BÖLÜM 57 (FİNAL)

3.8K 99 50
                                    

KENDİMİ HÜZÜNLÜ HİSSEDİYORUM. BUGÜNE KADAR PAYLAŞMADIĞIM BİRÇOK ANI, SİZLER SAYESİNDE HAYAT BULDU BURADA. BENİM YANIMDA OLDUĞUNUZU HEP HİSSETTİRDİNİZ. HEP GÜZEL SÖZLERİNİZLE MUTLU ETTİNİZ BENİ. İFADE ETMEK İSTEDİĞİM O KADAR ÇOK ŞEY VAR Kİ, ANCAK ETMEYE DİLİM VARMIYOR. SİZLERİ ÇOK SEVİYORUM ARKADAŞLAR VE TANIŞMASAK BİLE BUNU İÇTEN GELEREK SÖYLÜYORUM.

FİNAL BÖLÜMÜ SİZLERLE. UZUNCA BİR BÖLÜM VE BİR SON. ANCAK FİNAL SONRASINDA, BİRKAÇ BÖLÜM DAHA GELECEĞİNİ VE BU BÖLÜMLERİN, ASKERİ ANI DEFTERİMDEN RESİMLİ BÖLÜMLER OLACAĞINI BİLMENİZİ İSTİYORUM. HERKESE İYİ OKUMALAR DİLERİM, YENİ HİKAYEMİZDE BERABER OLMAK DİLEĞİYLE.

NOT: ÜSTTEKİ RESİM, VEDANIN GERÇEKLEŞTİĞİ NİZAMİYEDİR, BİLGİNİZE.


Koskoca 15 ay geçip gitmişti. Zor ya da kolay, mutlu ya da hüzünlü, aşık ya da kalbi kırık bir şekilde, askerliğimin bitmesine 1 gün kalmıştı.
Aradan geçen 20 gün içinde, teskerelerimiz gelmiş ve iki devrem veda gecelerini yaparak, bu sabah askerlik hayatına veda etmişlerdi. Çıktık kapıya ve güzel bir uğurlama yaptık. Veda geceleri de, çok ama çok güzel olmuştu.

Sıra bana mı gelmişti şimdi? 15 ayın sonuna mı gelmiştim ben de? Öyleydi ve arkadaşlarımla anlaşarak, veda gecemi son gece yapma kararı almıştım. O gün serbesttim ve az sonra son kez çarşıya çıkacaktım. Bu tamamen askerliğin bitecek olmasıyla ilgili bir çarşı izniydi. Çıksın ve gezsin düşüncesiyle, komutanların yolladığı bir çarşı izni. Çarşıya iki gün önce çıkmış ve siparişlerimi vermiştim. Koskoca bir pasta hazır olacaktı veda gecem için. Kuru pastaları ve içecekleri ise, bugün çıkınca halledecektim. Çok heyecanlı ama çok boş bir ruh hali içindeydim.

Çok geçmeden çıkabileceğimin haberi geldi ve hemen çıktım. Çarşıya indiğimde ise, günlerce çarşısına çıktığım Köse, 12 ay içinde bir binada yaşadığım bu ilçe, şimdiden özlediğim bir yer haline gelmişti ve bunu farketmiştim. Bu ufacık ilçe için ''Nereye geldik biz böyle ya?'' diyerek başlayan macera, ''Özleyeceğim.'' diyerek bitiyordu işte.

Biraz etrafa baktım öyle mahsun ve saf bir ruh haliyle. Hergün yazıcı olduğum için uğradığım kaymakamlığa, karşısında duran ufak bakkalıma, poğaça lezzetinde ekmekler aldığım fırına, peynirli poğaçaları ile her sabah karın doyurduğumuz, simitçi dedenin dükkanına baktım öyle. Dönüşte mutlaka uğrayacak ve vedalaşacaktım onunla. Çok nasihatını dinleme şansım olmuştu, poğaça almaya geldiğimde.

Yolumda yürümeye devam ettim, çevremi inceleyerek. Sanki hiç gelmemiş gibi ya da hiç dönmeyecek ve göremeyecek gibi. Gökyüzü masmavi ve güneş ışıl ışıldı. Sanki hasretin biteceğinin habercisi oluyordu bana. Mutluluğuma gökyüzüde ortak oluyordu o anda. Çarşının sonuna doğru denk gelen pastaneye varmam zaman almamıştı. İçeri girdim ve söze başladım:

- Selamun aleyküm abi.
- Aleyküm selam kardeşim hoşgeldin. Pastanız hazırdı, dur onu paketleyeyim ben. Otur şöyle, bir çayımızı iç.
- Olur abi, son günümüz ne de olsa. İçeyim bir çayınızı.
- Hah, sen çok yaşa. Dur sesleneyim bizim çayçıya. Cemal! Bize iki çay gönder!
- Geliyo!

Ufacık ilçede, işte bu kadar kolaydı haberleşmek insanlar için. Çokta mutlu gibiydiler, huzursuz değildiler. Müthişti her bir insanı, dedeleri, nineleri, abileri, kardeşleri her biri. Köse'nin insanları askere hürmet ederdi. Her gördükleri anda selam vermeden geçmezler, hatta mutlaka bir çay ikram etmek isterlerdi. Ancak her birimizin çarşıda boş zamanı olmaz, bazen kabul ederken, bazen kabul edemeden askeriyeye dönmek zorunda kalırdık.

Çayımız gelmişti, güzelce içtik ve sohbet ettik. Kuru pasta ihtiyacımı ve diğer ihtiyaçlarımı giderdim pastanede. Teşekkür edip çıktım ve markete doğru ilerledim. Marketten içecekleri ve gereken ne varsa onları alacaktım. Çok hasretlik çektiğim, çok yıprandığım, özlem duyduğum, ağladığım, kısacası gitmek ister gibi davrandığım bu yerden, askeriyeden gitmek istemiyor gibi hissediyordum şimdi. Ayaklarım ilerlemiyordu bir türlü. Ama zaman ne yazık ki ilerliyor ve gün sona ermek için benimle yarışıyordu. Markete geldiğimde, askeriyenin araçlarından birinin kapı önünde olduğunu gördüm. Onlarda erzak almaya gelmişlerdi. İyi olmuştu ağırlıkları taşımaktansa, araçla götürebilirdim. Ama biraz daha gezmek istiyordum zaman varken. Araca ihtiyaçları bıraktım ve Özcan'a tembih ettim içinde neler olduğuna dair. Özcan varsa, malzemelerin sağ salim mutfağa kadar gideceğinden emindim. Hemen marketten diğer ihtiyaçları aldım ve onlarıda araca bıraktım. Çarşıda saf gibi geziyordum işte. Ne yapacağımı bilmez gibi bir halde, öylesine geziyordum. Aklıma telefonum geldi ve evi aramak istedim. Numarayı çevirdim, telefon çalıyordu. Az sonra annem açtı telefonu:

- Efendim oğlum?
- Nasılsın anne? Bir arayayım dedim, çarşıdayım şimdi.
- Heyecandan ölecek gibiyim yavrum. Öyle özledim ki seni. Hasret bitiyor sonunda inşallah.
- Öyle annem öyle. Birtanecik anam benim. Bizimkiler nasıl?
- Baban işte oğlum, kardeşin okulda, onlarda merakla bekliyor seni. Geleceğine yakın ararsan, terminalden alalım seni. Ha sahi, ne pişireyim sana istediğin birşey var mı oğlum?
- Karnıyarık yapsana anne, bugünden değil ama ha.

Gülüştük bu sözüm üzerine ve sözüme devam ettim:

- Yarın çıkacağım ben. Ertesi gün öğleye doğru orada olacağım, ona göre yaparsın.
- Yaparım yavrum, yaparım oğlum benim. Sevdiğin şeylerin hepsini yapacağım ben zaten.
- Tamam anacım, ben kapatıyorum şimdi. İşlerimi halledip, askeriyeye döneceğim.
- Tamam yavrum, çok öpüyorum seni. Yola çıkarken haber et mutlaka.

Anamın kokusunu öyle özlemiştim ki anlatamam. Ona sarılmak, onun yumuşacık kucağına yatmak gibisi yoktu. Annemin dizinde günlerce yatabilir, şikayetçi olmazdım. Ben annemi öyle çok severim ki, anlatmaya kelimelerim yetmezdi. Onun hayatı için kendi hayatımı verecek kadar severim annemi. O benim hayat sebebim, benim tek nefesimdi. Onu çok özlemiştim işte, çok.

Telefonu kapadıktan sonra, poğaça satan dedemin yanına uğradım. Eşi ile birlikte, yeni çıkardıkları sıcacık poğaçaları, vitrine diziyorlardı.

- Selamun aleyküm dede. Kolay gelsin. Yenge sana da kolay gelsin.
- Sağol yavrum, hoşgeldin.
- Sağol delikanlı, gel otur şöyle.
- Hoşbulduk. Ben gidiyorum dede, yarın yola çıkıyorum. Vedalaşmaya geldim.
- Hay Allah, bitirdin demek görevini. Çok sevindim çok. Son günün madem, sıcak bir çayımızı iç, bak poğaçalar, simitlerde tazecik.
- Eh, olur dede.

Bol bol sohbet ettik kısa zamanda. Dertleştik dede ile biraz ve sıcacık ikişer çay içtik. Son kez sıcacık poğaçalarından ve simitlerinden yedim. İkram etmişti sağolsun, para kabul etmedi. Öyle iyi bir adamdı ki, çok ısınmıştım ona. Onunla bile vedalaşmak, hüzünlendiriyordu beni. Ama nihayetinde kalktık ve sıkıca sarıldık. Elini öptüm ve helallik isteyip aldım. Sonra yola çıktım ve artık askeriyeye doğru gitmenin zamanı gelmişti. Askeriyeye ulaşmam yine çok zaman almamış, bir nefeste kendimi nizamiyenin kapısında buluvermiştim. İçeri girmek istiyor muydum yoksa istemiyor muydum, kararsızdım ve bilmiyordum. Ama şöyle birşey vardı, hayat devam ediyordu. Buradan geldiğim gün gibi, gittiğim günde olacaktı. O gün gelip çatmıştı, artık tepinmenin anlamı yoktu. İçeri girdim ve nöbetçi arkadaşlara selam verdikten sonra, yemekhaneye doğru ilerledim. İçerde herkes rutin halindeydi. Kimi masalara oturmuş TV izliyor, kimi tenis masasında bir paket sigara iddiasına tenis oynuyor, mutfaktan günün menüsünün kokuları yayılıyor, kantinden ise yeni kantinci Cebrail'in demlediği çayın dumanı tütüyordu.

Beni gören ise, ''Oh ya, ne güzel bitti askerliğin.'' dercesine samimi, özençli bakışlar atıyordu. Keşke benim yerimde onlar olsaydı, ne mutlu olurlardı. Ben kendim olmaktan mutsuz değildim o anda. Ben sevdiğim adamdan, onun kokusundan, onun gülüşünden, onun gözlerinden, sesinden, nefesinden ayrılacağım için mutsuzdum sadece. Orhan nöbetteydi arka nöbet kulübesinde. Sormuş ve öğrenmiştim, gidip konuşmak istemedim. Birkaç işim vardı ve onları halletmeliydim. Kamuflajlarım çok eski değildi mesela, kamuflajı eskimiş askerlere verebilirdim. Hiç kullanmadığım sıfır botlarımı ise, yeni gelen askerlere yani bizim devrenin torun dediklerinden birine verebilirdim. Hemen çıktım ve bu işleri hallettim en üst katta. Bir askerin botları gerçekten yıpranmıştı ve yenisini alana kadar 6 ay geçmesi gerekiyordu. Onu çağırdım yanıma, botları uzattım. Öyle sevindi ki, sarıldı bana. Teşekkür ederken, ben de ona sarıldım ve güle güle kullanmasını ve önemi olmadığını belirttim. Ardından valizlikten valizlerimi indirdim. Gerekli eşyaları bir kenarı bıraktım ve gereksizleri toparlayıp, çöpe atmak için ayırdım. Hemen kalktım ve üçer beşer merdivenlerden atlayıp, Biray Başçavuş'un odasına gittim.

- Komutanım, bir durum arz edebilir miyim?
- Tabi Emre, gel söyle.
- Valizlerimi hazırlıyordum komutanım, sivil eşya dolabının anahtarını isteyecektim.
- Al bakalım, hallet işini geri getir sonra.
- Sağolun komutanım.

Bu gece nöbetçi astsubay Osman Başçavuş olacaktı. Pek sevilmezdi askerler arasında, ben de pek sevmezdim. Ancak bazen, çok nadirde olsa baba taraflarını görmüştüm onun. Beni o uğurlayacaktı ertesi gün. Ayrıca denk gelirse, sabah gelen diğer komutanlarla vedalaşma şansımda olacaktı.

Anahtarları aldığım gibi fırladım üst koğuşa. Elbiselerimi dolaptan çıkardım ve giderken ne giyeceğimi seçtim önce. Giyim düşkünü biriydim ben ve bugün çarşıda giydiğim elbiseleri valize koyup, kendime yeni kıyafetler çıkarmıştım. Eşofmanları ise valize koymamıştım, gece uyurken giymek için. Hatta onları dolabıma bırakacaktım, eğer ihtiyacı olan asker varsa değerlendirsin diye. Elbiseleri valizime düzenli şekilde yerleştirmeye başladım. İşlerim çok uzun sürmemiş, 1 saat içinde herşey hazır hale gelmişti. Akşam yemeği vakti olduğunu, aşağıdan seslenmeleriyle farketmiştim. Akşam yemeği için aşağı indim ve güzelce karnımı doyurdum. Ne de olsa Özcan'ın elinden yiyeceğim, son asker yemeği olacaktı. Masada yemeğimize devam ederken, benim devrelerim, alt devreler söze giriyordu ara sıra:

- Askerliği yedin be devrem.
- Aynen abi, gidiyorsun demek yarın!
- Öyle kardeşim öyle, gidiyoruz artık. Burası size emanet olacak.
- Özleyeceğiz be abi seni. Telefonunu almıştık, arayacağız mutlaka.

Ve bunun gibi birçok güzel cümle kuruluyordu, diğer masalardan bana karşı. Mutluydum gerçekten, biteceği için çok ama çok mutluydum. Orhan'dan uzak olacağım için, içimde fırtınalar esse bile, mutluydum. Çünkü ondan uzak oldukça, duygularımdan da uzaklaşabilirdim. Ya da öyle olacağını sanıyordum.

Yemekten kalktığımda içeri nöbetçi askerler girmeye başlamıştı. Onların yerine, nöbet saati gelenler gitmişti. Orhan arkada olduğu için, gelmesi biraz zaman almıştı. Beni yemekhanede farkedince seslendi:

- Geldin mi? Silahı bırakıp geliyorum hemen!
- Tamam, tamam işini hallet sen!

Orhan işte, kıpır kıpır bir adam. Koşa koşa çıkıverdi üst kata ve gelmesi uzun zaman almadı. Oturduk biraz karşı karşıya. Ona hiç diyemediğim şeyleri demeye başlamıştım.

- Şey, seni çok özleyeceğim be kardeşim. SENİ ÇOK SEVİYORUM ben.
- Ben de SENİ ÇOK SEVİYORUM. Ama üzülme kanka, askerlik bitince de görüşeceğiz.
- Olsun, ben yinede söylemek istiyorum. Sen benim için çok değerlisin bunu bil. Sen benim, arkadaşımsın, dostumsun, kardeşimsin, şey... Kardeşten bile ötesin benim için. Unutma her zaman bir kardeşin olacak bu dünyada. Her zaman, başın neye sıkışırsa.
- Biliyorum, seninde bir kardeşin olduğunu sen de asla unutma. İstanbul'a geleceksin daha, ailemle tanışacaksın. Gezeceğiz birlikte, belki Barbaros bile gelir. Buluşacağız yeniden, bizde kalacak, misafirimiz olacaksın.
- Sen de bize gel olur mu? İstediğin zaman, hiç çekinmeden.
- Geleceğim tabi, yıllar geçse bile bizim dostluğumuz bitmeyecek.

Böyle konuşmalar geçmişti aramızda. ''Seni Seviyorum'' diyebilmiştim dolaylı bile olsa. O da bana ''Seni Seviyorum'' demişti. Bunları duya duya, onu sevdiğimi ve vazgeçemeyeceğimi bile bile, yüzüne son bir gün daha bakmak, canımdan can gitmesi kadar acıydı benim için.

Saat ilerlemişti ve artık veda gecesinin başlama zamanı gelmişti. Üst kata çıkıp komutandan müsaade istedim. Müsaade etmişti ve sorun çıkarmamış, aksine sıcak, samimi ve babacan davranmıştı. Son 1 güne kadar davranmadığı gibiydi bu kez davranışları. Önemli değildi aslında bunlar. İyi ya da kötü anılarımız olsa bile, tüm komutanlarımı ve asker arkadaşlarımı özleyecektim. Acemi birliğimde yaşadığım ayrılık anından, çok daha zor olacaktı bu kez gidişim.

Aşağı indiğimde, yazı tahtasına güzel yazılar yazılmıştı bile. Ozcan'a söylediğim şekilde pastalar kesilmiş, tabaklara koyulmuştu. Müzik açılmış ve herşey hazırlanmıştı. Muhteşem bir gece olacaktı gerçekten. Hep birlikte eğlenecektik ve son gecemizi, veda gecemizi yapmış olacaktık. Aslında topluca bu geceyi yapmayı çok istemiştik, ancak herkes iki gün aralıklarla çıkacaktı genelde. Biz yinede devrelerim ile o geceyi en iyi şekilde değerlendirdik. Kantinden teskereye özel üç beş paket sigara almış, masalara bırakmıştım. Adet bu şekildeydi ve mutlaka teskere sigarası ikram ederdi giden askerler. Çok eğlenceli bir gece geçiriyorduk. Oynamak isteyenler kalktı ve oynadı. Oturmak isteyenler oturdu ve çerezini, kolasını, pastasını yiyerek alkış ile eşlik etti oynayanlara. Resimler çekildi bol bol, onlarca resim. Belki de yüzlerce resim çekildi bilmiyorum. Bir komutanımız sağolsun, önceden çekilen resimlerimizi müzikli bir CD slaytı olarak hazırlayıp bana vermişti.

Az sonra Osman Uzman'da eşlik etti bize. Güler yüzüyle, sıcak sohbetiyle dahil oldu gecemize. O da pastasını yedi ve kolasını içti. Çok güzel bir geceydi, hayatımda unutamayacağım şekildeydi. Ancak nihayetinde gece yarısı olmuş ve eğlencemiz sona ermişti. Çoktan uykuya dalanlar olmuş, benimle olup daha yeni koğuşa çıkacaklarda iyice yorulmuştu. Ben gidiyor olabilirdim ama, buradaki birçok askerin görevi yeni günde devam edecekti. Dinlenmek onlarında hakkıydı ve yavaş yavaş koğuşa çıkmaya başladılar. Herkes beni tebrik ediyor, iyi dileklerini söylüyor ve bunun ardından ayrılıyordu yemekhaneden. En sonunda biz de yemekhaneyi temizleyip, üst kata çıktık devrelerimle birlikte. Uyku vaktiydi ve ertesi gün için güçlü olmanın tam zamanıydı. O gece nasıl hayaller içinde, neler düşünerek uykuya daldığımı hatırlamıyorum. Tek hatırladığım şey, gece boyu hayallerimde Orhan'ın hep olduğu.

...

Yeni gün başlamıştı askeriyede. Herkes için yeni bir gün, benim içinde veda günüydü. Gitme zamanı gelip çatmıştı işte. Herkesle vedalaşma zamanı gelmişti. Valizleri kapıya indirirken, yanımda arkadaşlarım destek oldu bana. Orhan gece boyu ayakta olmasına rağmen, beni uğurlamak için gidip yatmamış ve beklemişti. Yavaş yavaş çıkışa doğru ilerliyorduk hep birlikte. Nizamiye kapısında vedalaşacaktık asker arkadaşlarımla. Ben diğer çıkıştan geçiyordum, bir de ne göreyim? Biray Başçavuş bahçede, elleri arkasında volta atıyordu. Onu gördüğüme öyle sevinmiştim ki. Çünkü o gerçekten bir baba gibiydi. Anlatmadığım birçok zor anımda yanımda olduğu gibi, anlattığım birçok zamanda yanımdaydı hep. Kapıdan çıktım ve yanına doğru ilerledim. Öncelikle söze girdim:

- Komutanım.
- Emre, gitme vakti geldi demek ha?
- Öyle komutanım. Aslında hiç istemiyorum gitmek, biliyor musunuz? Şey Osman Uzman'ım nerede? Onunla da vedalaşayım komutanım.
- Aa! Üstteydi o, en üst katta istihbarat odasındaydı.
- Hay Allah farketmedim komutanım. Hemen bir çıkıp geleyim.

Osman uzman çavuş, sevilmekle sevilmemek arasında bir adamdı. İyi zamanını, kötü zamanını bilmek imkansızdır. Kesinlikle asker dövmez, bol bol ayak işi yaptırır durur. Üstlerinden laf işitmemek için, yerleri yalatabilir askerlere. Tedirgin bir tiptir. Ancak onunlada 9 ayımız geçti sonuçta ve beni severdi iş güç yaptırmaktan geri kalmasa da.

Odaya çıktığımda, masanın sandalyesinde yaslanmış, içi geçmiş ve ellerini göğsüne bağlamış uyuyordu.

- Komutanım? Osman Uzman'ım?

Birkaç seslenişimin üzerine, uyanmıştı.

- Emre! Gidiyor musun oğlum?
- Gidiyorum komutanım, sizinlede vedalaşmadan gitmek istemedim.
- İyi ettin Oğlum, gel. Hayatında hep başarılı olmanı temenni ederim Emre. Burası askeriye, biz görevimizi yaptık, belki zorlandın, belki küfrettin sövdün içinden, belki daha nicesi. Ama inanıyorum ki oğlum, sabır etmeyi öğrenerek gidiyorsun.
- Sabır etmeyi öğrenerek gidiyorum komutanım, inanın.
- Hadi bakalım o zaman yolun açık olsun. Ha! Emre, senin memleketten ev satın alıyorum, emeklilikte oraya yerleşeceğim. Görüşürüz mutlaka oğlum.
- Sahi mi komutanım? Sevindim, tabiki görüşürüz. Kendinize iyi bakın.

O an içimden istemsiz şekilde ''Burada yetmedin, sivilde de peşimdesin demek.'' demekten kendimi alamamıştım. Hemen aşağıya indim ve ilk kat çıkışının hemen gerisindeki, yemekhane kapısını araladım.

- Arkadaşlar ben çıkıyorum artık.

İşi nedeniyle içerde olan devrelerimden kalanlar ve henüz haberdar olmamış birkaç alt devrem, diğer kapıdan fırladılar nizamiyeye doğru. Ben de Biray Başçavuş'un yanına döndüm ve onunla vedalaştım. Söze girdi Biray Başçavuş;

- Git Emre, git ailene kavuş bir an önce. Burada her zaman hatırlanacaksın merak etme. İşte askerlik böyle, geldiğinde gitmek ister insan. Gideceği gün ise, ayrılmak zor gelir. Ama hiç düşünme sen, ardına bakmadan git. Görevini en güzel şekilde yerine getirdin askerliğin boyunca. Şimdi ise veda zamanı.
- Verin elinizi öpeyim komutanım. Siz benim için bir baba gibiydiniz.

Elini öpmeye yeltendiğimde, elini çekmeye ve tokalaşmaya çalıştı. Ancak izin vermedim ve öptüm elini. Sımsıkı sarıldım ve oda bana sarıldı. Gözlerim dolmuştu, ağlamamak için sıkıyordum yine kendimi. Zor olsa bile, ayrıldık ve nizamiyeye doğru ilerledim. Burası hiç görmediğim kadar kalabalıktı o an. Birçok asker arkadaşım beni uğurlamak için, nizamiyede toplanmışlardı. Herkes bana bakıyor ve mutlulukla gülümsüyordu. Her birine sarılmaya başladım ve helallik istedim. Her biride sıcak ve samimi bir sarılmayla karşılık verip, haklarını helal ettiler.

Ben son sözlerimi söylerken komutanıma, Orhan'ın Shorland adlı zırhlı araçtan inip, nizamiyeye doğru yöneldiğini farkettim. Az sonra nizamiyeye doğru yürümeye başlamıştım. Çok zorda olsa vedalaşmaya başladık. Tüm askerler ile sarıldık ve helallik verdik birbirimize. Kendi devrelerim ile ayrılmak çok daha zor olmuş ve gözyaşlarım akmıştı istemeden. Tutuyordum kendimi yine, daha fazla ağlamamak için. Her biri sıkıca sarılmış ve haklarını helal etmişlerdi. Ben de onlara helal etmiştim hakkımı.

Orhan ile sarılmaya gelmişti sıra. En zoru buydu işte. Rol yapacağım son sahneydi bu. Ona aşık olduğumu belli etmeden, dostça, kardeşçe sarılacak ve vedalaşacaktım. Kazım Koyuncu'nun şarkısındaki misal;

''İşte gidiyordum birşey demeden. Birşey diyemeden veda ediyordum. Arkamı dönmeden, şikayet etmeden çıkıp gitmeye mecburdum. Hiçbir şey almadan, hiçbir beklentim olmadan sevdiğim adama, hiçbir şey vermeden gidiyordum. Yol ayrılmıştı artık, görmeden gidecektim. Önümü görmeden, aptal gibi, bir ölü gibi veda edecektim bu şehre, bu ilçeye, bu insanlara, sevdiklerime, sevdiğime, aşkıma!''

Sarıldık sıkıca Orhan ile. Mutluydu benim askerliğimi bitirmemden dolayı. Kulağıma doğru fısıldadı:

- Merak etme, herşey çok daha iyi olacak hayatında. 3 ay sonra ben de geliyorum, mutlaka görüşeceğiz.
- Ta...tamam, iyi bak kendine.
- Sen de.

Bitti işte. Bitmişti herşey o an. Başladığı gibi bitmişti askerlik sonunda. Valizlerim neşe içinde kaldırılıp, nizamiyenin dışına en uzağa fırlatılmıştı, adette olduğu gibi. Devrelerim ve tüm askerlerin önünde, adettendir çekebildiğim kadar şınavımı çekmiştim. Teskereyi haketmem gerekiyordu o an ve haketmiştim böylece. Ya şimdi ne olacaktı? 15 Aylık askerlik bitmişti sonunda. Valizlerimi elime almış ve son kez ardıma bakıp, el sallamıştım. Köşeden döndüğümde bir kez daha bakmadan edemedim. Askerler içeri doğru ilerliyorlardı ve artık askerliğimin bittiğinin kanıtı buydu. Onlar içerde ben de dışarda. Elveda Köse, Elveda Gümüşhane, Elveda Herkese, Orhan sana da ELVEDA.

Hikayem boyunca yanımda olan tüm okuyucu dostlarıma, sevgilerimi ve teşekkürlerimi iletiyorum. Yeni hikayemizde görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın.

ASKERLİK AŞKIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin