YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı

2.2K 281 255
By turlik

Beklenildiğine değecek bir uzun bir bölüm ile geldim. Bu bölüm geçiş. Bundan sonra her şeye hazırlıklı olun. 

Bölümü bana her daim yanımda olduğunu hissettiren ve yorumlarıyla yüzümü güldüren canım mor_menekse18 ye ithaf ediyorum...
Keyifli okumalar...

Yaklaşık 16 milyon nüfuslu koca İstanbul'da benim payıma düşen bir karış surat ve benimle konuşmamak için her yolu deneyen bir adam olması bile beni yıldırmaya yetecek gibi durmuyordu. Ozan genelde kızgın veya sinirli olurdu. Seyrek güler ve imalı bakışlar atardı ama nikah gününden beri yani iki gündür tüm duygularını ustalıkla saklamayı başardı.

Sıradan insanlar tüm gününü nasıl evde geçirir bilmiyordum ama ben odamdaki yatakta kucağımdaki gümüş sandıkla bakışarak çözüm üretmeye çalışıyordum. Tel tokayı deliğe uydurmak için mücadele etmekten yorulunca küs olduğumuz adamla karşılaşmayı göze alarak aşağı indim. Bu küs halleri de iyice sıkmıştı yani artık. Bir naz bir niyaz! Anasının nazlı kuzusu mübarek...

Mutfakta kahve makinesinin başında duruyordu. Yanına gidip,"Günaydın..."dedim.

Elindeki kahve kupasını bırakmadan, "Sana da..."dedi.

En azından iyi dilek olarak nitelendirebileceğim bir kelime çıkmıştı ağzından. En son diyalogumuz cuma günü nikahtan döndüğümüzde gerçekleşmişti ve ona da diyalog denir miydi bilemiyorum.

Bir gün öncesi zaten yeterinde duygusal olan bünyem havasızlıktan kendini infilak etme noktasına gelince terasa çıkmıştım ve tam karşımda Allah'ın kışında bütün memelerini ortaya seren bir bluzla sigara içen yanık ablaya takılınca, farkında olmadan izlemeye başlamıştım.

Kim bilir kaç dakika geçmişti ki yanıma gelen asabinin uzattığı kahveyi aldım. Ben kahvemden ilk yudumumu alınca karşıdaki terasta meme şov yapan yanık abla seslendi.

"Ozan,"dedi uzatarak. "Yanındaki kim, kardeşin mi?"

Ozan cevap verme lütfunda bulunmadığı için devreye ben girdim. "Halasının oğluyum ablacım..."dedim. Ozan susmam için koluma dirsek attı. "Cevap verme Yasemin..."

"Ozan," dedi yine erotik bir biçimde. "Benim hard disk yandı galiba, gelip bir baksana..." Teras duvarına memelerini yaslayarak devam etti. "Kardeşini getirme ama yalnız gel..."

O ara bana ne oldu bilmiyorum. Ağzımdan çıkan kelimeler nasıl fırladı onu hiç bilmiyorum. Ozan'ın cevap vermemem için beni içeri çekiştirmesine aldırmadan bağırmaya başladım.

"Senin o memelerini keser atarım tutuşuk... Git menopozunu içeride serinlet!"

Pencere ve balkonlardan bana bakan ve gülen insanları umursamadım. İşaret parmağımı sallayarak, "Gir içeri, valla gelir sağa sola sarkıntılık etmekten yolarım seni..."

"Yasemin..."diye gürleyen Ozan'ın beni içeri çekmeyi başaramayınca sırtlayıp baş aşağı sallaya sallaya içeri sokacağını hesaba katmamıştım. Hesaba katmadığım başka bir şey daha vardı. Dudaklarım poposuna değiyordu ve ben ayıptır söylemesi o popoyu dişlemek istiyordum. Terasa çıkan basamakların bitiminde beni patates çuvalı gibi yere bıraktı.

"Bir daha terasa çıkmak yok..."

"Peki..."dedim uysalca ama aklım hiç uysal değildi. Sırıtmama engel olmayı başaramıyordum ve az önceki sapık fantezim bir türlü beni rahat bırakmıyordu.

Süklüm püklüm odama girdim. Sandıkla uğraşmaya devam ederken oda halkını etrafıma topladım. Susam kendi kuyruğunu yakalamaktan yorulmuş, ilgiyle sandığa ne yapacağımı inceliyordu. Elime alıp hırsla salladım. İçinden ses gelmiyordu. Boş olma ihtimalini düşünmemek için kağıt ya da fotoğraf olabileceğine karar verdim. Bu verdiğim karar bende yüksek dozlu bir hırsa neden oldu. Elime aldığım sandığı sertçe yere vurdum. İçindekilerin zarar görme ihtimalini sıfıra indirmiştim çünkü. Ahşap döşemenin üstünde bir delik açıldı ama sandıkta bir ezilme bile olmadı.

Şimdi 'bu gürültü ne?' diye odama birilerinin dalmasını beklerken ne gelen oldu ne de sinirle bağıran. Sıkılan canıma iyi gelecek bir şey bulmam lazımdı ama ne kadar hayal gücümü çalıştırsam da başarılı olamadım. En iyisi uyumak dedim ama ertesi sabah yaşanacakları da hesaba katmayı unutmuşum.

Cumartesi gününü birbirimizi yok sayarak geçirmiş ve Pazar gününe başlamıştık.

Ve ben Pazar günü başıma bin bir türlü vakanın geleceğini ön göremediğim için yine bir ton laf işitmiş, olmayan diyalogumuzu bir tık yukarı çıkarmayı başarmıştım. Ne mi oldu?

Pazar günü, insanların dinlenmek ve huzur bulmak isteyecekleri bir gün de yerinden sökülen kilit taşlarını onarmak ve sokağı gürültüye boğmak benim suçum değildi. Ben her aklı başında insan gibi salonun penceresinden sarkıp kibarca uyarımı yapmıştım.

"Pazar Pazar bu ne gürültü ya, diğer günler torbaya mı girdi?"

Elindeki kazmayı sertçe bırakan adam ağzındaki sigarasını çıkarmadan, "Bak işine..."dedi.

Demeyecekti...

"Şimdi arıyorum zabıtayı..."dedim bağırarak.

"Aramazsan hatırım kalır, cadı!" dedi. Bana dedi, cadı dedi.

Salondaki kitaplıktan minik bir fil biblosunu alarak pencereden aşağı attığımda adamın kafasına gelebileceğini düşünmemiş olmam da benim suçum değildi. Tam hedefimde olması onun sorunuydu.

Gürültüye gelen Ozan beni içeri çekip adamdan özür dilemiş ve özellikle görmem için yan gözle bana baka baka 'deli işareti' yaparak sinirimi tepeme fırlatmıştı. Hadi buyurun söyleyin, kim suçlu?

Tutuşundan kurtulup bağırdım. "Beni o kışkırttı. Hak etmişti."

"İçeri geç..."diye bağırarak aşağı indi. Merdivenlerden koşar adım gidip adamın her hangi bir yarası var mı diye kontrol ettiğini tülün arkasından izledim. Taş kafalı adamın sıyrığı bile yoktu. Adama bir şeyler anlattıktan sonra işaret parmağını sallayarak başını sağa sola oynattı. Aman ne korktum...

Eve geri geldiğinde azarlarına yeni bir boyut katarak, uslu durmazsam beni odaya kilitleyeceğini söyleyerek tehdit etti.

Sinirle hudut karakoluna girdikten sonra oyalanmak için salonda enteresan bir nesne olmadığı halde çılgınlar gibi dolanırken telefonum çaldı. Ekranda Zeynep'in adı yazıyordu.

"Efendim Zeynep?"

"Yasemin, alışverişe gidecektik ya, uygunsan yarım saatte seni alayım..."

İki günlük vukuatlarım nedeniyle o suratsız kesinlikle dışarı çıkmamamı istemeyecekti. Ben de gidip izin filan istemeyecektim. Kısa bir düşünmeden sonra, "Tamam..."dedim. "Yarım saat sonra kapıya inerim..."

"Anlaştık..."diyerek telefonu kapattı.

Biz gayet güzel anlaşmıştık da içerideki gergin sıfatlı insanla nasıl anlaşacaktık bilmiyordum. Gidip kapısını tıklattım. Açmadı. "Ne var?"diye bağırmasını önemsemeyerek en tatlı sesimle, "Azıcık bakar mısın Ozan? "dedim.

Kapı yana kayarak açıldı.

"Ne istiyorsun Yasemin?" dedi yüzüme tuhaf tuhaf bakarak. Ah bu bakışlar ömrümü alıyordu ama ağzını açıp tek güzel söz etmiyordu. Şimdi ben sana bir şey derdim de, neyse...

Köprüyü geçene kadar...

"Yarım saat sonra Zeynep'le alışveriş için dışarı çıkacağız..."deyiverdim tek nefeste. Alacağım cevap, "Yok öyle bir şey..."değildi.

"İhtiyaçlarım var Ozan..."

"İyi, ne lazımsa bana söyle gidip alırım..."

"Niye ya?"dedim isyan ederek. "Ben mahkum muyum ki? Neden çıkıp ihtiyaçlarımı alamıyorum?"

"Cezalısın..."dedi ve kapının yanındaki butona basarak yüzüme kapattı. Yumruklayarak, "Senden izin istemedim farkındaysan!"dedim bağırarak. "Sadece bilgin olsun diye söyledim."

Kapı tekrar kayarak açıldı. Gözlerini kocaman açmış, "Bilgi?" dedi.

"Evet, bilgi... Belki merak edersin falan diye..."dedim yumuşak bir tonda. Sonuçta kızgın yağa su sıçratmanın anlamı yoktu durduk yere.

Kör olasıca kapıyı kapatıp yanıma geldi. O kapının ardında ne olduğunu görmüştüm zaten, ne diye bu kadar saklıyordu akıl sır erecek gibi değildi.

"Dünden beri çıkardığın kaoslar yeterince başımı ağrıttı Yasemin, o yüzden dışarı falan çıkmıyorsun..."

"Ya ben ne yaptım ki?"dedim. "Hepsi o yanık kadınla bana cadı diyen adamın suçu..."

"Pencerenin önüne geldiğinde kimin başına ne gelecek diye korkmak istemiyorum. Hem sana ne elin kadınından? Ben sana cevap verme demiştim. Kendin kaşındın."

Şaşkınca gözlerimi açıp kınayan bakışlar attım ama umursamadı.

"O adamın kafasına attığın bibloya ne demeli peki? Ya kafasını yarsaydın, ya adam senden şikayetçi olsaydı? O zaman ne olacaktı bir fikrin var mı Yasemin?"

"Attığım küçücük fil nasıl kafasını yarsın?" dedim şirin bir biçimde sırıtarak.

"Ben artık senin hızına yetişemiyorum Yasemin. Tükettin beni..."dedi. İki gün de ne de dolmuş maşallah.

"Amma da dolmuşsun be..."dedim gözlerimi devirerek. "İyi tamam, çıkmam bir daha pencereye..."

"Sorun pencereye çıkman değil ki Yasemin..." dedi oflayarak. "Sorun başlı başına sensin..."

İşte bu son söylediği söz bayağı bir koydu. Öyle böyle değil, inan olsun otuz saniye falan gözümü kırpmadan gerginin yüzüne bakakaldım. Otuz saniyenin sonunda onca lafı işitmemişim gibi, "Madem sorun benim, katlanmak zorunda değilsin taştan kalp! Bırak o zaman gidip kendime bir hayat kurayım..." dedim.

Yüzünden geçen ve gözlerine 'acı' diyebileceğim bir ifade yerleşti. Ben beklenti içinde kalbimin gümbürtüsünü bastırmaya çalışırken, "Evden dışarı adım atmak yok..." dedi.

"Sebep..." dedim bağırarak. Artık benim de sabrım kalmamıştı ve her şeye onun karar veriyor olması sinirimi bozmuştu.

"Yok sebep falan sana, çık odana kitap oku..."

"Bana ne!" diyerek isyan ettim.

Ağzının içinden muhtemelen küfürümsü mırıltılar çıkararak yanımdan hızla geçip montunu giydi. Kapıyı açıp çıkarken elimi yumruk yapmış arkasından sallıyordum ki adinden dönmesiyle işaret parmağımı ağzımın içine soktum. Bu absürt hallerime alışmış olacak ki, "Ne oldu, parmağına bir şey mi battı?" diye sordu.

O kadar kısa sürede bir yalan bulamayacağıma göre onun iddiasına sarılmaktan başka çarem yoktu. Ağlamaklı bir sesle, "Hı hı," dedim. "Çok acıyor."

Aniden yanıma yaklaşıp parmağımı ağzımdan çekmesiyle dozu ayarlanmadan ortaya çıkan ağlamaklı halime lanet ettim. Parmağımı köşe bucak didik didik incelerken sanki otopsi yapıyormuş gibi ciddiyetle kaşlarını çattı. "Tam olarak neresi acıyor Yasemin?" diye sorunca, numaracı yanımı ulu orta sergilememem gerektiğini aklıma not ettim. Bu yakınlık canıma kast ediyordu. Bir yanım boynuna sarılmak ve kokusunu içime çekmek isterken diğer yanım bir an önce çıkıp gitmesini istiyordu. Parmağımı elinden çekip,"Hiç mi çıkamam?" dedim son bir gayretle.

Tamamen salağa yatarak tepkisizce ondan gelecek cevabı beklemeye başladım. İnşallah uyuya kalmazdım. Benim tepkisiz kalmam canını sıkmış olacak ki ters ters yüzüme baktı.

"Konu tartışmaya açık değil Yasemin..."

"Sen istediğin zaman Tutku denen kadınla buluşuyorsun ama..."dedim bana neyse... Hayır, bana ne değildi ama Ozan'ın bunu bilmesine gerek yoktu.

"Ne Tutkusu be, ne!"diye bağırdı. Bir adım geri çekilmek istedim, izin vermedi. Kollarımı tutarak, "Unut artık şunu..."dedi. "Hatırlatıp durma bana da..."

"Ben-" Devam etmemi istemiyormuşçasına kollarımı sıkmaya devam etti. Bunu yaparken beni kendine daha fazla çekmesiyle iyice göğsüne dayandım. Konuş demek istiyordum. Durma, devam et ve bana açıklama yap ama diyemiyordum. Sanki ısrar etsem ağzından ikimizin de sonunu getirecek cümleler dökülecek gibiydi. Bu son aşktan olursa, harlı ateşe bile atlardım da gıkım çıkmazdı...

"Tamam, Yasemin. Şimdi hiç o konuyu konuşacak havamda değilim. Şimdi odana çık ve canın ne istiyorsa onu yap."

"Dışarı çıkmak istiyorum..."

"Aslında istemiyorsun. Oturup düşününce zaten vazgeçeceksin. Hava da buz gibi, ev de oturup mis gibi keyif yapmak varken ne işin var kalabalık sokaklarda?

'Ya ama ya...'diyerek ağlamaya başlamam için son saniyeler.

"Söz ver... Dışarı çıkmayacaksın."dedi.

Çaktırmadan sağ ayağımı kaldırarak,"Söz..." dedim. "Hem de izci sözü."

Çok tatmin olmamış bir bakış attıktan sonra yeniden kapıya yöneldi fakat tam kapının önüne geldiğinde aniden arkasını döndü ve arkasından dilimi fırıncı küreği kadar çıkarıp gözlerimi şaşı yaptığımı gördü.

"Yemin ederim bir gün bileklerimi dikine keseceğim senin yüzünden Yasemin, sonum olacaksın bak demedi deme..."diyerek anahtarlıktan anahtarını aldı. Kendi anahtarını aldığı yetmezmiş gibi benim anahtarımı da cebine atarak, "Bana başka çare bırakmıyorsun..."deyip hışımla açtığı kapıdan dışarı çıktı.

Duyduğum kilit sesiyle içime kaçan sesim dışarı fırlayınca kendi sesimden rahatsız olacak kadar bağırdım.

"Direnişime mani olamayacaksın taştan kalp! Bunu senin yanına bırakmayacağım..." Kapıyı yumruklamaya başladığımda merdivendeki yerleri döven ayak seslerini duydum ve bağırtıma son verip Zeynep'i aradım. Telefon ilk çalışta açıldı.

"Beş dakikaya kapının önündeyim Yasemin, in."dedi.

"Küçük bir sorunumuz var."dedim.

"Ne gibi?"

"Evden çıkamıyorum..."

"Hasta falan mı oldun Yasemin?"dedi tedirgin bir biçimde. Tabi normal insanlar sadece hasta falan olunca dışarı çıkamıyordu ama biz normal değildik ki...

"Yok, hasta olan ben değilim."

"Ozan'a mı bir şey oldu Yasemin? Doğru düzgün anlatsana."dedi sabırsız bir sesle.

"Evet, ona oldu. Kafayı yedi. Dışarı çıkmamı yasakladı ve anahtarımı da alarak evden çıkıp gitti. Üstelik beni eve kilitleyerek..."

"Ruh hastası mı o be! Ne diye seni eve kilitliyor? Bekle, ben bir çözüm bulup arayacağım seni..." dedi ve telefonu yüzüme kapattı.

Askıdan montumu alarak, elimde telefon beklemeye başladım. Salonda bir mahkum gibi volta atarken telefonum çaldı. Arayan Ozan olmasın diye dua ederek montumun cebinden telefonu çıkardım. Neyse ki arayan Zeynep'ti.

"Yasemin, terasa çık."dedi.

"Terasa mı? İyi de orada ne yapacağım ki Zeynep? Benim dışarı çıkmam lazım."

"Çıkacaksın zeytin göz, merak etme."dedi Eşref amcanın bana hitap ettiği şekilde.

"Terasa çık ve yan binanın terasına atla. Oradaki kapıdan içeri gir. O kapı bir daireye değil, binanın direkt içine açılıyor. İçeri girince aşağı in ve bingo, özgürsün..."

Bu plan iyiydi iyi olmasına ama eve dönünce işiteceğim azarlar ve sonu gelmeyen nutuklarla nasıl başa çıkacaktım bilmiyordum. O gergin sıfatını ve sinirden kan çanağına dönen gözlerini hayal edince içime bir ürperti geldi.

"Yasemin, orada mısın?"diyen Zeynep'e,"Tamam, çıkıyorum. Kapıda bekle beni."dedim.

Allah'ım bu firar eylemim hayırlısıyla sonuç verir de inşallah eve sağ salim dönerim diye dualar edip odama girdim. Sırt çantama cüzdanımı ve gerekli olacak şeyleri attıktan sonra teras kapısında hatim edecek kadar dua okuyarak ilk adımımı attım. Teras kapısının anahtarını alarak dışarıdan kilitledim ve yan binanın bitişik teras duvarına popomu koydum. Tek hamlede sıçrayarak atladım ve o azgın sesi duyarak başımı çevirdim. Diyorum, o kaşınıyor ve suçlu olan ben oluyorum.

"Abinden mi kaçıyorsun kız zilli?"

Duymamış ve görmemiş gibi yapabilirdim ama yapamadım. Ona istediğini vermeden tek adım bile atmazdım. Huyum kurusun...

"He abimden kaçıyorum, gel, ev boşaldı..."

Antipatik bir şekilde güldü. "Ha ha ha hayt..." Memelerini kendi teras duvarına dayayarak, "Yüz verse bir dakika bile durmam da neyse..."dedi.

"Hanım abla yaşından başından utan be..."dedim çemkirerek. "Ozan'la sen aynı kulvarda değilsiniz..."

Aşağıdan sesime çıkan Ferit usta bana seslendi. "Uğraşma şununla kızım. Ozan kızmasın sana..."

Aşağıya sarkıp cevap verdim. "O bana tek kelime etmesem de kızacak bir şey bulur, sen merak etme Ferit usta..."dedim.

Başını iki yana sallayarak cık cıkladı. "Sen yine de çok damarına basma da..."diyerek dükkanına girdi.

Bir tek Ozan efendinin damarı vardı sanki... Benim de damarım vardı ve henüz onunla tanışmamıştı. Trakya kızı bu şehirli kızlara benzemez ve çıtkırıldım olmazdı. Lafı gediğine koyar karşısındakini afallatır ve yoluna giderdi. Ben henüz içimdeki cevheri ortaya çıkaramamıştım ama o zaman sanki iyice yakınlaşmış gibi geliyordu. Aşağıdan Zeynep'in, "Hadi..."diyen aceleci sesini duyunca binanın teras kapısından içeri girdim. Kapının kilitli olmaması şansımaydı. Tabi herkes Ozan adlı suratsız gibi paranoyak değildi, kapılarını kilitleme ve zincire vurma gereği duymuyordu.

Kapıdan içeri girip merdivenlere yöneldim. Üç katı koşarak inerken kimseyle karşılaşmamak için dua etmeyi de ihmal etmedim. Neyse ki karşıma hiç kimse çıkmadan binanın giriş kapısına gelmeyi başardım. Zeynep tek ayağını yere vurarak sırtı bana dönük şekilde biriyle konuşuyordu. O birini şu an görmesem ne kadar iyi olurdu diye düşünürken o biri beni gördü.

"Merhaba Yasemin... Nasılsın?"

"Merhaba..."dedim ve devam edip etmemekte kararsız kaldım. Her ne olursa olsun bunun bir kabalık olacağını düşünerek, "İyiyim Engin Bey, ya siz?"dedim.

Memnuniyetsiz bir şekilde yüzünü buruşturdu ama bu çok kısa sürdü. "Ev mi tuttun?"dedi öyle olması için dua eder gibi.

Hayır, ben aslında evden kaçtım ve bu bende alışkanlık yaptı o yüzden hızımı alamayınca terastan sıvıştım demek yerine, "Boş daire var diye duymuştum ama yokmuş. Ona bakmak için gelmiştim."dedim. Evet, gayet yerinde bir cümle olmuştu.

Erken karar vermesem iyiydi.

"Aslında doğru duymuşsun, ikinci kat boş..."dedi ve ekledi. "Eğer istersen birlikte gidip konuşabiliriz..."

Neyse ki benim konuşmama fırsat vermeden Zeynep atıldı.

"Yasemin, canım istersen biz önce işlerimizi halledelim. Ev konusunu daha sonra Ozan'la konuşursun..."

Ozan'ı neden bastırarak ve Engin Beye bakarak söylediğini tahmin edersiniz. Ayağını denk al ve o asabiyet şampiyonunu iyice delirtme diyordu.

"Haklısın..."dedim.

Engin Bey hala benden bir yanıt bekliyormuş gibi bakıyordu ve bana daral gelmişti. İyi ve hoştu. Ayrıca yakışıklıydı da ama benim kalbimin mıknatısı Engin Beyi değil sinirli bir adamı çekiyordu.

Ne düşündüğümü fark edince kalbimden karnıma doğru ılık ılık bir şeyler aktı. Kendimden saklamak zorunda değildim.

Ben Ozan'a rüyamda gördüğüm geceden beri AŞIKTIM...

"İyi günler..."diyerek beklenti dolu yüzüne baktım ama üzgünüm verecek başka bir kalbim daha yok...

"Sana da Yasemin..."dedi. "İhtiyacın olduğunda mutlaka ara..."

Artık iyice sıkmıştı ama. Zeynep'e ilerlemesini işaret ederek Engin denen yapışık adama döndüm. "Engin Bey, bakın ben bu tavrınızdan huzursuz oluyorum. Davranışlarınız bana kendimi kötü hissettiriyor. Bundan sonra hiç olmazsa selamınıza karşılık almak istiyorsanız, ifadenizi ve bana karşı tavrınızı değiştirin."

Çöken omuzları ve gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığına aldırmadım. Ben ona umut vermemiştim ve kendini gönlü kırık aşk adamı pozları da bana sökmezdi. Zihnimde yankılanan Yeşilçam kahkahasını susturdum. Şimdi hiç sırası değildi.

"Peki, dediğin gibi olsun Yasemin. Hoşça kal..." dedi.

Başımı belli belirsiz sallayıp Zeynep'in yanına ilerledim. Sağ tarafına geçip sabah onarılan kilit taşlarının arasındaki kumlarını ayağımla iteledim.

"Bu Engin ne iş Yasemin?"

"Ne?"

"Ne mi? Bu adam o gece seninle ne konuştu? Ayrıca niye öyle Leyla'sını kaybetmiş Mecnun gibi bakıyor sana?"

Dudağımı büktüm. Bilmiyorum ve dediklerinden hiçbir şey anlamadım demek istedim ama yemedi.

Ben cevap vermeyince, "Ben sanmıştım ki..."dedi.

Ne sanmıştın söyle çabuk diye yakasına yapışmak istesem de sokağın ortasında pek hoş kaçmayacağı için, "Ne sanmıştın?"dedim.

"Yok bir şey, boş ver..."dedi. Yolun karşısına geçerek geçen gün Ozan'la beraber İstiklal'e giderken kullandığımız yola saptı. Meydandan yürümeye başlayınca merakım beni bir kunduz gibi kemirmeye başlamıştı bile.

"Niye herkes aynı şeyi söylüyor ki?"dedim düşünmeden.

"Ne söylüyor?"

"İşte bunu..."dedim ellerimi montumun cebine sokarak. "Yarım bırakılan cümleler, gizemli tavırlar ve bilmemi istemediğini alenen belli eden bakışlar."

"Sen Ozan'a aşıksın..."dedi bildiği ama yine de teyit etmek istediği belli bakışlarla.

Yok yav, ne aşkı? Sen yanlış anlamışsındır desem yutacağa benzemiyordu. Buna rağmen ret yoluna gittim.

"Beni eve kilitleyen ve durmadan bağıran bir adamın nesine aşık olayım ki? Sana öyle gelmiştir."dedim.

"Bana yutturamazsın zeytin göz..."dedi göz kırparak. "Seninle merdivenlerde karşılaştığımızda anladım ben. Hatta dedem bile anladı. O bakışlar neydi öyle Zeynep, hadi hayırlısı dedi.

Hızla ellerimi montumun cebinden çıkarıp yüzüme bastırdım. Utancımdan kıpkırmızı olmuştu yanaklarım.

"Çok belli ediyorsun şaşkın Yasemin..."dedi sırıtarak.

"Onun Tutkusu var..."dedim neden dediğimi bile bilmeden.

"Salla Tutkuyu be Yasemin."dedi elini havada sallayarak.

"Ben sallarım zaten dert değil de bana yakışmaz."dedim.

"Yakışır."dedi uzatarak.

Koluma girip beni kendine çekti. "Taktiklerim ve ben emrine amadeyiz çekirge..."

"Yok ya, gerek yok. Hem zaten ben çok kalmayı düşünmüyorum ki Ozan'ın evinde. Bir iş bulunca ev tutacağım."dedim.

"Hı hı..."dedi ve omuz atarak güldü.

İstiklal'e çıktığımızda, "Ne tür şeyler almayı planlıyorsun? Ona göre bir rota belirleyelim kendimize..."dedi.

"Ne bileyim, günlük bir şeyler işte. Tişört, pantolon, ayakkabı, çanta falan..."

"Öyleyse en uygunu bir alışveriş merkezine gitmek... Hava zaten yeterince soğuk, kapalı alanda dilediğimiz gibi gezer ve mola verince kahve filan içeriz."

"Olur..."

Tarihi bir yapıya bakarak iç çektim. Güzelim binayı alışveriş merkezine çevirerek bir katliam yapmışlardı resmen. Kapıdan içeri girerek beni çekiştiren Zeynep'e ayak uydurdum ve bir mağazanın önünde durduk. Vitrinler ışıl ışıl süslenmişti ama fiyat etiketleri kesinlikle gözleri on beş derece miyop olan biri tarafından yazılmıştı. Yoksa kaşmir bir kabana o fiyatı yazan şahsın aklından şüphe edilirdi.

"Başka yerlere baksak..."dedim gözlerimle diğer mağazaların vitrinlerini tarayarak.

"Burada her bütçeye uygun kıyafet var. Bir bakalım, eğer içine sinmezse diğerlerine de bakarız."dedi.

İçeri girdiğimizde mis gibi nergis kokuları karşıladı bizi. Derin bir nefes çekerek Ozan'la kumpir yemeye gittiğimiz geceyi düşündüm. Belki de doğru düzgün, atışmadan yaptığımız ilk sohbetti. Kendi kendime gülümserken, "Hu hu, Yasemin orada mısın?"diyen Zeynep ve elinde benim için seçtiği kıyafetlere baktım.

"Bunları seçtim ama sen de bir bakın, hoşuna gidenleri ayır kabinlerde denersin."

"Tamam..."diyerek elindeki öbeği aldım. Görevlinin uzattığı sepetin içine atarak askılar arasında eğlenceli bir tura başladım. Alışverişin deneme ve seçme kısmı çok eğlenceliydi sonuçta. En azından ödeme kısmına gelene kadar olan bölümü.

Zeynep'in seçtiklerine birkaç tişört ve tayt ekleyerek kabinlere girdim. Denediklerimin hepsi istediğim gibiydi ve ben yarınlarımı düşünmeyi öteleyerek tamamını almak istiyordum.

Bir çift spor ayakkabının yanında günlük bir ayakkabı alarak çantaların olduğu bölüme geldik. Çanta taşımaktan da, onları kıyafetime uydurmaktan da nefret eden biri olduğum için hiçbirini içime sindiremedim. En son Zeynep'in elindeki orta boy, deri ve üstünde zımbalanmış minik metalleri olan bir sırt çantasında karar kılarak kasaya geçtim. Ayaklarım ve ellerim senkronize olarak titremeye başlamıştı ve ben para harcamaktan nefret ediyordum.

Kasiyer tek tek barkodları okutup katlayarak yan tarafa koyarken ben dijital kasanın ekranında yazan tutarı okumakla meşguldüm. Hepsinin barkodunu okuttuktan sonra poşete yerleştirmesini bekledim. Neyse ki beklediğim facia gerçekleşmemişti ve makul bulduğum ödemeyi yaparak mağazadan çıkmayı başarmıştık.

Tam kapıdan çıkarken Zeynep'in telefonu çaldı. Sanki beni aramış ama ulaşamamış da o yüzden Zeynep'i aramış diye Ozan'ı düşünürken, "Ama Muticim, müsait değilim ki. Yarın uğrasam olmaz mı?"diyen Zeynep'e baktım. Yüzünü buruşturarak, "Ay tamam be bağırıp durma, geliyorum."deyip telefonu kapattı.

"Yasemin, acil bir işim çıktı ve eğer şimdi halletmezsem saçımın yolunması söz konusu. Başka bir ihtiyacın yoksa sen de benimle gel olur mu?"dedi.

"Nereye?"dedim.

"Nişantaşı'nda bir moda evine..."

"Buraya çok uzak mı?"diye sordum. Eğer uzaksa doğrudan eve gidip kaderimse çekerim moduna girmem lazımdı çünkü.

"Taksiyle en fazla on dakika da gideriz."deyince,"Peki madem..."dedim.

Yoldan çevirdiğimiz bir taksiye binerek elimizdeki poşetlerle Nişantaşı'nda oldukça havalı bir moda evinin önünde indik. Bu arada Zeynep bana bir takım bilgiler vermeyi de ihmal etmedi. Geldiğimiz butikteki modacı onların oyunundaki kostümleri hazırlıyormuş ve bir aksilik olup olmadığını kontrol etmesi gerekiyormuş. Daha önce eski gazino şovlarını bir müzikal olarak sergilediklerini ve kendisinin de bir kantocuyu canlandırdığından bahsetmişti.

Cam kapıdan içeri girdiğimizde karşıma çıkan şeyle gözlerimin büyüdüğünü ve nutkumun tutulduğunu itiraf etmeliyim. Koyu mor kadife bir pantolon üzerine cart turuncu bir gömlek giyen adam bana doğru gelmeye başladı.

Civciv sarısı saçlarının bir kısmı uçuk pembeye boyanmıştı. Gözüm onu baştan aşağı incelerken kulaklarım bağırarak konuşmasını duyuyordu.

"Ne bakıyorsun öyle kız safoz..."dedi kahkaha atarak.

"Ben mi?"dedim sanki benden başka biri varmış gibi.

"Sen ya..."dedi. Ellerini birbirine vurarak, "Kız Zeynoş, nereden buldun bu bodur tavuğu?"dedi.

"Muticim-"

Zeynep'in konuşmasına fırsat vermedim. Bana bodur tavuk diyen bu insan azmanına haddini bildirmem lazımdı.

"Sende deve gibisin ama bak ben ağzımı açıp tek kelime etmedim."

İki elini beline koyarak gözlerini kıstı. "Bir boya bak bir de dile! Pabuçtan büyük maşallah..."

"Sen kendine bak... Deve de boy var ama eşeğin arkasından gidiyor..."dedim ve üstüme yürümesiyle Zeynep'in arkasına saklanmak zorunda kaldım. Bir kere yoluşmak için sikletlerimiz uymuyordu ve ben nerede geri adım atacağını bilen, akıllı bir kızdım.

"Seni var ya yolarım ben," Zeynep'in çekiştirmelerine aldırmayıp üstüme gelmeye devam etti. "Bırak kız sende oramı buramı çekiştirmeyi!"

"Her şeyi sen başlattın, ben değil..."dedim.

"Sus, cevap verme vallahi paralarım seni şuracıkta, yılandilli bodur."

"Tamam, Muticim sakin ol... Sen de azıcık alttan al Yasemin..."diyen Zeynep'e,"Ya ben neden alttan alıyorum ki, o alsın."dedim.

"Ay benim hayatım neden bu yılandilli yellozlar tarafından istila edildi ki?"diyerek kendini koltuğa atan Muti denen adam arka tarafa dönüp seslendi. "Şebboy, su getir anacım, tansiyonum çıktı."

Sakinleşince bende birkaç adım atıp koltuğun yanına yaklaştım. Sivri topuklu bir ayakkabı şeklinde olan koltuğun baş tarafına geçip, "E tabi yaşlılık var, tansiyonunda çıkar, hafazanallah felç de geçirirsin."dedim.

Ayağındaki ayakkabıyı kafama atınca hızla yerimden fırlayıp geriye kaçtım. Zeynep yalvaran gözlerle bana bakıyor ve artık susmam gerektiğini ima ediyordu. Bu kadar eğlence yeter diyerek çenemi kapattım.

Koca cüsseli renkli adam işaret parmağını bir kanca gibi kıvırıp yattığı yerden beni çağırdı. Gidip gitmemekte kararsızlık yaşayınca, "Gel sen, gel..."dedi.

"Yok, burası daha iyi..."dedim sevimli bir şekilde sırıtarak.

"Ant verdim bir şey yapmayacağım, gel."dedi yeniden.

Usulca yanına yaklaştım. Saçıma yapışıp yolması, bir tokat atarak beni yere sermesi ve buna benzer bir sürü vahşet içerikli senaryo yazmıştım kafamda saniyeler içinde ama ayağa kalkıp beni kucaklaması ve başımı ancak dirseğine kadar gelmesine rağmen göğsüne bastırması yazdığım senaryoların arasında yoktu.

"Delileri severim..."dedi sırtıma pat pat vurarak. "Fakat benden deli olanları daha da severim."

Kenarda bizi izlerken bir yandan da ellerini birbirine vurarak alkışlayan Zeynep abartılı ve teatral bir tonla, "Muti'nin kalbini bir saat içinde fetheden ilk insan olarak sana plaket vermeleri lazım."dedi.

Muti eğilerek tek kalan ayakkabısını da Zeynep'e atınca üçümüz birden kahkahaları koy verdik.

On dakika sonra önümüze gelen Türk kahveleri ile kırk yıllık arkadaş gibi sohbet etmeye başladık. Ve belirtmeden geçemeyeceğim; kahveme beş şeker istediğimi duyunca omzuma vurarak, 'Ben de kız, ben de...'diyen Muti ile yeni bir gülme krizine tutulduk.

Arkadaşlarından, birlikte yaşadığı teyzesi ve köpeği şemsettinden bahsederek bizi bol bol güldürdükten sonra Zeynep ile kostümleri inceleyip eksikleri belirlediler. Ben de sanki genç öl cesedin güzel olsun dercesine telefonumda arama ya da mesaj var mı diye kontrol ettim. Kimsecikler merak etmemiş, yokluğumda prangalar eskitmemişti anlaşılan. Ozan hala eve gelmemiş ve benim yokluğumu fark etmemiş diye sevineceğim yerde bana bir hüzün çöktü. Onun tarafından önemsenmek ve merak edilmek nasıl olurdu diye düşündüm. Güzel olurdu herhalde...

Bir sorumluluk ya da daha uygun tabirle, zorunluluk olarak gördüğü bir kızın başının belaya girmesini istemiyordu sadece. Sonuçta annesine söz vermişti ve sözünden dönemiyordu. İmkânı olsa sarılıp, öpüp kendimi tebrik edecektim. Neden mi? Beş dakika içinde kendimi bunalıma sokmayı başardım da o yüzden...

"Bir hüzün gemisi mi yanaşmış buralara?"diyerek kendini koltuğa atan Zeynep'e, "Yok, düşünüyordum sadece..."dedim.

"Düşünme..."dedi. "Fazla düşünmek iyi değil. Kafayı yersin."

Eşyalarımızı toparlayıp Muti ile vedalaşırken beni kendine yapıştırıp nefesimi kesene kadar sarılmasıyla az önce girdiğim bunalımdan çıktım. "Yine gel, olur mu bodur tavuğum?"

Gülümseyerek,"Olur..."dedim. Niyeyse bu dev cüsseli adamı çok sevmiştim. İlk başta yaşadığımız trajikomik gerginliği saymazsak kalbinin tertemiz olduğunu gözlerinin ardında görmüştüm ve ben o gözlerin ardını okumayı iyi bilirdim.

Duraktan çağırdığımız taksiye bindiğimizde günün aksiyonlarının bitmediğini ve belki de henüz başlamadığını bilemezdim.

Zeynep elindeki telefona yüzünü buruşturarak bakıp bana döndü. "Yasemin, benim ileride sokağın başında inmem lazım. Sen buradan devam et olur mu?"

'Artık ben de bir Beyoğlu sakiniyim ve eve yürüyerek gidebilirim' demek istesem de,"Gerek yok, bende ineyim. Yürürüm biraz."dedim.

"Henüz yabancısın Yasemin, başına bir şey gelmesin. Zaten evden de vukuatlı çıktın."

Dilim boğazıma kaçsaydı da, 'Yok ya, ne olacak ki? İki adım atıp kaybolacak değilim...'demeseydim.

Arabadan taksicinin memnuniyetsiz homurtuları eşliğinde inerek ayrı yönlere ayrıldık. Gitmeden önce defalarca yer ve yön tarifi yapan Zeynep'e, "Merak etme..."desem de bende azıcık tırsmış vaziyette olduğumu itiraf edebilirim.

İki defadır gördüğüm ve büyülendiğim ışıltılı İstiklal'den ev yönünde ilerlerken elimdeki poşetlerden birini düşürdüğümü fark ettim. Arkamı dönüğümde on iki- on üç yaşlarında bir çocuğun benim poşeti alarak arka sokağa doğru koştuğunu gördüm. Geriye dönüp peşinden koşmaya başladım. Daldığı arka sokakta bir yılan gibi kıvrılarak koşmaya devam ediyordu. Gözden kaybetmemek için hızımı arttırdım.

Bir an da hangi deliğe girdiyse yok oldu pis velet...

Düşürdüğüm poşette ne vardı diye elimdekileri kontrol etmeye başladım. Canım ayakkabılarım şimdi kim bilir kimlerin ayağına girecekti?

Oturduğum kaldırımda dağılan poşetlerimi toplamaya başladım. Bu kez işi maceraya çevirmeden bir taksiye atlayıp eve gidecektim.

Ta ki, kaldırımın karşısında bir grup kadına laf atan ve dokunmaya çalışan adamı görene kadar.

'Sakın bulaşma Yaso...'diyen içsesime aldırmadım. Karşıya geçip yanlarına gittim. Kadınlar kadın gibi değildi. Yani kadın gibi görünüyorlardı ama asla kadın değillerdi. Bunlar basbayağı travestiydi. Kadın kadındır deyip aralarına daldım.

Elimdeki poşeti adamın kafasına savurarak, "İstemiyor işte, ne diye elleyip duruyorsun?!"diye bağırdım.

"O zaman sana elleyelim anam..."diye üstüme gelmeye başladı.

"Polis..."diye bağırmaya başladım ama bir yandan da üstüme gelen adama poşetleri savurmaya devam ediyordum.

"Ejder, bırak kızı..."diyen tarazlı sese baktım. Bir seksen boylarında, çırpı bacaklı, mini etekli travesti beni kendine doğru çekerek arkasına sakladı.

"Gözdecim, ayıp ediyorsun ama..."diyen adam arkadan bana doğru gelmeye başlayınca kaldırımdaki beş travesti Ejder denen adamın üstüne çullandı. Sonrası zaten toz duman...

Gözde beni korumak için ayağındaki sivri topuklu ayakkabıyı adamın kafasına çivi gibi çaktı. Elini kafasına bastıran adam parmaklarının arasından sızan kana bakarak, "Bittiniz lan siz!"diye bağırmaya başladı.

Siren sesleri ve beyaz bir minibüsün yanımızda durması hayal meyal aklımda kalmış. Kolumdan tutularak minibüse bindirilmem ve Gözde'nin,"Korkma ablam, gider gitmez seni bırakırlar."diyerek bana sarılması flu bir görüntü gibi kafamda. Unutmak istediğim, hiç yaşamamış olmayı dilediğim bu andan sonra başıma kim bilir neler gelecekti?

Eğer bir başkaldırı yapacaksanız öncelikle o gururla dikilen ve hedefe kilitlenen başınızın çarpma ihtimali olan her şeyi ortadan kaldırın.

Sizi asiliğe iten sebepleri etraflıca düşünün. Pire için yorgan yakmamak adına mantık düzlemimde kararlar alın ve her türlü belaya hazırlıklı olun...

Bu küçük ama çok faydalı tavsiyemi soğuk ve gürültülü bir nezarethane parmaklığı ardında vermeyi istemezdim ama hayatımın ilk başkaldırısı için ön hazırlık yapacak vaktim olmadı.

Bir kader mahkumu gibi düşünmeye başlamamın üzerinden sadece yarım saat geçmesine rağmen ben artık ben değildim. Elime bir tespih alıp olmayan ranzanın başköşesinden, 'Çayımızı tazeleyin bacılar...'diye seslenmeme ramak kalmıştı.

Uğultu, ağır koku ve yüksek sesli küfürler havada uçuşurken mideme saplanan ağrı ile yüzümü buruşturdum. Kendimi dinlemek ve buradan çıkabilirsem evde başıma neler gelecek diye düşünmem lazımdı ama dibimde cazgırca bağıran şahıs nedeniyle odaklanamıyordum.

Kulağımın dibinde tarazlı sesini daha iyi duyurmak için durmadan bağıran Gözde ablaya! kınayarak baktım.

"Çıkarın lan bu kızı, onun bir suçu yok!" diye bağırdı bir kez daha.

Kolunu dürttüm. "Gözde abla, bağırma artık. Ne gelen var ne duyan..."

"Sus be..."dedi, elini sert bir şekilde bacağıma vurarak. Acıyan bacağımı elimle ovuşturduktan sonra, "Benim yüzümden yardın o adamın kafasını, ben de suçluyum."dedim.

"Sana bir çarparım bir de yer çarpar. Karışma işime..."dedi.

Şu durumda suçlu olduğu halde cazgırlık yapabilme potansiyeline sahip olmasına hayretler ederek baktım. Sen git kafa yar sonra da polise küfür ede ede yanına çağır.

"Elinde amma ağırmış..."dedim yeniden bacağımı ovalayarak.

"Nasıl sağ kalacağımızı anlamışsındır herhalde? Bize rahat vermiyorlar. Polisi ayrı, sapığı ayrı, pezevengi ayrı bela... Yumruğun sağlam olmazsa bu hayat iki günde bozuk para gibi harcar Allah canımı alsın..."

"Başka bir iş yapsanız olmaz mı?" dedim.

Kulaklarımda kısa süreli cızırtıya neden olacak yükseklikte bir kahkaha attı. "O iş öyle kolay bulunsaydı emin ol bizde bu hayatı tercih etmezdik."

Tercihler ve getirdiklerini tecrübe eden biri olarak gözlerimin dolmasına engel olamadım. Benimki özgürlük ve huzur arayışıydı onun ki cinsel tercih ama yine de tercihler yüzünden başımıza gelenler ikimizin de yaşadığı kederi ortak bir paydada buluşturuyordu.

Beni kolunun altına çekerek, "Senin ne işin vardı Tarlabaşı'danki o sokakta be gülüm?"dedi saçımı okşayarak.

"Düşürdüğüm poşeti bir çocuk alıp kaçınca peşinden koştum. İyice alt sokağa indiğimi fark edememişim. Geri dönerken sizi gördüm ve o adam sarkıntılık ediyor diye dayanamadım ve sonuç..."dedim.

"Keşke gelmeseydin be yavrum... Biz her gün neleriyle uğraşıyoruz. Ayrıca o Ejder denen adam bizim muhabbet tellalı. Yani ondan kurtulmak o kadar kolay değil."

"Muhabbet tellalı mı?"dedim saf saf.

"Pezevengin kibarcası gülüm..."dedi kahkaha atarak.

Beni yeniden kolunun altına çekerek, "Kız çok sevdim ben seni... Ne tatlı şeysin canım benim..."dedi.

Önyargılı bir insan olmamıştım hayatım boyunca. İnsanların seçtiği hayata da, tercihlerine de saygım vardı. Homofobik biri gibi davranıp geri adım atmak değil, sarılmasına karşılık vermek geldi içimden. Geniş omuzları ve röfleli sarı saçlarıyla iki cinsiyetin arasında sıkışıp kalmış gibi duran Gözde ablaya sıkıca sarıldım.

"Latin güzeli..."diyen ve ellerini dizlerine dayayarak kahkahalar atan şahsı görene kadar sarılmamıza devam ettik.

"Gülmekten karnıma ağrılar girdi Yasemin..."dedi Korkunç. "Kalk hadi, çıkıyoruz."

Yanındaki polis memuruna bir şeyler söyleyerek parmaklığın önüne geldi. Hala gülüyordu. Kilidi açan polis memurunun da güldüğü gözümden kaçmamıştı.

"Gel hadi, çıkıyoruz."dedi yeniden.

"Ya Gözde abla ve arkadaşları?"

"Hadi fıstık, bırak şimdi Gözde ablanı da yanıma gel."dedi yeniden.

"Onlar çıkmazsa bende çıkmam..."diyerek kollarımı göğsümde bağladım ve yerimde oturmaya devam ettim.

Gözde abla kolumu dürterek, "Seninki mi?"dedi.

Korkut uluyarak gülmeye devam ederken, "Yok ablası," dedi. "Onunki evde Yasemin'i hangi yöntemle öldürsem acaba diye plan yapıyor..."

"Kocan mı kız, bak sana elini sürerse bir haber uçur bana, gelir dalağını deşerim."

"Evli değilim ben... Evde bekleyen kişinin de kim olduğu konusunda bir fikrim yok..."dedim.

Ne, yalan mı? Sonuçta hayatımdaki yeri konusunda bir fikrim yoktu ama Korkunç'un imalı iddiası karşısında da şöyle bir hayal etmeden duramazdım.

Karısı travestilerle kodese düşmüş bir koca ne yapardı?

Tamam, pek iç açıcı bir hayal olmadı, kabul ediyorum.

Bulunduğumuz ortama rağmen Gözde ablayla vedalaşırken diğerleri de gür sesleriyle ona eşlik etti.

Soğuk nezarethaneden çıkarken Korkut'un hala gülmesi sinirimi iyice tepeme çıkarınca, "Kes artık sende gülmeyi!"dedim.

Merdivenlere gelince beni dürterek, "Hayatımda bu kadar eğlendiğim başka bir gün oldu mu bilmiyorum. Sen beni güldürdün ya, Allah da seni güldürsün kız fıstık..."dedi.

Giriş kata geldiğimizde, "Bekle iki dakika..."dedi ve Baş komiser yazan kapıdan içeri girdi. Çıktığında elinde benim alışveriş poşetlerim vardı. Almak için uzandığımda, "Tamam, ben taşırım."dedi.

"İfade alacağız demişlerdi. Vermeyecek miyim?"diye sordum.

"Yasemin, belaya koşmaya senin kadar meraklı bir kız daha görmedim. İfade versen kavgaya karışmaktan siciline durduk yere çentik attıracaktın."

"Yani?"dedim merakla.

"Yanisi, araya birkaç tanıdık sokarak seni çıkardım Yasemin. Çok fazla soru sorma ve eve gidince Ozan'a vereceğin ifadeyi düşün bence. Evden firar etmişsin, dün sabah Efsane'ye sataşmışsın, bu sabah da yol çalışması yapan işçilere..."

"Ay o yanık kadının adı Efsanemiymiş?"dedim gözlerimi iyice açarak.

"Valla sahne adı Efsane, gerçek adını kendi bile unutmuştur..."dedi.

"Ne sahnesi?"

"Pavyon Yasemin, pavyon ama sen bence artık bir rahat dur. Aslına bakarsan ben çok eğleniyorum ama Ozan hiç eğlenmiyor haberin olsun."

"Ona ne acaba? Zaten kızgınım. Hiç hatırlatıp durma."

"Ona mı ne?"dedi şaşırarak. "Aynı evde yaşıyorsunuz ya, hani senin yüzünden adı düğünden kız kaçıran adama çıktı filan. Bu sana bir şey ifade ediyor mu?"

Gözlerimi bulutlu gökyüzüne diktim. Havada uçan martılar ve kargalar, yoldan geçen insanlar ve bir kuytuya sığınmış kocaman bir köpek...

Hayat gailesi içinde kafasında kim bilir hangi dertlerle boğuşan bir sürü insan...

Ve ben nankör bir Yasemin olarak Korkut'a verecek cevap bulamadım. Ozan'ı soktuğum durum ve son günlerde imzamı attığım aksiyonlar birleşince karakolun önünde yerlere yatıp, 'Allah'ım al canımı, al da bitsin bu azap' diyecek duruma geldim.

"Çok mu kızdı?"dedim korka korka.

"Beni gönderdiğine göre..."diye cevap vermesiyle kafamda yeni bir soru işareti belirdi. Hem de neon sarı renkte.

"Burada olduğumu nereden duydu ki?"

Arabanın kapısını açarken, "İçine doğmuş..."dedi ve şoför koltuğuna yerleşti.

Ön kapıyı açarak koltuğa oturdum. "Israr ediyorum..."dedim pes etmeyerek.

"Koşma işte ateşe..."dedi. Arabayı çalıştırıp yola çıkınca, "Cahillik mutluluktur Yasemin..."diye devam etti. "Ben sana şimdi ne diyeyim ki? Zamanı gelince öğrendiklerini keşke öğrenmeseydim diyeceğin günler takip edecek nasıl olsa..."

"İçime su serptin be Korkunç, sağ ol..."dedim kollarımı göğsümde bağlayarak. Korkunun ve bilinmezin beni esir almasına müsaade etmeyecek ve artık soru sormayacaktım. O gün geldiğinde sırlar ortaya dökülecekti madem ben de pes ediyordum.

Evin olduğu sokağa geldiğimde kalbim mıknatısını bulmuş paslı bir demir parçası gibi beni zorlamaya başladı. Merdivenleri çıkarken de değişmedi bu, kapıyı açan Ozan'ı görünce de...

Yüzünde bir ifade aradım, bir duygu ya da kızgınlık... Bulamadım.

Kapıdan içeri adım atar atmaz gözlerim dolmaya başlayınca, sessizce montumu ve botlarımı çıkararak hole döndüm ve odama çıkmak için hareketlendim.

"Nereye?"

Arkamdan seslenen Ozan'a dündüm. "Duş alacağım..." Sonuçta hapisten çıkmıştım ve bunu üstümden atmam lazımdı. Kaynar suyun altına girip kendimi haşlayarak cezalandırmak istememden bahsetmeden yukarı çıktım. Kendime temiz kıyafetler alarak banyoya girdim. Artık sıcacık akan suyun altına girdiğimde rahat rahat ağlayabilirdim. Gelmişe ve geçmişe küfür edip rahatlayabilir, soğukta kalmış ve işlevini yitirmiş beynime hakaretler yağdırabilirdim.

Bir saat süren ve parmak uçlarımın buruşmasına neden olan banyo sonrası banyo dolabının üstüne bıraktığım kıyafetlerimi giyerek yoğun buhar altında kalan banyodan çıktım.

Korku ve tedirginlik yüzünden aşağı inmeyecektim. Açlıktan ölmeme rağmen odama girdim. Bunalım modumu açıp kısa bir iki günlük vukuat listesi oluşturdum. Liste bittiğinde pek de kısa olmamıştı ama soruyorum size, hanginde benim suçum var?

Kapım tıklatıldığında duymazdan gelmeyi tercih etsem de,"Gir..."dedim.

Ozan ellerli pantolonun cebinde, "Yemek yiyoruz..."dedi.

"İyi, afiyet olsun..."dedim başımı kaldırmadan.

"Sen yemeyecek misin?"dedi.

"I ı..."dedim.

"Eşref amca içli köfte göndermiş, bence kesinlikle kaçırmamalısın..."dedi. Ses tonunda ne bir ima vardı ne de iğneleme. Sadece aç kalmamı istemeyen vicdanlı bir adamın sesiydi.

"Peki madem..."diyerek oturduğum yerden kalktım. "Çok ısrar ediyorsan, bir şeyler atıştırayım..."

"Çok ısrar ediyorum Yasemin..."dedi sesini en sevdiğim, yumuşacık tonunda kullanarak.

"Emin misin?"

"Sabrımı zorlama..."dedi. "Ben normal davranmaya çalıştıkça sen beni geriyorsun." Basamaklardan inmeye başladı. Peşinden süklüm püklüm inerken, neden Allah'ım neden diye kendimi yerlere atmak istediğim nadir anlardan birini daha yaşıyordum.

'Atma Yaso, sen kendini yerlere atmayı nadiren değil, mütemadiyen düşünüyorsun...' diyen iç sesime hak vermesem ayıp olurdu. Haklıydı. Virane kılığıma aldırmamaya çalışsam da başaramıyordum. Ne giyinmeyi biliyordum ne de çenemi tutmayı. Koyu mavi kot pantolonum ve siyah kazağımı çekiştire çekiştire yanlarına gittim.

Ozan ve Korkut mutfak tarafında ada tezgaha arkaları dönük vaziyette bir şeyler yapıyordu. Ben ise ne yapacağını bilemeden salonun ortasında dikilmeye devam ediyordum.

Ve bilin bakalım ne oldu?

Zil çaldı. Bu kez niyeyse geleni minnetle kabul ettim. Büzük ağzına ve şuh bakışlarına rağmen... İçeri girip koku dalgasını ardında bıraktı. Hala mutfakta bir şeylerle uğraşan Ozan eve gelen biricik sevgilisine, "Tutku, niye haber vermeden geliyorsun?"dedi, gelmesine sinirli olduğunu belli eden ses tonuyla.

"Sürpriz yapmak istemiştim Ozan..."dedi ağzını yaya yaya.

"Sürprizlerden hoşlandığımı sana düşündüren ne? Arasaydın ve uygun olup olmadığımı sorsaydın önce."

Yüzsüz yüzsüz güldü yapay meme. Bana bunu deseler yerin dibine girer, yılanla çıyanla arkadaşlık ederdim, daha iyi.

"Yasemin, hadi..."diyen Ozan'a ayrı bana ayrı delici bakışlar atarak masadaki yerine yerleşti.

Sanki soran varmış gibi, "Hayatım, biliyorsun ben yediklerime dikkat ediyorum. Bana servis açma..."dedi masum olduğunu sandığı aptal ifadesiyle.

Ozan cevap vermeden sadece başını salladı. Dişlerini mi sıkıyordu o? Daha dikkatli baktığımda sol kaşının üstünde bir damarın hızla attığını ve ağzının içinden bir şeyler mırıldandığını gördüm.

Bana patlayamamıştı ya onun için bu kadar gergindi. Tutkulu Tutku sayesinde ilk kızgınlığını atamamıştı ve bu süreç uzadıkça siniri de geçmeye başlayacaktı. Bu yapay kadının varlığına şükredecek değildim. Olmasaydı da Ozan bana ağzına geleni söyleseydi diyebileceğim kadar gıcıktım kendisine çünkü... Evet, çelişkilere kurban gittiğim, muazzam bir gün daha yaşıyorum. Ne yapayım?

Masadaki sessizliğe bir gerilim müziği eklense kesinlikle sakil durmazdı zira şu an eline bıçağı alan birbirini doğrayacakmış gibiydi.

Kafamı gömdüğüm tabaktan, "Hayatım yeni yıl için Prag'a iki kişilik bilet ayırttım. Ona göre hazırlan..."sözleriyle doğruldum. Ya da yıkıldım mı demeliyim, bilmiyorum.

Ozan elindeki çatalı bıraktı. Peçeteyle ağzını silip masadan kalktı. Sofradan kalkıp tuvalete gitmeyeceğine göre muhakkak bir nutuk çekecekti. Belki de karnı doyunca bana rahat rahat bağırmak için gereken enerjiyi toplamıştır diye düşünerek olduğum yerde bir sinek kadar küçüldüm.

"Bana sordun mu Tutku!"

Her şeye hazırlamıştım kendimi. Hesap sormasına, evden kaçmama, nezarethaneye düşmeme ve iki günlük birikime ama Tutku'ya bağırmasına değil.

O ateş parçası gibi alevler saçan kadın bir an da dudağını büküp gözlerini doldurdu. Hadi bir de ağla deyip iyice kışkırtmamak için kendimi tutmam zorlaşmaya başlayınca gözlerimi ikisi dışında, salonda ne varsa onlarda gezdirdim.

"Canım..."dedi. Canı çıkasıca Tutku. "Bu kadar tepki vermene gerek yok ama. Ben baş başa geçiririz diye düşünmüştüm."

"İstanbul'dan ayrılmadan da kutlayabilirdik Tutku... Benim fikrimi sormadan tatil planı yapman doğru değil."

Bana gelince; küçük şeytan, pabuç dilli, geveze, Tutku'ya gelince; 'bini sirmidin titil plini yipmin diğri diğil...'

"Neyse..."dedi ağlamaklı Tutku. "İptal edeyim ben rezervasyon ve uçak biletlerini."

"İyi olur..."diyerek salondan çıkıp odasına girdi. Korkut, Tutku gıcığı ve ben masada baş başa kalmıştık ve ben bu ortamdan hiç mutlu değildim. Korkut , "Bana müsaade..."diyerek ayağa kalktı. Onun kalkmasıyla bende masadan kalktım. Kapının önünde, "Odana gir ve uyu. Sakın bunlara bulaşma Latin güzeli..."dedi.

"Çok meraklısıydım sanki..."dedim gözlerimi devirerek. "İsterseler birbirlerini boğazlasınlar, umurumda değil..."

Umurumdaydı da bunu Korkunç'un bilmesine gerek yoktu. Mesela Ozan Tutku'yu evden kovup, 'bir daha senin yüzünü görmek istemiyorum. Her şey bitti...'dese bile umurumda olmazdı.

'İtiraf et Yaso, davul zurnalı oyun havasıyla göbek atarsın...'

İç sesimin cüretkar ve azimli kışkırtmalarına kulaklarımı tıkadım. Merdivenlerden inerken,"Görüşürüz fıstık..."diyen Korkut'a, Görüşürüz, iyi geceler..."diyerek kapıyı kapattım.

Ensemde bir ürperti hissedince arkamı döndüm. Tutku denen kadın fısıltıyla, "Ozan sana neden bu kadar değer veriyor şimdi anladım..."dedi.

Ben ensemdeki ürpertiden dolayı devamını dinlemek için tepkisizce bekledim.

"Acınası halin nedeniyle sahiplenmiş seni belli ki. Bu saf kız ayaklarını bana yutturamazsın ama..."dedi.

Bu kadar ense ürpertisi yeterdi. Günlük vukuat sayım artmasın diye çirkeflik yapmamaya özen göstererek, "Ben sahipsiz bir sokak köpeği miyim de sahiplenecek Ozan beni?"dedim.

Burnunu havaya dikti. Dik durup aklınca bana ayar verecekti.

"Yalan mı?"dedi kısık sesiyle. "Bu kadar tavizi bana bile vermiyor. Sen geldiğinden beri benim yanımda surat asıyor. Merhameti ağır bastığı ve seni sahiplendiği için neredeyse yüzüme bakmayacak hale geldi."

Kulacıklarım duydukları nedeniyle mutluluktan uçuyordu. Biraz dalga geçmenin kimseye zararı olmazdı. Hem dalga geçmek bağırıp çağırmaktan ve kavga çıkarmaktan daha sevimliydi.

"Evet..."dedim. "Ozan beni sahiplendi. Hatta oyun bile öğretti bana. Attığı oyuncağı havada yakalayıp ona geri götürüyorum..."

Attığım kısık sesli kahkahaya bu kez artçı ve de sesli kahkahalar eşlik etti. Sese çıkan Ozan, "Neler oluyor burada?"dedi.

Ben başımı iki yana sallayarak dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Tutku Hanım bir espri yaptı da ona gülüyorduk..."dedim Tutkuluya bakarak.

Oyunuma uyarak, "Evet hayatım, Yasemin'e geçen galeride başıma gelen komik bir olayı anlatmıştım da ona gülüyorduk..."dedi.

"İyi..."diyerek odaya yeniden giren Ozan'dan sonra bana yaklaşarak, "Yarın bu evden defolup gidiyorsun, anlaşıldı mı?"dedi.

Bana laf sokup sokup Ozan'ın yanında melek gibi davranması iyice sabrımı taşırmıştı. Ben de Yaseminsem eğer bu kadının hassas ayarlarıyla oynar bu evden ancak öyle gönderirdim.

Artık 'siz' resmiyetini bıraktım. "Sen..."dedim ve gıcık olsun diye sonunu getirmedim.

Merak ettiğini bakışlarından anlıyordum ama gururuna yedirip soramıyordu. İyice tahrik etmek için bakışlarımı belli belirsiz tavanda gezdirdim. En sonunda patladı. Patlamasa iyiydi, kendi aranmıştı.

"Ne, ben?"demiş bulundu.

"Sen..."dedim. "Merak ediyorum sabahları iki yüzünü birden yıkamak zor olmuyor mu?"

"Bu basit tavırlarının hesabını vereceksin!"dedi dişlerinin arasından.

"Tamam, yaz sen bir kağıda da unutmayalım. Zamanı gelince öderim ben..."

"Senin seviyene düşmeyeceğim..."dedi ve paltosunu omuzlarına atarak kapıdan çıktı.

"Oysaki buralar çok iyiydi ama sen bilirsin..."dedim gıcık gıcık.

Bundan sonra da böyleydi, kimse kusura bakmasındı bir zahmet. Ezik değildim, aciz değildim ve laf altında kalacak hiç değildim. 

Yasemin koptu gidiyor :) Bundan sonra içimize dert olan ne varsa Yasemin hakkından gelecek. Tutku sırasını savdı. Bakalım sıradaki talihli kim? 

Ayrıca eklemeden edemeyeceğim; Yasemin kadar Ozan'ın da kafası dağınık. En azından Yasemin bize her şeyi detaylı anlatıyor ama Ozan öyle ketum ki zihninden neler geçtiğini anlayamıyoruz...

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle. Seviliyorsunuz...

Continue Reading

You'll Also Like

7.5K 2.7K 19
Fatih ile Yasemin'in çocuklukları aynı yerde geçmiş okul okumak için gittikleri yerlerde ayrı düşmüş iki gencimiz. Zehra kuzeni Fatih' e büyük hayra...
Mavi gözlüm By gece mavisi

Mystery / Thriller

4.2K 269 5
~Gök gibi gözlere sahip İran güzeli... ~Darya Şehrazat SİPAYİ ~Kürt bir İstanbul beyefendisinin aşkı... ...
15.4K 4.2K 56
Kırağı çalıp buz tutmuş kalpleri ne yaparsanız yapın sevgi seline katamazsınız. O, kalpler öylesine katı hale gelmiştir ki, hiçbir doğruya inanmaz. H...
212 68 16
Şarkı sözleri ve kitap alıntıları