YASEMİN (Tamamlandı)

By turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... More

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
35. Bölüm ~ Başımın Belası
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi

2.2K 292 236
By turlik

Haftanın en sevdiğim günü olan pazar gününden herkese merhaba...

Tempoyu arttırıyoruz ve Yaseminin taktığı zaman nasıl da ölesiye taktığını göreceğiz ve emin olun çok eğleneceğiz...

Keyifli okumalar...

Bugünün diğer günlerden bir farkı vardı. Güneş daha bir parlak, daha bir yakındı sanki... İçim cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar gibi şendi. Şarkılar daha anlamlı, Ozan daha yakışıklıydı... Konu ne ara Ozan'ın yakışıklılığına geldi? Topla kendini kızım Yasemin, acil topla. Bir kahvaltı hazırladı diye hemen gözlerinden kalpçikler fışkırtma sağa sola...

Fonda İlhan İrem çalıyordu. Ateşböceği... Seçtiği parça hiç de manidar değildi hem. Üzerime alınmak için bahane arıyordum resmen. Sonuçta o da nostaljik parçalar seviyordu benim gibi ve tesadüf diye bir gerçek vardı bu hayatta...

Salondaki müzik setinden yayılan şarkı ortama yayılıyor benim de yarım kalan aklımı iyice başımdan alıyordu.

'Nerden geldiyse geldi, kondu bir gün dalıma.
Çare arar gibiydi sonsuz karanlığıma.
Düşlerin boşluğunda ümitli bir uçaktı.
Hüzünlerimi kesen sihirli bir bıçaktı.
Ateşböceği, aydınlat geceyi,
Şarkılara dizelim bin bir heceyi,
Ateşböceği, aydınlat geceyi,
Işıltınla tutuştur, karalanmış gerçeği.'

Ada tezgâha hazırladığı kahvaltı iştahımı kabartmıştı. Biliyorsunuz ben her daim aç bir kızdım. Ne zaman oturup ağız tadıyla iki lokma bir şey yemeye kalksam bin bir türlü olaya maruz kalıyordum ve sonuç; sürekli aç kalmam oluyordu.

Ve tekrar belirtmek istiyorum ki Ozan üzerindeki lacivert spor kesim gömlek ile hiç de çekici görünmüyordu. Kim uyduruyor bunları, niye benim aklım bu kadar karışık?

Maşrapa büyüklüğündeki kupalara döktüğü çaya ister istemez burun kıvırdım. İçimde tutsam ya, açmasam ya ağzımı... Yok, valla çatlarım söylemezsem.

"İnce belli çay bardağı yok mu?"demiş bulundum bir kere.

"Yok, ama istersen bugün alırım..."demeyeydi iyiydi. Her şeye evet, her şeye tamam deme be adam... Azıcık da reddet, bir kere olsun olmaz de. Soluma kastın mı var?

Oturduğum yerde bir tarafımda kurt varmış gibi durmadan kıpırdanınca,"Ne oldu?"diye sordu.

"İş görüşmesine gideceğiz ya, heyecanlıyım biraz..."dedim.

Başını salladı ama gözlerime bakmaktan imtina eder bir hali vardı. Ağzına bir parça peynir atarak yerinden kalktı. Cebinden telefonunu çıkartarak, "Benim önemli bir görüşmem vardı. Unutmuşum. İki dakika telefonla görüşüp geliyorum. Sen kahvaltını yap, sonra çıkarız."diyerek hole doğru yürüdü ve gözden kayboldu.

İştah mı kalmıştı sanki? Hep bir gizemler, hep bir göz kaçırmalar...

Bir dilim ekmeğin yarısını bile yiyemeden sofradan kalktım. Ozan'ın çıkarttığı ama ikimizin de dokunmadığı kahvaltılıkları buzdolabına geri koyup tabak ve bardakları bulaşık makinesine yerleştirdim.

Ben daha mutfaktaki işimi bile bitiremeden kapının önüne gelmişti bile. Montunu portmantodan alarak giydi. Sanki ben yokmuşum gibi davranıyordu ve iyice gerilmeme neden olmuştu.

Islak ellerimi kurulayarak yanına gittim. O tek kelime konuşmuyorsa ben niye konuşacaktım ki?

Montumu alıp sırtıma geçirdim. Ayakkabı rafındaki botlarımı da giydikten sonra açtığı kapıdan dışarı çıktım. Hala konuşmuyordu.

Geldiğim günden beri ilk kez dışarı çıkacaktım ve heyecanımı kendi başıma yaşamak sinirimi bozmuştu. Oysa bir saat evvel ne kadar da neşeliydim. Demek ki neymiş, sabah neşeli uyandın diye günün devamı da öyle geçer diye bir kural yokmuş...

İlk katı indikten sonra apartmanın içinde bir ses duyuldu. Dev adam ve cüce ikilisi olarak önlü arkalı yürüdüğümüz için sesin kaynağını görmüyordum ama bir kız olduğunu anlamıştım. Görüş açıma giren uzun kumral saçlarının ucu maviye boyanmış bir kız Eşref amcanın kapısının önünde duruyordu. Eşref amca mavi saçlı kızı kendine doğru çekerek, "Sen yine de bir düşün Zeynep... Burada yapayalnız yaşıyorum, gel üzme dedeni de bırak şu Kadıköy macerasını..."dedi.

Mavi saçlı kız Eşref amcanın yanağını öperek, "Bakalım, ayarlamaya çalışırız."diyerek bizden tarafa doğru döndü.

Gözlerini kocaman açarak, "Ozi?"dedi.

Yüzünde binlerce soru işareti vardı ve bunu sadece ben görmüyordum. Ozan'da farkındaydı ve açıklama beklendiğini anlamıştı.

"Yasemin, Zeynep Eşref amcanın torunu... Benim de çocukluk arkadaşım."diyerek bana açıklama yaptı. Sonra mavi saçlı kıza dönerek, "Zeynep, Yasemin de Şarköy'den bir-"Elini ensesine götürerek düşünmek için zaman kazanmaya çalıştı. Beni kim diye tanıştırması gerektiğini bilemiyordu. Haklıydı da üstelik. Kimdim ben? Bu evde ne işim vardı?

Cümlenin sonunun bir önemi olmadığını düşünen Zeynep, "Merhaba Yasemin... Tanıştığıma memnun oldum."diyerek bana sarıldı.

Saf bir kız gibi göründüğümün farkındaydım çünkü 'bende' demek yerine Ozan'ın söylediklerini anlamaya çalışıyordum.

"Zeynep, Yasemin bundan böyle burada yaşayacak..."

Bu kez daha sıkı sarılan Zeynep'e bende karşılık verdim. Bu insanlar beni neden koşulsuzca kabullenmişti. Burası başka bir evren miydi?

Sonunda ağzımdan birkaç kelime çıkarmayı başardım. "Ben de seninle tanıştığıma memnun oldum Zeynep..."

Bu sırada Eşref amca beni işaret ederek, "Ozan, sözünü unutma. Zeytin gözü alıp geleceksin bir gece. Bak hem Zeynep'te burada kalıyor." Az önce kendi aralarında geçen konuşmayı tekrarladı. "Artık burada, benimle kalmak için daha sağlam sebeplerin var Zeynep. Bak zeytin göz de var. Birbirinize arkadaş olursunuz."diyerek bana göz kırptı.

"Ah be Eşref Paşa, biliyorsun kan alacak damarı. Tamam, söz vermiyorum ama düşüneceğim."diyerek merdivenlerden koşar adım indi.

Eşref amcaya 'iyi günler' diyerek biz de merdivenlerden inmeye başladık. Bu kez ben önde Ozan adlı fikri muamma arkada...

Kapının önüne geldiğimde o ilk adımı atıp atmamakta kararsız kaldım. Çünkü geldiğimden beri her Allah'ın günü sıfatını gördüğüm Korkunç eli pantolonun cebinde bizi bekliyordu. Ben kapıdan çıkar çıkmaz sırıtmaya başladı. "Selam Latin güzeli, n'aber?"

"İyilik..."dedim ama pek de iyi durumda değildim. Heyecanlıydım, korkuyordum ve Ozan'ın bakışları bakış değildi. Biri yüreğimi avucuna almış da sıkıyormuş gibi hissediyordum.

Ben Şarköy'den buraya geldiğimiz yüksek tavanlı, beyaz arabaya bakınırken Ozan eliyle işaret ederek sokağın başını gösterdi. "Çok uzak değil bahsettiğin yer. Yürüme mesafesinde en fazla on dakika..."dedi.

Beni artık nasıl korkuttularsa etrafıma bakınmaya ve beni tanıyan birileri olup olmadığına göz atmaya başladım. Ben bir de bu kafayla iş bulup çalışacaktım. Paraya ihtiyacım olmasa ve bir sığıntı olduğum gerçeği canımı acıtmasa evde oturur olayların akışını çekirdek çitleyerek izlerdim ama dediğim gibi ben sığıntı gibi yaşamak istemiyorum.

Ozan ve Korkut sokaktaki esnafla selamlaşarak ve ayaküstü hal hatır sorarak ilerliyordu. Ben mi? Ben hayatımın bundan sonrası için plan yapıyordum. Bir insan o planı daima son dakika yapar. Bunu hepiniz biliyorsunuz. Öyle ben çok programlı yaşıyorum filan diyenlere de itibar etmeyin, çünkü hepsi uyduruyor.

Sabah kalktığında yolunmuş tavuk gibi kabarık saçlarıyla aynada kendini gören kadın veya adam önce kılığına çeki düzen verir. Bir saat sonrası için plan filan yapamaz. Yapsa da tutmaz o planlar. İlla ki bir şey çıkar ve tüm düzeni yerle bir eder.

Sokağa çıktığımda mis gibi soğuk havayı içime çektim. Alışık değildim ki ben kapalı kalmaya. Hayatım sıraya dizilmiş işlerle doluydu ve ben yaz kış demeden dışarıda işini yapan bir kızdım. Şimdi eskileri yenileriyle değiştirme zamanıydı ve yanımda suratını asan adama bile aldırış etmiyordum. Ozan'ın meymenetsizliğine rağmen Korkunç'ta bir enerji vardı ki sormayın. Omzunu omzuma vurarak, "Senin yerinde olsam keyif çatar, hayatımı yaşardım. Tutturdun bir iş diye. Ne yapacaksın işi gücü?"dedi.

Yok, ben bunlara derdimi tam olarak anlatamamıştım. Tüm derdim hobi olsun diye çalışmak sanıyorlardı. Korkunç'a cevap verirsem mevzu daha da uzayacaktı. O yüzden sustum.

Ben sussam ne olacak, yanımda homur homur söylenen adam varken ben nasıl sessiz kalacaktım?

"Kendinle konuşman akıl sağlığın için zararlı Ozan, bence bizimle paylaşmalısın."dedim.

Demeseydim de olurdu ya ne neyse. Elbet bir gün çenemi tutmayı öğrenecektim.

"Azıcık sabretsen ölürsün. Şu psikopat hastaneden çıkana kadar beklesen eksilirsin!"

Dağınık saçlarını iyice dağıttı. Bir gün hepsi tek tek dökülecekti yolunmaktan.

"Kafanda bir dram kurmuşsun ve onu yaşıyorsun."

İyice tepem attı. "Neymiş o dram? Sen gerçeklere dram diyor olabilirsin ama ben gerçeklere gerçek demeyi tercih ediyorum. Ne biliyorsun da konuşuyorsun hem? Belli ki bir elin yağda bir elin balda yaşamışsın. Yokluk nedir bilmemişsin."

Ne zaman geçmişle ilgili bir şey söylesem inanılmaz derecede tavrı değişiyordu. Kor gibi yanan o öfkeli gözler yerini tam olarak isimlendiremediğim ama isim verecek olsam 'hüzün' diye tabir edebileceğim bakışlara bırakıyordu. Bu hüzünlü bakan gözler bana acıyor muydu? Eğer öyleyse rica edeceğim biri beni çekip vursun. Buna katlanacağıma ölürüm daha iyi çünkü...

Anında geri adım attı.

"Ben bunları seni üzmek için söylemedim Yasemin. Tamam, demiyorum bir şey. Sustum."dedi ve ağzına hayali bir fermuar çekti. Yürüdüğümüz on dakikalık yol boyunca benimle değil telefonda her kim ise onunla konuştu. Hem de fısıltıyla, hem de dudaklarını okumayayım diye başını diğer tarafa çevirerek.

Korkunç'ta telefonuna gelen bir mesaj ile acil işi çıktığını söyleyerek yanımızdan ayrıldı.

Ben kendi kafamın içinde bilindik hayat akışı şemamı oluşturmaya çalışırken Ozan beni düşler âleminden çıkartarak, "İşte senin pizzacı..."dedi.

Küçücük renkli masaları, kırmızı ağırlıklı duvarları ve birbirinden ilginç posterleriyle şimdiden sevmiştim burayı. Eve yakın olması, en azından benim başarabileceğim bir iş olması da cabasıydı. Kapının önüne geldiğimizde velisiyle okul gezisine çıkmış bir çocuk gibiydim.

"Sen içeri gelmeyeceksin değil mi?"

Tek kaşını kaldırarak sordu. "Gelmemeli miyim?"

"Tuzak soru bu..."

"Tuzak değil, sadece sen nasıl rahat edeceksin bilmek istiyorum. Anlamaya çalışıyorum."

Kapının önündeki ahşap tabureyi işaret ederek, "Burada beklesen olur mu?"diye sordum.

"Olur anasını satayım, olur. Beklerim. Sen git iş görüşmeni yap. Ben kapı önünde de beklerim."

Oturup sohbet edecek değildim. Kendime olan güvenimi yeniden kazanmam için bağımsız olmam lazımdı.

Ahşap kırmızı kapıdan içeri girdiğimde beni karşılayan kırklı yaşlarındaki adama selam verdim.

"Buyurun, nasıl yardımcı olabiliriz?"

"Dün telefonla konuşmuştuk, iş görüşmesi için geldim."

"Yasemin Hanımdı, değil mi?"

"Evet..."

"Ayakta kalmayın, oturun lütfen."diyerek en yakın masayı işaret etti. Heyecandan kalbim yerinden çıkmak üzereydi.

"Daha önce bir deneyiminiz olmadığını söylemiştiniz. Yanılıyor muyum?"

"Doğru, deneyimim yok ama hamur işlerinde iyiyimdir." dedim ama adamın bakışlarındaki olumsuz pırıltılar sesimi cılızlaştırmış ve bu da beni kendine gram güveni olmayan bir zavallı gibi göstermişti. Hayır, ben zavallı değildim ve asla olmamıştım. Şimdi içime kaçan sesimi derhal çıkarmam ve özgüveni olan bir kız gibi savaşmam lazımdı.

"Anlıyorum..." Başını aşağı yukarı sallayarak, "Fakat pizza hamurunda deneyim ve ustalık gerekir. Sizde deneyim yok, ne yapacağız?"dedi.

"Ben başarabileceğimden eminim. Ayrıca bir hamur yoğurmanın nesi bu kadar zor olabilir ki? Kendime güvenmesem bu kadar ısrarcı olur muydum sizce?"

"Deneme süresi için zaman yok ama. Bizim çok acil bir hamur ustasına ihtiyacımız var."

"Tamam, ne güzel işte aradığınız ustayı buldunuz."dedim.

Adam güldü.

"Bakın Yasemin Hanım, deneyim şart. Kalite standartlarımıza uygun olması gerekiyor. Ben sizin hamuru öğrenmenizi bekleyemem ki... "

"İyi de dün telefonda gelin görüşelim dediniz."

Sanki başka bir sürü iş görüşmem ve randevum varmış da iptal etmek zorunda kalmışım gibi sıkıntıyla yüzümü buruşturdum.

"Dedim, dedim ama..."

Ben bu amalardan da bıktığımı söylemiş miydim? Sanmıyorum. Bıkmak az gelir, illallah etmiştim.

"Amanın devamına gerek yok. Ben anladım sizi. Umarım dilediğiniz gibi usta bir hamurcu bulursunuz..."deyip ayağa kalktım.

"Tekrar kusura bakmayın Yasemin Hanım, üzgünüm."diyen adamı bakışlarımla kınadım. Tabi benim de bakışlar öyle bir konuşur ki karşımdaki adam ancak yarın akşam anlar onu ne kadar kınadığımı...

Tamam, pes etmek ve yıkılmak yok. Bu iş olmadı diye hemen geri adım atacak değilim. Yeni ilanlar bulur ve şansımı onlarla denerdim. Bana iş mi yoktu canım?

Yoktu...

Kendimi de ancak bir yere kadar kandırabiliyordum. Karşındakini kolayca kandırmak en basitiydi ama insan kendine yalan söyleyemiyordu...

Dışarı çıktığımda Ozan yine ve yeniden telefona yapışmış vaziyette konuşuyordu. Bu adam tüm hayatını telefon üzerinden mi yönetiyordu acaba?

Elini bekle anlamında havaya kaldırdı. Alışmıştım. Beklerdim. Sanki başka yapacak bir işim mi vardı? Genç ömrümü bekleyerek çürütür, ardımdan tek damla gözyaşı dökecek bir insan bile bırakmadan giderdim.

Dramı bırakmam lazımdı. Ben kendimi yeniden var edebilmek için savaşmıyor muydum? O zaman yeni Yasemin gibi davranmalı ve içimdeki yaşama hevesini ortaya koymalıydım. Ozan hala telefonla konuşurken ben dünyanın en önemli işiymiş gibi ayağımın ucundaki taşı eziyordum. Bakın insan da kendini bir yere kadar motive ediyor. Beklerken hayat geçiyor ama ben arkasından kara trene mendil sallayan âşıklar gibi bakakalıyorum.

Haşmetlimiz telefonu kapattı.

"Yasemin, benim acil bir işim çıktı. Sen evin yolunu öğrendin. Zaten buraya da çok yakın, kendi başına gidersin değil mi?"

Gider miydim?

Cebinden anahtarı çıkartıp elime koydu. "Bu senin anahtarın... Çok mecbur kalmadıkça kullanmayacaksın."dedi.

Ben bu repliği bir yerden çıkaracaktım da nereden. Buldum. Bu şey değil mi ya? Hani adam kızın eline bir silah tutuşturur da kötü adamlara karşı kendini savunmasını ister. Sonra da şey der, 'Sakın mecbur kalmadıkça kullanma...'

"Nereye daldın?"deyip elini yüzüme doğru salladı.

"Hiç..."dedim. Hiçti yani, mühim bir konu değildi. Anlatsam da boş boş bakacağından emindim.

"Tamam, giderim."dedim ve önden yürümeye başladım. O ise tek kelime etmeden köşedeki taksi durağına doğru hareket etti. İnsan bir hoşça kal der değil mi?

Hiç...

Geldiğimiz yola doğru yürümeye başladım. Dar sokak ve az ileride kubbesi görünen beyefendiye doğru emin adımlarla gidiyordum. Arada arkama bakıp Ozan hala orada mı diye de bakmayı ihmal etmiyordum tabi. Yoktu. Taksiye binip gitmişti.

Ben de yoluma giderdim ne var...

Evin sokağına saptığımda köşedeki çöp bidonun içinden gelen bir ağlama sesi ile olduğum yere çivilendim. Yaralı gibi, korkmuş gibi, aç gibi ağlıyordu. Benim gibi sahipsiz mi kalmıştı bu yavrucak? Benim gibi gidecek yeri mi yoktu? Kim atmıştı ki onu buraya?

Çöpün içine eğilerek yavru kediyi kucağıma aldım. Sapsarı tüyleri ve yeşil gözleriyle tam bir şirinlik muskasıydı. Küçücüktü. Islanmıştı ve kulağının bir kısmı yaralıydı. Minik yavruyu göğsüme bastırarak eve doğru yürümeye başladım. O kadar çok titriyordu ki üşüdüğünü düşünüp onu montumun içine koydum.

Kapının önüne geldiğimde apartmanın alt katındaki saatçi kapının önüne koyduğu minik masaya ahşap, oymalı bir tavla bıraktı. Bu soğukta dışarıda oturulmazdı. Hele tavla hiç oynanmazdı. Ama ben hep diyorum. Çok meraklı bir kızım.

"Merhaba..."

"Merhaba kızım. Yeni mi taşındın bu apartmana?"diye sordu.

Gidip önüne gelene selam verirsen olacağı buydu... Ne diyecektim şimdi ben?

"Sayılır..."dedim. Bence uygun bir cevaptı.

"Sabah seni Ozan'la beraber gördüm. Kardeşi olmadığını biliyorum ama kuzeni falan mısın?"

'Şimdi şapa oturdun mu Yasocum? Hadi cevap ver bey amcaya.'

"Yok, kuzeni değilim. Şeyiyim. Şey, arkadaşı. Evet, arkadaşıyım ben Ozan'ın. İstanbul'a yeni geldim de ben o yüzden. Ev bulana kadar burada kalacağım."

Durumu kurtarmaya çalışırken iyice batırmak diye buna denir işte. Boynuna asılı gözlüğü gözüne takarak iyice yakınıma geldi. "Adın ne senin?"

"Yasemin..."

Elini uzatıp elimi tuttu. "Ben de Ferit usta... Tanıştığıma memnun oldum Yasemin."dedi.

Sıcacık avucunun içindeki elimi çekerek elini tuttum ve öpüp alnıma koydum. Biz böyle öğrenmiştik. Büyüğümüzün elini öperdik. Bu saygıydı, hürmetti ve bizim geleneğimizdi. Şimdi ki nesil her ne kadar tokalaşmayı tercih etse de ben her zaman büyüğümün elini öperdim.

Gözlerinden ne kadar memnun olduğu anlaşılıyordu. Sanırım o da beklemiyordu bunu. Bir yaşlıyı mutlu etmek bir çocuğu sevindirmek gibiydi. Dedemi hatırladım. Uzun sohbetlerimizi, öğütlerini ve beni iyi yetiştirmek için gelenek ve göreneklerimizi anlatmasını. Küçücük boyuma bakmadan yetişkin bir insanla konuşur gibi anlatırdı. Sorduğum her soruya kendince cevaplar verirdi. Benden sakladığı tek şey geçmişti. Bir tek geçmişle ilgili sorduğum soruları geçiştiriyor bir tek o zaman ne diyeceğini bilemediği için kızıyordu.

Minik yavrunun miyavlamasıyla kıkırdadım. Çünkü montumdan başını uzatmış, sıcaklığın tadını çıkarırken etrafı izlemeye başlamıştı.

"Ben artık eve geçeyim Ferit usta, daha fazla üşütmeyeyim miniğimi."dedim.

"Kızım, aslında sen o yavruyu eve götürmesen iyi edersin."

"Niye ki? Minicik yavru, zararı olmaz bana. Hem kulağı yaralı... Temizleyip sarmam lazım."diyerek apartmanın kapısını açtım.

Kapıyı açarken görmediğim ama şimdi kabak gibi önümde duran kâğıda baktım.

'Deneyimli, deneyimsiz çocuk bakıcısı aranıyor. İlgilenenler aşağıdaki numaradan ulaşabilir.'

Numarayı telefonuma kaydedip eve çıktım. İçeri girer girmez aramayı planlamıştım ama kucağımdaki miniğin durumu daha acildi. Portmantonun rafına bırakarak üstümdeki montu ve botlarımı çıkardım. Miniğimi yeniden kucağıma alarak ilk yardım çantası arama işine koyuldum. Nerede olabilirdi? Ya da var mıydı bilmiyordum.

Ozan'ın kiler diye gösterdiği küçük odaya girdim. Duvardan duvara uzanan krem rengi dolabın kapaklarını açarak ilk yardım çantası aramaya başladım. Temizlik malzemeleri, eski gazeteler ve dergilerin olduğu dolapta her şey muntazam dizilmişti. Tek bir dağınıklık bile yoktu. Gelsin de tertip nasıl oluyormuş Ozan'dan öğrensindi Dilber cadısı...

Düşüncem yüzünden ensemdeki tüyler havalandı. Kaç gündür aklıma bile gelmemişti. Ne yapıyorlardı, beni merak ediyorlar mıydı? Benden kurtulduğu için mutlu muydu?

Ve valizimi bulmuş muydu? Bulduysa her şeyin planlı olduğunu da anlamıştı. Asıl önemlisi babamın sandığıydı. Benim yıllarca sır gibi saklamam gereken sandık. Bir türlü kilidini açamadığım sandık. Dedemin, 'Bu sandığı sır gibi saklayacak ve bu şehirden gitmeden açmayacaksın' dediği sandık. Nedenini sorduğumda aldığım tek yanıt, 'olması gereken bu, sadece bana güven' diye geçiştirilen sandık. Ben hevesle valize atmıştım sandığımı. İstanbul'a geldiğimde yıllardır sır olan her ne ise gün ışığına çıkacak diye mutlu olmuştum ama unutmuştum işte...

Kedinin yeniden acı içinde miyavlamasıyla kafamdaki düşünceleri attım. Dolabın son kapağını da açtığımda ilk yardım çantasını yine bulamamıştım. Bu kez Ozan'ın banyosuna girdim. Banyo dolabının alt rafında bulduğum çantayla banyodan çıktım. Kucağımdaki sevimli şeyle odama çıktığımda benim küçük arkadaşım 'Yasemin' yatağın üstündeydi. Yavruyu onun yanına bırakarak çantanın içinden gerekli olabilecek malzemeleri çıkarmaya başladım.

"Gel bakalım sevimli minik, yarana bakalım..." Canı yanan yavruyu kaçmaya çalışırken sakince yakaladım. Küçücük bir temasla bile mutlu oluyor, canının yanacağını bile bile onu seven ellere teslim ediyordu kendini. Yara göründüğü kadar derin değildi. Küçük bir sıyrık vardı ama kanadığı için kulağının etrafına bulanmıştı. Dikkatle yarayı temizledim. Banyo yaptırmak da gerekiyordu ama bunu göze alamazdım. Alışık olmayan kediyi suya sokunca neler olabileceğini küçükken tecrübe etmiştim. Şimdilik ılık suya batırdığım gazlı bezle silinecekti, banyo alıştırmalarımızı ilerleyen günlerde yapabilirdik.

Miniğimi tamamen temizlediğimde aklıma aç olduğu geldi. Kucağıma alarak aşağı indim. Hudut karakolunun önünden geçerken aklıma dâhiyane fikirler gelmesine engel olamadım. Küçük yavrumun karnını doyurduktan sonra bu işe el atmak için çok iyi bir zamandı.

Isıttığım sütü bir kâseye boşaltarak kediciği sütün önüne bıraktım. İştahlı şapırtılarla kâsedeki sütün tamamını içti.

"Sana bir isim bulmak lazım kedicik..." Aklıma gelen ilk isim çocukken bahçemize gelen ve 'Susam' adını taktığım kedi oldu. Birbirimizi görmeden duramıyorduk ama her buluşmamız birkaç tırmık iziyle sonlanıyordu. Benim yürekten gelen sevgimi yanlış yorumluyordu tabi, tırmıkların nedeni oydu. Kucağıma aldığım kediyi sımsıkı bağrıma basıp sarıldığımda ciyaklayarak tırmık atıyor sonra da can havliyle aşağı atlayıp süratle kaçıyordu.

Hiç unutmuyorum bir kış günü soğuk havada üşümesin diye kuş kafesine koyarak odama almıştım. Sabaha kadar miyavlayıp kafesin tellerini pençe atmış ve sabah onu çıkarttığımda elimin üstüne var gücüyle tırmık atmıştı. Benim de kedi sevdam o sabah son bulmuştu. Elim öylesine acımıştı ki bir daha kedi gördüğümde koşar adım uzaklaşmaya başlamıştım.

"Evet, Susam bey karnımızı da doyurduğumuza göre sana rahat bir yatak yapabiliriz. Etrafa bakınarak Susam'ın rahat edebileceği yatağı yapmak için gereken şeyleri düşündüm. Bir sepet ya da kutu işimi görürdü. Dün patatesleri balkona çıkarttığımda gözüme hasır bir sepet ilişmişti. Çıkıp sepeti aldım. Portmantoya asılı siyah hırkayı da içine koyduğumda yavrumun yatağı hazır olmuştu.

Yatağına yatar yatmaz keyifli mırıltılarla uyuya kalan Susam'ı salonda bırakarak hudut karakolunun önüne geldim. Panelin ekranında kilit işareti vardı. Ben buna rağmen şansımı denemekten vazgeçecek değildim.

İlk on dakika sadece rakam odaklı denemeler yaptım. Doğum tarihi desem, bilmiyordum ki... Bu kez harflere geçtim. Ozan Taştan, değil. Ozan, değil. Mühendis, Karaköy, Galata ve aklıma gelen bilumum şeyleri yazdıktan sonra pes edecekken kafamda bir ampul yandı. Belki de sevgilisinin adını yazmıştır dedim ama bu nedense hiç hoşuma gitmedi. Ne kadar banal ve klişe bir şifreydi bu Allah'ım. Ne o öyle buldumcuk gibi. Bu sosyal medyada falan da jest olsun diye bir tek o Tutku denen kızı takip ediyordur.

Neyini düşünüyorum canım, bana ne...

Verdiğim ani karar ani bir vazgeçiş ile son buldu. Hemen bir instagram hesabı açıp Ozan'ın profilini bulmam lazımdı. Tabi bir de o Tutku denen sevgili kişisinin.

Ben panele ağzı açık ayran budalası gibi bakarken ve henüz T harfine bile basamamışken telefonum çaldı. Arka cebimden aldığım telefonun ekranında kocaman harflerle OZAN TAŞTAN yazıyordu. Sonunda bir Yasemin olduğu ve onu bir başına sokak ortasında bıraktığı aklına gelmişti.

"Efendim..."dedim en soğuk sesimle.

'En sıcak sesinle deseydin kız Yaso. Utanmadan bir de trip yapıyorsun ya, pes...'

'Yasemin, o kapının önünden çekil. Kurcalarken panelin anasını ağlattın."

"Ne paneli? Ben odamda uzanıyordum ayrıca hangi kapıdan bahsettiğini de anlamıyorum."

"Of of..." dedi ve başladı sinirli sinirli konuşmaya. "Yarım saattir kapının önünde paneli kurcalıyorsun. Ben sana ne dedim, çalışma odamdan uzak dur dedim. Yasemin dinler mi, dinlemez. Evin her yerine istediğin ne varsa yap ama alanımdan uzak dur Yasemin. Eğer telefona tek bir kez daha uyarı bildirimi gelsin olacaklardan sorumlu değilim."

Elimdeki telefonu ateşe değmiş gibi kulağımdan çektim. Bu evde gizli bir iş çevirmenin imkânı yoktu. Paranoyak insan, kapısına dokunanı bildirimleriyle döverdi hafazanallah...

Elimde telefonla salona geldiğimde Susam uyanmış gerine gerine miyavlıyordu. Eğilip tek elimle kucağıma aldım. Bir elimde hala telefon vardı ve Ozan adlı şahıs söylevine devam ediyordu. Ben de dinliyormuş gibi yapıyordum.

"Ayrıca o pire torbasını derhal evden çıkart. Sen çıkartmazsan ben gelince icabına bakarım."

Hızla etrafta bir kamera var mı diye bakınmaya başladım. Yoktu. En azından benim gözlerimle röntgeninin çektiğim salonda yoktu.

"Sen kediyi nereden biliyorsun ki?"

"Daha önce de demiştim, ben her şeyi bilirim. O kedi evden gidecek Yasemin. İkinci defa söyletme."diyerek telefonu yüzüme kapattı.

Mutlaka bu evde kamera vardı. Hadi kapıdaki panel telefonuna uzaktan bağlı olsun diyelim de kamera olmayan evde kediyi eve soktuğumu nasıl bilecek?

Kucağımdaki kediyle pencereye koştum. Kediyi eve getirdiğimi gören tek bir kişi vardı. Saatçi Ferit usta... Demek anında gidip yetiştirmişti.

Kedi kucağımdayken pencereden sarkamadım ve yere bıraktım. Başımı aşağı uzatarak, "Ferit usta..."diye seslendim.

Dükkânın kapısı açıldı ve görüş açıma Ferit usta girdi.

"Sarkma kızım o kadar, düşeceksin."dedi.

"Düşmem düşmem merak etme. Ne soracağım, Ozan'a eve kedi getirdiğimi sen mi haber verdin Ferit usta?"

Başını iki yana sallayarak, "Yok kızım ben sabahtan beri Ozan'ı görmedim ki. Hem niye söyleyip başımı yakayım. Senin ki zaten yanacak, benim ki bari sağlam kalsın."dedi.

"Niye başım yansın ki? Ne zararı var küçücük yavrucağın Ozan'a?"

"Valla sen onu bana değil git Melek Hanıma sor bence. O daha iyi anlatır sana."dedi.

Allah Allah, bir çocukluk travması falan mı vardı acaba? E benim de vardı da ne oldu, üstünden zaman geçince travmalar da kendiliğinden geçiyordu işte. Ya da en azından masum olanlar...

Hemen telefonu elime alarak Melek teyzeyi aradım. Telefon her zamanki gibi ilk çalışta açıldı.

"Yasemin?"

"Nasılsın Melek teyze?"

"İyiyim yavrum. Bir şey mi oldu, hayırdır?"

"Yok Melek teyze, bir şey olmadı da ben sana bir şey soracaktım. Ben bu sabah çöpün içinde yaralı bir yavru kedi buldum."

Sözümü keserek, "Sakın eve getirdim deme Yasemin."

"Getirdim."

"Eyvah Ozan delirmiştir. Bak şimdi-"

Bu kez ben onun sözünü kestim. "Evet, delirdi ama küçücük bir kedi için bu kadar tepkiyi neden verdi anlamadım."

"Bak kızım ben şimdi hemen geliyorum. Kediyi alır bir veterinere götürürüm oradan da barınağa. Ozan, kendini paralasan da o kediyi evde tutmaz."

"İyi ama neden?"

"Çok uzun hikâye ama ben sana özet geçeyim. Sekiz yaşındayken dayısı Ozan'a bir çift güvercin hediye etti. Terasta onlara bir kafes yaptı babası. Günün çoğunu orada, güvercinlerin yanında geçiriyordu. Bir gün, hani alt kattaki Eşref abi var ya işte onun rahmetli eşi Sabiha abla kaplıcalara giderken kedisini bir haftalığına bize bıraktı. Ben de evde canı sıkılan kediyi terasa hava almaya çıkarttım. İçeri almayı unutmuşum ve kedi iki güvercini de yakalamaya çalışırken boğmuş. Ozan çok üzüldü. O sinirle kediyi tutup terastan aşağı attı."

"Ne..."diye bir bağırdım ki yerdeki kedi korkudan sepetinin içine saklandı. "Kediye ne oldu peki, öldü mü?"

"Yok, ölmedi ama iki ayağı sakatlandı. İşte o günden beri Ozan kedilere nefret besliyor. O yüzden sen sakın ısrarcı olma annem. Kalbini kırar..."dedi.

Tabi tabi görürsem söylerim. Bir kedi yüzünden kalbimi kıracakmış. Hem benim kahramanım yapmaz öyle şeyler.

'Uydurma Yaso, bence yapar.'

"Tamam Melek teyze. Sen işin orasını bana bırak. Ben Ozan'ı ikna ederim."dedim.

"Sen bilirsin kızım. Yine de çok üstüne gitme bence. Güvercinleri onun en değerlisi. Birine bile bir şey olsa günlerce yas tutar."

"Merak etme Melek teyze. Hallederim. Fikret amcama selam söyle. Öpüyorum."diyerek telefonu kapattım.

Beni Susamımdan kimseler ayıramazdı. Ozan bile...

Sepetteki yavruyu sepetiyle birlikte koluma takarak yukarı, odama çıktım. Üstümü değiştirmem lazımdı ama giyecek başka kıyafette kalmamıştı. Alt kata inerek biriken kirlileri makineye attım. Bir havluya sarınarak el mecbur Ozan'ın odasına girdim. Çıplak dolaşacak değildim, idareten bir eşofman ve kazak giysem ne olurdu ki?

Ozan kızar diye korkumdan kendi kendimi rahatlatmaya çalışıyordum ama çaresizdim. Kızarsa da kızsındı. Zaten ota boka kızmaya meyilli bir adamdı, alışmıştım artık.

Odanın kapısını açar açmaz onun kokusuyla yüzleşmek zorunda kaldım. Öyle ferah öyle sıcak bir kokuydu ki sanki Ozan kanlı canlı karşımda duruyordu. Elim titreyerek dolabının kapağını açtım. Her şey düzenli ve özenli bir biçimde yerleştirilmişti. En üstteki gri eşofman altını alarak hızla bacaklarımdan geçirdim. Dev adamın eşofmanının beli göğüslerime kadar geldi. Üstüme de açık mavi triko bir kazak giyerek odaya bir göz attım.

Beyaz mobilyalar lacivert yatak örtüsü ve az sayıda eşya muazzam duruyordu. Elimi şifonyerin üstünde gezdirdim. Tek bir toz tanesi bile yoktu. Acaba temizliği kendi mi yapıyordu.

Yok canım. Bence Melek teyze yapıyordur. Belki de temizlikçi geliyordur bazı günler. Odadan çıktığımda çalan kapı zili ile olduğum yerde kaldım. Ozan olamazdı. Onun anahtarı vardı. Kapıya bakmakla bakmamak arasında ikilem yaşarken zil susmadan çalmaya devam ediyordu.

Kapı dürbününden baktım. Bakmaz olaydım. Gelen bir afetti. Belki de felaket...

Açtığım kapıdan sadece başımı uzattım.

"Buyurun kime bakmıştınız?"

Platin sarı saçlarını savurarak beni ittiren kadının arkasından bakakaldım. Rahat hareketlerle salona geçip ahşap zemine çivi gibi batan topuklu çizmeleriyle takır takır dolaşmaya başladı.

"Ozan nerede?"

'Az önce cebimdeydi...'dememek için kendimi zor tuttum. O pis ayakkabılarıyla içeri girdiği yetmezmiş gibi bir de küstahça yüzüme bakıp çantasından çıkardığı sigarayı yaktı.

"Bir küllük getir bana, bir de filtre kahve..."

Yok ya...

"Ne dikilip duruyorsun kızım, git dediklerimi yap hemen..."

Bu deli ne diyordu ya? Ben onun emir eri miydim?

"Siz beni bir başkasıyla karıştırdınız herhalde. Ben..."

"Kimseyle karıştırmadım, hizmetçi değil misin sen? Üstün başın ve tipinle hizmetçi olduğun alenen ortada. Hadi uzatmada git kahvemi getir."

Başlarım senin hizmetçine... Ayrıca hizmetçi de olabilirim bunda gocunacak bir şey yok ama insan alnının teriyle çalışan bir emekçiye böyle mi davranır?

Bilmediğim ve altını deşersem Ozan'ı zor durumda bırakabileceğim bir durumla nasıl başa çıkacağımı kestiremedim. En azından ismini bari öğrensem içim rahat edecekti.

"İsminiz neydi Hanımefendi?"dedim yapmacık bir tebessümümle.

"Tutku, Ozan'ın sevgilisiyim..."

Kestik... Haftaya neler olacak göreceğiz. Şimdi teori üretimi için birkaç sorum olacak...

*Yasemin ilk başarısız iş görüşmesinden sonra pes eder mi?

*O kedi için Ozan'a karşı nasıl bir saldırı tekniği geliştirir?

*Tutku da çıktı ortaya... Yasemin zaten biliyordu Ozan'ın bir sevgilisi olduğunu ama karşısındaki kadının tavrı karşısında nasıl bir tepki verir?

-Teorilerinizi soruların yorum kısmına yazarsanız, yorumlarda kendi çapımızda eğleniriz. Önümüzdeki hafta da teorilerimiz tuttu mu tutmadı mı diye üzerinde konuşuruz.

Haftaya yeni ve çok heyecanlı bir bölümle, görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

705K 37.8K 21
Lütfen Dikkat! Bu hikaye Yalın Serisi'nin üçüncü kitabıdır. Hikayeyi anlayabilmek adına ilk iki kitabı okumanızı tavsiye ederim. İlk kitap Efsane, ik...
75.7K 8.3K 31
Gazel, bir viraneyi andıran hayatını saraya çevirme hayaliyle durmaksızın çabalayan ve annesinin o sarayı yuva yapması için elinden geleni yapan genç...
19.5M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
778K 45.9K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...