. Zeynep servisleri yerleştirirken ben Eşref Amcaya yeniden sarılma isteği ile doluydum.

"Bir şey mi oldu zeytin gözüm?"dedi.

Boynuna sarılıp tombul ama hafiften sarkmış pembe yanaklarını öptüm. "Siz ne kadar güzel insanlarsınız Eşref Amca?"dedim başımı omzuna yaslarken.

"Yakışıklı deseydin göğsüm kabarırdı ama güzellik deyince aklıma gelen tek kişi-" Eliyle mutfak masasının üstündeki siyah beyaz bir resmi gösterdi. Siyah saçları omuzlarının altında biten, gülen gözleriyle etrafına ışıklar saçan bir kadın. "Sabiha, can yoldaşım, sırdaşım, hayat arkadaşım. Beni bir başıma koyup gitti diye arada karşısına geçip hesap sormuyor değilim ama yine de güzelime kızamıyorum. Kavuşacağız elbet."

Bir an da ikizime birden sarılan ve bizden oldukça uzun olduğu için kanatlarının altına kolayca alan bedene baktık. "Ben kıskanç bir kızım ve benim olmadığım bir sevgi yumağını bozarım. Ya beni de aranıza alın ya da ayrılın uleyn..."dedi oyuncu bir biçimde. "Yarimi sana kaptırmam zeytin göz, aramıza girme..."dedi ve yanağımdan makas aldı.

"Hadi bakalım bal kızlar, bu kadar lakırdı yeter. Masaya geçelim de azıcık keyif yapalım."

Eşref Amcanın, 'Rakı mutluyken içilmez. Tam tersi efkarın dibine vurduğun zaman içilir. Hem öyle bir dikişte de değil. Acısını damağında gezdire gezdire içilir. Her yudumda ah ederken bir yandan da oh çekersin. Adabını bilip, kararında bırakırsan efkarın da o masada kalır. Seninle beraber ömrünü çürütmez.'diyerek kadehi masaya vurduğu geldi aklıma.

O gece dediği gibi yaptım. Adabınla içmeyi öğrendiğim rakının benden her şeyi alıp götürmesine izin verdim. Acı tadı damağımda gezdirirken hafiften dönen başım ve Eşref Amcanın klarnet ile çaldığı parçalara eşlik ederken aklımda sadece tek bir şey vardı.

Acaba o öpücüğümsü şeyi dudaklarıma bırakan pislik eve dönmüş müydü?

Continue Reading

You'll Also Like

461K 24.6K 36
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; Sen hem bir h...
1.4M 62.4K 34
Kalp bu sefer derin bir enkazın altında fakat aşk imkansız değil. Hele 'aşk' diye haykıran kalp her şeyi göze almışken! Derin Uysal, geçmişinin prang...
750 67 3
Küçük yaştan beri intikam için büyütülmüş Rojîn. Ailesinin katledenlerin ellerine düşen berfin. İkiz olmalarına rağmen İki farklı hayat yaşayan ve...
Mavi gözlüm By gece mavisi

Mystery / Thriller

4.2K 269 5
~Gök gibi gözlere sahip İran güzeli... ~Darya Şehrazat SİPAYİ ~Kürt bir İstanbul beyefendisinin aşkı... ...