YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda

2.2K 293 229
By turlik

Sabırsız Turlik'ten sabırsız kuzusuna gelsin bu bölüm. *O kendini biliyor diye geyiğimi de yapayım:)*

Keyifli okumalar...

"Uyu hadi..."dediğinde saat gece yarısını geçmişti ve dışarıda patlayan havai fişeklere aldırmadan biz konuşmaya devam etmiştik. Yeni yıl gelmiş, takvimler yenilenmiş kimin umurunda? Ben, öğrendiklerimi hazmedebilmek için bir kasa dolusu soda içsem fayda eder mi?

Göğsümün üstünde koca bir kaya parçası vardı sanki. Yıllarca ağırlığına alıştığım ve yadırgamadığım o taş bu sabah beni yerime mıhlamış gibiydi ve ben gözümü bile kırpmadığım ilk sabah ışıklarına kadar bu ağırlığın altında ezildim.

Sabaha karşı pencereden sızan cılız aydınlığı izlerken Ozan'ın kanepede başını arkaya yaslayarak uyuduğunu görüp gözlerimi asla uyanmak istemediğim bir uykuya kapattım.

Kim bilir ne kadar zaman geçmişti ki Ozan adımı seslendi.

"Yasemin..."

Sen git yetmiş iki saat porsuk gibi uyu ama yıllardır uykusuz yaşamış bir derbeder gibi uykudan ayılama. Derinden gelen sese doğru başımı çevirdim ve zorda olsa gözlerimi açmayı başardım.

"Benim çok acil çıkmam lazım Yasemin. Bir saate gelmiş olurum."dedi.

"Nereye?"dedim, Tutku'ya gidip gitmediğini sormamak için kendimle savaşarak.

"Yiğit abi bir yakınını kaybetmiş. Onları Beykoz'a bırakıp geleceğim."dedi.

Yattığım yerden hızla doğruldum. "Ya, üzüldüm. Beni merak etme, git sen..."dedim.

Hızla kanepenin üstündeki montunu alarak dışarı çıktı. Çıkmadan önce de her hangi bir şey olursa muhakkak aramamı tembih etti.

Odada tek başıma kaldığımda gözlerim akşam komodinin üstünde duran telefonumu aradı. Uzanarak aldım. Bir an evvel kendime yeni bir telefon almam lazımdı. Melek teyzenin kullanmam için verdiği bu telefonda benim varlığımı üç yıldır bilmesine rağmen umursamayan Güliz Hanım tarafından gönderilmiş olabilirdi ve ben sadakaya ihtiyaç duymuyordum. Gururumu bir akıllı telefona satacak değildim.

"Günaydın..."deyip odaya giren ve elinde kahvaltı tepsisi tutan görevliye, "Günaydın."diyerek gülümsedim. İçim yangın yeri olsa da bunu insanlara belli etmeyecektim. Tekerlekli masayı önüme çekerek tepsiyi bıraktı. "Afiyet olsun..."diyerek odadan çıktığında ilk gözüme çarpan çay bardağının yanındaki kağıda sarılı beş küp şeker oldu. Yüzüme bakıp kaç şekerli içtiğimi bilecek halleri yoktu ya...

Ah, Ozan. Bana aşık olmamak için hiçbir neden bırakmıyorsun ve ikimizi de yakıyorsun...

Tepsiyi iyice önüme çekerek tabaktaki zeytinlerden birini ağzıma attım. Tam ekmeğe uzanacaktım ki kapım yeniden tıklatıldı. Ben cevap vermeden kapı açıldı ve Cemo içeri girdi. Yanında daha önce görmediğim bir kadın ona işaret diliyle bir şeyler anlattıktan sonra yanından ayrıldı. Önümdeki tekerlekli masayı geriye iterek yataktan kalktım. Çıplak ayaklarıma aldırmadan odanın ortasında ayakta dikilen ama yanıma gelmek için bir hamlede bulunmayan Cemo'ya koşup sarıldım. Ellerini sırtıma koyarak karşılık verdi. Güven veren varlığına minnet ederek gözlerine baktım. Yorgun ve sıkıntılıydı. Elimle kanepeyi işaret ederek oturmasını istedim. İkiletmedi. Yan yana oturduğumuzda cebinden telefonunu çıkararak mesaj ekranını açtı. Bunu daha önce de uzun konuşmalar yapacağı sırada yapmıştı ama bu kez sanırım çok daha fazla olacaktı. Parmakları ekranda hızla hareket ederken başımı telefona eğdim. Bittiğinde ekranı gözümün önüne tuttu.

-Yasemin, her şey için çok üzgünüm. Biz sadece sen iyi ol diye kabul ettik. Senin üzüleceğin bir şey yapmayacağımızı bil ve ne olur affet...

Okuduklarımla bir an da donup kalsam da çabuk toparlandım. Tane tane ve Cemo'nun okuyabileceği şekilde, "Sen neden benden özür diliyorsun ki Cemo? Hem neyi benim iyiliğim için kabul ettiniz?" dedim.

Derin bir nefesi ciğerlerine çekerek yeniden telefona bir şeyler yazmaya başladı.

-Yaz başında Fikret amca beni eve telefon hattı çekmek için çağırdı. Köyde bir araştırma yapıp benim sen ve Hayriye ile yakın arkadaş olduğumu öğrenmiş. Benden seninle ilgili bildiklerimi anlatmamı ve bir şekilde Hayriye'yi kimseye duyurmadan onların evine getirmemi istedi.

Gerilen sırt kaslarımı rahatlatmak için olduğum yerde bedenimi esnettim. Ellerimi birbirine geçirerek parmaklarımı kütlettim. Kuruyan dilimi damağımı ıslatmak için bir bardak suya ihtiyacım vardı. Kalkıp komodinin üstünden su şişesini alarak bardağa doldurma zahmetine katlanmadan kafama diktim. Şu üç dört gündür yaşadıklarımı biri kendi başına gelmiş gibi anlatsa, 'Vay canına, ne hayatlar varmış be' derdim ama başrol ben olunca yapacak bir yorum dahi bulamadım.

Ben Cemo'nun yazdıklarına bakıp, kafamda yanıp sönen milyon tane soru işaretiyle boğuşurken telefonuma bir bildirim geldi. Uzanıp olduğu yerden aldım. Bir mesaj. Hayriye'den...

'Dinsizin hakkından imansız gelir. Kendine değil, sana edenlere et ne edeceksen, o yüzden ne yapıyoruz kara gözlüm; koy götüne rahvan, gitsin...'

Mesaj ekranından sırıtarak çıktım. Bu Hayriş'in özür dileme, teselli etme ve bağrına basma taktiğiydi ve söyleyemediklerini kısaca bol küfürlü bu atasözü ile özetlemişti.

Arama tuşuna basarak telefonun açılmasını bekledim. İlk çalışta açıldı.

"Affet beni bu halimle, affet beni bir kez dinle. Hapset beni kaderime, affet affet..."

Söylediği şarkıya gülmeden edemedim.

"Ne oldu ki Hayriş?"dedim hiçbir şey bilmiyormuşum gibi.

Bu konu benim için düşünmeye, konuşmaya ve tartışmaya açık değildi. Konuşursam altında kaldığımda nefessiz kalacağım dağlar meydana gelirdi. Fakat ben o dağların altında bir başıma kalmazdım. Giderken yanımda da birkaç kişi götürürdüm.

"Olanlardan haberim var ve kısmen de olsa sebebiyet verdiğim için özür dilerim Yasemin."dedi.

"Senin hangi olanlardan haberin var bilmiyorum ama her şey gayet normal Hayriş. Neyden bahsettiğini inan bilmiyorum."

"Yasemin, öğrendiğin gerçekleri diyorum karagözlüm."

"Yakın zamanda her hangi bir gerçek öğrenmedim ki ben..."dedim, bildiğim ve öğrendiğim her şeyi yok sayarak.

"Yasemin, iyi misin kuzum sen? Hastanede olduğunu biliyorum."dedi sıkıntılı bir nefes eşliğinde.

"Doğru, hastanedeyim ama sadece ufak bir soğuk algınlığı nedeniyle. Sıvı kaybı olduğu için biraz serum yedim, hepsi bu."

"Yine aynı şeyi yapıyorsun!"dedi sesini yükselterek. "Yine yok sayıyorsun ve içine atıyorsun. Bağır kızım ya! İçine atacağına bağır çağır, ağla işte. Yazık etme kendine."

"Hayriye..."dedim, sesimi normal tonda tutmaya çalışarak. "Bağırıp çağıracağım bir durum yok. İçime atacağım ve ya kendime yazık etiğim bir durum da. Senin kafanı kim karıştırdıysa git onunla konuş çünkü ben senin kafa karışıklığına bir çözüm bulamayacağım."

"Yarın sabah erkenden İstanbul'a geliyorum ve konuşuyoruz. Cemo'ya da haber vereceğim ki yanımızda olsun."

"İnan ki gerek yok Hayriye. Hem zaten Cemo şu an yanımda ve eğer kötü bir durum olsaydı ben bu kadar rahat konuşabilir miydim sanıyorsun?"

"Seni, senden daha iyi tanıyorum ve şu an hiçbir şey yokmuş gibi davranman nedeniyle korkuyorum. Yarın sabah görüşürüz." deyip telefonu yüzüme kapattı.

Elimdeki telefonu yatağın üstüne bırakarak konuştuklarımdan hiçbir şey anlamayan Cemo'nun yanına oturdum. Elimi dizine koyup, "Canım Cemo'm, dert edeceğin bir şey yok ve gördüğün gibi gayet iyiyim. Sana anlatılanlar ne bilmiyorum ama o dediklerin doğru değil. Ben Melek teyze ve Fikret amcanın sana şaka yaptığını düşünüyorum. Yoksa neden böyle bir şey söylesinler ki?"

Ağır ağır ve tane tane söylediklerimi okuduktan sonra başını önüne eğdi. Yeniden telefonuna sarılarak mesaj ekranını açtı.

-Bunu kendine reva görme Yasemin. Geriye atar ve düşünmekten korkarsan daha çok acı çekersin.

"Siz de taktınız mı takıyorsunuz ama ha!"dedim yarı sitem yarı eğlenen bir tonla. "Ben iyiyim ve iyi olmaya devam edeceğim. Siz de bu saçma ve gereksiz kuruntuları nereden bulduysanız geri iade edin. Üstünüze fazladan ağırlık yapmasın."

-Dediğin gibi olsun fakat her ne olursa olsun yanında olduğumuzu unutma, olur mu?

Olumlu anlamda başımı salladım. Elindeki telefonu ceketinin cebine koyunca kollarıyla beni sarmasına müsaade ederek başımı omzuna koydum. Usulca saçımı okşadıktan sonra geriye çekildi.

"Gidiyor musun?"

Üzgün gözleri, bana bakarken titreyen kirpikleri ve sürekli bir şeyler söylemeye çalışan dudaklarıyla başını olumlu anlamda salladı. Ayağa kalkınca tekrar kollarını bedenime sardı. Ayakta durmaya devam ederken odanın kapısı çalındı. Bir an da kendimi Cemo'nun arkasına atıp saklanma ihtiyacı duysam da kendime mani oldum.

"Gelin..."

Odaya giren genç bir hemşire gülümseyerek yanıma yaklaştı.

"Günaydın Yasemin Hanım..."

"Günaydın."

"Uygun olduğunuzda Altan Hoca sizinle görüşmek istiyor."

Daha önce duymadığım isimle kaşlarımı çatarken, "Altan Hoca?"diye sordum.

"Hastanemizin psikiyatristi, alanında uzman bir hoca..."

"Anlıyorum."dedim, neyi anladığımı bile bilmeden.

"Eğer isterseniz hazırlanın ben de size hocanın yanına giderken eşlik edeyim."

Hemşirenin dudaklarını okuyan Cemo elini omzuma koyarak bakışlarıyla işaret etti. Neredeyse yalvaran bakışları beni istemsizce kabullenmeye sevk etti. Cemo odadan çıktığında hemşireye üzerime bir hırka alıp kapıya çıkacağımı söyledim. Kapının kapanmasıyla kendimi yatağa atıp panda gibi bir o yana bir bu yana yuvarlanma isteğime gem vurarak dolabın kapağını açtım. Dün gece malum 'yeni yıl partisi' öncesi pamuklu pijamalarımı giyip yatağa kurulmuştum ve şimdi üstümdekilerle dolaşmak istemiyordum. Hastanede olduğum gerçeği yetmezmiş gibi bir de ortalıkta hasta gibi pijamalarla dolanmak kendime her şeyi yolunda olduğu adına verdiğim telkini zedeliyordu.

Hızla üstümdekilerden kurtulup bana ait olmadığına emin olduğum yanları mor şeritli siyah taytı ve dökümlü üstü giydikten sonra askıdaki pembe uzun hırkayı omuzlarıma atıp odadan çıktım.

Kapıda beni bekleyen hemşire ile birlikte asansörün önünde beklemeye başladık. Sormadığım halde, "Psikiyatri bölümü iki kat aşağıda." diyen hemşireye verdiği muazzam bilgi için teşekkür etmek istesem de gülümsemekle yetindim.

Asansör kabininin içine girdiğimizde yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş solmaya başladı. Kendimi kurbanlık koyun gibi hissetmek bir yana ortaokula giderken dedemle birlikte gittiğimiz psikiyatri seansları aklıma geldi.

Sürekli olarak teklin edilen şeyler, kaygılarımı azaltmak için verilen destekler, nefes kontrolleri ve ilaçlar. Liseye başlayana kadar kullandığım ve beni yengemin insafsız ellerine teslim eden ağır ilaçlar. Evden uzaklaşınca ve kendimi o kaygı ve korkunun kucağından kurtardığım için kontrollü şekilde bıraktığım ilaçlardan sonra sadece ağır nöbetlerin geldiğinde kullanmak zorunda kaldığım inhaler...

Asansörden inip sağ koridora dönen ve beni yönlendiren hemşire ile birlikte beyaz bir kapının önünde durduk. Kapıyı tıklatarak 'gel' komutunu alınca arkama geçip, omzumun ardından, "Hocam, Yasemin Hanım..."dedi.

Ben ürkek adımlarla içeri girince, "Bir şeye ihtiyacınız olursa servisteyim hocam..."diyerek gözden kaybolan hemşirenin ardından ne yapacağımı bilemez halde odanın ortasında kalakaldım.

"Merhaba kızım..."diyen psikiyatrist, korktuğumun aksine babacan ve sevimli bir şekilde ayağa kalkarak yanıma geldi. Uzattığı eline uzanarak elini sıktım.

"Yeni yılın ilk sohbetini seninle yapıyorum. Resmi tatil gününde senin için buradayım ve hayatında senin için her şeyi yapabilecek insanlar olduğu için çok şanslısın."

"Aslına bakarsanız bende resmi tatilde neden burada olduğunuzu düşünüyordum. Acil bir psikiyatrik vaka mı var?"

Onların gözünde psikiyatrik bir vaka olabilirdim ama benim kendimle mücadele edeceğim, baş etmekte zorlanacağım hiçbir sorunum yoktu. Bir başıma yeniden küllerimden doğardım ben. Daha önce de olduğu gibi...

"Öncelikle seni odadan buraya çağırmamın sebebini açıklamak isterim Yasemin." Eliyle işaret ettiği koltuğa oturarak karşımda ki koltuğa oturmasını izledim. Yerine yerleşerek, "Hastane odasında yapacağımız bir sohbet sana kendini iyi hissettirmeyecekti ve biz seninle hasta doktor ilişkisi içinde değil, sadece birbirinin sorunlarına çare aramak için beyin fırtınası yapan iki arkadaş gibi konuşacağız."

Eline aldığı tek satır yazılmamış beyaz kağıdı dosyasına koyarak, "Seninle ilk olarak tanışmak istiyorum. Bana kendinden bahsetmek ister misin?" dedi.

"Elbette... Adım Yasemin. Yirmi üç yaşındayım."dedim.

"Nerede yaşıyorsun peki Yasemin?"

"İstanbul'da..."dedim tek bir tereddüt dahi hissetmeden.

Dudağını bükerek burnunun ucuna düşen gözlüğünü geri itti ve kağıda not aldı.

"Burada mı doğdun?"dedi.

"Evet..."dedim.

"Tekirdağ ile bağlantın nereden geliyor peki?"

Benden önce birileri gelip bülbül gibi ötmüştü demek.

"Tekirdağ Şarköylüyüm ama ben İstanbul'da yaşıyorum. Tekirdağ ile bağlantım sadece bu..."dedim ama dün gece öğrendiklerime göre Tekirdağ'da değil İstanbul'da doğmuştum.

"Neyse, zaten bizim için önemli olan bu değil."dedi kağıda notlar almayı sürdürerek.

"En son atağını ne zaman geçirmiştin?"

"Atak geçirmedim ben..."dedim neredeyse sinirli bir ses tonuyla.

"Ama buraya gelişin tamamen atak nedenli."

"İnsanlar bazen bazı durumlarla başa çıkamıyor, en iyi siz bilirsiniz. Ben de başa çıkamadığım durumlarla karşılaştım ve uyumayı tercih ettim."

"Uyku?"

"Evet, sadece uyku..."

"Peki, bu senin sorunlardan kaçma şeklin diye not alıyorum. Bana yaşadığın sorunlardan bahsetmek ister misin?"

"Her hangi bir sorunum yok. Olduğunda da kendim başa çıkabiliyorum."

"Muhakkak..."dedi ve yeniden not aldı.

"Öyleyse bana bu hayatta en güvendiğin kişinin adını verebilir misin? Yani sen sorunlarınla başa çıkamadığında sana varlığıyla destek olacak biri."

Ayağa kalktım. İşaret parmağımı şakağıma dayayarak, "İşte burası..."dedim. "Beynim..."

Tekrar yerime oturduğumda gülümseyerek başını iki yana sallayıp yeniden not alan Altan Hoca ile göz göze geldim.

"Güzel..."dedi. "Demek bu hayatta güvendiğin tek gerçek sensin ve düştüğünde seni yeniden ayağa kaldıran da yine senin iraden?"

"Aynen öyle. Bir insan kendi duygularına hükmetmeli ben de hükmediyorum ve düştüğüm yerden yine kendi çabalarımla kalkıyorum. Hayat birine güvenecek ve sırtını dayayacak kadar adil değil bence. Ben bunu henüz küçücük bir çocukken fark ettim ve yıllardır da farkında olarak yaşıyorum."

"Seni bu hayatta en çok ne korkutur peki?"

Bu soruyu cevaplamaya kalksam gün yetmezdi. Karanlıktan, yalnızlıktan, banyo yapmaktan diye sürüp giden ve bir aydır unutmaya yüz tutan bilumum korkularımdan bahsetmedim.

"Ben hiçbir şeyden korkmam."

Aldığı notlar artmış ve benim gözüm sürekli neler yazdığına kayar olmuştu ki, "Bence bugünlük bu kadar yeter. Bir sonraki sohbetimizi önümdeki hafta yapmak üzere şimdilik ara verebiliriz." dedi

"Bence gerek yok..."

"Seni buna mecbur edemem Yasemin fakat bir sonraki sohbetimiz için yine de ben not alıyorum."dedi.

"Siz bilirsiniz..."diyerek ayağa kalktım. Masanın üstündeki telefonun tuşlarına basarak, "Yasemin Hanıma odasına çıkacak, refakat etmek için sizi bekliyoruz."dedi ve telefonu kapattı.

"Ben kendim gidebilirim."dedim ama ayağa kalkıp yanıma gelen Altan Hoca buna mani oldu.

"Birkaç dakika bekle. Hemşire Hanım gelsin, beraber çıkarsınız."

Dakikalar içinde kapı tıklatıldı ve içeri beni buraya getiren hemşire girdi. Birlikte odadan çıkıp yine asansörün önüne geldik. Odanın kapısını açıp içeri girdiğimde derin bir soluk alarak kendimi yatağa attım. Burada daha ne kadar kalacağımı bilmemek, Ozan'ın hala gelmemiş olması ve bundan sonra olacakları düşünerek geçirdiğim sürenin sonunda gözlerim istemsizce kapandığında saat 1 olmuştu.

...

Külçe gibi ağırlaşan bedenim aniden havalandı. Uçuyordum. Kanatlarımın altında bana el sallayan Galata Kulesine ben de el salladım. Benimle beraber uçan güvercinler, çığlıklar atarak bana eşlik eden martılarla beraber gökyüzünde salınarak denizin iyotlu kokusunu içime çektim. Hayır, bu iyot kokusu değildi. Bu kokuyu tanıyordum ama karışık aklım nedeniyle emin olamıyordum.

Bir süre daha uçtuktan sonra iki kanadım da yok oldu. Arkamı dönüp az önce beni havada özgür bir kuş gibi uçuran kanatlarıma baktım. İkisi de kırılmış, kanıyordu. Sonra birden arkamdan biri yaklaştı ve kırık kanatlarıma içinde parlak tozlar olan bir şişeyi boşalttı. Hızla havaya kalkan kanatlarıma mutlulukla baktığım sırada bana o tozu serpen kişiye baktım. Yüzü görünmüyordu. Silik bir görüntü gibi karşımda duruyordu ve ben yaklaştıkça geriye doğru gidiyordu.

İyice gözden kaybolana kadar ardından baktım. Olduğum yere çökerek başımı dizlerime koydum. Uykunun en iyi ilaç olduğunu tecrübe ettiğim için yeniden ilacıma sarıldım. Sarsıntıyla uyandığımda bir arabanın arka koltuğunda olduğumu fark edince çığlıklar atarak bağırmaya başladım.

"İmdat..." diye bağırırken bir yandan da arabayı kullanan kişinin omuzlarına yumruk atmaya başladım.

"Durdur arabayı, indir beni!"

"Bağırıp durma kızım ya! İki dakika da kulaklarımın ırzına geçtin."

"İndir beni..."

"Valla kusura bakma, indiremem. Birazdan zaten duracağız ve ben senin kulak katili sesinden kurtulacağım."

Tamamen kendime gelince ön koltukların arasından uzanarak arabayı kullanan kişiye baktım. Açılan algım ve az önce gerçek gibi hissettiğim rüyanın etkisinden çıkarak, "Korkunç?"dedim.

"He, ben korkunç..."dedi dilini damağına vurup başını iki yana sallayarak. "Bir saattir avaz avaz bağıran sensin ama korkunç olan ben!"

"Nereye götürüyorsun beni?"dedim arka koltuktan kalkıp aradaki boşluktan ön koltuğa geçerken.

"Ya bir dur be!" dedi yerleşmeye çalışırken çarptığım kafasını ovuştururken. "Kafamı dağıttın..."

"Beynini de dağıtmadan bana nereye gittiğimizi söyle..."dedim bağırarak.

"Ben belama gidiyorum da seni bilmem."dedi. "Ozan Bey hazretleri seni hastaneden kaçırarak arabaya bıraktı ve bana teslim etti. Şimdi de o zatı şahanenin direktifiyle hareket ediyoruz."

"O nerede ki?"dedim aslında hiç merak etmiyormuşum da laf olsun diye soruyormuşum gibi.

"Birazdan araç değiştireceğiz, gelince kendisine sorarsın."

"Ne araç değiştirmesi? Ozan beni neden hastaneden kaçırdı? Hem hastayım ben, daha iyileşmedim ki?"

Tok bir kahkaha attı. "Dün gece, beni hastaneden çıkarın, ben hasta değilim diye ortalığı yırtıyordun ama ..."dedi yan gözle bana bakarak.

"Şimdi çok hasta olduğuma karar verdim. Kendimi iyi hissetmiyorum, midem bulanıyor. Sanırım kusacağım..."

Araba aniden fren yapınca hızla kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Ayağımda ayakkabı olmamasına rağmen çoraplarımla hem de...

Ön kaputa oturarak, "Bana neler olduğunu hemen anlatmazsan bu arabanın üstüne çıkar çılgınlar gibi tepinirim."dedim.

"Numaracı hain! İn aşağıya tamam, anlatacağım."

"İnmem, burada anlat. Dinliyorum."

"La havle... Kızım harbiden Ozan'ın anlattığı kadar varsın ha!"dedi.

"Ne dedi sana o iftiracı pislik?"

"He, iftiracı pislik, gördük."

"Ne dedi, dedim..."

"Yasemin, beş dakika sonra Ozan insanı burada olacak ve Allah rızası için sus. Gelince onun beynini sikersin, tamam mı?"

"Terbiyesiz!"

"Sen de üçkâğıtçısın, biz bir şey diyor muyuz?"

Ben hala arabanın kaputunda otururken beyaz araba ve içindeki dedikoducu kişilik göründü. Zıplayarak aşağı indim. Korkut'un omzuna vurarak, "İş birlikçi hain, bu yaptığının hesabını soracağım sana."dedim.

"Ben ne yaptım be!"diye söylendi. "Durmadan vuran, avazı çıktığı kadar bağıran sensin ama suçlu olan ben miyim?"

"Cevap verme bana..."

"İyi..."

Arabadan inip yanımıza gelen gizemli adam Korkut'u benden uzaklaştırarak kulağına bir şeyler söyledi. Korkut gizemli adamın koluna dostça vurarak başını salladı. Beni getirdiği arabaya bindi. "Allah'ıma şükürler olsun. Gidip kulaklarımı dinlendireyim bari..."diyerek direksiyona geçti. Ben de binmek için hareketlenince açtığım kapıyı hızla eğilerek geri çekip alçakça kapıları kilitledi.

"Yasemin, buraya gel..."

Biri bana mı sesleniyordu yoksa bana mı öyle geliyordu?

"Yasemin dedim..."

Hay Allah ses iyice yükselmeye mi başlamıştı acaba?

"Bin şu arabaya!"

Arkamı dönerek hızla yürümeye başladım. Buz gibi olan ayaklarıma yakınmayı bir kenara bırakıp sağa sola bakmaya başladım. Etrafta in cin top oynuyordu. Asaletimden ödün vermeden yürümeye devam ederken hızla tutulan kolum nedeniyle birkaç adım geriye sendeledim. Aniden beni kendine doğru çevirmesiyle havada uçarken duyduğum o koku burun deliklerimi istila etti. Geniş göğsüne çarpan çenem ve burnum bir süre olduğu yerden memnun öylece bekledim. Dağılan saçlarımı eliyle geriye itip, "Neden böyle yapıyorsun?"dedi.

Olduğum yer iyiydi, başımı kaldırıp gözlerine bakmak ve sorduğu soruya cevap vermek istemiyordum.

"Yasemin, n'olur yüzüme bak."

Usulca ve istemeye istemeye başımı kaldırıp gözlerimi uçsuz bucaksız yola çevirdim. İncelemem bittiğinde göz göze gelmemeye özen göstererek ona doğru döndüm.

"Bak, sana anlatacağım ama önce arabaya bin."

"Nereye gideceğiz?"

"Önce bin, ben sana yola çıkınca söyleyeceğim."

"O mu gönderdi seni? Beni O'na mı götüreceksin?"

"Hayır. Sadece biraz konuşacağız ve kafamızı dinleyeceğiz. Şimdi lütfen arabaya bin."

"İyi madem..."diyerek birkaç metre ilerideki arabaya doğru yürümeye başladım. Peşimden gelirken telefonu çaldı. Arkamı dönüp göz ucuyla baktım. Bana eliyle arabaya binmemi işaret edince omuz silkip beklemeye başladım. Hızla yanıma gelerek kapıyı açtı ve beni arabaya bindirdi. Eğilip emniyet kemerimi de taktıktan sonra kapıyı kapattı ve elindeki kumandayla kapıları kilitledi.

Bana arkasını dönerek telefonla konuşmaya başladı. Sesi arabanın içine kadar geliyordu ama ne dediği anlaşılmıyordu. Elini kolunu sinirle savurarak saçlarını çekiştirdi. Bağırdığını duyabiliyordum ama mühim olanı, yani kime bağırdığını bilmiyordum. Artık bu bilinmezlik canıma tak ettiyse de yapacak bir şey olmadığı için kollarımı göğsümde bağlayarak konuşmasının bitmesini beklemeye başladım. Kim bilir ne kadar zaman geçti ki telefonu kapatarak arabanın yanına geldi. Sinirle açtığı kapı kırıldı mı diye merak etsem de aldırmaz görünmeyi başardım. Elinde tuttuğu bir çift kuru çorap ve siyah ayakkabıları kucağıma koydu. Ne çorapla ne de ayakkabılar bana ait değildi.

"Kimin bunlar?"dedim o arabayı çalıştırırken.

"Senin... Ve sen sormadan söyleyeyim, başka soru sormak yok."

"Emredersiniz haşmetlim!"

Direksiyonu sıkmaktan beyaza dönmüş eklemlerine bakarken, "Radyoyu açsana..."dedi.

"Ay valla ne iyi olur. Şimdi ihtiyacım olan tek şey müzik dinlemekti." dedim yalandan bir vurguyla. Bir yandan ıslak ve kirli çorapları koyacak yer arıyordum bir yandan da kucağımdaki ayakkabıları tutmaya çalışıyordum ama onun derdi radyoyu açmaktı.

Elimde tuttuğum kirli çorapları açtığı camdan dışarı fırlattı. Onu esefle kınayan bakışlarımı bir müddet gözlerine diktim ama umursamadı.

"Nereye gidiyoruz?"

"Gidince görürsün. Uyu, geldiğimizde uyandırırım ben seni."

"Ya ben kış uykusuna yatmış porsuk muyum da uyuyacağım. Uykum filan yok. Nereye gidiyoruz?"

"Yolumuz uzun, uyu Yasemin..."

Ağzından laf alamayacağımı anlayarak pes ettim. Aslında pes etmek bana göre bir eylem değildi ama artık düşünmek değil düşünülmek istediğimden olsa gerek kollarımı göğsümde bağlayarak başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım. Radyoda çalan kısık sesli şarkı eşliğinde dediğini yapmaya, uyumaya çalıştım. Zerre kadar olmayan uykumu getirmeyi başarmış ve rüya görmeyi bile başarmıştım ki arabanın durduğunu fark ettim.

Uykulu gözlerle arabadan inen ve biriyle konuşan Ozan'ı oturduğum yerden izledim. Bir anahtar alarak arabaya doğru geldi. Kapımı açtı. Açtığı kapıdan emniyet kemerimi çözerek çıktım. Etraf sessiz ve ıssızdı. Tek bir bahçeli evin olduğu alanda gözlerimi gezdirdim.

"Burası neresi?"

"Kartepe..."

"Ne işimiz var burada?"

"Bir işimiz mi olması gerekiyor?"

"Aman iyi be, sormuyorum bir şey! İçeri geçelim madem, üşüdüm."

Karla kaplı toprak zeminde dikkatli adımlar atarak Ozan'ın peşine takıldım. Yapay çimle kaplanmış çitleri olan bahçeli evin yeşil boyalı alçak demir kapısından içeri girdik. Bir masal evini andıran mavi beyaz boyalı küçük evin önüne geldiğimizde bahçedeki iki salıncağa gözüm takıldı. Üstlerinde biriken karlar ve mavi halatlarla asıldığı ağaçta öyle sevimli duruyorlardı ki insanda üstlerindeki kara rağmen sallanma isteği uyandırıyorlardı.

Ozan'ın açtığı kapıdan gözüm salıncaklarda olmasına rağmen girdim. Mavi, ahşap kapıdan içeri girer girmez köşede gürül gürül yanan odun sobası ve eski siyah beyaz küçük ekran televizyon ile radyo gözüme çarptı. Tahta sedir, dantel işlemeli perdeler, yerdeki el dokuması kilim ve diğer köşede ancak bir buçuk metre kadar olan mutfak tezgahı ile burası gerçekten de masal evi gibiydi. Ozan bana bir şey demeden dışarı çıktı. Az sonra geriye döndüğünde elinde iki küçük valizi bir kapıyı açarak içeri bıraktı.

"Acıktın mı?"

"Tek derdimiz acıkmış olabileceğim mi? Ondan önce konuşmamız gereken başka şeyler yok mu?"

"Kahve?"dedi bu kez sobanın üstündeki emaye çaydanlığa uzanarak.

"Olur..."diyerek ellerimi sobanın üstüne tutarak ısıtmaya çalıştım.

Elindeki çaydanlığı küçük tezgahın üstüne bırakarak dolapları karıştırmaya başladı. İki tane cam kupa alarak içlerine kahve koydu. Benimkine sayamadığım kadar çok şeker atarak karıştırdıktan sonra kahvelerle beraber sobanın yanına geldi. Elime tutuşturduğu kahveyi dökmek üzereyken son an da düzgün tutmayı başardığımda, "Oturalım mı?"dedi. Gösterdiği sedire oturdum. Yanıma oturduğunda bir ayağını altına alarak bana doğru döndü.

"Cevabını almaktan hoşlanmayacağın her türlü sorudan kaçırdım seni..."

Elimdeki kahveye sıkıca sarıldım. Sanki o an beni ayakta tutacak tek şey o'ymuş gibi hem de...

"Benim almayı umduğum hiçbir cevap yok ki... Neden böyle bir şey yapma gereği duydun?"

"Annen geldi?"

Anlamamış gibi kaşlarımı kaldırdım. "Annem, demek istedin herhalde?"

"Güliz abla seni görmek istiyor Yasemin."

"Ya, neden ki?"

"Of Yasemin, zaten sinirim tepemde, sen de hiçbir şey yokmuş gibi davranma lütfen."

"İyi ama zaten hiçbir şey yok ki Ozan. Güliz Hanım beni gördü zaten. Şimdi görse ne olacak ki?"

"Ben de aynı fikirdeyim ve seni o yüzden buraya getirdim."

"Görmesin diye mi?"

"Hayır, görmesin diye değil. Zaten öyle ya da böyle illa ki görüşeceksiniz ama bu ne kadar sancılı olursa o kadar iyi."

"Kime göre sancılı? Eğer benim içinse ben zamanında yeterince çektim bunun sancısını. Daha fazlasına gerek yok."

"Tabi ki senin için değil Yasemin, bir bedel ödemesi lazım. Seni araması, merak etmesi ve istemesi..."

Konu hiç ilgimi çekmediği için aniden, "Acıktım ben..." dedim.

"Cadı..." diyerek ayağa kalktı.

Arkasından dilimi çıkarttım hem de bu kez yakalanmadan.

"Dolapta neler var bir bakalım."diyerek küçük buzdolabının kapağını açtı. Eğilip inceleme yaptığı sırada Allah affetsin ama ben de eğilince ortaya çıkan poposunu dikizleme başladım. Arsız ve de azgın duygularım tamamen benden bağımsız hareket ediyordu. Benim bir suçum yoktu.

"Yasemin, yumurta ve domatesten başka bir şey yok. İstediğin bir şey varsa söyle, getirtelim."

"Un, süt ve maya olsaydı çizleme yapardım."dedim ayağa kalkıp yanına giderek.

Kaşlarını havaya kaldırıp, "Çizleme mi? İlk defa duydum."dedi.

"Akıtma da deniyor. Biz Şarköy'de çizleme diyoruz."

"Akıtma dediğin, krep mi?"

Elimi havada sallayarak, "Krep de neymiş? Çizlemeyi yedikten sonra krep mrep aklına gelmez."dedim.

Cebinden telefonunu çıkartarak ekrana hızlı hızlı bir şeyler yazdı. "Başka bir şey lazım mı?"

"Tereyağ ve peynir."

"Tamandır,"deyip telefonu masanın üstüne bıraktı. Aklımdaki hain sorular ağzımdan fırlamak için sabırsızlanıyordu ve ben daha fazla direnemiyordum.

"Buraya geldiğinden herkesin haberi var mı Ozan?"

Parmaklarını burun kemerinin üstüne koyarak sıktı. "O herkesin Tutku olduğunu anlayacak kadar tanıyorum artık seni ve hayır haberi yok. Olması için bir neden de yok üstelik."

"Nasıl yani? Sevgiline haber bile vermeden şehir dışına çıkman hoş değil. Ben olsam büyük yaygara koparırdım. Hayır yani-"

"Şimdi ben bir yaygara koparacağım Yasemin, göreceksin!"

"Ne var be! Sadece sorduk, bana ne."

Ağzının içinden homurdanmasını duyduğum halde sesimi çıkarmadım. Sırf bana değişiklik olsun diye sevgilisinden ayrı kalmıştı yazık, üstüne gitmenin manası yok. Düşünce gücümle ve ruh hastası fikirlerimle kendimi bıçaklamama ramak kala başımı hızla iki yana sallayıp az evvel kalktığım sedire oturdum.

"Telefonum ve giysilerim nerede? Hem sen beni uyanmadan nasıl hastaneden çıkarıp arabaya bıraktın ya?"

"İşte gör ve anla ne kadar uykucusun Yasemin." Dudaklarını birbirine bastırıp gülmesini saklamaya çalıştı ama benden kaçmadı. "Ne gülüp duruyorsun?"

"Hiç..."dedi. "Aklıma bir şey geldi."

"İyi işte söyle de ben de güleyim."

"Senin buna güleceğini pek sanmıyorum ama neyse."

"Nerden biliyorsun? Belki gülerim."

"Odaya girdiğimi ve Zeynep'in eşyalarını topladığını duymadığın gibi kucağıma aldığımı, " Boğazını temizleyerek yeniden güldü. "Göğsüme sokulup, 'merhaba güzel martı, merhaba beyaz güvercin' diyerek burnunu montumun üstüne sürttün."

Yanaklarıma yıldırım düşmüştü sanırım zira o derece yanması normal değildi. Sadece yanaklarıma olsa iyi, tüm bedenim alev alev yanıyordu. Konuyu onun kokusunu almak için burnumu göğsüne sürttüğüm gerçeğinden uzaklaştırmak için, "Ne var bunda, rüyamda uçuyordum ve martılarla güvercinlerde yanı başımda bana eşlik ediyordu."

Bu kez kahkaha attı. Allah'ın belası adam öyle de güzel gülüyordu ki kendimi tutmasam boynuna atlayıp içime sokarcasına sarılasım geliyordu.

"Galata Kulesine de 'Ay canım Galatam' diyerek defalarca el salladın Yasemin."

"Uyurken yaptıklarımdan sorumlu değilim Ozan ve sen benimle dalga geçemezsin, tamam mı?"

"Öyle tatlısın ki Yasemin..."dedi ve dediğine pişman olmuş gibi aniden arkasını döndü.

Üstümü başımı parçalayıp kendimi yerden yere atmak ve 'sen kendi tatlılığının farkında değil misin zalimin oğlu' demek istesem de, "Teşekkürler, sen de öyle..."demekle yetindim.

Kafamın içinde coşkulu bir biçimde kıyamet gibi kopan alkış seslerini susturmaya çalışarak son dediğine odaklandım.

"Yani," dedi sırıtarak, "Çevremdekiler genelde daha çok yakışıklılığımdan dem vurur ama tatlı olduğumu söyleyen ilk kız sensin."

Ukala sersem...

"O kızların miyop olduğuna bahse girerim."

Üst dudağını dişleyerek gözlerini kapattı ve başını iki yana salladı. Yutkunduğunu hareket eden adem elmasından anlayabiliyordum ama neden gidip günlük dozunu alamamış müptezeller gibi tam oradan, adem elmasından öpmek istediğimi kendime açıklayamıyordum. Bu sapıkça fikirle nasıl başa çıkabileceğimi bilmediğim için işi şakaya vurmaya devam ettim.

"Herkes yanılabilir, özellikle her gördüğüne aşık olan saftirik kızlar."

Bu kez kahkaha attı.

"Söylesene Yasemin, sen hiç aşık oldun mu?"

Dilim beynimden bağımsızca konuştu. "Oldum..."

"Anlıyorum..."dedi, neyi anladığını es geçerek.

Biz aramızda gerilime neden olan bu konuşmayı yaparken dışarıdan bir korna sesi duyuldu. Ozan hızla pencereye yaklaştı. Dantel perdeyi kenara itip dışarı baktıktan sonra kapıyı açarak dışarı çıktı.

Ben yarattığı gizemin tesiri altındayken kapının önündeki arabadan inen adamdan bir poşet alarak kapıyı açtı. Tezgaha bıraktığı poşetin içinden çıkardığı dört paket litrelik süt, tereyağ, peynir ve yaş mayayı işaret ederek, "Yasemin, hadi yapalım şu çizlemeyi açlıktan öldüm." dedi.

Aklım hala ne kadar tatlı olduğumu söylediği o andaydı ve çizlemeye konsantre olmayı nasıl başaracaktım bilmiyordum.

Tezhagın altından çıkarttığı un kavanozunu önüme ittirdi. "Ne kadar koymak gerekiyor, sen bana söyle koyayım. "dedi.

"Ben hallederim. "dedim açtığım sütü cezveye boşaltırken.

"Olmaz, birlikte yapacağız."

"Tamam,"dedim cezveyi ocağa ısınması için koyarken. "Ben süt ve mayayı karıştırırken sen de bir kaşıkla azar azar un eklersin."

Verdiğim görevden memnun, başını salladı.

Isınan sütü cam bir kaseye boşaltıp üstüne yeteri kadar ılık su ve maya ekledikten sonra çırpıcı ile karıştırmaya başladım. "Şimdi unu ekleyebilirsin."

Öyle yakınımda duruyordu ki burnum bir tazının ki kadar iyi koku alıyor diye sinirlenip bir mandalla tıkayasım geldi. Kokusu ve varlığı ölüm fermanı gibiydi ama bu ölüm muhtemelen aşktan olacaktı.

Karşılıksız aşk...

Kendimi dizilerdeki o entrikacı yellozlar gibi hissetmeye başlamam yakındı ve ben Tutku'ya rağmen neredeyse o aklıma giren ve çıkmak bilmeyen adem elmasına saldırmakla ilgili hayaller kurmaktan alıkoyamıyordum.

Sanırım bir çeşit sapıklık belirtisiydi bu...

Hayır, hayatında öğrenip öğrenebileceği en sarsıcı bir gerçeği öğrenmiş bir kızın böylesi akıl dışı şeyler düşünmesi başka türlü açıklanamazdı çünkü.

Bir saat sonra ısıttığım tavaya çizlemeleri dökerken Ozan ulvi görevini aksatmaktan korkan bir emir eri gibi elinde tereyağına saplanmış çatal ile dibimde bekliyordu.

"Pişmedi mi daha?"

"Sabret, pişmek üzere."

"Tabağa koyar koymaz tereyağını sürüp mideye indirmem lazım, acayip acıktım."

Yarım saat sonra tüm çizlemeler bir yığın halinde masada dururken arasına krem peynir sürdüğü ve rulo yaptığı çizlemeyi ağzına attı.

"Yasemin, bu harika bir şey, sık sık isterim haberin olsun..."

Arka planda Kayahan, 'yıldızlara yürürüm senle, sen iste canım senin olsun' çalıyordu ve ben kendimi melodiye kaptırmıştım, cevap veremedim.

Elini gözlerimin önünde sallayarak, "Yasemin, nereye daldın?" diye sordu.

Ah bir anlatabilsem, ah...

"Biliyorum, zor birkaç gün geçirdin. Aklın annende ve haklısın. Fakat merak etme, her şeyin üstesinden geleceksin..."

Ne diyordu bu?

Ben romantizm temalı hayallerimle mutlu olmayı tercih ederken söylenecek söz müydü bu?

Fark ettiğim şey ile aklıma şeytanca fikirler geldi. Bunu Ozan'a yapmak her ne kadar alçakça olsa da onun ilgisi ve yakınlığı bana iyi geliyordu. Allah'ım sen affet.

"Nasıl üstesinden geleceğim inan bilmiyorum Ozan." Başımı hafiften sağa eğip kaşlarıma da küçük Emrah mağduriyeti verdim. "Bunca yıl sonra bir annem olması fikri beni mutlu etmekten çok üzüyor. Başka şatlar altında karşıma çıksaydı ya da bunu öğrendiği ilk an beni bulsaydı her şey farklı olabilirdi ama şimdi bildiği halde üç yıl boyunca yanıma yöreme uğramaması, beni merak etmemesi bendeki anne kavramını soyutlaştırıyor. Bir hayatı var kabul, belki kocası ve çocukları var o da kabul ama bende onun kızıyım Ozan, hiç mi vicdanı sızlamadı geçen üç yıl boyunca?"

Elini ve ağzını peçeteyle silerek ayağa kalktı. Yanıma çektiği sandalyeye oturarak aşağıya eğdiğim başımı yukarı kaldırdı. Göz göze gelmemizle kendi kendime yarattığım sahte dramın içinde hapsolmuş gibi hissettim. Oysa duygularım tamamen boşluktaydı. Güzin Hanıma karşı nefret ya da sevgi beslemiyordum. Ben sadece Yasemin olarak ayakta kalmaya çalışmıştım yıllarca ve şimdi içimdeki boşluğu beni önemsediği düşünmediğim bir anne için yıkılamazdım.

"Bir kardeşin var Yasemin..."

"Kardeşim mi?" Terleyen ellerimi nereye koyacağımı bile bilemeden devam ettim. "Beni biliyor mudur sence?"

Başını iki yana salladı. Ozan'ın beni tatmin edecek cevapları yoktu ya da benim cevap almak istediğim kişi o değildi.

"Geç oldu, şuraları toplayalım da yat artık. Sabahtan beri aksiyon yaşadın." Cümlesinin sonunda dudaklarını birbirine bastırıp gülmesini saklamaya çalıştı.

"Söyle hadi söyle, çekinme..." dedim gözlerimi devirerek.

"Yasemin, kucağımda sayıkladığın ve el salladığın anlar aklıma geldikçe kendime mani olamıyorum. Kusura bakma..." Ardından bu kez saklama gereği duymadan kahkaha attı.

Ben mi?

Ben o kahkaha atarken kısılan gözlerini ve arada hareket eden adem elmasını kesiyordum, cevap veremedim.

"Gel hadi sana odanı göstereyim."

"Bu evde sadece bir oda var ve göstermene gerek yok..."dedim ve aklıma gelenle dehşetle gözlerimi açtım.

"Ben o odada yatacaksam sen nerede yatacaksın Ozan?"

Eliyle sobanın yanındaki sediri işaret etti. "Orada..."

"Saçmalama, o sedir senin yarı boyun kadar bile değil. Ben senden daha kısa ve zayıfım. Sedirde ben yatarım."

"Sen beni merak etme, hem zaten uykum da yok. Televizyon filan izlerim."

"Benim de uykum yok. Birlikte izleyelim öyleyse."

"Ben biraz dinlenmek istersin diye söylemiştim. Uykun yoksa izleriz tabi."

Masayı toplayıp bulaşıkları yıkadıktan sonra birer bardak çay alarak sedire oturduk. Siyah beyaz bir Türk filmini yarıdan başlayıp izlemeye başladık.

Filmin en heyecanlı yerinde- adam tam kızı öpmek üzereyken- benim gözler çift görmeye başlamış, ağzım çaktırmadan esneyeceğim diye boğazıma kaçmıştı. Romantik öpüşme sahnesini kaçırmamak için dirensem de bir süre sonra gözlerimin kapandığını hissettim. Başımın aşağı düşmesini, Ozan'ın dizine yaslanışımı hayal meyal hatırladım.

İçimin geçmesi ve derin bir uykuya dalmam zor olmadı. Yastığı kendime iyice çekerek yüzümü yapıştırdım. Allah'ım yastık mis gibi Ozan kokuyordu. Bana da öyle geliyor olabilirdi zira bu aralar aklım pek başımda değildi.

Yastığın kokusunu daha iyi alabilmek için iyice çekiştirdim. Gözümün önünde filmden kareler oynuyordu ve ben o sahnede takılı kalmıştım.

'Acaba öpüştüler mi?' diye iç geçirdim.

"Öpüştüler Yasemin ama sen uyuduğun için kaçırdın..."diyen sese gülerek cevap verdim.

"Yaaa..."dedim hülyalı biçimde. "İnternetten bulup izlerim ben sonra-"

Hızla gözlerimi açtım. Üstünde yattığım yastık konuşuyordu. Konuşmakla kalmayıp bir de arsız arsız gülüyordu.

"Ozan?" dedim yattığım yerden hızla doğrularak.

"Günaydın Yasemin..."

"Sen..."

"Uyuya kalınca seni yatağa taşıdım ama sen bana öyle yapışmıştın ki mecburen burada yatmak zorunda kaldım."

Şu an şuraya, tam yatağın ortasına bir meteor falan düşse ne iyi olurdu. Yer yarılır ben de içine girerdim ve bu utançla yaşamak zorunda kalmazdım.

Yorganı kafama kadar çekip kendimi başka bir gezegendeymiş gibi hayal ettim. Mesela, sevimli cücelerin olduğu, yemyeşil doğası ve şırıl şırıl akan dersiyle bir cüce gezegeni...

Ütopik hayalimin ilk kısmına bile gelemeden Ozan adlı arsız şahsın ilk kez doğru zamanda çalan telefonunun sesi odayı doldurdu.

Oturduğu yerden uzanarak telefonu eline aldı. Kiminle konuştuğunu sakladığı anlara inat bu kez sıcak asfalt gibi döküldü kelimeler dudaklarından.

"Efendim?"

-

"Tamam, akşam gelmiş olurum. Seni galeriden alırım sonra geçeriz mekana..."

*Bundan sonraki bölümde büyük yüzleşmeye hazır olun... Yüzleşmeden sonra Yasemin maceralarına kaldığı yerden tam gaz devam edecek. Büyük sürprizler ve yeni karakterler bizi bekliyor. Gözyaşı ve dram yok. Bol bol kahkaha ve Yasemin'in düşmeden nasıl sapasağlam ayakta kaldığı ve kendini bulmak için verdiği mücadeleye tanıklık edeceğiz.

--- Son olarak, hayalet okurlara seslenmek istiyorum. Bu satıra kadar okuyup oy vermeden çıkmaya nasıl vicdanınız el veriyor? Yarım saatte okuduğunuz bir bölümün kaç günde yazıldığını düşünün ve öyle okuyun lütfen. Ben sadece bir kaç kez gittiğim İstanbul'da, bilmediğim bir şehirde geçen bir kurgu yazarken yazmaya ayıracağım vakti araştırmaya harcıyor ve hata yapmamak için defalarca çalışıyorsam siz de bir yıldızı büyük bir lutüf gibi görmeyin. Emeğe saygı...

Continue Reading

You'll Also Like

705K 37.8K 21
Lütfen Dikkat! Bu hikaye Yalın Serisi'nin üçüncü kitabıdır. Hikayeyi anlayabilmek adına ilk iki kitabı okumanızı tavsiye ederim. İlk kitap Efsane, ik...
82.3K 7.4K 57
"Doğum günün kutlu olsun, gül güzeli." Gördü mü? Panikle arkamı dönüyorum, uzaklaşan sırtını buluyorum. Gördü mü yoksa tamamen tesadüf mü, bilemiyoru...
751 67 3
Küçük yaştan beri intikam için büyütülmüş Rojîn. Ailesinin katledenlerin ellerine düşen berfin. İkiz olmalarına rağmen İki farklı hayat yaşayan ve...
132K 16.5K 56
Yunanlı güzel Elissa, tatil için geldiği Bodrum'da gönlünü balıkçı çocuğu Kerem'e kaptırır. Modern Aslı&Kerem efsanesi tadındaki çokça romantik bu hi...