BÖLÜM 14: KAVGA KOPUYOR

2.9K 139 20
                                    

MERHABA SEVGİLİ ARKADAŞLAR, ASKERLİK /ACEMİ BİRLİĞİ DÖNEMİNDEN BİR BÖLÜMLE DAHA SİZLERLEYİZ, İYİ OKUMALAR DİLİYORUM.

Koğuş kalk saatinden 1 saat önce falan uyanmıştık 4. Posta olarak. Bugün yemekhane nöbeti bizdeydi çünkü. Gün boyunca, sabah, öğle ve akşam yemeklerini mutfaktan biz getirecektik. Bölüğün tamamına yemek servisini yapıp, öğün sonrasında ise temizlikleri yapacaktık. Sabah kahvaltısı için erkenden koğuştan çıkmış ve yemekhaneye kahvaltılıkları getirmek için bir bölümümüz mutfağa gitmiştik. Sanki özel işkence yöntemi gibi askeriyenin merdivenlerden çıkılan yokuş kısmına yapılmıştı mutfak. Mutfaktan kahvaltılıkları, kazanla hazırlanmış çayı ve mutfağın yan tarafındaki fırından da ekmek kasalarını alıp yemekhaneye doğru indirmeye başladık. Etraf yavaş yavaş kalabalıklaşmış ve bizde yemekhaneye gelmiştik. Biz o gün çalışan kısım olacağımız için kahvaltıyı önceden ettik bir masada. Sonrasında ise yemek saati başladı ve sıradan girmeye başlayan askerlere kahvaltılıkları ve çayı en son sıradan da ekmekleri verdik. Bize de 30 dakika kadar zaman doğmuştu. İçerde askerler kahvaltı ederken, hemen karşıdaki makineden çayımı alıp yemekhane kapısında sigaramı yaktım. Devrelerden birkaçı ile sohbet ediyorduk. Sorumlu asteğmen yanımıza geldi ve söze girdi:
- Arkadaşlar, öğle yemeği verildikten sonra yemekhanede genel temizlik yapılsın,anlaşıldı mı?
- Emredersiniz komutanım!
Bizimi bulmuştu temizlik günü, yoksa her nöbetçi posta yapıyor muydu? Bilmesek bile sorgulamanın alemi yoktu. Öğle yemeğinden sonra şipşak hallederiz dedik. Hem böylece eğitim ve spordan kurtuluruz diyorduk. Kahvaltı saati bitmiş ve tüm askerler çıkmıştı. Onlar sıralanıp eğitim alanına giderken, biz de yemekhanede kalmış ve toparlamaya çalışıyorduk. Bir grup biriken tabldotları mutfağa taşıyor, diğer grup ise yerleri süpürüp yıkıyor masaları siliyordu. Mutfakta bulaşığı yıkamakta nöbetçi pastanın göreviydi. Bulaşık işi acemi birliğindeyken kabus gibidir. Yüzlerce tabldot,yüzlerce çatal kaşık ve bıçak, metal bardaklar... Kolay bitmez temizlik ve devasa tencereleri yıkamak ise ayrı bir derttir. İşi biten mutfağa çıkıyordu. Çünkü bulaşığı da değişimli yıkıyorduk. Tek askerin yıkaması mümkün olmadığı için bu yol daha da kolay oluyordu.
İş bitti oh rahatız derken öğle yemeği için hazırlıklar başlıyor. Sandıklarla sebzeleri, kilolarca eti, kilolarca kuru bakliyatı taşımak yine bize düşüyordu. Bu işi halledirken yeni gelen sebze arabasına denk gelirseniz işte o zaman yandınız demektir. Koskoca kasa dolusu sebze taşı taşı bitmez. Bir de onları kilere yerleştirmek için tartı ile ayırmak ecel terleri döktürür. Kilerde birkaç çuval patates soğan vardı ve şansımıza tüküreyim ki araç bizim postanın nöbetine denk gelmişti. Araçtan kasalar dolusu sebze ve meyveyi indirecek ve kilolara göre ayırıp yerleştirecektik. İşe başladıktan sonra ise kimsenin gönüllü olmadığı kileri boşaltmak gerekiyordu. Sonradan pişman olacağın bir aptallık ederek, bir devremi alıp girdim kilere. Kilerde nedense beklediğimizden fazla patates ve soğan çuvalı vardı. Hepsini yere dökmeye başladık. O günkü yemeklerde kullanacaklardı ve çürük varsa ayırmamız istendi. İşte o anda ben hayatımda görmediğim kadar iğrenç şekilde çürümüş patatesleri gördüm. Nimete lafım yoktu ama o nasıl bir çürüme şekliydi. Hem ben o güne kadar patatesin küflendiğini yada nemden filizlendiğini sanıyordum. Meğerse öyle değilmiş ve birçok sebzenin çürüdüğünde yayılan koku bunun yanında parfüm gibi kalıyormuş. Çürüyen patates ve soğanları nefes nefese ayırırken, patateslerin içine vıcık vıcık parmaklarımız giriyordu.
- Bu nedir ya? Bu ne feci bir koku?
- Aynen devrem felaket ya!
- Nefes alma, bir an evvel bitirelim.
Nefes almamak ne mümkün? Biz insan üstü bir varlık değiliz sonuçta. Patates zar zor da olsa bitmişti. Sıra ondan da felaket olan soğanlara gelmişti. Güç bela onlarda ayıklanmıştı. Öğleye doğru yemek işi tamamlanmış ve yeni gelen sandıklar kilere yerleşmişti. Öğle yemeği için koca koca saplı kovaları, dev gibi kızartma tencerelerini aşağıya indirmiştik. Bölük öğle yemeği için eğitim alanından gelmeden önce yemeğimizi yedik ve beklemeye başladık. Bir süre sonra geldiler ve yemekhane arkasında yemek duası yapıldı. Yine sıraya göre yemekleri dağıtmaya başladık. Herkes yemeğini yemiş ve yemekhaneden çıkıp eğitime inmeden önce keyif yapıyordu. Biz yine sorumluları olarak yemekhaneyi temizleyecektik. Bu kez 6 kişi bulaşığa çıkmış 10 kişi ise yemekhane genel temizliği için kalmıştık. Sabahtan beri zaten canımız çıkmış, bir de bu iyice yoracaktı bizi. Mecburen dip köşe temizliğe başladık. Yerler sabunlanacak masalar sandalyeler kalkacak full camdan ibaret olan yemekhane camları silinecek. Yemekhanede bulunan dolapta yer alan diğer çatal kaşık bıçak parlatılacak. Yemek masalarına koyulan bardaklar parlatılacak ve demir sürahilerle taşınan suyla değirmen dönecekti. Herkesin bir işin ucundan tuttuğu anlarda, bizim pastadan İmdat diye bir asker dikkatimi çekti. Bizden 10 yaş büyük olan İmdat, başka bölükten ve yan yemekhane sorumlusu bir it ile oturmuş sigara kola sefası yapıyordu arka bahçede. Ben de kendi adıma bundan rahatsız olan askerlerden sadece biriydim. Hayatımda en nefret ettiğim şeylerden biri, eleştirilecek şeyleri söyleyip kişinin yüzüne vurmadan geride kalan insanlardır. Bu askerde çok karşıma çıkmıştı. O günde aynıydı herşey. İçerde herkes durumu eleştiriyor, ancak biri de cama çıkıp noluyor demiyordu.
Hemen yemekhane camını iyice açtım. Sohbetlerini balla böldüm:
- Abi napıyorsun? Bak herkes bir işin ucundan tutuyor. İçeri girip yardım etsene sende.
Eliyle banane dercesine bir işaret yaptı.
- İyi birazdan aynı işareti komutana da yaparsın madem.
Bu lafı söyleyip girdim içeri. Nitekim elimdeki işi kotarıp, bildirmeye gidecektim. Sonuçta hepimiz ana baba kuzusuyuz orada. Herkes bir işin ucundan tutmak zorundaydı. O sözüm üzerine tutuşmuş olacak ki ön kapıda bitti.
- Ya benim yaşım olmuş 32 bu saatten sonra işmi yapayım?
- Yok ya! Anlamadım, madem zamanında gelseydin abi kaçacağına. Oldu, herkes keriz mi burada iş yapsın, sen geç orada otur. Hem 32 ne 60 gibi konuşuyorsun. Yapacaksın abi mecbursun.
Benim çıkışıma bir kaç yürekli devrem de destek çıkmıştı. Bu deyyus girmedi içeri ve kapının önünde bir sigara yakıp çöktü. Biz temizliğe devam ederken, ambulans geldiğini farkettik. Çıkıp bakmadık bile iş güç zaten boğazımıza kadardı. Ancak bir süre sonra komutanın yemekhaneye gelmesiyle olay anlaşılmıştı.
- Arkadaşlar!
- Emredin komutanım!
- İmdat arkadaşınıza kim naptı da ambulans geldi?
Aslında yaşanan olayı biliyordu komutan. Ama o herifin anlattığı şekliyle biliyordu. Bu durumda ne ben ne de destek çıkan kişiler geri adım atamazdı. Ben söze girdim.
- Biz konuştuk İmdat ile komutanım.
- Ne oldu, bak hastanelik oldu arkadaşınız?
- Komutanım, temizlik var burada, herkes koşuşturma içinde, bir baktık arka arada sigara kola içiyorlar arkadaşı ile. Ben de abi sende yardımcı olsana dedim. Geldi kapıya 32 yaşındaymış işmi yapacakmış. Bakın komutanım bu arkadaşta 27 yaşında. Bu iş yaşa bakmıyor ki madem zamanında gelseydin zoruna gidiyorsa dedik. Sonra girmedi içeri bayılmış sizden öğrendik.
Komutan da apışıp kalmıştı
Çünkü haklıydık. Keyif yapacağına gelseydi zamanında yapsaydı askeri görevini ,şimdi yaşını bahane etmesi hiç bir fayda etmezdi ve bir takım olarak buna müsade etmezdik. İlerleyen zamanlarda da etmedik.

ASKERLİK AŞKIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin