BÖLÜM 20

9.1K 815 19
                                    

Son cümleyi söylerken gözyaşlarıma güçlükle hâkim olmuştum. Toparlanarak devam ettim:                               

       "Babam programı hazırlarken, bilgisayarın savaşçıların o anki durumlarını olasılık hesaplarıyla analiz edip değerlendirmesini sağlayan bir yazılım ilave etti. Eğer oyunculardan birinin savaşı kazanma olasılığı sıfıra yaklaşırsa sistem, diğer oyuncuları şimdi olduğu gibi uyarıyor. Sadece uyarmakla kalmıyor, bütün savaşçıların kendi aralarında konferans metoduyla görüntülü ve sesli olarak görüşebilmesine de imkân veriyor. Birazdan ekranlarınızdaki kişi ikonlarının yanında görüntü ve ses işaretleri aktif hale gelecektir. Burada amaç oyuncuların kendi arasında haberleşmesini sağlayarak tehlikede olana olabildiğince hızlı yardım ulaştırmayı sağlamak."                          

  "Görüntü ve sesler aktif oldu!" diyerek heyecanla bağırdı Simon.                                                     

       "Dinleyin! Ben konuşayım, hepimizin telekonferansa girmesi çok anlamsız. Karışıklık ve zaman kaybı yaratır. Zaten bir aradayız, ben size açıklama yaparım." dedim ve Keira'nın çok kötü durumda olmadığını ümit ederek hemen telekonferansı aktif hale getirdim.                

       "Keira!" diye bağırdım sevinçle, oldukça sağlıklı görünüyordu.Acaba program neden hayatta kalmasını olası görmemişti.                                                   

       "Carol, merhaba!" diye cevap verdi fısıltıyla. Bir anda onu ne kadar özlemiş olduğumu fark ettim.                         

       "Keira bu bilgisayar, durumunun hiç de parlak olmadığını söylüyor ama gayet iyi görünüyorsun. Sistemde bir problem mi var acaba?"                                                        

 "Pek öyle sayılmaz." dedi umutsuzca başını sallayarak.                                                          

       Bu arada ekranımda Aden'e ait mavi renkli ikonun yanındaki ses ve görüntü işareti ikaz vermeye başladı. Hemen üzerine tıkladım. Aden de görüntüye geldi. 

 "Carol ne oldu? Keira'nın durumu ne?" diye sordu telaşla.                                                    

       Ben daha cevap vermeden Keira onun ekranında da görünmüş olmalıydı. Cevabı sorunun kaynağından almayı tercih etti:                                                     

       "Kraliçem, neyin var?"                                                  

  "Henüz bir şeyim yok ama çok yakında olacak. Bakın göstereyim size…"                                                    

    Görüntü ekranını bize açtı. Şu anda Keira'nın gördüklerini bizde görebiliyorduk. Tavanı oldukça yüksek bir mağaranın içindeydi.  Çok aydınlık değildi ve görüntüler güçlükle seçiliyordu. Mağaranın bütün duvarları sert kayalarla kaplıydı. Yer yer yosunlaşmalar göze çarpıyordu. En çok dikkati çeken şey ise, her tarafta örümcek ağlarının olmasıydı. Ağları oluşturan ipler, oldukça kalındı ve altın sarısı rengindeydi. Mağaranın kapısı da aynı ağlarla örülmüştü, ışık güçlükle içeriye giriyordu. Ağlara çarpan ışık, mağaranın içindeloş sarı renkli bir atmosfer oluşturmuştu. 

       "Asıl heyecanlı sahnelere daha yeni geliyoruz, arkanıza yaslanın ve filmin tadını çıkarın." dedi esprili bir şekilde.                                                          

       Görüntü açısı değiştiğinde, mağara içinde bir çeşit direk sisteminin olduğunu fark ettim. Bunlar oldukça kalın direklerdi ve üzerleri iri siyah ve tüylü bir yapıya sahip bir çeşit malzeme ile kaplanmıştı. Mağara ciddi bir göçme tehlikesi atlatmış olmalıydı; çünkü ışık yetersiz olduğu için sayısını tam olarak kestiremesem de bu direklerden epeyce vardı.                                                

       "Burası eski bir madene benziyor ancak çökme tehlikesi vargibi. Dikkatli ol!" dedim Keira'ya.                  

       Keira görüntüyü kendi suratına çevirdi.                      

       "Nasıl anladın ki mağaranın çökeceğini?"                     

     "Çökecek demedim, çökme tehlikesi var dedim. Ama şu ortadaki siyah direklerle bir şekilde emniyet sağlanmış gibi görünüyor."                                                       

       "Direk derken?"                                                       

       Keira'nın ifadesi bir anda düşünceli halden şaşkın hale geçiş yaptı. Gözlerini devirerek:                  

 "Carol, sana inanmıyorum. Gözlerine bir şey mi oldu senin?"                                                 

       "Niye soruyorsun bunu?"                                  

  "Peki bak şimdi, sana manzarayı biraz daha yakından göstereyim."                                                   

       Görüntü açısını tekrar ortama çevirdi, bu kez daha net ve yakından görebiliyordum. Tanıtıma önce direklerden başlamıştı. Direklerin kalınlığı dört veya beş inç kadardı ve yere temas eden uçları oldukça sivriydi. Görüntüyü yavaş yavaş yukarıya doğru kaydırmaya başladı. Kalınlık aynı şekilde devam ediyordu; ancak üzerlerinin böyle tüylü bir malzemeyle kaplı olmasının nedenini tam olarak anlayamamıştım. Nemden korumak için olabilirmiydi? Ayrıca dikkatli bakınca titreştiklerini fark ettim ve yukarlara çıkıldıkça yapısı boğumlu ve kıvrımlı bir hal alıyordu. Yaklaşık iki buçuk metre uzunluğunda idi. Ve yukarıya bağlanan kısmı da…                                                          

       "Aman tanrım!" diye keskin bir çığlık attım. "Keira, bu bir örümcek!" dedim telaşla.                                               

SAKLANANLARWhere stories live. Discover now