YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?

2.1K 272 221
By turlik

Ne yaptıklarım umurumdaydı ne de Ozan'ın beni sorguya çekecek olması. Şu kadına ağzının payını vermiştim ya, bundan sonra ne gelecekse gelsindi artık. Beni eziklemeye, kendine ait olmayan bu evden kovmaya ve durmadan gelip Ozan'a yılışmasına tahammülüm kalmamıştı.

Kulağıma dolan Gönül Akkor'un sesi 'Kıskanırım seni ben, kıskanırım kendimden. Bu nasıl aşk Allah'ım, öleceğim derdimden.' diye acıklı bir şekilde gerçekleri tokat gibi vurdu yüzüme.

Kıskanıyordum işte, deli gibi kıskanıyordum ve aşkı tanımayan zavallı narin kalbim buna engel olamıyordu.

Bir kadının başka bir kadına bu kadar adice davranması da eklenince Tutku artık kaçınılmaz sona kavuşmuştu işte. Ne Ozan'ın kızabileceği umurumdaydı ne de vicdan azabı duyuyordum. Aşk böyle bir şeydi demek. İnsanı insanlıktan bile çıkarıyordu.

Basamakları döve döve aşağıya inen yılan kadından sonra gürültüyle kapıyı kapatıp salona geçtim. Masadaki tabakları toplayarak mutfağa taşıdım. Bulaşıkları makineye dizerken Ozan odadan çıktı. Keşke mutfağı toplamayı bırakıp doğrudan odama gitseydim ve yorganın altında ölü numarası yapsaydım diye geçirdim aklımdan.

Üstünü değiştirmişti. Belinden düşmek üzere olan siyah bir eşofman altı ve gri bir tişörtle karşımda duruyordu. Yanıma yaklaştı. "Niye her şeyi sanki sen yapmak zorundaymışsın gibi davranıyorsun ki?"

Eline aldığı tabağı makineye koyarken, "Ev işleri senin sorumluluğun değil. Bunu bu evde yaşayan ve her şeyi ortak kullanan insanlar birlikte yapar."dedi.

Vallahi bir gün bu zavallı beynim kısa devre yapıp yanacaktı. Sabahtan beri başıma gelmeyen kalmamıştı, Ozan kim bilir neler diyecek, nasıl kızacak diye kendimi darlamaktan kasılmıştım ama adamın derdi ortak yaşam kurallarıydı. Korkut'un ateşe yürüme dediği geldi aklıma. Ben konuyu açmazsam Ozan da bir şey demez diye düşünerek normal davranmaya çalıştım. Mesela Tutku'yu paylamasını konuşabilirdik. Sevgilisi evdeyken onun kendisini odasına kapatmasından da bahsedebilirdik. Benim için bir mahsuru yoktu.

Bir sorunu unutturmanın en iyi yolu, yeni bir sorun çıkarıp eskisinin etkisini azaltmaktır.

"Tutku Hanıma da çok ayıp oldu..."dedim elimdeki bardağı makineye koyarken.

Yüzüme öyle bir baktı ki ilk kez bir anlam veremedim. Gülmek istiyor da gülemiyor gibi miydi? Bozulan sinirleri nedeniyle mi böyle karışık sinyaller veriyordu?

'Yardır kızım Yaso,' diyerek itiraflara başladım ama yanlış yerden.

"Tutku'ya ağzının payını verdim. Bana durmadan bu evden git diyordu ve senin yanında bir melek gibi davranıyordu. Şeytanın da bir melek olduğunu varsayarsak, tavrı benim söylediklerimi hak edecek kıvamdaydı. Ben de hak ettiğini verdim, gitti."dedim.

"Gördüm..."dedi. Şaşırmış gibi yapsam, olmayacaktı. Bu adam evin her noktasını gözetleyecek kadar paranoyaktı çünkü. Ama beni şaşırttı.

"Kapıdaki sesleri duyunca odadan çıktım. Tutku'yu ilk kez o halde gördüm. Sana söylediklerinden haberim yoktu. Bilseydim buna asla müsaade etmezdim."

"Oh iyi yaptım o zaman."dedim. Bu kadarla kalsam iyi olurdu ama çenemin bağı düşmüştü bir kere. "Sen de sevgiline çok doğru davranmadın ama. Hadi ben neyse de senin söylediklerin üzmüştür."dedim, öyle olmamasını gönülden dileyerek. Ozan Tutku'yu önemsesin istemiyordum. Umursasın ve üzüldüğü için kahrolsun istemiyordum. Aşk bencillikse eğer, ben kör kütük bencil olmuştum.

Başını eğdiği yerden kaldırıp şaşkınca yüzüme baktı. Islak elini havluyla kurulayarak, "Sen önce kendi yaptıklarını düşün bence Yasemin..."dedi.

"Ne yaptım ki?"dedim en sevimli gülüşümle.

"Sayayım mı?"dedi mutfaktan çıkarken.

"Yani..."dedim. "Aslında saymana gerek yok. Ben konuya hakimim..."

Elini ensesine attı. Sıktığını hareket eden kol kaslarından anlıyordum. "Gelsene..."dedi.

Salondaki ikili koltuğa oturdum. Oysaki o tekli koltuğu işaret etmişti. Fakat ben o koltukta kendimi sorguda gibi hissedeceğim için dediği yere oturmadım.

"Sabah seni eve kilitlediğim için özür dilerim Yasemin..." dedi.

Yok artık...

"Aman, boş ver..." Elimi havada sallayarak, "Olur öyle şeyler arada, dert etme..." dedim rahatlamış bir ifadeyle.

"Gerçekten çok acayip bir kızsın Yasemin..." dedi. "İnsanda kendini öldürme isteği uyandırıyorsun. Sırf tepkini ölçmek için özür diliyorum ve dediklerine bak. Bu durumda, yaptıkların için senin özür dilemen gerekiyordu..."

Ben az önce bir sorunu unutturmanın en iyi yolundan bahsetmemiş miydim?

Konunun benim yörüngemden acilen ayrılması lazımdı. Bildiğiniz gibi ben bu işte ustaydım.

"Tutku Hanımla vedalaşmadın, kim bilir nasıl bozulmuştur?" Kendi vukuatlarımı unutturmak için bozuk para gibi harcıyordum tutkuluyu ama umurumda değildi. Bazen bencillik etmek gerekir. Hep sencil hep sencil, nereye kadar canım. Hiç...

"Tek derdimiz Tutku mu Yasemin?"dedi. Valla benim tek derdim Tutkuydu ve derdime derman olacak bir çare de yoktu üstelik.

"Kapıya geçirmeye çıksaydın bari, öylece çıktı gitti. Ben olsam bozulurdum."dedim. Bir ara yalnız kaldığımda bu dilime zehir falan sürerdim. O zaman böyle fütursuzca konuşmamayı da öğrenirdi inşallah.

"Sen geçirdin ya Yasemin... Hem de lafı soka soka..."

İki elini ensesine koyarak parmaklarını birbirine geçirdi. Gülüyordu.

"Niye taktın sen Tutku'ya bu kadar?" dedi.

'Ben ne takacağım be, o bana taktı' demek yerine, "Benimki takıntı değil, sadece insanlık."dedim. Oturduğum yerde dikleşerek, "İnsan sevdiğine öyle mi davranır? Çok kabasın."dedim.

"Haklısın."dedi. Ayağa kalkıp masanın üstünden telefonunu aldı. "Arayıp gönlünü alayım o zaman..."

Hay benim ağzımı eşekler tepsin inşallah. Dargın çifti barıştıran Esra Erol gibi davranırsam olacağı buydu. Acilen bir şeyler yapmalı ve bu aramayı engellemeliydim. Kendimi yere atsam ya da aniden bir yerime kramp girmiş gibi yerde debelensem acaba aramaktan vazgeçer miydi?

Bu fikrimden süratle vazgeçip kendimi kor ateşlere atan sözleri söyledim. Diyorum ya hep, benim fikrim başka zikrim başka...

"Sen benim nerede olduğumu nasıl öğrendin?"dedim ve gelecek yanıttan şimdiden deli gibi korkmaya başladım.

Elindeki telefonu masanın üstüne bıraktı. O ilk sabah büründüğü soğukkanlı seri katil haline bürünerek yanıma geldi. Dibime kadar girip elini boynuma attı. Şimdi beni çıplak elle boğarak öldürecek ve cesedimi halıya sarıp denize atacak derken kolyemin zincirini tutarak ucunu dışarı çıkardı.

Siyah taşlı kelebeği iki parmağının arasına alarak, "Buradan..."dedi.

Hızla elini ittirip kolyeyi boynumdan çıkardım. Kelebeğe dikkatle baktım ama bununla beni nasıl bulduğuna anlam veremeyince, "Ne alaka?"diye sordum. Elimdeki kolyeyi aldı ve iki kanadının ortasında bir yere sertçe bastırarak kolyeyi ikiye ayırdı. Ben kırılan kelebeğe neredeyse ağlayacak gibi bakarken, "Buna mecburdum..."dedi dudaklarını kemirerek.

Ben o an için kolyenin gövde kısmında bulunan minik noktaya değil içinden çıkan üç tane iğne inceliğinde, ucu hafiften şişkin şeylere bakmayı yeğledim. Kafamda yanan ampul ile hızla ayağa kalktım. Ozan'ın şaşkın bakışlarına aldırmadan yanağına bir öpücük bıraktım. Bunu neden yaptığımı ya da nelere mal olacağını daha sonra düşünürdüm nasıl olsa.

"Ne oldu Yasemin?" diyerek peşimden gelmeye başladı. Sonradan fark ettiğim başka bir şey ise o an için beni mengene arasına alıp sıkmaya ve kalbimi derinden sarsmaya başlamıştı.

Sağ elini öptüğüm yanağına bastırmıştı ve yüzünde huşu dolu bir bakış vardı. Yanılsama olduğunu varsaymak istedim, sayamadım.

Odamın kapısını açarak dolaba yöneldim. Battaniyeyi yatağın üstüne atarak içindeki sandığı çıkardım. Günlerdir denememe rağmen açmayı başaramadığım sandığın anahtarını boynumda taşıdığımı ve bunu çok saçma bir şekilde fark ettiğimi anlatacak zaman yoktu. Anahtarları kilide geçirerek denemeye başladım.

"İyi de yıllardır boynunda olan kolyenin içinde bir anahtar olduğunu nasıl anlamadın ki? "dedi yatağa, yanıma oturarak.

"Çünkü kolyeyi takmıyordum. Dedem saklamamı ve Şarköy'den ayrılmadan boynuma takmamı istemediğini söylemişti."

"Yine deden ve gizemli halleri... Bir insan neden bu kadar çok saklar ki? Hiç mi vicdanı yoktu?"dedi.

"Sana ölmüş dedem hakkında konuşma demiştim Ozan! Şimdi eğer izin verirsen sandığı yalnız başıma açmak istiyorum."

"Eee..." dedi.

"Odadan diyorum, çıksan mı acaba?"

"Çıkmıyorum." dedi. "Yanımda aç."

"Belki özel bir şey çıkacak içinden, niye senin yanında açayım ki?"

Elimdeki kelebeği alarak sandığın kilidine soktu. İlk kilit açılınca altta çıkan diğer kilitle şaşkınlığımı gizleyemedim. "Bu da ne?"

İkinci kilide soktuğu anahtar uymayınca diğerini denedi. Bu kez uyan anahtarla ikinci kilit de açıldı. "Tamam..."dedim. "Ver şu anahtarı, son kilidi ben açacağım."

"Bu ne saçma bir sandık."dedi kelebeği bana vermeden. "Bunun içinde kaşıkçı elması falan mı var da bu kadar korunaklı bir sandığa ihtiyaç duymuşlar?"

"Ya versene şu anahtarı..."dedim elinden çekiştirerek. "Ayrıca az önce yalnız kalmak istediğimi söylemiştim. Fikrim hala değişmedi..."dedim.

Ayağa kalkarak kapıya doğru yürüdü. Arkasını dönmeden, "Ne çıkarsa bana söyleyeceksin Yasemin." dedi. "Kendi başına bir şey yapmaya kalkma."

İçinden ucu zehirli bir hançer çıkarsa direkt kalbime saplayacaktım ben de tüh...

Son kilide anahtarı soktuğum gibi hafifçe çevirdim. Kalbim gümbür gümbür atıyordu ve titreyen ellerim işimi zorlaştırıyordu. Kendimi sakinleştirmeyi başardığımda kapağı kaldırdım. Derin bir hayal kırıklığı ile omuzlarım düştü.

İçi kırmızı kadife kaplı sandığın içinde sararmış bir zarftan başka hiçbir şey yoktu. Zarfı elime alarak içini açtım. Bir fotoğraf ve buruşuk bir kağıt parçası az sonra göreceklerimi destekler biçimde bana bakıyordu. Önce fotoğrafı aldım. Gördüğüm sararmış fotoğraftaki kadını birine benzetmeye çalışırken bir an da başım döndü. Simsiyah saçları beline kadar uzanan ve aynı bana benzeyen bir kadın üstündeki kırmızı elbisesiyle karnını tutarak poz vermişti. Kadın hamileydi ve karnındakinin bizzat ben olduğum aynı ifadeyle bakan gözlerimizden anlaşılıyordu. Bu kadın benim annemdi.

Başımı iki yana salladım. Birine benzettiğim ama kime olduğunu bir türlü bulamadığım o kadınla bir bağım olamazdı. Ayakkabı mağazasında Melek teyzenin yanındaki, adının Güliz olduğunu öğrendiğim kadın benim annem olamazdı. Dönen başım ve birazdan kusacakmışım gibi burulan mideme aldırmadan fotoğrafın arkasını çevirdim.

Güliz...

Poyraz köy, Beykoz...

İhtimaller, olasılıklar ya da bundan sonra başıma daha neler gelebilecek diye sıraya dizdiğim ve bir gayya kuyusuna benzeyen o karanlık beni git gide içine çekmeye başlamıştı. Düşüyordum. Sonsuz bir boşluğa, nefes bile alamadan düşüyordum. Karanlık kuyunun dibinden bir ses bana, 'Bitmedi, her şey daha yeni başlıyor.' diyordu ve ben o sese gitmek istemesem de hızla aşağı doğru düşmeye devam ediyordum.

Bunca ızdırap, bunca kayıp yıl aslında var olan ama bana bir türlü görünmeyen annem yüzünden miydi?

Peki, babam... Babam neden bana annemin varlığı ile ilgili tek kelime bile etmemişti? Kanlı canlı karşımda gördüğüm, bana sadece sıradan biri gibi tanıştırılan bu kadın neden yıllarca benden saklanmıştı? Bitmeyeceğini bildiğim ama sormaktan bıkmadığım sorular zihnimde dönüp duruyordu. Karanlık iyice ıssızlaştı. Düştüğüm yerde uzandığım el bile yabancıydı artık bana. Bildiklerini söylemeyen herkes gibi, yabancıydı. Yaratılan gizeme alet olan herkes yabancıydı. Bana ben bile yabancıydım artık. Yitip gitme isteğim beni derinden sarssa da ben son hamle ile kalkıp o acımasız nedenlerle savaşacaktım. Beni cevapsız sorularla baş başa bırakan herkese inat, savaşacaktım. Bataklığı andıran bir zemine düşmeme saniyeler kalmıştı. Eğer düşersem biliyordum ki bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey. Her ne kadar kendi çabamla kalkmak istese de düştüğüm yerden, kalkamadım. Uzatılan ele tutundum. Belki de son kez...

Düştüm ve saniyeler sonra birden havalandım. Bedenimin süzüldüğünü ve birinin adımı seslendiğini duyuyordum ama ne gözlerimi açabiliyordum ne de ses çıkarabiliyordum. 'Nefes al Yasemin, ne olur nefes al...'diyordu bir ses. Çok yakınımdaydı. Kokusu burun deliklerimi istila ediyordu ama ben ciğerime gerekli olan havayı gönderemiyordum. 'Yapma Yasemin, ne olur nefes al...' Son gayretimle nefes almaya çabaladım ama yapamadım. Ciğerlerimdeki yangın tüm bedenime sıçramış beni çaresiz bir yok oluşa mahkûm etmişti

...

Gözlerimi usulca araladığımda tam karşımda bir manzara tablosu davetkâr biçimde akan şelalesi ve gökyüzüne uzanan ağaçlarıyla beni yanına çağırıyordu. İlk an da yabancıladığım bu ortamın daha sonra bir hastane odası olduğunu anladım. Koluma takılı serum ve üzerimdeki pembe puantiyeli hastane elbisesi evde neler yaşadığıma dair ipuçları veriyordu. Kıpırdamadan yatmaya devam ederken açamadığım gözlerime rağmen kulaklarımın duyduklarını düşünmeye başladım. Kaç saattir buradaydım bilmiyorum ama bana bir asır kadar uzun gelmişti.

Ozan'ın telefonla konuşurken bağırmasını, Korkut'un onu sakinleştirmek için verdiği çabayı ve benim bundan sonra nasıl davranmam gerektiği konusunda uzun uzun düşündüm. Gözlerimi açmazsam uyuduğumu düşünürlerdi ve ben planlarım için zaman kazanabilirdim.

Yeniden derin bir uykuya dalmam zor olmadı. Pencerenin önünde bir eli cebinde ayakta dışarıyı izleyen Ozan'ın varlığına aldırmadan kapattım gözlerimi.

"Ben babaanneme söylemiştim senin Yasemin'in kocası olduğunu ama beni dinlemedi Ozan..."diyen sesi duyduğumda gözlerimi açmaktan korkarak kıpırdamadan yatmaya devam ettim.

"Kocası değilim Çiçek..."dedi, yorgunluk akan sesiyle Ozan.

"Evet, babamda aynısını söyledi," diye cevap veren Çiçek'i ne cevap verecek diye merakla beklemeye başladım.

"Ne dedi baban?" dedi aynı benim gibi merakla.

"Ozan ve Yasemin sadece arkadaş, karı koca değiller dedi."

"Tamam, bence bu konu çok gereksiz..."diyen başka bir ses girdi araya. "Şimdi bana yardım edin de odayı süslemeye devam edelim. Yasemin uyandığında işimiz bitsin istiyorum."

Zeynep ve Korkut'un sesi de geldiğine göre oda oldukça kalabalıktı.

"Kızım, o renk balon oldu mu şimdi buraya?"diyen Korkut'un sesinden sonra odada bir patlama sesi yankılandı.

"Geri zekalı!"diye bağıran Zeynep, "ödümüzü koparttın. Bırak da kalsın işte yerinde!" diye devam etti.

Usulca gözlerimi açtım.

İlk gözüme çarpan yanı başımda oturan Çiçek oldu. Ellerini çenesine koyarak, "Sonunda uyandın pamuk prensesim..."dedi hülyalı bir sesle.

Kurumuş boğazım nedeniyle konuşmakta güçlük çekince sadece gülümsemekle yetindim. Çiçek konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

"Ben Ozan'a senin sadece öperek uyanabileceğini ve onun seni öpmesi gerektiğini söyledim ama beni dinlemedi. Pamuk prenses sadece bir masalmış, gerçek hayatta ilaçlar varmış ve sen ilaçlarını içtiğin için çabucak uyanacakmışsın..."

Boğazımı temizlemek adına hafifçe öksürdüm. Elinde bir bardak suyla başımın altından destekleyerek beni kaldıran ve bardağı ağzıma dayayan Zeynep, "Korkuttun bizi be zeytin göz..."dedi. Elinden bardağı aldığımda saçımı okşayarak, "İyisin değil mi?"diye sordu.

Kana kana içtiğim su bardağını başucumdaki komodinin üstüne bırakmaya çalıştığım sırada Ozan eğilip elimden bardağı aldı. "Yasemin..."dedi ama devamını getiremedi. Yüzüme bakmıyordu ve çöken gözaltlarından anlaşılacağı üzere o da zor bir gün geçirmişti.

Zeynep ve Korkut'a gülümsedim ama Ozan'ın gözlerine bakmaya hazır değildim henüz. Aynı durum onun için de geçerliydi ki; yüzüme bakmaktan imtina eder bir hali vardı.

"Çiçeğim?"dedim. "Seni kim getirdi buraya?"

Engin Bey'in de burada olmasını istemiyordum. Kaostan beslendiğimi iddia eden Ozan'ın aksine ben hayatımda kaos falan istemiyordum.

"Ozan ve Zeynep..."dedi.

Zeynep'e bakarak, "Öyle mi?"diye sordum.

"Evet..."diyerek üstümdeki pikeyi düzeltti.

Çiçek hevesle anlatmaya başlayınca ilgimi ona yönelttim.

"Ben- "Parmaklarıyla hesap yapar gibi düşündü önce. İki parmağını havaya kaldırarak, "Ben pencereden karı izlerken Ozan'ın seni kucağında arabaya bindirdiğini gördüm ve koşarak babama söyledim. O da hemen aşağı inip size yetişmek istedi ama yetişemedi. Eve gelip seni aradı ama telefonun açılmadı."

"Sonra?"dedim devam etmesini ister biçimde.

"Babam sonra yeniden seni aradı ama telefonu Ozan açtı. Hasta olduğunu söyledi babama. Biz de senin yanına geldik ama sen hep uyuyordun. Yanına girmemize izin vermediler. Bu sabah yeni yıl sürprizi yapmak için Ozan bize gelip beni aldı ve buraya getirdi. Babam işten çıkınca buraya gelecek ve hep beraber parti yapacağız."

Bir önemi varmış gibi, "Saat kaç?"diye sordum. Korkut elindeki telefona bakarak, "Beş buçuk."dedi.

"Odayı niye süslediniz böyle?"dedim gözlerimle renkli balonlarda gezdirerek. Sebebini köşede duran çam ağacı söylüyordu ama buna inanmak istemiyordum. Çünkü o sandığı açtığım gece yılbaşına tam üç gün vardı. Pazartesi günü ifade vermeye gidecektim ve günlerden Çarşamba olduğuna göre ifadeyi de verememiştim.

"Çünkü bugün yeni yıl partisi var..."diyerek el çırpan Çiçek'i uzanarak kucağına alan ve yere bırakan Ozan, "Ben doktora haber vereyim."diyerek odadan çıktı. Yanımdan uzaklaştığı için memnun olmayan Çiçek yeniden yanıma tırmandı.

Minik eliyle alnımı okşayarak, "Sen uyurken odayı süsledik Yasemin, sevindin mi?"diye sordu.

"Çok..."dedim. "Çok sevindim."

"Biliyordum sevineceğini..."dedi el çırparak. "Daha sürprizlerimiz bitmedi ama."

Başka ne gibi sürpriz olabilirdi ki benim hayatımda? Öğrendiğim gerçekten daha büyük bir sürpriz olabilir miydi?

"Bu gece hep birlikte yeni yıl partisi yapacağız. Birazdan babam da gelecek."dedi kendine göre müjdeli haber verdiğini sanarak. Oysaki ben bu gece burada olmayı düşünmüyordum. Nereye gideceğimi bile bilmememe rağmen...

"Yasemin, yatağı biraz kaldırmamı ister misin?"diye soran Zeynep'e "İyi olur."dedim. "Sırtım ağrımış yatmaktan."

Çiçek'i kucaklayarak yere bıraktı. Başımı ensemden tutup hafifçe kaldırdı. Yastığı arkama dayayarak oturur pozisyona geçmeme yardım ederken bir yandan da yatağın yanındaki butona basarak baş kısmını kaldırdı.

"Nasıl, daha rahat mısın şimdi?"diye sorduğu sırada oda kapısı açıldı. Orta yaşlarda bir kadın doktor ve arkasında Ozan yanıma geldiler.

"Uykucu hastamız nihayet uyanmış."dedi doktor elindeki dosyaya notlar alarak.

"Nasıl hissediyorsun kendini Yasemin?"dedi.

"Boş..."dedim.

"Tek kaşını kaldırarak dudağını büktü. "Nasıl bir boşluk peki bu?"

"Sonsuz bir boşluk..."dedim yerimde kıpırdanarak. "Sanki sihirli bir değnekle dokunup tüm hislerimi almışlar gibi. Kafamın içi bomboş, hatta damarlarımdaki kan bile çekilmiş gibi."dedim.

"Bu çok normal, neredeyse yetmiş iki saattir uyuyorsun..."deyince aklıma gelen şeyle dudaklarımı dişledim. Yetmiş iki saattir uyuyorsam çişimi altıma mı yapmıştım? Serum takılı olmayan elimi çaktırmadan yatağın içine daldırdım. Yatak kuruydu ama elime gelen şey bana bu yatakta niye altıma işemeden o kadar saattir yattığımı açıklıyordu.

"Kendini zorlama Yasemin..."dedi doktor not almaya devam ederek. "Ağır bir atak geçirdin ve kendini yorgun hissetmen normal. His konusuna gelince de onu yarın hocama danışacağız."dedi.

"Buna gerek yok..."diyerek neredeyse bağırdım. "Ayağa kalkıp biraz dolaşırsam geçer. Hem ben yarına kadar burada kalmak istemiyorum. Eve gitmek istiyorum."

"Yasemin..."dedi yeniden Ozan. Adımı unutmamak için tekrar ediyordu sanırım.

"Hım..."dedim inadıma inadıma gözlerinin içine bakarak.

"Yarına kadar hastanedeyiz..."

"Yiz?"dedim. "Ben tek başıma kalırım, sen işinden kalma boşu boşuna."

"Ben kalırım yanında Ozan..."dedi Zeynep. "Sen bence de eve git."

"Olmaz öyle şey..."diyerek doktora döndü. "Gonca Hanım, siz hocanıza yarın sabah için Yasemin'in müsait olduğunu söyleyin lütfen. Buradayız..."

"Doktor hanım, birkaç dakika yalnız konuşabilir miyiz?"dedim şu sonda belasından kurtulmayı umarak.

"Tabi..."dedi diğerlerine bakarak. "Sizi dışarı alalım." Çiçek'e bakarak, "O getirdiğin şahane pastadan bana da ikram edecek misin Çiçek?"dedi Çiçek'in sarı bukleli saçlarını okşayarak.

"Yasemin isterse neden olmasın."dedi muzipçe bana bakarak.

Elini tutan Korkut'la dışarı çıkmak üzereyken oda kapısı tıklatıldı. Korkut bağırarak, "Gelme..."dedi ama dışarıdaki 'gel' anlamış olacak ki kapıyı açarak içeri girdi. Elinde bir buket çiçek olan Engin Bey içeri girdiğinde Ozan hızla yanına yaklaşarak elindeki çiçeklerle beraber Engin beyi dışarı çıkarttı. Ya da attı.

Yanı başımda ayakta duran Zeynep, "Ben kalayım,"dedi. "Yardıma ihtiyacın olabilir."

Anlamsıca yüzüne bakarken, "Sondayı çıkarttırmak istemiyor musun?"dedi. Olumlu anlamda başımı salladım. Bu sırada doktor cebinden telefonunu çıkartarak, "E2ye bir hemşire gönderin."diyerek telefonu kapattı.

"Serum bu gece kalmaya devam edecek ama artık uyandığına göre sondayı çıkartabiliriz."

"Serumu da çıkartsak ve beni eve göndersek?"dedim neredeyse yalvaran bir sesle.

"Yemek yiyeceğine ve bol su içeceğine söz verirsen bittiğinde yeni serum takmam."dedi.

"Söz..."dedim.

"Zaten bir sürü yiyecek hazırladık, Yasemin'e hepsini yedirmeden bırakmam."diyen Zeynep devam etti. "Nöbetçi doktor odasına da şahane yemekler bıraktık."dedi doktora gülümseyerek.

"O zaman?"dedi ve serumun bağlı olduğu cihazın birkaç tuşuna dokunarak, "Yirmi dakika sonra bitecek serumdan sonra artık özgürsün..."

"Özgürlüğüme hastane dışında devam etmeyi tercih ederdim."dedim serum borusuyla oynarken.

Kaşlarını kaldırarak dilini damağına vurdu. "Bu atağın altında yatan travmayı belirmeden eve gitmek yok..."

Demek ki ben ömrümün geri kalanını bu hastane odasında geçirecektim. Çünkü benim bir travmam yoktu. Acılarım vardı, kendim sarmıştım. Yaralarım vardı, kabuk bağlamıştı. Yalnızlığım vardı, kendi başıma dindirmiştim. Bir de acınası halim vardı ama ona henüz bir çare bulamamıştım. Bulurdum... Yeniden ayağa kalkar ve kendimi onarırdım ben. Travma filan işlemezdi bana.

"Peki..."dedim çaresizce. O sırada kapı açılarak odaya eflatun üniformalı bir hemşire girdi. Doktorla selamlaştıktan sonra üstümdeki pikeyi kaldırmadan iki bacağımın arasından sondayı çekip çıkardı. İrkilerek kendimi geri çekince, "Bitti..."dedi. "Bu kadar."

"Serum bitince çıkar. Yenisini takma. Bu gece hastamız sabaha kadar parti yapacak."

Aman ne büyük mutluluk...

Parti yapıp eğlenerek okuyamadığım mektupta neler yazdığını düşünürdüm artık bol bol...

Doktor ve hemşire odadan çıkınca, "Eşref amca nasıl?"diye sordum Zeynep'e. Benim yüzümden Zeynep hastane köşelerinde perişan olurken Eşref amcada evde yalnız başına yeni yıla girecekti.

"İyi iyi..."dedi. "Susamı besleyip yanımıza gelecek."

"Susamı ona bıraktınız?"

"Evet canım, düşünme sen susamı şimdi. Sadece kendini düşün, olur mu?"

Odadaki dolabın içinden bir valiz çıkarttı. İçinden iç çamaşırı alarak yanıma geldi. "Yardım etmemi ister misin?"

"Ben hallederim Zeynep..."dedim. Serum takılı elime dikkat ederek pikenin altından hastane elbisesini sıyırarak çamaşırı zor da olsa bacaklarımdan geçirdim. Eğilerek pikenin altından çamaşırı yukarı çekmeme yardım eden Zeynep'e minnet ve utanç karışımı bakışlarımı kaldırdım.

"Yapma Yasemin,"dedi." Bunda ne var? "

Bir cevap veremeden odanı kapısı tıklatıldı.

"Gel..."dedim ama şu an kimsenin yanımda olmasını istemiyordum.

İçeri Ozan önderliğinde Korkut, Eşref amca ve Çiçek girdi. Engin Bey'in nerede olduğunu merak etmeme gerek yoktu. Ozan'ın çatık kaşları ve elinde patlamaya hazır bir bomba gibi tuttuğu çiçek buketi gerekli açıklamayı yapıyordu.

Odanın içindeki banyoya girerek boş elle çıktı. Çiçeği çöpe attığını tahmin etmek zor değildi ama neden diye sormak istemediğim için bakışlarımı Eşref amcaya çevirdim.

"Zeytin gözüm..."diyerek yatağa yaklaştı. "Uyanmışsın, iyisin değil mi?"

Saçımı okşayan elinin üstüne elimi koydum. "İyiyim Eşref amca..."

"Korkuttun hepimizi... Şimdi seni böyle gördüm ya, geçti gitti."dedi elimi kavrayıp sıkarak. "Bizim kalbimiz hep kırıktır çocuk. Ama biz yine de eksik etmeyiz sol cebimizden umudu demiş Nazım. Varmış bir bildiği de demiş zamanında. Sen de öyle yap. Eksik etme sol cebindeki umudu, olur mu zeytin gözüm?"

"Özür dilerim Eşref amca..."dedim akmak için göz pınarlarımı zorlayan yaşları tutmaya çalışarak. Ağlamayacaktım. Ağlayamazdım. Benim ağlayıp, yakınmaktan daha önemli sorunlarım vardı ve bundan sonra kimsenin bana acımasını kaldıracak takatim yoktu.

Korkut kocaman ellerini birbirine vurarak, "Fıstık uyandığına göre parti başlasın..."dedi bağırarak.

Ozan iki elini kulağına bastırarak, "Ne diye bağırıyorsun, sağır mı var?"dedi.

"Heyecan yaptım bir an da be ikiz, ne yapayım?"dedi Korkut.

O heyecanı bende yapabilseydim keşke.

Kapının yanındaki masada paketleri açmaya başlayan Zeynep ve Korkut bir yandan didişiyor bir yandan da Çiçek'in, "Pastaya mum da koyacak mıyız?"diye ortalarda koşturmasına gülüyordu. Fakat ben telefonla konuşan Ozan'a odaklı olduğum için onların eğlencesine katılamıyordum.

"Görüşürüz Tutku, tamam uzatma işte. Zaten istemiyordum o ortamda olmayı, ne diye hala ısrar ediyorsun. Tamam, kapat..."diyerek telefonu kapattı. Yeniden çalan telefona öldürücü bakışlar attı... Bu kez konuşmasını yapmak için odadan çıktı ama çıkmadan önce 'Anne...' dediğini duydum.

Tüm duygularımı kalbimin en derinine gömerek her şeyi unutmaya ve an'a odaklanmaya karar verdim. Düşünürsem hem üzülür hem de üzerdim çünkü.

Yatakta bağdaş kurarak oturdum. Önüme konan tabaktaki yaprak sarmayı iştahla ağzıma attım. Zevk içinde çiğneyip meyve suyumdan bir yudum almıştım ki odaya tanımadığım bir adam ve Ozan girdi.

Tanımadığım adam yanıma yaklaştığında onun, şu durmadan bahsi geçen ve nikah günü Cemo'yu alan Yiğit adlı adam olduğunu anladım.

"Afiyet olsun Yasemin..."dedi. "Bakıyorum uyanmışsın."

Ben Yiğit denen adama boş boş bakarken Ozan yanıma geldi. "Yiğit abi, "dedi adamı işaret ederek. "Memnun oldum, ben de Yasemin diyeceğim ama zaten siz beni tanıyormuşsunuz..."dedim manidar bakışlarımı Ozan'a atarak.

"Sen uyurken tanışmıştık desem komik olacak. Pazartesi bekledik, gelmeyince gidip bir bakayım Yasemin Hanım neden ifade vermeye gelmedi dedim."

"İfadeyi size mi vereceğim?" dedim bir Yiğit denen adama bir de Ozan'a bakarak.

"Senin için bir sakıncası yoksa evet." dedi.

"Yani yokta, ne bileyim ben sizi Ozan'ın iş arkadaşı sanıyordum."

"Öyleyim..." dedi.

"İyi de Ozan polis değil ki?"

"Ben de değilim..." dedi omuzlarını silkerek.

Elini Yiğit denen adamın omzuna koyarak, "Yiğit abi, Yasemin yeni uyandı. Kafasını iyice bulandırmayalım istersen. İyileşince birlikte geliriz, olur mu?"dedi.

"Ben ifade almaya gelmedim Ozan..." dedi. "Sadece merak."

"Beni mi merak ettiniz?"dedim yerimde dikleşerek.

"Valla sen belki farkında değilsin ama oldukça meşhur birisin Yasemin." dedi. "Ozan ve Korkut senden çok bahsettiler."

Ozan boğuluyormuş gibi öksürünce Korkut sırtına vurmaya başladı, Zeynep de su doldurmak için su şişesine uzandı.

Suyunu içen Ozan, "Yiğit abi..." dedi. "Yapma."

"Tamam lan, bir şey mi dedik? Neyse ben kaçıyorum. Başka muhteşem bir parti ve sevgilim beni bekliyor."

"Size iyi eğlenceler."dedim. "İfade ne olacak peki? Ne zaman vereceğim?"

Boynunu iki yana çevirerek, "Gerek yok. Bundan sonrasını Avukat halledecek. Zaten yazılı ifaden var. Sen eksik olan bilgileri bundan sonra Avukatına iletirsin, biz hallederiz."

"İyi de benim bir Avukatım yok ki..."

"O kısmı düşünme sen. Dinlenmene ve iyileşmene bak. Bundan sonrası bizim kontrolümüzde."

"Siz?"

"Ozan, müsait olduğun bir zaman bana uğra. Konuşalım."diyerek Ozan'a baktı.

"Tamam, Yasemin çıksın, geleceğim."

Cemo'yu sorabileceğim yegane insan olan Yiğit'e, "Cemo nerede?"diye sordum.

Kapıdan çıkmak üzereyken arkasını döndü. "Sana selamı var. Yarın sabah hastaneye gelecek ve yanına uğrayacak, merak etme."diyerek kapıdan çıktı.

Şu an en çok ihtiyacım olan kişi Hayriş ve Cemo'ydu ve ikisi de yanımda değildi. Hayriş'in haberi olup olmadığını bilmiyordum ama Cemo bildiğine göre onun yanımda olmasını istiyordum. Güven veren gözlerine, tertemiz kalbine ve bana asla yalan söylemeyecek dürüstlüğüne ihtiyacım vardı. Etrafım bir yalanla sarılmıştı ve ben her şey normalmiş gibi yapmaktan sıkılmaya başlamıştım.

Gecenin ilerleyen saatlerinde tabağımda ne varsa silip süpürmüştüm. Aklımı yemeye verirsem kafamda cevap bekleyen soruları da bir süre öteleyebilirim diye düşünmüştüm çünkü o cevaplara henüz hazır değildim.

Yatağa yanaşıp başını dizime koyan Çiçek'in saçlarını okşadım. "Uykusu gelmiş, babasına haber verin de eve götürsün..."

Aniden başını kaldırarak, "Daha yeni yıl olmadı Yasemin, ben gitmek istemiyorum."dedi.

Böyle diyordu ama esneyen küçük ağzı ve küçülmüş gözleri tam tersini söylüyordu. Ozan Korkut'a hitaben, "Çiçek'i babasına götür de eve gitsinler." dedi.

Demek Engin Bey hala buradaydı ama odaya gelmemişti. Bu adama neden bu kadar taktığını anlamamıştım. Anlamıştım ama saçmaydı. İnsan hiçbir bağı olmayan birini ne diye kıskansındı ki?

Çiçek'i i kucağına alan Korkut, "Zeynocan, hazırlanın da sizi de bırakayım." dedi.

Zeynep önce Eşref amcaya baktı. Birbirleriyle sözsüz bir iletişim halinde gözleriyle konuştuktan sonra,"Ben bu gece Yasemin'in yanında kalayım. Ozan gitsin eve, kaç gündür uykusuz."dedi.

Ah kalbim, sakin ol... Senin için değil, sadece verdiği söz için uykusuz kaldı.

"Gerek yok. Gidin siz. Bizim Yasemin'le konuşacaklarımız var." dedi.

Beni sıkı sıkıya tembihleyen Zeynep ve Eşref amcanın ardından Korkut'ta yüzümü güldürmek için şebeklik yaptı ama çabaları nafileydi. Benim aklım okuyamadığım mektupta ne yazdığındaydı. Kısacası benim kafamın için entrika dolu bir pembe dizi gibiydi ve Ozan'ın her zaman güven veren varlığı bile bana azap oluyordu.

Gece saat On da oda sessizliğe büründü. Odayı havalandırmak için pencereyi açan Ozan bir müddet kıpırdamadan olduğu yerde dışarıyı izledikten sonra usulca bana doğru döndü.

"Tutku beklemiyor mu seni, neden kaldın yanımda?" dedim elimin içinde sıktığım pikeye bakarak.

Yanıma gelip yatağın kenarına oturdu. "Beklemiyor..."dedi, elimin içindeki pikeyi çekerek.

"Programınızı da bozdum. Neyse ki daha vakit var. İstersen git de yeni yıla birlikte girin."

"Yasemin..."dedi eğilip yüzüme bakarak. "Tutku'yu mu konuşacağız?"

"Senin iyiliğin için demiştim ben, yoksa bana ne."

"Annemlerin uçağı yarın öğlen inecek."

Bir cevap vermemi bekledi. Uzun uzun yüzüme baktı ama ben bu konuşmayı şu an yapmak istemiyordum.

"Uykum geldi benim..."dedim yatar pozisyona geçerek. Gömleğinin üst cebinden bir paket çıkarıp gözümün önüne tuttu. Şimdi almasam ayıp olurdu. Yoksa hiç Ozan'ın beni şekerle kandırmasını filan istemiyordum. Ayıcıklı şekerleme paketini açarak birkaç tanesini avucuma döktü. Ben bana şifa olacağını umduğum, küçüklüğümden beri kendimi şekerle kandırdığım gibi avucumdakileri ağzıma tıktım.

Arkamdaki yastığı düzeltip sanki kendim yatamıyor muşum gibi yatmama yardım etti. "Sen yat. Ben anlatacağım..."dedi yerine iyice yerleşerek.

"Bana önce bu Yiğit denen adamı ve Cemo'nun onunla ne işi olduğunu anlat. Madem polis değil, madem ona ifade vereceğim, bana onun kim olduğunu anlat. Anlat yoksa ben kafamda kendi senaryomu yazacağım ve inan, bu senaryo oldukça aksiyon içerikli olacak."

"Anlatırım ama şimdi sırası değil. Seninle konuşmak istediğim şey sandıktan çıkan fotoğraf ve mektupla ilgili."

"Evet..."dedim ellerime bakarak. "Benim okuyamadığım mektup."

"Mektup zaten sana yazılmamış Yasemin."

"Anlamadım? Kime yazılmış?"

"Annene..."

"Babam, varlığını bildiği anneme bir mektup yazmış ve göndermemiş ama bana buna dair tek kelime bile etmedi. Neden diye soracağım kimsem yok. Hesap soracağım, akla uygun cevaplar alacağım kimsem yok." Neden sonra farkına vardığım durum yüzünden sustum. Bunu bildiğini tahmin ettiğim Ozan da benden bir sürü şey saklamamış mıydı? Şimdi onun karşısına geçip medet mi umacaktım. Sustum.

"Hepsi geçecek Yasemin..."dedi ellerini elimin üstüne koyarak. Usulca ellerimi geri çektim. Teselliye değil, cevaba ihtiyacım vardı ve ben bunları birinci ağızdan öğrenmek istiyordum. Suça ortaklık ettiğini düşündüğüm Ozan'dan değil.

Bakışlarındaki hüzün, merhamet ve yoğun ilgi aklıma girmeye çalışıyordu. Buna sözleri de eşlik etmeye başlayınca incecik örülmüş derme çatma duvarım yıkıldı.

"Sen, benim için çok değerlisin ve ben daima senin yanında olacağım..."

Kalbimi düşürdüm, hükümsüzdür...

Kendimi bu kadar açık etmek bir an da savunmasız ve çıplak hissetmeme neden oldu. Ona karşı bu kadar savunmazsız olan kalbim olmayacak duaya amin diyordu. Acilen toparlanmam ve aklımı istila eden romantik duygulardan silkelenmeliydim.

Bu kadar dibimde olması aklımı bulandırıyordu ve biliyorsunuz ben söz konusu Ozan olunca aptal yelkenlerimi hemen suya indiriyordum. Arkamı ona dönerek yattım. Üstüme örttüğü pike ile bir an da içim ürperse de aldırmadım.

"Ben bagaja binip, bagajda olduğun an'ı annemden öğrenene kadar hiçbir şeyi bilmiyordum. Annem aradığında ilk söylediği şekilde amacının sadece İstanbul'a gelmek olduğunu biliyordum. Yemek için durduğumuzda yeniden arayıp bu kez senin aslında Güliz ablanın öldü sandığı kızı olduğunu ve bunu sana asla söylememem gerektiğini anlattı. Güliz abla, bizim Şarköy'deki yazlıktan annem ve babamın seni araştırıp bir plan yapmalarını istemiş. Geçtiğimiz yaz, mayıs başında yazlığa geldiklerinde yapmışlar planı. Amacı seni alıp İstanbul'a getirmekmiş ama Şahin ve yengene bir ders vermeden içi rahat etmeyeceğini o yüzden de bu kadar uzun sürdüğünü anlattı."

Benim hiç tepki vermeden yatmam nedeniyle uyuduğumu düşünmüş olmalı ki sözlerini yarıda bıraktı. Kımıldamadan, "Sonra?"dedim.

"O sabah eve geldiklerinde, sen uyurken anlattı çoğu şeyi. Ben ısrarla seninle konuşmamız gerektiğini söylememe rağmen kabul etmedi. Bunu annenle konuşman gerektiğini söyledi. Güliz abla üç yıldır bunu bildiği halde tek bir adım atmamışken ve içi rahat bir şekilde seni bulmaları için annemleri devreye sokmuşken bu karşılaşmayı hak etmediğini düşündüm."

"Demek çok da önemli değilmiş onun için..."dedim aynı şekilde yatmaya devam ederek.

"Bilmiyorum ..."

"Üç yıl Ozan..."dedim bu kez yüzümü ona dönerek. "Koskoca üç yıl bir insan bildiği halde neden kızını görmek istemez ki?"

Cevap vermeyince devam ettim. "Şimdi karşıma geçip ne diyecek ki? 'Kızım' deyip bağrına mı basacak? Yılların acısını çıkartmak istercesine saçlarımı okşayıp dizinde mi uyutacak?"

Bu kez toparlanarak oturur pozisyona geçtim. "Ben o sandığı açmasaydım varlığını bile öğrenemeyecektim."

"O sandığı annem anlatmıştı. Hayriye bahsetmiş. Kolyenin içini açıp üç anahtarı gördüğümde anlamıştım ona ait olduklarını. Niyetim sana asla geri vermemekti ama içine yerleştirdiğim çip nedeniyle boynunda olması gerekiyordu."

"Neden yerleştirdin ki içine o çipi? Şahin beni bulur, zarar verir diye değil her halde?"

"Hayır..."dedi. "Zaten istese de sana ulaşması mümkün değildi. Biliyorsun o günden beri gözetim altında."

"Neden o zaman?"

"Çünkü Alpaslan Bey, yani deden her yerde seni izliyordu..."

Duyduğum isimle bir an da bedenimi bir korku sardı. Bu ismi daha önce duymuş ve dedemin telefonla konuştuğuna şahit olmuştum. Her telefon konuşması yüksek sesli ve tartışmaya benzer tonda yapılıyordu ve ben her sorduğumda dedem bana, 'Asker arkadaşım Alparslan, kendisi çok muziptir. Beni kızdırmayı sever. Sen merak etme kavga etmiyoruz.'derdi.

Çocuktum ve inanırdım. Ardında başka bir neden aramazdım. Şimdi duyduklarım ise bana bunun ardında daha bilmediğim kim bilir neler var diye düşündürüyordu.

Ya babam? Neden yapmıştı bunu bana? Neden beni annesiz bir hayata mahkûm etmişti. Neden anneme benim öldüğümü söylemişti?

Hesap sorabileceğim, nedenlerini tek tek dinleyeceğim hiç kimse hayatta değildi. Beni bir başıma bir bilinmezin içine bırakıp gitmişlerdi ve şimdi başımı göğsüne yaslayıp ağlayacağım, hesabını soracağım kimsem yoktu.

Ben duyduğum isimle ilgilenmez görünürken Ozan anlatmaya devam etti.

"Alparslan Bey, sen doğduğunda babana seni de alıp Tekirdağ'a dönmesini istemiş. Annenle evliliğini hiçbir zaman istememiş zaten. Onlarda kaçarak kurtulmayı denemişler. Annenin hamile olduğunu öğrenince de Alparslan Bey istemeyerek de olsa evlenmelerine razı gelmiş. Doğumdan sonra annene senin ölü doğduğunu söylemişler."

"Aklım almıyor tüm bunları..."dedim ağlamamak için kendimi sıkarak. "Babam peki, nasıl ikna olmuş buna? Böyle bir yalana çanak tutarak hatta bizzat yalanın kendisi olarak nasıl kabul etmiş tüm bunları?"

"Orasını sadece baban ve deden biliyor Yasemin, benim bildiklerim bu kadar."

"Melek teyze ve Fikret amcayla ne ilgisi var tüm bunların peki?"

"Alparslan Bey, babamın emekli olduğu bankalar zincirinin sahibi. Üç yıl önce ağır bir trafik kazası geçirdi. Herkes yaşayacağından ümidi kesmişti. Kendisi de bu fikre alıştığı için vicdanının sesini dinlemeye karar vermiş olmalı ki bildiklerini annene anlatmış. "

"Güliz Hanım üç yıldır benim varlığımdan haberdar ama kendisi zahmet edip görmeye gelmiyor ve güvendiği iki kişiyi yanıma gönderiyor..."dedim hayret ve öfke barındıran sesimle.

"Benim kabul edemediğim de o ya..."dedi elini ensesine koyarak. "Annem ve babamın da suçu var. Bir anne evladının yaşadığını bilecek ve umursamayacak ama iki yüce gönüllü insan öldü sanılan kızın peşine düşecek..."

Bu konuda yorum yapmayı doğru bulmadım. Melek teyze ve Fikret amcayı düşününce kalbimde açan çiçekler boynunu büksün istemiyordum çünkü. Onlara olan koşulsuz güvenim, gerçek anne baba gibi hissettiren duygularım dimdik ayakta kalsın istiyordum.

"Geldiklerinde anlatırlar sana ama sen ne düşünüyorsan bil ki ben senin yanında olacağım. Kızsan da, bağırıp çağırsan da ben hep senin yanındayım Yasemin..."

Frida Kahlo şu sözlerle sanki beni anlatıyor; 'Çok karışığım. Bir yanım olabildiğince huzursuz ve yorgun. Diğer yanım mucizelere ve düşlerin gerçek olabileceğine halen inanıyor ve heyecanını koruyor. Bu iki yan arasında ben, eziliyorum...'

Geldik zurnanın zırt dediği yere... Bakalım Yasemin bu öğrendiği gerçeğe nasıl tepkiler verecek? Burada dram yok, tekrar hatırlatmak istedim:))

Gelecek hafta yepyeni bir macera ile kaldığımız yerden devam:))

Alıntılar ve paylaşımlar için @turlikwattpad instagram hesabıma beklerim...

Continue Reading

You'll Also Like

7.5K 2.7K 19
Fatih ile Yasemin'in çocuklukları aynı yerde geçmiş okul okumak için gittikleri yerlerde ayrı düşmüş iki gencimiz. Zehra kuzeni Fatih' e büyük hayra...
ARAF By Merve

Fanfiction

43.5K 3K 56
Aslan. Seninle gelmemi ister misin?" Sorduğum soru yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeye neden oldu. Bana dayanamıyordu bunu tabii ki de biliyordum...
777K 45.9K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
Mavi gözlüm By gece mavisi

Mystery / Thriller

4.2K 269 5
~Gök gibi gözlere sahip İran güzeli... ~Darya Şehrazat SİPAYİ ~Kürt bir İstanbul beyefendisinin aşkı... ...