Bölüm 71

10 1 0
                                    

         Hayatın adil olup olmadığını sorgulamak ve belki de bu soruya yanıt bulabilmek adına düşüncelerim birbiri ardına karmaşa içndeyken tek yapabildiğim elimde sıkmaktan buruşmuş kağıt parçasına tutunup, öylece yığılıp kaldığım yerde oturmaktı. Ne bana acıyarak bakan Rıfat ve Cerenin ne de beni böyle gördüğü için korkmuş olan kızımın yanıma oturup sessizce bana bakmasının farkında değildim. Sanki yaşamıyordum. Bir an için nefesim uçup gitmişti. Çevremde olup bitenlere verecek tepkim yoktu. Cevabım yoktu. Söyleyecek, söyleyebileceğim ve söylenebilecek hiçbir şey yoktu.

     Yine aynı şey olmuştu. Mutluydum ve bir an sadece kısa bir an sonra hepsi, her şey tersine dönüvermişti. En son kahkahalarımızın yankılandığı bu ev şimdi koskoca bir sessizliğe bürünmüştü. Ali Ömer nikah memuruna bakmak için odadan çıkmış, geri dönmeyince onu aramak için peşinden gittiğimde karşılaştığım tek şey hiçlik olmuştu. Yoktu. Hiçbir şekilde hiçbir yerde yoktu. Yine de tükenmeyen umudum bir yerlerden çıkacağına inanmış fakat Rıfatın getirdiği zarfla bu arsız umut yerini bomboş bir acıya bırakmıştı. Ve o zarftan çıkan kağıtta sadece iki cümle vardı.

      ' Yapabilirim sandım, yapamadım. Affet.'

      Bu kadar kolay mıydı? Bu kadar basit. Yapamadım. Neden? O zaman bunca umut neden? Bunca hayal neden? Bunca plan, bunca aşk sözcükleri? Peki ya kızım? Onu neden kandırdın? Küçücük bir çocuğun kalbiyle oynadın. Neden Ali Ömer neden? Madem emin değildin neden Selimle evlenmem için bırakmadın? Neden yeniden hayaller kurmama izin verdin? Neden? Neden, neden, neden.......

     Hiçbir şey düşünemiyorum.  Kafamın içinde bir tek o soru yankılanıp duruyor: Neden? Neden yaptın bunu bize? Neredesin şimdi? Nereye gittin?  Ama sen bizi bırakmazsın biliyorum. Fakat o mektup? Bilmiyorum......

    Gözlerim acıyor. Artık ağlayamıyorum bile. Gözyaşlarım tükendi. Kurudu. Akmıyor. Öylece boşluğa bakıyorum. Boşluk dipsiz bir kuyu. Sonu görünmeyen. Karanlık. Hem de çok. Beni içine çekiyor. Kapkaranlık. Birden her şey simsiyah oluyor. Kulaklarımda sadece kızımın ağlama sesi, kollarım tutuluyor iki yandan. Kim bilmiyorum, belki de artık umursamıyorum. Yine inandım. Yine yenildim. Tek bildiğim bu.

     Birileri taşıyor beni, hissediyorum. Tanıdık değil. Ali Ömer değil. Bir yere yatırıyorlar beni. Üzerime örttükleri bir şey var. Kalkmak istiyorum, hareket edemiyorum. Birileri tüm gücümü almış sanki. Sadece nefes alabiliyorum. Geri kalan her şey siyah, her şey karanlık. Uğultular var. Duyuyorum. Anlamıyorum ama duyuyorum. Birileri konuşuyor. İki ya da belki üç kişi. Bilmiyorum. Umurumda da değil zaten. Sonra bir görüntü geliyor gözlerimin önüne. Önce karartı. Tanımlayamıyorum. Çok silik. Çok karanlık. Hareket ediyor yavaşça. Ben sadece bakıyorum. Bir oda var. Duvarları çatlaklarla dolu. Sıvaları dökülmüş. Loş. Sessiz. Çok sessiz. Odanın içi boş. Eşyalar kırık dökük. Bir masa ve iki sandalye. Ters dönüş bir koltuk ve ayağı kırık sehpalar. Burası eskiden bir evin odasıymış belli. Artık kullanılmayan. Camı kırık pencereden içeri sert bir rüzgar giriyor. Vakit gece. Perdeler yok. Ama ağaçların tepelerine ve dallarına bakılırsa epeyce bir yükseklik var. Odanın içindeki koku insanın misesini bulandırıyor. Yeni bir koku değil bu. Eskiden kalma. Eski, pis ve bulaşık bir koku. Pencereden giren rüzgar bile temizlemeye yetmiyor bu kokuyu.O kokunun içinde başka, farklı ve tanıdık gelen bir şeyler var. Çıkaramıyorum. Bir şimşek çakıyor. Odanın içi aydınlanıyor birden. Duvara dayalı eski, büyük bir dolap var. Rengi gri. Yer yer paslanmış. Karşısındaki duvarda artık renkleri iyice solmuş bir tablo asılı. Tam anlayamıyorum ama bir manzara resmi galiba. Hayır manzarayı seyreden bir kadınla bir erkeğin resmi. Kadının başı erkeğin omuzuna yaslanmış. Kumral, uzun saçları erkeğin kolundan ve sırtından aşağı dökülüyor. Beraber baktıkları şey bir deniz. Artık maviliğini kaybetmiş olsa da üzerinde martıların uçuştuğu, masmavi bir deniz. Ve yağmur yağıyor. Resimde de, odanın dışında da.

        Ayak sesleri yankılanıyor. Fakat bunlar bir kişi değil. Bir kadın ve bir erkek. Kadının topuk sesleri eskimiş, yer yer sökük zeminde tok sesler çıkarıyor. Erkek ise daha sessiz yürüyor kadına göre. Odanın kapısına gelince sesler kesiliyor. Kapı kilide sokulan anahtarın sesiyle açılırken karanlığın içinde iki siluet yavaşça odaya giriyor. Kadın adamı girişte bırakıp, odanın ortasına kadar ileriliyor. Sonra durup tablonun asılı olduğu duvara doğru bakıyor bir süre. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum. Çözemiyorum. Bir süre daha sessizce duvarı izliyor. Sonra bir şimşek daha çakıyor ve odanın içini aydınlatıyor. O zaman fark ediyorum. Kadının baktığı duvar değil. Tablo hiç değil. Duvarın dibinde yatan bir adam var. Gözlerini görüyorum. Önce tanımıyorum. Fakat sonra, kısacık bir an sonra anlıyorum. Bu o.  Kadın olduğu yerde gülmeye başlıyor. Sonra söylediklerini duyuyorum. "Sana söylemiştim. Asla mutlu olmana izin vermeyeceğimi. Beni reddetmen hayatının hatası demiştim sana." Ardından yine gülmeye başlıyor. O kadını tanıyorum. Biliyorum.

      Aniden gözlerim açılıyor. Gücüm yerine geliyor. Bir an bulanıklaşan görüşüm düzeldiğinde ilk önce Rıfatı fark ediyorum. Yanında Ceren. Ve Şirin de burada. Her şeye rağmen. Ağlıyor. İlk önce bunun sadece yaşadıklarımdan ötürü kabus gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama denemezsem kendimi asla affetmem. Ona bir şey olabilme ihtimali..... Varsın bana deli desinler. Gerekirse tek başıma giderim. Rıfata bakıyorum.

     "O kendi isteğiyle gitmedi. Gitmek zorunda bırakıldı."

    "Sera bak kabullenmesi zor biliyorum ama ....."

     "Şirin, Ali Ömer kendi isteğiyle bizi bırakmadı. Onu zorla götürdüler. Ben kim olduğunu biliyorum. Ve şu an nerede olduğunu da. Eski evinde. Tablodan tanıdım."

     "Ne tablosu?"

    "Ceren şu an bunu mu tartışalım? Ali Ömer nerede biliyorum diyorum."

    "Yenge."

    "Rıfat ister gel ister gelme. Ben gidiyorum. Ali Ömeri orada öylece bırakamam."

    "Ben sadece,  gidelim diyecektim zaten yenge."

************************************

Merhaba,

Mutlu bir düğün ve mutlu sona dair bir final yok değil mi?

Öyle kolayca Ali Ömer'den ve Sera'dan vaz geçer miyim sandınız?

Ha okumuyorsunuz.

Yorum da yapmıyorsunuz.

Ama olsun.

Ben bu ikisini seviyorum.

Yazmayı da seviyorum.

Peki sizce o kadın kim?

Ya da şöyle sorayım:

Seranın gördükleri gerçek mi?

Yoksa sadece hayal gücü mü?

Kimbilir belki de Ali Ömer kendi gitmiştir.

Geride bir mektup ya da not her neyse işte var değil mi?

Sizce ne oldu?

Haydi bu kez şaşırtın beni.

Mutlu edin.

Bir de bakayım ki; benim hikayem de okunmuş, yorum yapılmış ve oy verilmiş.

Ne kadarda güzel olur.

Yorum yapın. Oy verin.

Görüşmek üzere.

******************************

MUCİZELER HEP VARDIR DERLER ???Where stories live. Discover now