BÖLÜM 40

7.5K 755 43
                                    

Son cümleyi, neredeyse sadece kendinin duyabileceği kadar kısık bir sesle söylemişti. Gözlerindeki bizi yeterince koruyamadığı düşüncesinin verdiği üzüntü apaçık belli oluyordu. Ama soğukkanlı tavrından hiç ödün vermemişti, ta ki arkalarda bir yerlerden gelen sesi duyana kadar. İşte o an hayatım boyunca ilk defa, Hercules'ün korktuğunu gördüm.

"Aden! Beni ne kadar korkuttuğunuzdan haberiniz var mı?"diye soruyordu o ses. Keira'ydı bu. Aden'in talimatına uymamış ve oyun salonundan çıkarak bizi aramaya koyulmuştu. O, Ariel ve tabii ki diğerleri...

Hercules çaresizlik ve panik içinde, yalvaran gözlerle bize baktı ve kısık sesle:

"Lütfen... Beni bu halde görmesine izin vermeyin..." dedi.

İkimiz de onaylayan ifadeyle başımızı hafifçe salladık. Ama ne kadar kısık sesle konuşmuş olsa da Keira Hercules'ün sesini duymuştu. İkimizin arasından sıyrılarak geçmek için ileriye doğru atıldı, o sırada Aden hızlı bir refleksle onu belinden tutup havaya aldırdı ve sırtının Hercules'e dönük kalmasını sağladı. Ayakları yerden kesilen Keira, bir yandan tepinerek Aden'den kurtulmaya çalışıyor, bir yandan da ona bağırıyordu.

"Aden, bırak beni... Hercules'ün sesini duydum, onu görmek istiyorum!"

Ben ise Hercules'ün tam önünde durarak onu perdelemeye çalışıyordum. Ancak Keira'nın tepinmeleri netice vermiş ve Aden'in elinden kurtulmayı başarmıştı. Doğruca üzerime doğru yürüyerek beni kenara ittirdi ve Hercules'ü gördü.

Olduğu yerde donakalmıştı. Her zaman çok hızlı düşünebilen ve olaylar karşısında hiçbir zaman soğukkanlılığını kaybetmeyen Keira için bu kez durum farklıydı. Ancak yine de, Hercules'ün ağaçla bütünleşmiş olan görüntüsünün garipliğine rağmen, onun ölmek üzere olduğunu hemen anlamıştı. Yavaş yavaş ağacın yanına doğru yürüdü. Hercules, kafasını biraz yana doğru çevirip bakışlarını ondan kaçırmaya çalışıyordu. Keira, ellerini uzatıp Hercules'ün ağaca gömülmekte olan yüzünü kavradı ve kendisine doğru çevirerek:

"Canım, ne oldu sana böyle?" dedi titrek bir sesle. Gözyaşları yanaklarından süzülüp damla damla yere düşüyordu. Hercules ağacın dışındaki elini kullanarak Keira'nın yanaklarındaki yaşları büyük bir şefkatle sildi. Keira artık hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Onun bir daha dönmemek üzere gidiyor olduğunun farkındaydı. Yüzünü Hercules'ün yüzüne değdirip daha sonra bir öpücük kondurdu ve kısık bir sesle: "Seni çok seviyorum Hercules." dedi.

Hercules, çektiği acıların yüzündeki yansımasını gizleyebilmek için zor da olsa dudaklarına bir gülümseme kondurarak usulca cevap verdi. "Ben de seni çok seviyorum ufaklık, bu öpücükleri çok özleyeceğim."

Sonra masmavi gözlerini Aden'e çevirdi. "Çanta, laboratuvarda 'Lukseria' çiçeklerinin yakınlarında bir yerlerde gizlenmiş olmalı. Çantanın içerisinde, karışımların olduğu dört tane deney tüpü göreceksiniz. Onları için." Daha sonra geride şaşkınlık içinde olan arkadaşlarımızı kastederek: "Mahzene onlarsız inmelisiniz." dedi. Kelimeler dudaklarından güçlükle çıkıyordu. Keira onun ağacın içinde eriyerek yavaş yavaş yok olmakta olan bedenine bakarak kararlı bir ses tonuyla bağırdı.

"Seni bırakmayacağım!"

Hercules elini uzatıp Keira'nın yüzüne dokundu ve güçlükle cevap vermeye çalıştı.

"Kaçmayacaksanız, savaşmak zorundasınız. Benimle zaman kaybederek bu savaşı kazanamazsınız. Gidin ve onları kurtarın. Bir de... Beni hep eski halimle hatırlamanızı istiyorum, bu halimle değil. Bu, Hercules'ün size son talimatıdır."

Artık fazla zamanı kalmamıştı. Gözleri Aden'le buluştu ve hafifçe başını salladı. Acı içinde yok oluşunu izlememizi istemiyordu. O çok büyük bir savaşçıydı ve büyüklüğüne yakışır bir şekilde gitmek istiyordu. Aden de aynı şekilde başını sallayarak ona karşılık verdi ve duygularını bastırmaya çalışarak sert bir ifadeyle bağırdı:

"Gidelim!"

Keira'nın yaşlı gözleri son defa Hercules'ün gözleriyle buluştu. Hercules kararlılığından en ufak bir taviz verse, Keira'yı sonsuza dek onun yanından ayırmamız mümkün olmazdı. Keira, Hercules'ün bakışlarında, yanında kalmasına izin vereceğini ifade eden bir boşluk aradı ancak bulamadı. Hercules, onun niyetini anladığını ifade etmek için başını "Olmaz." anlamında hafifçe iki yana salladı. Bunun üzerine Keira daha fazla ısrar etmenin anlamsız olduğunu anladı, eğilerek onu yanağından son bir defa öptü ve daha sonra arkasını dönüp hızlı adımlarla aramıza katıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu...

"Seni asla unutmayacağız." dedim Hercules'e bakarak. Yüzü neredeyse ağacın içinde kaybolmak üzereydi, gözlerimin içine bakarak hafifçe gülümsedi ve ağacın kendisini yok etme isteğine daha fazla direnmedi.

Laboratuvarın kapısına geldiğimizde Aden'le birbirimizin yüzüne baktık. Kapı aralıktı. Bu kapı el tanıma yöntemiyle çalışan bir kilit sistemine sahipti ve şimdiye kadar açık kaldığına hiç tanık olmamıştık. Kapının sağındaki LCD panele elimizi koyunca sistem taramayı başlatıyordu ve belleğindeki bilgi ile eşleşme sağlandığında kapı otomatik olarak açılıyordu. Geçiş işlemi tamamlandığında da kendiliğinden kapanıyordu. Geçiş için sadece aile bireyleri ve Hercules'ün izni vardı.

Fakat bu kez açık kalmıştı, buna neden olan şeyin ne olduğunu anlamak için kapının altına doğru baktım.

İşte o an gördüğüm sahneyi ve arkasından hissettiğim duygusal travmayı hayatımın sonuna kadar unutmam mümkün olmayacaktı. Gözlerim tekrar yanmaya başlamıştı ve boğazımda kocaman bir şey düğümlenmişti.

Kapının kapanmasına engel olan şey, arada sıkışıp kalan ve bilekten kesilmiş olan bir eldi. Kapıyı açmak için kullanılmış ve işi bitince atılmıştı. Hercules'ün eliydi bu...

Demek ki o nedenle ağacın dışarısına sadece bir elini çıkartarak, kesik olanı bizden gizlemeye çalışmıştı. Birdenbire Hercules'ün yaşadıkları gözümde canlandı: Ajanlar onu kapının yanına getirmeyi başaramamışlar ve çareyi elini bileğinden kesmekte bulmuşlardı. Onu ne kadar sevdiğimi tekrar tekrar söyleyebilmek için, belki görebilirim umuduyla kafamı ağaca doğru çevirdim. Ama o çoktan gitmişti...

SAKLANANLARWhere stories live. Discover now