BÖLÜM 43

2.3K 78 25
                                    

MERHABA, ÇARŞI İZNİNDEN BAHSEDECEĞİM BÖLÜM SİZLERLE ARKADAŞLAR. ÇARŞI İZNİ İLE İLGİLİ ANLATABİLECEĞİM HİÇBİR ÖZEL DETAY OLMADIĞI İÇİN, RUTİN YAŞANANLARI ELE ALDIM. AÇIKÇASI GİDİŞATA UYGUN BİR BÖLÜM OLDUĞU İÇİN EKLEDİM, YOKSA GERÇEKTEN GAYET SADE BİR BÖLÜM OLDU. YENİ VE DAHA HEYECANLI BİR BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.

Yeni güne başlamış ve öğle saatine yaklaşmıştık. Öğle yemeğine kalmak aptallık olurdu. Çünkü çarşı izni, aileyle görüşme, özgür hissetme, farklı aktiviteler yapabilme zamanıydı. Bir saat fazladan çarşı izni yapmak, kim istemez ki?

Biz de tüm izni olan askerler olarak, yemeği beklememiş ve öğle arasıyla birlikte, idari işlerden eşyalarımızı alıp çarşıya doğru yola çıkmıştık. Hava serindi, yerler kar ve buzdan kayak pistine dönmüştü adeta. Yokuş aşağı inmek akıl işi değildi Köse'de. Biz de diğer yoldan inmeyi tercih etmiştik. Kalabalık halde çıkılan yolda, yüz metre gitmeden gruplara ayrılmıştık. Herkes iyi anlaştığı, sohbetinin daha iyi olduğu insanlarla bir araya geliyordu haliyle. Biz de, İbrahim, Halit, Orhan, Özcan, Ercan ve ben beraberdik. Orhan ile sohbete geldi mi, fırsatı kaçırmayanlardan şoför Ercan ise, çıkarına uygun ya da daha iyi ortam yakaladığı grup ile gitmeyi tercih etmişti. Ben her zaman olduğu gibi, Orhan'ın olduğu gruptan asla ayrılmayı düşünmemiştim.

Sohbet ederek, arada bir telefonları kurcalayarak ve hatta çıkar çıkmaz ailelerimizi aramaya başlayarak, Köse'nin merkezine, ufacık çarşısına ulaşmıştık 5-10 dakika içinde. Ne yapalım diye düşünürken, fırına daldık ve poğaça, simit vs. paket yaptırdık. Burada gerçekten eğlenecek bir çarşı ortamı yoktu. Yapabileceğin en masum iş, simitini paketletip bir kahvehaneye girmek, ahşapla çevrili duvarlardan yapılmış bu kahvehanede arkadaşlarınla çay sohbeti yapmak olurdu. Yapılabilecek en asi şey ise, internet cafeye gitmekten başka birşey olamazdı. Biz de zamanı değerlendirmek için, aramızda konuşmaya başladık:

- Napsak ki?
- Ne bileyim oğlum, internette olur, kahveye mi gitsek çay, simit, sohbet için?
- Amına koyayım ya, çarşıya çıktık sözde. Yapılacak birşey bulamıyoruz!
- Napacan oğlum ufacık ilçe burası. Buna şükür, hadi internete girelim önce o zaman. Ailelerle falan görüşecek varsa, görüşelimde sonra kahveye geçeriz. Olmadı şu ilerde lokanta var orada lahmacun falan yeriz.
- Hangi lokanta lan?
- Amına koyayım bir tane lokanta var zaten, hayret bişey!

Diyalogtan anlaşılabileceği gibi, her açıdan sınırlıydık biz Köse'de. Ortak karar alarak, internet cafeye girdik önce. Köseli ufaklıklar doldurmuştu masaları. Cafenin sahibi arkadaş sağolsun, hepsine yol verdi. Bizim grup ve ayrılan diğerlerinden birkaçı doldurduk masaları. Hiç unutmam Orhan'ın üzerinde ailesinin yolladığı kıyafetlerden, mavi bir gömlek vardı. Yakaları ve kolları beyaz bir gömlekti. Cafeye girip oturunca, eğlencesine yapar gibi hatıra kalması için fotoğrafını çekmiştim telefonumla. Benim üstümde ise, kot pantolon ve Orhan'ın ailesinin benim için gönderdiği New York yazılı, pudra rengi bir tişort vardı. Hal böyle olunca, hem MSN açarken hem de söze girmiştim:

- Lan Orhan?
- Efendim?

- Oğlum sen ne zevksiz bir adamsın lan? Bu gömlek ne amına koyayım ya?
- Lan napiyim, göndermişler işte giyeyim dedim ben de.
- Valla bilemiyorum kanka, ömrümde böylesini görmedim ben.

Bu şekilde birbirimizle atışmaya devam ederken, MSN'mi açmış ve kardeşimin adresine bakmıştım. Kardeşim çevirimiçiydi ve yolda konuştuğumuz için haberi vardı çarşıda olduğumdan. Hemen yazmaya başladım:

- Birtanem naber?
- Abi, hoşgeldin iyiyim senden naber?
- İyiyim canım, telefonu kapadıktan sonra internete girelim dedik biraz.
- Anladım abi, kamera açalım hadi çok özledim seni.
- Tamam kızım olur. Bir saniye kamerayı taktırayım.
- Ok.

Annemle telefonda sık sık konuşuyorduk. Ancak kamerada yüzünü görmeye dayanamıyordum. Çok canım yanıyordu onu görüp, sarılamayınca. Güzel annem bunu söylediğim için birşey demişti bana. ''Oğlum üzülme, ben görüyorum seni kendimi göstermem ben kamera açtığınız zaman. Sen üzülme yeterki.'' Benim annem böyle değerli bir kadındı benim için. Kamerayı ayarlattıktan sonra, kardeşimle kamera açtık. Sanki yıllar olmuş gibiydi. Öyle değişmişti ki siması. Büyümüştü sanki, koskoca bir kız olmuştu. Annem yanındaydı ve farketmem çok zaman almamıştı. Omzu görünüyordu ve benim onu tanımamam imkansızdı. Hemen telefona sarıldım ve kardeşimi aradım:

- Alo
- He, abicim?
- Anneni ver bakiyim.

Kardeşimi kameradan görüyordum ve gözlerini açmıştı. Yanında olduğunu anlamama şaşırmış olmalıydı. Ama şaşırılacak bir durum yoktu. Hissetmesem dahi, kardeşimin kamera açacağını bildiğinde bilgisayar başında olacağını tahmin edebilirdim.

- Anne?
- Yavrum, nasılsın?
- İyiyim annecim, öyle özledim ki sizi, hele seni nasıl özledim bir bilsen.
- Biz de seni özledik yavrum. Kredi çektik geçen gün, yanına gelelim görelim seni diye düşünüyoruz.
- Yok anne, çok uzun yol ve burada kalınacak yerde yok. Gelip, görüp geri dönmeniz gerekir, hiç gerek yok inan.
- Ah yavrum, seni görüp sarılsam ve geri dönsem koymaz bana o yol.
- Anacığım biliyorum koymayacağını, ancak gerçekten uzun yol senin için zararlı olur. Hem sen onu bunu geçte, oradasın görüyorum seni.
- Aaa! Halbuki kameraya görünmüyorum sanıyordum ben.
- Yok yok, omzundan farkettim ben de. Eee, ben nasılım zayıflamış mıyım anacığım?
- Çok yakışıklısın maşallah, zayıflamışsın ama sen gel ben seni şişmanlatırım yine oğlum benim.

Bu tür diyaloglar, annemin gözyaşları ve birbirimize olan özlemimizi anlatarak geçen bir yarım saatlik konuşmadan sonra, telefonu kapatmıştık. İnternette bir süre vakit geçirdikten sonra, cafeden ayrıldık. Yine aramızda konuşarak, bir kahveye gidelim dedik. Gittiğimiz kahve, içi basık ve kasvetli, eski tip bir yerdi. Zaten kahvehaneleri öyleydi genellikle. Oturup birer çay söyledik ve sohbetimize çay, simit keyfi eşliğinde devam ettik. Çarşı iznimiz bunlardan ibaretti ve telefon görüşmelerinden. Akşam saatine kadar yapabileceklerimiz bu şekildeydi. Bu yüzden Kelkit gezisini merakla bekliyorduk.


ASKERLİK AŞKIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin