BÖLÜM 56

2.3K 77 15
                                    

Günler hızla geçip gidiyordu. Askerliğin neredeyse sonuna gelmiştik 87/2 askerler olarak. Herkes aynı gün çıkmayacaktı tabi. İzin kullanan, kullanmayan birliğe erken teslim olan, geç teslim olan durumlarına göre değişecekti çıkışlar.

O gün büyük bir heyecan ve mutluluk yaşamama, Biray Başçavuş'un beni odasına çağırması sebep olmuştu. Kapısını tıklattım ve selamımı verdim.

- Komutanım beni emretmişsiniz.
- Gel Emre. Şu teskereler yazılacak, bana yardım et.
- Te.teskereler mi? Bizimkiler mi komutanım?

Dilim tutuldu adeta sorarken. Komutanın ise yüzünde samimi bir tebessüm vardı. Bana aynı samimiyet ile cevap verdi.

- Ya kimin olacaktı? Sizinkiler tabi, bugün geldi alaydan.
- Ne diyeceğimi bilemedim komutanım. Ne yapmam gerekiyor, yardım için?
- 12 teskere belgesi var burada. Tüm askerlerin bilgileri ile doldurup, resimlerini ekleyeceğiz. Ardından bölük komutanı imzalayacak ve kurye ile alaya göndereceğiz. Alay Komutanı imzalayıp, geri gönderecek. Sonra da biz sizi evlerinize göndereceğiz.

Gülerek söylemişti son cümlesini. Benim yüzümde ise, görmesemde eminim ki güller açmıştı. Hemen kendime bir sandalye çektim. Tüm askerlerin dökümanlarını sakladığımız zarfları dolaptan çıkarıp yerime oturdum. Teskere belgeleri 4 tane düşüyordu kişi başına. Biri askere, biri alaya, biri askerlik yaptığın birliğe ve sonuncusu memleketinde bulunan şubeye veriliyordu. Teskereler ile birlikte, askerlerin kesin çıkış tarihleri gelmişti. Öğrendiğim an muhteşem hissetmiştim kendimi. Hemen doldurmaya başladım evrakları. Biray Başçavuş ise, bizim devre askerlerin resimlerini çıkarmış, onları kesiyordu. Ben evrakları doldurup ona uzatıyordum ve o da resimleri yapıştırıp klasöre ekliyordu.

Bir süre sonra işimiz bitmişti. Müsaade istedim ve koğuşa geçtim yan kapıdan. Etrafa bakındım deli gibi, bir devrem varsa koğuşta sevincimi paylaşayım diye. Kimseler yoktu ve hızlı adımlarla merdivenlere, oradan da yemekhaneye indim. Birkaç devrem oradaydı. Ben önce kantine ilerledim. Kantinin camını tıkladım ve Halil camı açtı. Hemen söze girdim:

- Halil, kardeşim oradan 10-15 çay doldur. Benden hepsi, al gel masaya.
- Hayırdır kardeş, noluyor?
- Gel kardeşim, gelince anlatacağım.

Halil çayları doldurup tepsiye yerleştirdi. Parasını verdim ve ikimiz birlikte bizimkilerin masaya geçtik. Ben önce yemekhanede olan bütün askerlere seslendim:

- Millet gelin! Birer çay alın!

Onlarda geliyordu ve Orhan'ı farkettim. Öyle mutluydum ki, onun yemekhanede olduğunu farketmemiştim. O esnada Halil sordu:

- Eee, hadi kardeş anlatmayacak mısın?
- Millet az önce evrak doldurdum yukarda. Bilin bakalım neydi?
- Hadi be!
- Ney lan?
- Lan yoksa teskereler mi?
- Aynen lan aynen! Gelmiş teskereler, doldurduk hepsini.

Millet coşmuştu adeta. Kim coşmazdı ki bu durumda? Özgürlüğün anahtarını bulmak gibi bir şeydi bu. Hasretliklerin sona ereceğinin resmiydi adeta. Ciddi ciddi gitmeye az kalmıştı. Az dediğimizde 1 aydan fazla bir süreydi. Ama teskere yazıldığı an, asker için sanki askerlik bitmiş gibi oluyordu.

Orhan'da geldi ve tebrik etti. O da sevinmişti askerliğin biteceğine. Bizden sonra, en üst devre onlar olacak ve biz çıktıktan 3 ay sonra da onların askerliği bitecekti.

- Kanka, hayırlı olsun sevindim çok.
- Sağol kardeşim benim. Size de kısmet olsun inşallah.
- İnşallah ya, sizden sonra 3 ay daha dayanacağız artık.

Ya ben nasıl dayanacağım onsuzluğa? Nasıl olacağım o olmadan? Kalabalıkta yapayalnız mı hissedeceğim? Yoksa çabucak unutacak mıyım? Askerlik bitince, üstesinden gelemediğim bu büyü, şıp diye bozulacak mı?  Bunları düşünmeden edemedim o an. Mutluluk saçıyordu herkes resmen. Hemen bir çay kaptım ve millete seslendim:

- Artık ben rahatça bir sigara içerim millet!
- Hava güzeldi, güneş yakmaya başlamıştı aylar geçtikçe. O aylarda bile dağların tepesinde kar görmek mümkündü.

Hem mutlu hem hüzünlü bir haldeydim. Ben askerliği çocukluktan beri beklemiş ve çok istemiştim. Asker olacaktım, vatan görevimi yerine getirecektim ve evime, aileme kavuşacaktım. Hiç hesapta yokken, aşık oldum. Askerde hemde bir hemcinsime. İşin özü hayatımın bu döneminde, hiçbir şey benim planladığım şekilde gitmemiş, pişman olmasam da hayat canımı acıtan bir sürprizle sınamıştı beni. Hala da sınıyordu ayrıca. İşte bu yüzden bir yanım kalk gidelim derken öteki yanım otur yerine diyordu.

Orhan'ı gözümün önüne getirip, dalmıştım uzunca bir süre. Sigaramı, çayımı içtikten sonra, içeri girdim ve üst kata, koğuşa çıktım.

Geçtiğimiz zamanlarda oluşan sakatlığım biteli baya oluyordu. 6 gün yatmış ve ardından 3 gün daha yatmıştım doktorum sağolsun. Ama artık ayaktaydım ve iş güç peşindeydim. Aklıma aldığım hatıra defteri geldi o an. Alt üst farletmeksizin, tüm arkadaşlarıma yazdırmalıydım. Her biri bana karşı olan düşüncelerinden, ölümsüz bir kaç cümle bırakmalıydı bembeyaz sayfalara.

460 kareden oluşan şafak kartımda, defterin arasındaydı. Çıkardım ve baktım şöyle bir. Eskimiş, yıpranmıştı artık. O kadar zaman, bir kağıt parçasını bile yıpratmıştı. Bir çizik daha attım, o güzel günün hatırına. Saklayacağım şeylerden biriydi o kart. Benim ne çok çilemi çekmişti zaar. Yazmıştım, çizmiştim, birlikte yattığım olmuştu yastığın altına koyup, eğitimlerde sürünürken, ot yolarken, patlıcan, fasulye soyarken, yemek dağıtırken, aşık olurken, aşk yüzünden eriyip biterken benimleydi. Sol üst cebimdeydi hep. Kalbimin tam üzerindeydi. Duymuş muydu acaba, kalbimin değişen ritimlerini? Hissetmiş miydi kalbimin acısını, yangınını? Yaşarken öldüğüm günleri o da farkedebilmiş miydi? Sorsam cevap veremezdi ki. Ama hep benimleydi işte.

Şafak kartıma çizik attıktan sonra, aldım ve kamuflajın sol üst cebine koydum yine. Ardından dolabımı kapatıp, yatağıma doğru ilerledim. Askerlik azaldıkça işlerde azalmıştı bizde. Boş kaldığım çok oluyordu o sıralar. Yatağımı bozmadan uzanmıştım battaniyenin üzerine. Uyuyup kalmışım o mutlulukla.

ASKERLİK AŞKIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin