21. Bölüm: Mağdur olmak

860 31 30
                                    

- Burak bey?
- Ne vardı Azmiye?
- Vedat bey sizinle görüşmek istiyor.
- Vedat kim?
- Demir beyin arkadaşı.

Burak düşüncelere dalarken Azmiye sordu:
- Gelsin mi?

Cevabından pek emin olmasa da:
- Gelsin.

Vedat kapıdan girince kalkıp onu selamladı ve yerine geçip oturdu:
- Buyrun. Sizi dinliyorum Vedat bey.
- Size işle ilgili konuşmaya gelmediğimi tahmin ediyor olmalısınız. 
- Hayır, hiçbir fikrim yok. O yüzden hemen sadede gelseniz iyi olur.
- Selin ve Demir... Yolunda giden güzel bir ilişkileri vardı. Siz aralarına girmeden önce!
- Bence siz konuyu bilmeden konuşuyorsunuz. Sizi alakadar eden birşey yok.
- Var! Mutlu ilişkilerini nasıl kendi elleriyle parçaladıklarına, gözümün önünde nasıl acı çektiklerine ben şahidim. Arkadaşlarımın kahrolduğunu görüp köşeden izlemek adetim değildir. Aralarındaki sorunun kaynağını belli. Onu ortadan kaldırmakta bana düştü.
- Aralarındaki sorun benim. Öyle mi?
- Bunu çok iyi biliyorsun. Selinin etrafında dolaşarak işleri bile bile  içinden çıkılmaz hale getiriyorsun. Ne istiyorsun?
- Size ayırdığım süre doldu. Bu şaçmalıkları dinlemekten daha önemli işlerim var. Çıkın!

Vedat yerinden kalktı:
- Selinden nasıl bir beklentin var bilmiyorum ama ona zarar vermekten başka bir işe yaramaz. Onu birazcık olsun önemsiyorsan, yada hissettiğin her neyse... Eğer hislerini küçümsüyorsam özür diler, önünde saygıyla eğilirim. Yinede ondan uzak dur! Selinin kalbinin sahibi belli.

Burak yerinden kalktı. Gidip Vedatın karşısına durup parmağını sallayarak:
-  Sen dostum! Senin Selini ne kadar çok önemsediğimden haberin bile yok! Demir onu hiç ama hiç haketmiyor! Ama merak etme! Kahretsin ki, Selinin onu ne kadar çok sevdiğinin farkındayım. İçin rahat etti mi?
- Eyvallah kardeşim!

Omzuna vurup çıktı. Burak Demiri aradı. Telefonunu açmıyordu. Azmiyeyi çağırıp onun nerde olduğunu sordu. Bilmiyordu:
- En son Eylül hanımla çıktı.

Burak bu sefer Eylülü aradı. O da telefonunu almıyordu:
- Nerde bunlar?

İçinde kötü bir his vardı. Aklına gelen şeyi savuşturmaya çalıştı:
- Bunu da yaparsan artık...

*****

Eylül ve Demir bir kafede karşılıklı oturuyorlardı. Demir etrafına bakındı:
- İyi geldi. Artemimde bunalmıştım.
- Uçuşun yarın değil mi?
- Evet, akşam üstü.
- Ne kadar kalacaksın Amerikada?
- Herşey yolunda giderse haftaya dönerim.
- Gitmezse?
- Bilmiyorum.

Eline hafif vurdu:
- Üzme canını. Selinle konuşabildin mi? Sorunlarınızı hallettiniz mi?
- Eylül, bunu konuşmak istemiyorum.
- Tamam. Başka şeylerden bahsedelim. Mesela ne diyorum biliyor musun? Bu gece birlikte dağıtalım. Böyle herşeyi boşverip sabahlara kadar içelim.
- Sen?
- Niye ben öyle birşey yapamaz mıyım?
- Yani sana uyan birşey değil.
- Doğru. Daha çok Selinin yapacağı türden birşey, ama ne çıkar. Değişiklik iyidir. Geliyor musun?
- Çok sağol, ama...
- Anladım. Evde Selin bekler.
- Keşke bekleseydi. Doğru dürüst konuşamuyoruz bile. Tek birşey! Şöyle küçücük, minicik tatlı bir söz söylese...
- O söylemiyorsa sen söyle.
- Zor. İnsan bir kere susunca sanki sonra dili tutulmuş gibi oluyor. Cesareti bitiyor, konuşmaya korkar oluyor.
- Bence çabalamak lazım. Konuşmayı yeni söken çocukları düşün. Bir başladılar mı devamı geliyor.

Demir genç kadının yüzüne baktı. Eylül ona gülümsedi:
- Ne? Ne bakıyorsun?
- Seninle böyle oturup dertleşmek garip geliyor.
- Biz sonunda arkadaş olduk galiba. Kötü mü oldu?
- İyi oldu. İyi bir dinleyicisin.
- Ama sen kötü bir konuşmacısın. Ağzından lafı mıknatısla alıyorum. Sana karşı koz olarak kullanacağımı filan mı sanıyorsun?
- Hayır, sadece gerginim.
- Kendini çok sıkıyorsun da ondan. Biraz bıraksan rahatlayacaksın. Senin kafana taktığın kadar onlarda  takıyorlar mıdır?
- Kastettiğin...
- Hemen birşey çıkarma! Genel olarak söyledim.

Keşke yıkılsan karşımdan!Where stories live. Discover now